30 Ekim 2012 Salı

Demirtaş: Talep Mehmet Öcalan Ada'ya Gitsin Değil, Abdullah Öcalan Ada'dan Gelsindir

BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Başbakan'ın "Zaten her şeyi yiyorlar" sözlerinin yalan olduğunu belirterek, geçmişte Kenan Evren, Adalet Bakanı Şevket Kazan, Saadettin Tantan dönemlerinde de açlık grevleri ile ilgili aynı yalanları söylendiğini belirtti. AKP'nin yürüttüğü politikaların ülkeyi kan gölüne çevirdiğini söyleyen ve cezaevlerindeki siyasetçilerin de buna karşı açlık grevine girdiğini kaydeden Demirtaş, "Ölüm orucunu başlatan BDP değil, AKP'nin politikalarıdır. Ölüm oruçlarını bitirecek olan AKP değil, halkın politikaları olacaktır sizin sahip çıkmanızla olacaktır" diye konuştu. Demirtaş, "Tutuklu arkadaşlarımızla görüşmeler yapılıyor. Talepleri ilk günden beri nettir. Talepleri Mehmet Öcalan Ada'ya gitsin değildir, Abdullah Öcalan Ada'dan gelsindir" diye konuştu.

BDP Genel Merkezi, PKK'li ve PAJK'lı tutsaklar tarafından 12 Eylül'den bu yana sürdürülen ve 49'uncu gününe giren süresiz-dönüşümsüz açlık grevine dikkat çekmek amacıyla BDP Eş Genel Başkanlarının katılımı ile her hafta Meclis'te yapılan Grup Toplantısı, bu hafta Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi önünde yaptı. "Her yerde hayatı durduralım" çağrısı ile birlikte sessizliğe bürünen Diyarbakır'da, binlerce yurttaş bir yandan cezaevlerinde olabilecek ölümlere dikkat çekmek amacıyla polisle çatışırken, diğer yandan da BDP'nin Grup Toplantısı'na destek vermek amacıyla cezaevi önüne akın etti. Bu arada BDP'nin almış olduğu karar üzerine harekete geçen Diyarbakır Valiliği ise Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi önünde olabilecek her türlü toplantı, gösteri ve yürüyüşe yasak kararı koydu. Yasaklamanın ardından sabahın erken saatlerinden itibaren Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi önünde önlem alan polis, zırhlı araçlar eşliğinde adeta etten duvar ördü.

Kimsenin cezaevine yaklaşmasına izin vermeyen polis ile yurttaşlar arasında yer yer gerginlik, kimi zaman da çatışma yaşanırken, Dicleliler Yas Evi önünde toplanan binlerce yurttaş ise valiliğin kararını ve polisin tutumunu "Bijî Serok Apo", "PKK halktır halk burada", "Dişe diş kana kan seninleyiz Öcalan", "Bê Serok jiyan nabe", "PKK cepheye misillemeye", "Siyasi tutsaklar onurumuzdur" ve "Kürdistan faşizme mezar olacak" sloganları ile protesto etti. Gerginliğin tırmandığı dakikalarda grup toplantısını yapmak üzere Dicleliler Yas Evi önüne gelen BDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Gültan Kışanak ile DTK Eş Başkanı Aysel Tuğluk'un yanı sıra BDP'li milletvekilleri, belediye başkanları il ve ilçe yöneticileri, yurttaşlar tarafından dakikalarca alkışlandı.

Vali BDP ile ilgili polise, bir kez daha 'kesin talimat' verdi!

Cezaevi önünde yapılmak istenen grup toplantısı için BDP'li yetkililer ile polis komiserleri arasında yapılan görüşmeler "Valinin kesin talimatı" gerekçesi ile sonuç vermezken, grup toplantısı ve ses cihazı için seçim otobüsünün getirilmesi talebi de polisler tarafından gerekçesiz kabul edilmedi. Polisin olumsuz tutumu nedeniyle sokakta bulunan bir iş yerinin merdivenlerine çıkıp kitleye hitaben konuşan BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, "Tüm baskılara rağmen grup toplantımızı burada yapacağız. Bugün Hakkari'den Edirne'ye kadar örgütlü olduğumuz her yerde okula gitmeyerek, kepekleri kapatarak, her yerde okulları boykot ederek, kontakları kapatarak, yaşamı durdurarak yüz binlerle, milyonlarla alanlara akın eden 7'den 70'e bütün halkımızı kutluyoruz, bu iradenin önünde saygı ile eğiliyoruz" dedi.

'Burası okul değil, Mazlum Doğan'ın anıtını dikeceğimiz özgürlük meydanı'

Megafonun sık sık arızalanması üzerine mikrofonsuz konuşmasına devam eden Demirtaş, "1980'lerde de şu duvarların arkasında direnen Mazlumlar vardı. Bedenini ölüme yatıran Mazlumlar vardı. Bedenini ateşe yangına yatıran Mazlumlar vardı. O gün belki Amed zindanının duvarlarının arkasında milyonlar yoktu; ama o gün bedenini ölüme yatıran Mazlum Doğan da, Dörtler de her biri de çok iyi biliyordu ki gün gelecek milyonlar Amed zindanının duvarına dayanacak. Amed zindanı elbet bir gün yıkılacak. Burası okul değil, burası Mazlum Doğan'ın anıtını dikeceğimiz bir özgürlük meydanı olacak. 49 gündür bu halkın yiğit evlatları canlarını feda etme uğruna dışarıda barışın müzakerenin çözümün önünü açmaya çalışıyorlar. Birileri görmese de duymasa da karalamaya da çalışsa 'efendim zaten yemek de yiyiyorlar' gibi yalanlara da sarılsa bugün milyonlarca insan zindandaki çığlığa sahip çıkmıştır" dedi.

