22 Ocak 2012 Pazar

Öcalan’ın AİHM Savunması: AKP Yeşil Türk Faşizminin Temsilcisi

PKK Lideri Abdullah Öcalan, AİHM’e sunduğu son savunmasında; beyaz Türk faşizminin cumhuriyetin demokratikleşmesi önünde ciddi bir engel olduğuna dikkat çekiyor. Gelinen aşamada ise beyaz Türk faşizminin yerine AKP’nin yeşil Türk faşizminin temsilcisi olduğuna dikkat çekiyor.

Öcalan “Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü” veya “Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak” adlı savunması avukatları tarafından bir süre önce AİHM’e gönderilmişti. 13 yıldır İmralı adasında ağır tecrit koşullarında tutsak edilen Öcalan, savunma olarak AİHM’e sunduğu son kitabında; kapitalist modernitenin hegemonik yapılanması ve uygulamalarından bölge sorunlarına, Kürtler üzerindeki kültürel soykırımdan günümüz inkâr ve imha politikalarına kadar, kendine has dili ve üslubuyla oldukça kapsamlı ve çarpıcı değerlendirmelerde bulunuyor.

Öcalan, son savunmasında Kürtlerin üzerinde uygulanan kültürel soykırım politikalarının yanı sıra, Kürdistan ve Türkiye’nin yakın tarihini çözümlüyor, bununla birlikte Kürt sorununun ağrılaşma nedenlerini sorgulayarak, alternatif çözümünü bir proje olarak sunuyor.

AKP GERÇEĞİ


Öcalan son savunmasında ‘devrimci halk savaşı’, ‘tasfiyecilik’ ve ‘ihanet’ konularını genişçe işliyor. Kürt Özgürlük Hareketinin yaşadığı kritik dönemleri, kazanılan deneyim ve tecrübeleri ve bu temelde gündeme gelen değişim ve dönüşümü ortaya koyan Öcalan’ın, kapsamlı olarak ele aldığı bir diğer konu ise AKP gerçeği.

Öcalan, beyaz Türk faşizminin yerine inşa edilen yeşil Türk faşizminin kimliği olarak tanımladığı AKP yapılanmasının ortaya çıkışı, gelişim süreçleri yanı sıra Türkiye ve bölgedeki misyonu üzerinde durarak, iktidarlaşan bu zihniyetin doğuracağı tehlikelere dikkat çekiyor.

BATI TÜRK EGEMENLERİNİ YÖNLENDİRİYOR

Yedi bölümden oluşan savunmasında Öcalan, Kürt sorununun doğru anlaşılması için kapitalist hegemonyanın son iki yüz yıllık rolünün açığa kavuşturulması gerektiğini vurguluyor. Batılı devletlerin Türk egemen güçlerini yönlendirdiğini belirten Öcalan, şu tespitte bulunuyor:

“Osmanlı imparatorluk geleneğinin kalıntıları üzerinde vücut bulan, Türk gerçekliğiyle ancak dar iktidarcılık bağlamında ilişkisi kurulabilecek olan ve Türk’ten çok iktidar hastası her tür milliyetsizlerden inşa edilen ‘beyaz Türk’ faşist elitinin, Türk halkı da dahil, tüm Ortadoğu halk kültürleri üzerinde bir soykırım makinesi gibi çalıştırılmasında, başta İngiltere olmak üzere Almanya, Fransa ve diğer önde gelen Avrupalı hegemonik güçlerin sorumluluğu belirleyicidir”

GLADİO HALEN İŞ BAŞINDA

Öcalan, İmralı adasındaki yargılanmasında Avrupa ulus-devlet sisteminin rolünü çirkin ve düşünce karıştırıcı olarak tanımlıyor. İmralı adasındaki yargılamasının özünde Avrupa ulus-devlet sistemi adına Türkiye Cumhuriyeti’ne yatırıldığını ifade eden Öcalan, “Yani Türk devlet gücüyle gerçekleştirilen bir yargılama değildir. Türk iktidar elitinin bundaki rolü taşeronluktan öteye gitmez” diyor. Bu durumu hukuki alanda sürdürülen bir komplo olarak değerlendiren Öcalan, “hiçbir hükümlüye uygulanmayan bir infaz statüsü altında bulunmam ve hem Türk yargısı hem de AİHM’nin kendi hukuki normlarına ters düşen bu adil olmayan yaklaşımları, davanın etrafındaki uluslararası komplonun hukuki alanda sürdürüldüğünün ve Gladio’nun hâlâ işbaşında olduğunun kanıtı niteliğindedir” diye belirtiyor.