'Diyarbakır'da boykotu kıran emniyet olmuştur!'

Kürt halkının her yerde yaşamı durdurup, yaşamdan kendini çekerek meydanlarda ve alanlarda yüz binlerin katılımı ile mitingler yapıp açlık grevinin sesi olmaya çalıştığına dikkat çeken Demirtaş, "Hükümet istediği kadar yalanlara sarılsın. İstediği kadar medyasının eli ile engellemeye çalışsın. Çarpıtmaya çalışsın. İstediği kadar panzeri ile topu ile savaş uçağı, helikopteri ile bu halkı baskılamaya çalışsın. Ama bunların tamamı nafile, çaresizlik acizliğin ta kendisidir. Bugün Diyarbakır esnafı ile işçisi ile kadını, genci, yaşlısı, öğrencisi, memuru ile alanlarda iken ve bu çağrıya uyuyorken bu boykotu kıran tek kurum var emniyet müdürlüğü. Sadece onlar çalışıyor. Onlar dışında çalışan yok. Onlar dışında bu şehirde açlık grevlerine karşı duyarsız olan yok. Diyarbakır Valisi, şu anda yüzde 90 katılım ile kendi evlatlarının yanında yer alan Diyarbakır halkının böylesine güçlü iradesini asla ama asla engelleyemez. Bunu defalarca Amed ortaya koymuştur" diye konuştu.

'Kanundan bahsedenler bu şehirde kanun dışı durumdalar'

"Bugün halkımız yüzde 90 katılım ile böylesine görkemli bir duruş ortaya koyarken. Diyarbakır Valisi bu halkın partisine açıklama yaptırmam diyor" diyen Demirtaş, seçim otobüslerine de yasa ve hukuk dışı bir şekilde el konulduğuna dikkat çekti. Kanundan, hukuktan ve yasadan bahsedenlerin bulundukları an itibari ile kanun dışı duruma geldiklerine vurgu yapan Demirtaş, "Diyarbakır Valisi şuan suç işliyor. Parti otobüsümüze mahkeme kararı olmaksızın hiçbir yasada yeri olmaksızın polis zorla el koymuş durumda. Şimdi otobüse el koyabilirsiniz; ancak bu kadarına gücünüz yeter. Ama bu halkın isyanını durduramazsınız. Bu halkın çığlığını yürüyüşünü durduramazsınız. Her yerde alanları meydanları dolduran bütün halkımıza şuradan bir çağrı yapmak istiyorum. Sizin bu duruşunuz ölüm oruçlarını bitirecektir. Siz alanlarda meydanlarda yüz binlerle oldukça ölüm oruçlarını bitireceksiniz. Çünkü artık hükümet ben bu sesi duymuyorum. Bu talepleri kabul etmiyorum diyemeyecektir. Talepler meşrudur. Sadece açlık grevi yapan 600 kişinin talebi değil BDP'nin talebidir, milyonlarca Kürt halkının talebidir" diye vurguladı.

'Akan kanın durmasını istiyorsak, Sayın Öcalan ile müzakereler yapılmalı'

Talepleri bir kez daha Diyarbakır E Tipi Cezaevi önünde tekrar etmek isteğini ifade eden Demirtaş, "Bakın eğer bu ülkede akan kan dursun diyorsak ve bu konuda herkes bir şeyler yapmak istiyorsa bunun yolu ve yöntemi bellidir. Sayın Öcalan ile müzakereler yapılmalıdır. Bu talep akan kanın durması için en somut ve gerçekçi taleptir. 2 buçuk yıl boyunca zaten görüşmediniz mi İmralı'da? Heyetleriniz gitti her hafta avukat ve ailesi gitti. Bunu yaptınız bir defa şimdi bir buçuk yıldır 'koster bozuk' 'hava bozuk' gibi uyduruk yalanlar ile çirkinleşerek sizler savaşı, sizler ölümü kanı, göz yaşını dayattınız. Ve içerdeki arkadaşlarımız sizin bu faşist yaklaşımlarınıza, sizin bu köhnemiş yaklaşımınıza halklara bir umut olabilmek, barışı müzakereyi yeniden yaratabilmek için 49 gündür ölüm orucundadırlar. Ve bu ölüm orucu barış çığlığıdır. Halk burada akan kanın durması ve savaşın son bulması için bir araya geliyor. Bu çığlığa sahip çıkmak, ölüm oruçlarının taleplerine sahip çıkmak bu ölüm oruçlarını sonlandıracaktır. Biz buna inanıyoruz" dedi.

'Özellikle vicdanını, namusunu, ahlakını yitirmemiş medyaya sesleniyorum!'