KENDİNİ UYGAR SANANLARA

Son savunmasıyla hukuki bir kazanç veya beklenti içerisinde olmadığını da ifade eden Öcalan, amacını şu cümlelerle aktarıyor:

“Bu savunmam sadece kendilerini çok uygar sananların bana karşı sanki bir ilkel barbarı, bir vahşiyi terbiye ediyorlarmış gibi bir yaklaşım içinde olmalarının, daha da iğrenç olanı, şahsımda bir halkı, Kürt halkını terbiye edebileceklerine inanmalarının ne kadar alçakça ve zalimce olduğunu açıklamakla kalmamakta, aynı zamanda en aşağılık ve insanlığın hiçbir ahlâki normuna sığmayan sistemin ve sahiplerinin gerçek yüzlerini de ele vermektedir. Bu bir yüzlü değil bin yüzlülerin, daha da ötesi yüzsüzlerin yüzsüzlüklerini anlaşılır kılmaktadır.”

Birçok kavram ve kuramı yeniden tanımlayarak adeta özüne kavuşturan Öcalan, Kürt sorunuyla erken yaşlarda nasıl tanıştığını şu satırlarla anlatıyor:

“Benim için Kürt sorunu, köyümüze beş kilometre uzaklıktaki komşu Cibin köyü ilkokuluna her gün yayan gidip geldiğim günlerde başladı. Sorun fiziksel zorluklardan çok kültüreldi. Türkçe bir yabancı dildi. Bu olgunun çocuk ruhumda gittikçe derinleşen bir yara açması kaçınılmazdı. Yine halen hatırımdadır ki, Kürtlük artık bir ‘kuyruk’ gibi takılıp beni bir an bile rahat bırakmayacaktı. Kaldı ki, çevrede ‘Kuyruklu Kürt’ tabiri de duyulmaya başlanmıştı. Benim için bu ikinci bir darbeydi.”


KAPİTALİST MODERNİTENİN ROLÜ

Savunmasının ikinci bölümünde Öcalan, Kürt sorununun ağırlaşmasında kapitalist modernitenin rolünü vurguluyor ve beyaz Türk faşizminin cumhuriyetin demokratikleşmesi önünde ciddi bir engel olduğuna dikkat çekiyor.

Devletçi çözüme takılmanın bir hastalık derecesine vardığını belirten Öcalan, savunmasında, Kürt ulusu ve ulus-devlet ilişkisini de anlatıyor. Sanki olmazsa olmaz bir ilkeymiş gibi hastalık derecesinde bir devletçi ve milliyetçi çözüme takılı kalmanın çözümsüzlüğün derinleşmesindeki temel etken olduğunu ifade eden Öcalan, “Hâlbuki kendi tarihinde de bolca uygulama örneği bulmuş olan özerklik ve günümüzde özellikle Avrupa ülkelerinin kendi içlerinde ve aralarında geliştirdikleri demokratik federalist uygulamalar, Kürt sorununa çok zengin bir çözüm paketi sunmaktadır; hem de çok tutucu davranan ulus-devlet gerçekliğine rağmen” diyor.

ÖZERKLİĞİN DOMİNO ETKİSİ

Demokratik Kürdistan çözümünün, demokratik Ortadoğu çözümünü doğurduğunu savunan Öcalan, Kürdistan’ın mevcut statüsünü şöyle ifade ediyor:

“21. yüzyılda devletçilik zihniyetinden kopmadan ve demokratik siyaset araçları devreye sokulmadan kalınırsa, yalnız başına Kürt sorunu bile Ortadoğu’yu bir yüzyıl daha geleneksel hegemonik güçlerin çıkar alanı halinde tutmak için yeterlidir. Bunun tersi de geçerlidir. Ortadoğu’da demokratizmin gelişmesindeki ve dolayısıyla tüm toplumsal sorunların demokratik çözümündeki kilit rol Kürdistan’daki demokratik çözüm deneyiminden geçmektedir. Kürdistan’ın mevcut statüsü, daha doğrusu bölgenin temel komşu ulusları olan Türk, Arap ve Fars uluslarının yanı sıra, daha iç unsurları olan Ermeniler, Süryaniler ve Türkmenlerin varlığıyla Kürtlerin yaşadığı tarihsel kader birliği, Kürdistan’daki demokratik çözümün domino etkisiyle tümüne yayılmasını olası kılmaktadır.”

Öcalan, son savunmasında PKK olgusunu da irdeliyor. ‘Terörist’ yaftalamasının çözümsüzlüğe fazlasıyla yol açtığını, ancak PKK’nin KCK somutunda demokratik özerklik modeli ile tüm toplumların sorunlarına çözüm getirebileceğini vurgulayarak şunları belirtiyor:

“Güncel çözümleyici konuma ulaşmış PKK’nin en az sorunun ortaya çıkarılmasındaki rolü kadar, kritik bir eşikte durduğu konumu çözümlemek önemini tüm yakıcılığıyla korumaktadır. Hem Kürt sorununu derinliğine kavramak hem de ulus-devletçi yaklaşımları aşmak PKK tarihinde önemli olduğu kadar, PKK’nin daha çözümleyici bir yapılanmaya dönüştüğünü kavramak da Ortadoğu’nun tüm devlet ve siyaset güçleri açısından zorunluluk arz etmektedir. ‘Terörist’ yaftalamaları fazlasıyla çözümsüzlüğe yol açmakta ve sahiplerine de zarar vermektedir. PKK’nin KCK somutunda geliştirmeye çalıştığı demokratik özerklik modeli sadece Kürtler ve Kürt sorununun çözümü için değil, benzer sorunları yaşayan Arap, Türk, İran, Afganistan, Kafkasya toplumları ve diğer tüm toplulukların sorunlarının çözümü için de hayati önem taşımaktadır.”

YEŞİL TÜRK FAŞİZMİNİN KİMLİĞİ

Küresel finans kapitalizmin en zayıf dönemini yaşadığını belirten Öcalan, kapitalist modernitenin son durağa vardığını ifade ediyor. Öcalan, yeşil Türk faşizminin kimliği olarak gördüğü AKP gerçeğini şöyle tanımlıyor:

“Siyonist milliyetçiliğe karşı Karaim Yahudi evrenselciliğiyle ittifak kurmuş, ordunun 12 Eylül darbesinde desteklediği Türk-İslam ideolojisini kendine destek yapmış, bizzat ordunun 28 Şubat süreciyle radikal millici Necmettin Erbakan’ın partisini parçalaması sonucu hayat bulmuş uzun bir sürecin merkezî ulus-devlet partisidir. Deniz Baykal önderliğindeki CHP’nin ana muhalefet partisi olması karşılığında, R. Tayyip Erdoğan’ın önderliğinde kurulmuş stratejik hegemonik bir parti kimliğiyle, yeni dönem Yeşil Türk faşizminin inşa edici ve yürütücü gücü olarak, uzun bir tarihî geçmişe dayanan, hegemonik iç ve dış güçlerin desteğini arkasına alarak iktidara oturmuş bir partidir.”
Yaşadığı tecrite de değinen Öcalan, İmralı’da tutsak edildiği günden bu yana kendisine uygulanan ağır tecrit koşullarını sistemin bilinçli bir cezalandırması olarak değerlendiriyor. Öcalan, “Mitolojik tanrılar düşünselerdi, herhalde İmralı kayalarına bağlamak kadar ağır bir cezayı akıl edemezlerdi. Buna rağmen tek kişilik hücredeki on iki yılımı doldurmuş bulunuyorum.”
ANF NEWS AGENCY