Açlık grevinde bulunanların ölüm riski altında olduğunu hatırlatan Demirtaş, "Başbakan'ın 'Zaten her şeyi yiyorlar' demesi büyük bir yalandır. Geçmişte Kenan Evren döneminde de bu söylendi, açlık grevinde insanlar yaşamını yitirdi. Şevket Kazan Adalet Bakanı iken aynı cümleleri kullandı. 'Bunlar yiyorlar' dedi içerde ölümler oldu. Saadettin Tantan aynı şeyleri söyledi, içerde ölümler oldu. Bütün açlık grevcilerine yaklaşım gerici hükümetlerce böyle olmuştur. Şimdi aynı şeyi Recep Tayip Erdoğan söylüyor. Bu ne demektir? İçerdekilerin yürüttüğü mücadeleyi meşruiyetini zedeleyecek kamuoyu nezdinde müdahaleyi meşru hale getirecek zemin yaratmaya çalışıyorlar. O nedenle her kesin dikkatli olması lazım. Özellikle vicdanını, namusunu, ahlakını yitirmemiş medyaya sesleniyorum: Burada cezaevlerinde ölümler olmasın diye uğraşıyoruz. Biz ölümleri durdurmak için sokaklardayız. Gençlerimiz ölsün diye değil. Ve bunu durdurabilmenin en gerçekçi yolunu hayata geçiriyoruz. Sizler 49'uncu günden itibaren eğer ölümleri durdurmak açlık grevlerini sonlandırmak konusunda medya olarak destek sunarsanız BDP olarak biz daha fazla çaba sarf edeceğiz. Talepler konusunda kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi aydınlatılması lazım. Anadilde savunma anadilde eğitim hakkı Kürtlerin doğuştan kazandığı haklardır. Bunu elde etmek için insanların bedenini ölüme yatırması bu insanların utancı değil, bu yasağı koyanların utancıdır. Elbette ki tek bir insan ölmeden tek bir insanın burnu kanamadan çözüm bulmaya çalışıyoruz. Sadece cezaevlerinde değil dağlarda, şehirlerde operasyonlar olmadan gerilla, asker, polis ölmeden biz nasıl barışı çözümü sağlayabiliriz? BDP olarak bunun uğraşını ve mücadelesi içerisindeyiz. Ancak bize reva görülen zindandır, yargılanmadır, gözaltıdır copdur, gazdır işkencedir. Kimse BDP'nin demokratik siyaset hakkı ve demokratik siyasi kararlarını sonuna kadar kullandığını söyleyemez. Çünkü önümüzde açık hiçbir yol yok. Buna rağmen şunu söylüyoruz. Bu kadar engellemeye rağmen biz sorunu barışçıl yollarla çözelim diyoruz. Bu konuda ısrarcıyız" vurgusunda bulundu.

'Ölüm oruçlarını bitirecek olan AKP değil, halkın sahip çıkması olacaktır'

Demirtaş konuşmasının devamında şunları kaydetti: "Basın mensupları dönüp bir baksın BDP'nin yaptığı her açıklamanın önünde panzer var TOMA var, gaz var. Zaten şu cezaevinin içinde esir tutulanlar siyaset yapma hakkını kullandıkları için oradalar. Demokratik siyaset hakkı Kürtlere sınırsız, diğer partilere tanındığı kadar bile olsaydı şu cezaevi binlerce Kürt siyasetçisiyle dolmazdı. İşte sadece şu cezaevinde yatanlar bile ki aralarında belediye başkanlarımız, milletvekillerimiz kadınlar, gençler var. Eğer demokratik siyaset kanalları açık olsa bu cezaevleri niye bu kadar dolu olsun. Bırakın cezaevinde rehin tutmayı yargılamayı bile kabul etmiyorsunuz. Mahkemeleriniz, hakimleriniz savcılarınız mahkeme salonlarında AKP'nin politikalarını arkadaşlarımıza dayatıyorlar. Ve bizim arkadaşlarımız anadilde savunma talebinde bulunan bütün arkadaşlarımız 3 buçuk yıldır savunma bile yapamadılar. Dışarıda olup bitenleri izliyorlar. Bu nedenle bu gidişata dur demek için radikal bir eylem kararı aldılar. Özgür iradeleri ile aldıkları bir karardır. Çünkü dışarıda AKP'nin yürüttüğü politikaların ülkeyi kan gölüne çevirdiğini cezaevindeki siyasetçiler de gördü. Bu nedenle ölüm orucu ve açlık grevleri başladı. Ölüm orucunu başlatan BDP değil, AKP'nin politikalarıdır. Ölüm oruçlarını bitirecek olan AKP değil, halkın politikaları olacaktır sizin sahip çıkmanızla olacaktır. Şimdi artık gerçekten de söz laf zamanı değil. Hükümet bu ciddiyeti kararlılığı görüyorsa, 'içeride yemek yiyorlar' yalanını bir kenara bırakıp taleplerle ilgili somut adım atmalıdır. İmralı kosteri bozuk falan değil. Hava bozuk değil. Bozuk olan sizin zihniyetinizdir. Onu tamir edin Kürt sorununun çözümünü konuşalım."

'Talep Mehmet Öcalan Ada'ya gitsin değil Abdullah Öcalan Ada'dan gelsindir'

Kimi gazetelerin manşetlerinden duyurduğu "Ailesi Ada'ya gitsin ve bu sorun çözülsün" şeklindeki haberlere de tepki gösteren Demirtaş, "Tutuklu arkadaşlarımızla görüşmeler yapılıyor. Talepleri ilk günden beri nettir. Talepleri Mehmet Öcalan Ada'ya gitsin değildir. Abdullah Öcalan Ada'dan gelsindir" dedi. Demirtaş, "Bu nedenle tartışacaksak meseleyi ciddi tartışalım. Ortada bir çocuk oyunu yok. Her gün insanlar ölüyor. Her gün her yerde gerilim savaş tırmanıyor. İçeride artık ölüm aşamasına gelindi. Eğer tartışılacaksa talepleri ciddi bir şekilde oturup tartışalım. Biz somut bir öneri yaptık. Eşbaşkanlar olarak bizler İmralı Adası'na gidelim bu bir başlangıç olur, bu bir adım olur. Bizler gidip İmralı'da Sayın Öcalan ile görüşelim. Kendisinin de bu süreçle ilgili görüşlerini alalım. Ada'dan döndükten sonra Hükümet ile görüşelim. Yaklaşımlarını öğrenelim. Ve bu adımları karşılıklı geliştirmeye çalışalım. Ölüm oruçlarını da durduracak şey bu tür diyaloglar ve müzakerelerdir. Ve biz bunu yapabilirsek güçlü mesajı verirsek, 'evet konuşarak sorunları çözmek mümkündür' bu mesajı verebilirsek akan kanı durdurabiliriz. Ve yeniden müzakerelerin başlayacağı zemini oluşturabiliriz. Talep bu kadar açık ve netken, yeniden müzakerelerin başlayacağı zemini yaratmak için bu arkadaşlarımız ölüm oruçları başlatmışken konuyu sulandırmanın anlamı yok. Samimiyetle söylüyorum. Keşke bugün ölüm oruçları şu saatte bitse. Bizim isteğimiz dileğimizdir. Ama içerideki arkadaşlarımız bu konuda kararlılar. Adım atılmadıkça ölüm oruçlarını bırakmayacaklarını ifade ediyorlar. Taleplerde bu kadar kararlı bir duruş varken biz artık boş çağrılarla zaman kaybedemeyiz. Hükümet, hükümet yanlıları bunu anlamıyor. O nedenle müzakerenin zeminini oluşturmamız lazım" dedi.

'En faşizan dönemlerde bile insanlığımızı yitirmedik'

Demirtaş, "Eşbaşkanlar olarak parti yönetimi olarak biz buna hazırız işte. Madem Oslo ve İmralı yeniden başlayabilir diyorsunuz bırakın BDP ve DTK olarak bunun zeminini halkımızla birlikte hazırlayalım. Artık 'İmralı kosteri bozuktur' yalanları ile bu kadar ciddi bir süreç götürülemez. Kesintisiz bir şekilde hakları yıllarca çiğneyene hükümet devlet denir mi denmez. Bu zihniyete çete denir çete. Bizden de şunu istiyorlar. Diyorlar ki ''biz kanunları çiğnerken, hukuk dışı çete anlayışı ile bu meselelere yaklaşırken, siz de buna itiraz ederseniz sizi de tutuklarız ya da sokakta işkence yaparız'' demek istiyorlar. Biz insanlığımızı yitirmedik hiçbir zaman. Bu mücadelenin en faşizan dönemlerinde insanlığımızı yitirmedik. Köylerimizi yaktınız, bu sokaklarda faili meçhul cinayetlere halkımızı katlettiniz, işkencelerden geçirdiniz, her türlü zulmü yaptınız insanlığımızı kaybetmedik. Yine kaybetmedik. Biz yine insanlık çizgisinde duracağız. Hukuksuzluğa baskıya karşı da direniş çizgisinin temsiliyetini yürüteceğiz. Her yerde her alanda Parlamento'da içeride dışarıda her yerde nefesimizin yettiği kadar sizin faşizminize karşı direnişin temsilcisi de olacağız. Bunu hiçbir zaman aklınızdan çıkarmayın. Başbakan artık bu ülkede gerçek anlamda bir çözüm konusunda yola gelme niyetindeyse vicdana demiyorum vicdanının olmadığını biliyoruz. Yola gelmek niyetindeyse halen şans var. Halen fırsatlar var. Halen çözüm umudu var. Halen diyalog halen müzakereleri yeniden başlatma umudu var" ifadesinde bulundu.

'Sizi süpürürüm' diyen bu müdür ölmesin diye uğraşıyoruz!

İçerdeki ölüm oruçlarına sessiz ve duyarsız kalınması, dışarıda da ölümün dayatılması durumunda tek bir kanal bile kalmayacağını dile getiren Demirtaş, "Tek bir diyalog ve müzakere kanalı kalmayacak. Ve bunları Başbakan kendi elinin tersi ile itmiş olacak. Bu günler o nedenle önemlidir. O nedenle bu günlerde alanlarda meydanlarda çıkaracağımız ses önemlidir. Bakın her yerde yaptığımız konuşmalarda eş başkanlar ve milletvekilleri olarak her zaman şu çağrıyı yapıyoruz. Bizim için anaların gözyaşı arasında fark olmaz. Biz asker polis, ölsün gerilla ölmesin demiyoruz. Hiç biri ölmesin diyoruz. 'Sizi süpürürüm' diyen bu müdür var ya o da ölmesin diye uğraşıyoruz. Haberi yok. Onun için uğraşıyoruz, onun için. Bugün örgütlü olduğumuz bütün il ve mahallelerde kepenkler kapalı, kontaklar kapalı ve okular boştur. İşte bu halkın gücüdür" diye konuştu.

'Çözüme çok yakın olduğumuz günlerden geçiyoruz'

Kürt halkının talep edilen hakların arkasında olduğunu dile getiren Demirtaş, "Ben evlatlarımı içerde ölüme terk etmeyeceğim duruşudur. Evlatlarım benim için canını vermeye hazırsa ben kepengimi de kontağımı da kapatırım alanlarda meydanlarda o sesin o çığlığın yanında olurum diyen bu halk işte bu saatten sonra her gün bu duruşu göstermelidir. Alanlardan meydanlardan çıkmamalıdır. Şunu unutmayalım çözüme çok yakın olduğumuz günlerden ve dönemlerden geçiyoruz. Bu işi artık uzatmayacağız. Bu işi yıllara yaymayacağız. Yıllara yaymalarına da izin vermeyeceğiz. Bir 30 yıl daha onların merhametini bekleyecek bir halk değiliz. Evlatlarımız her gün yitip giderken biz bunların koltukları uğruna yürüttükleri iktidar savaşlarına bu gençleri kurban etmeyeceğiz. O nedenle de Kürt halkı 7'den 70'e artık bunu idrak etmiştir. Direniş olmazsa çözüm olmaz. Bizler değil kendi geleceğimizden bizler kendi özgür ülkemizi, özgür toplumumuzu yaratana kadar her şeyimizden vazgeçtiğimizi bütün dünyaya ilan etmezsek çözüm gelmeyecek" dedi.

"Bizler kendi özgür ülkemizi özgür toplumumuzu yaratana kadar her şeyimizden vazgeçtiğimizi bütün dünyaya ilan etmezsek çözüm gelmeyecek" vurgusunda bulunan Demirtaş Grup Toplantısı'nı şu sözlerle tamamladı: "Bu kararlılıkla bu ruhla hareket etmemiz lazım. Şimdi artık hükümetten net bir ses net bir cevap bekliyoruz. Ölüm oruçları kritik aşamada tek bir insan ölmesin diye BDP her gün sokaktayken, Hükümet buna sessiz kalamaz. Başbakan'dan, Adalet Bakanı'ndan değil, Başbakan'dan artık somut bir adım bekliyoruz. Anadile yaklaşıma ilişkin somut bir adım bekliyoruz. Biz kimseyi tehdit etmek için şantaj için bunları söylemiyoruz. Bu yıl sokağa çıkmış bir halk değiliz, 12 Eylül faşizmine karşı güçlü bir direnişe sahip olmuş cezaevi önünden çağrı yapıyoruz. Bu cezaevi hangi cezaevi biliyor musunuz? Mazlumların direndiği cezaevi Başbakan'ın da gözleri dolarak bahsettiği cezaevidir. Diyarbakır halkını kandırmak için aldatmak için diline doladığı 'Efendim bir zamanlar ne kadar büyük zulümler vardı' dediği cezaevi. Aynı zulmün kendi döneminde de devam ettiği cezaevi bu cezaevi işte. Ve şimdi artık bu cezaevi 1980'lerdeki gibi yalnız bir cezaevi değil, sadece içerdekilerin direndiği bir cezaevi değil, şimdi bu cezaevi milyonlarca Kürt halkı tarafından ablukaya alınmış boşaltılmış, içerdeki mahkumların özgürlüğü için mücadele edilen bir cezaevidir. Artık sahipsiz değildir. Artık istediğiniz gibi at oynatacağız bir cezaevi değildir."

Grup toplantısının ardından BDP'liler, halkla birlikte BDP İl Binası'na kadar yürüdü.

Dicle Haber Ajansı(DİHA)

Salih Müslim: ÖSO'yu Kürtlere Karşı Türkiye Kışkırtıyor

Suriye'nin Halep kentinde Kürtlerle Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) arasında cuma günü yaşanan çatışmanın ardından gerilim sürerken Demokratik Birlik Partisi (PYD) lideri Salih Muslim olaylardan Türkiye 'yi sorumlu tuttu. Radikal 'e konuşan Salih, eski Kürdistan Halk Birlik Partisi Başkanı Salah Badruddin'in kışkırtmasıyla ÖSO'ya bağlı Selahaddin Eyyubi Birliği'nin Halep'te Kürtlerin kontrolündeki Eşrefiye Mahallesi'ni ele geçirmeye kalkıştığını öne sürdü. Radikal Gazetesinin PYD Lideri Salih Muslim ile yaptığı röportaj...
 
PYD ile ÖSO'nun karşı karşıya gelmesinin nedeni ne, sizce kim sorumlu?

Öncelikle şunu düzelteyim: Onlar PYD gücü değil, Halk Savunma Birlikleri. Bu gücün amacı Eşrefiye'yi korumak. İlk gün Eşrefiye'nin doğusunda karakolda çatışma oluyor, 15 kişi ölüyor. ÖSO üyeleri Eşrefiye'ye kaçınca rejim güçleri mahalleyi bombalıyor. Ertesi gün 200 ÖSO üyesi bu kez batı tarafından Eşrefiye'ye giriyor, "Eşrefiye'yi özgürleştireceğiz" diyerek kontrolü ele almaya kalkışıyor. Halk ÖSO'yu istemiyor ve gösteri düzenliyor. Onlar da kalabalığı tarayarak 3'ü kadın 10 kişiyi öldürüyor. Sonra Halk Koruma Birlikleri devreye giriyor ve ÖSO'yu püskürtüyor. Çatışmada 19 kişi ölüyor ve birkaç kişi esir alınıyor. Bunun üzerine ÖSO Afrin-Halep yolunda barikat kurup 300-400 arasında Kürt sivili rehine alıyor.

Anlaşma sağlanamadı mı?

Görüşmelerin ardından 50 kişi bırakıldı. Bir taraftan görüşmeler yapılıyor ama gerilim de sürüyor.

ÖSO'ya bağlı Tevhid Tugayı komutanı Yusuf Abud, PYD'yi kastederek "PKK tutumunu değiştirmezse Esad'ı bitirdikten sonra onlarla da savaşırız" tehdidi savurdu. Esad devrilirse bir Kürt-Arap çatışması gibi bir risk var mı?


Hayır, böyle bir risk görmüyoruz. Bunlar küçük gruplardır. Bunlar Sayın Erdoğan'dan aldıkları emirlere göre konuşuyorlar. Bunlar Arapları temsil etmiyorlar. Ayrıca ÖSO tek bir grup değildir. Türkiye ile ilişkisi olan bazı ÖSO üyeleri kışkırtmaya çalışıyor. Kürtlerin ÖSO ile ilişkisi var, beraber devrimin bir parçasıyız.


Kışkırtanlar kim?

Bunlar Selahaddin Eyyubi Birliği'ne bağlı kişiler. Türkiye rejimi ile ilişkileri olan bazı unsurlar var. Sayın Erdoğan'la ilişkileri var. ÖSO komutanlarından Malik el Kurdi "Bir yanlışlık oldu, bazı Kürtler bizi kışkırttı" diye açıklama yaptı. Kışkırtan da Salah Badruddin'dir. Selahaddin Eyyubi Birliği'nde Badruddin'e bağlı kişiler var. Karanlık ilişkileri olan biri. Çatışmada ölenlerin 19 kişiden 7'si de Kürt, bunlar Selahaddin Eyyubi'ye bağlı. Meseleyi çok basite alıyorlar. Birkaç kişiyi öldürerek bölgeyi ele geçireceklerini sanıyorlar. Ancak böyle olmadığını anladılar.

Kürt Ulusal Konseyi (KUK) ile Suriye Ulusal Konseyi'nin (SUK) birleşmesi konusunda yeni bir girişim var mı?

Hayır yok. KUK ile ortak konsey kurduk, kalkıp tek başına bir anlaşma sağlayamaz.

Engel ne?

Kürt realitesini tanımamak. SUK'un % 60'ı dinci. AKP 'yle birlikte hareket ediyorlar. Kürt realitesinin tanınmaması yönündeki baskı buradan.

Onlar da sizi Esad adına hareket etmekle suçluyor.

Öyle bir şey yok. Biz devrim hareketinden önce mücadeleye başladık, 2004'ten beri rejimle savaşıyoruz. Ama tarzımız farklı. Biz kimsenin emrinde değiliz. Başkalarının askeri olmak istemiyoruz.

Peki Türkiye'den yetkililerle hiç temasınız olmadı mı?

Hiçbir temasımız olmadı, bizi kabul etmiyorlar. Türkiye halkı ve devletiyle sorunumuz yok. Ama bazıları kirli ellerini üzerimizden çekmeli. Asla Türkiye ile düşman olmak istemiyoruz. Kürtlerin olduğu bölgeden Türkiye'ye yönelik bir tehdit olmayacak. Kimseyle derdimiz yok, sadece halkımızı korumaya çalışıyoruz.

Suriye tezkeresinin asıl hedefinin Kürtler olduğuna dair yorumlara ne diyorsunuz?

Tezkere bir kozdur, istediği zaman Kürt bölgesine girmek içindir. Ama büyük çapta bir müdahaleye uluslararası şartlar el vermiyor. Meclis'in buna izin vermemesi gerekiyordu. Herhangi bir müdahale olursa kendimizi savunuruz.

Diğer Kürt gruplardan Erbil Anlaşması'nın şartlarını yerine getirmediğiniz ve yetki paylaşımına yanaşmadığınıza dair eleştiriler alıyorsunuz.

Bu gerçek değil. Bazı konularda eksik oldukları için, Halk Koruma Birlikleri'ne katacak adamları olmadığı için kalkıp bizi suçluyorlar. Küçük sorunlar çıkıyor ama anlaşarak adım adım ilerliyoruz.

http://www.rojevakurdistan.com/index.php/roeportaj-hevpeyvin/7262-muslim-salih-oesay-kuertlere-kar-tuerkiye-kkrtyor

Demirtaş: 'Bozuk Olan Koster Değil, Sizin Zihniyetinizdir'

Diyarbakır'da sokakta yapılan Grup toplantısında Demirtaş: "İmralı kosteri bozuk falan değil. Bozuk olan sizin zihniyetinizdir. Onu tamir edin Kürt sorununun çözümünü konuşalım."

Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BDP) Meclis Grubu toplantısı bugün (30 Ekim) cezaevlerinde devam eden açlık grevlerine dikkat çekmek ve açlık grevindeki mahpusların taleplerine destek vermek amacıyla Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi yakınlarında, açık havada yapıldı.

Abdullah Ööcalan'a uygulanan tecritin kaldırılması ve andilde eğitim-savunma hakkı talepleriyle 12 Eylül'den itibaren cezaevlerindeki Kürt politik mahpuslar tarafından başlatılan süresiz-dönüşümsüz açlık grevlerine destek amacıyla BDP'nin "Topyekûn Direniş" çağrısıyla bugün Diyarbakır'da hayat dururken, binlerce vatandaş Grup toplantısı için cezaevinin önüne akın etti. Diyarbakır Valiliği'nce her türlü toplantı, gösteri ve yürüyüşe getirilen yasaklamayla polisin ise zırhlı araçlar eşliğinde cezaevi önünde adeta etten duvar ördüüğü görüldü.

Kimsenin cezaevine yaklaşmasına izin vermeyen polisle vatandaşlar arasında zaman zaman gerginlik, zaman zaman da arbede yaşanırken, Dicleliler Yas Evi önünde toplanan binlerce kişi valiliğin kararını ve polisin tutumunu "Bijî Serok Apo", "Bê Serok jiyan nabe", "Siyasi tutsaklar onurumuzdur" ve "Kürdistan faşizme mezar olacak" sloganlarıyla protesto etti.

"Tüm baskılara rağmen Grup toplantımızı burada yapacağız"

 
BDP Grup toplantısı'nın cezaevi önünde yapılması için BDP temsilcileriyle Emniyet yetkilileri arasında yapılan görüşmeler "Valinin kesin talimatı" gerekçesiyle sonuç vermezken, Grup toplantısı ve ses sistemi için seçim otobüsünün getirilmesi talebi de polisler tarafından gerekçesiz red edildi.

Polisin olumsuz tutumu nedeniyle sokakta bulunan bir işyerinin merdivenlerine çıkıp kitleye hitaben konuşan BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, "Tüm baskılara rağmen Grup toplantımızı burada yapacağız. Bugün Hakkari'den Edirne'ye kadar örgütlü olduğumuz her yerde kepekleri kapatarak, okulları boykot ederek, kontak kapatarak, yaşamı durdurarak yüz binlerle, milyonlarla alanlara akın 7'den 70'e bütün halkımızı kutluyoruz. Bu iradenin önünde saygıyla eğiliyoruz" dedi.

"Amed zindanı elbet bir gün yıkılacak"

Megafonun sık sık arızalanması üzerine konuşmasına mikrofonsuz devam eden Demirtaş, şunları söyledi: "1980'lerde de şu duvarların arkasında direnen Mazlumlar vardı. Bedenini ölüme yatıran Mazlumlar vardı. Bedenini ateşe, yangına yatıran Mazlumlar vardı. O gün belki Amed zindanının duvarlarının arkasında milyonlar yoktu; ama o gün bedenini ölüme yatıran Mazlum Doğan da, Dörtler de, her biri de çok iyi biliyordu ki gün gelecek milyonlar Amed zindanının duvarına dayanacak. Amed zindanı elbet bir gün yıkılacak. Burası okul değil burası Mazlum Doğan'ın anıtını dikeceğimiz bir özgürlük meydanı olacak. 49 gündür bu halkın yiğit evlatları canlarını feda etme uğruna dışarıda barışın, müzakerenin, çözümün önünü açmaya çalışıyorlar. Birileri görmese de, duymasa da, karalamaya da çalışsa, 'Efendim zaten yemek de yiyiyorlar' gibi yalanlara da sarılsa, bugün milyonlarca insan zindandaki çığlığa sahip çıkmıştır."

"Boykotu kıran tek kurum var, Emniyet Müdürlüğü"

Kürt halkının her yerde yaşamı durdurarak, meydanlarda yüz binlerin katılımıyla mitingler yaparak açlık grevinin sesi olmaya çalıştığını belirten Demirtaş, "Hükümet istediği kadar yalanlara sarılsın. İstediği kadar medyasının eliyle çarpıtmaya çalışsın,istediği kadar panzeriyle, topuyla, savaş uçağı helikopteriyle bu halkı baskılamaya çalışsın... Bunların tamamı nafile... Çaresizlik acizliğin ta kendisidir. Bugün Diyarbakır, esnafı ile, işçisi ile, kadını, genci, yaşlısı, öğrencisi, memuru ile alanlardayken ve bu çağrıya uyuyorken, bu boykotu kıran tek kurum var, Emniyet Müdürlüğü. Sadece onlar çalışıyor. Onlar dışında çalışan yok. Onlar dışında bu şehirde açlık grevlerine karşı duyarsız olan yok. Diyarbakır Valisi, şu anda yüzde 90 katılımla kendi evlatlarının yanında yer alan Diyarbakır halkının böylesine güçlü iradesini asla ama asla engelleyemez. Bunu Amed defalarca ortaya koymuştur" dedi.

"Diyarbakır Valisi şu an suç işliyor"

Kanundan, hukuktan ve yasadan bahsedenlerin içinde bulundukları an itibarıyla kanun dışı duruma geldiklerini söyleyen Demirtaş, sözlerini şöyle sürdürdü: "Diyarbakır Valisi şu an suç işliyor. Parti otobüsümüze mahkeme kararı olmaksızın, hiçbir yasada yeri olmaksızın polis zorla el koymuş durumda. Şimdi otobüse el koyabilirsiniz; ancak bu kadarına gücünüz yeter. Ama bu halkın isyanını durduramazsınız. Bu halkın çığlığını yürüyüşünü durduramazsınız. Her yerde alanları dolduran halkımıza şuradan bir çağrı yapmak istiyorum. Sizin bu duruşunuz ölüm oruçlarını bitirecektir. Siz alanlarda yüz binlerle oldukça ölüm oruçlarını bitireceksiniz. Çünkü artık hükümet ben bu sesi duymuyorum. Bu talepleri kabul etmiyorum diyemeyecektir. Talepler meşrudur. Sadece açlık grevi yapan 600 kişinin talebi değil, BDP'nin talebidir, milyonlarca Kürt halkının talebidir."

"Yalanlarla sizler savaşı, ölümü, göz yaşını dayattınız"

Ülkede akan kanın durması isteniyorsa bunun yolunun belli olduğunu, Abdullah öcalan'la müzakere yapılması gerektiğini belirten Demirtaş, "Bu talep akan kanın durması için en somut ve gerçekçi taleptir. İki buçuk yıl boyunca zaten görüşmediniz mi İmralı'da? Heyetleriniz gitti her hafta, avukatlar ve ailesi gitti. Bunu yaptınız bir defa; şimdi bir buçuk yıldır 'koster bozuk', 'hava bozuk' gibi yalanlarla çirkinleşerek sizler savaşı, sizler ölümü, kanı, göz yaşını dayattınız... Ve içerdeki arkadaşlarımız sizin bu faşist yaklaşımlarınıza, sizin bu köhnemiş yaklaşımınıza karşı, halklara bir umut olabilmek, barış için müzakereyi yeniden başlatabilmek için 49 gündür ölüm orucundadırlar. Bu ölüm orucu barış çığlığıdır. Halk burada akan kanın durması ve savaşın son bulması için bir araya geliyor. Bu çığlığa sahip çıkmak, ölüm oruçlarının taleplerine sahip çıkmak, bu ölüm oruçlarını sonlandıracaktır" dedi.

"Kamuoyu nezdinde müdahaleyi meşru hale getirecek zemin yaratmaya çalışıyorlar"

Açlık grevinde bulunanların ölüm riski altında olduğunu hatırlatan Demirtaş, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Başbakan'ın 'Zaten her şeyi yiyorlar' demesi büyük bir yalandır. Geçmişte Kenan Evren döneminde de bu söylendi, açlık grevinde insanlar yaşamını yitirdi. Şevket Kazan Adalet Bakanı iken aynı cümleleri kullandı. 'Bunlar yiyorlar' dedi. İçerde ölümler oldu. Saadettin Tantan aynı şeyleri söyledi. içerde ölümler oldu. Bütün açlık grevcilerine yaklaşım gerici hükümetlerce böyle olmuştur. Şimdi aynı şeyi Recep Tayip Erdoğan söylüyor. Bu ne demektir? İçerdekilerin yürüttüğü mücadelenin meşruiyetini zedeleyecek, kamuoyu nezdinde müdahaleyi meşru hale getirecek zemin yaratmaya çalışıyorlar. O nedenle herkesin dikkatli olması lazım. Özellikle vicdanını, namusunu, ahlâkını yitirmemiş medya mensuplarına sesleniyorum: Burada cezaevlerinde ölümler olmasın diye uğraşıyoruz. Biz ölümleri durdurmak için sokaklardayız. Gençlerimiz ölsün diye değil. Ve bunu durdurabilmenin en gerçekçi yolunu hayata geçiriyoruz. Talepler konusunda kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi, aydınlatılması lâzım. Anadilde savunma, anadilde eğitim hakkı, Kürtlerin doğuştan kazandığı haklardır. Bunu elde etmek için insanların bedenini ölüme yatırması bu insanların utancı değil, bu yasağı koyanların utancıdır. Elbette ki tek bir insan ölmeden, tek bir insanın burnu kanamadan çözüm bulmaya çalışıyoruz. Sadece cezaevlerinde değil, dağlarda, şehirlerde operasyonlar olmadan gerilla, asker, polis ölmeden biz nasıl barışı, çözümü sağlayabiliriz? BDP olarak bunun uğraşı ve mücadelesi içerisindeyiz. Ancak bize reva görülen zindandır, yargılanmadır, gözaltıdır, coptur, gazdır, işkencedir. Kimse BDP'nin demokratik siyaset hakkını sonuna kadar kullanmadığını söyleyemez. Çünkü önümüzde açık hiçbir yol yok. Buna rağmen şunu söylüyoruz. Bu kadar engellemeye rağmen biz sorunu barışçıl yollarla çözelim diyoruz. Bu konuda ısrarcıyız".

"Demokratik siyaset kanalları açık olsa bu cezaevleri niye bu kadar dolu olsun?"

Kürtler ve BDP üzerindeki baskılara dikkat çekmeye devam eden Demirtaş, "Basın mensupları dönüp bir baksın, BDP'nin yaptığı her açıklamanın önünde panzer var, TOMA var, gaz var. Zaten şu cezaevinin içinde esir tutulanlar siyaset yapma hakkını kullandıkları için oradalar. Demokratik siyaset hakkı Kürtlere diğer partilere tanındığı kadar tanınsaydı şu cezaevi binlerce Kürt siyasetçisiyle dolmazdı. İşte sadece şu cezaevinde yatanlar bile, ki aralarında belediye başkanlarımız, milletvekillerimiz, kadınlar, gençler var... Eğer demokratik siyaset kanalları açık olsa bu cezaevleri niye bu kadar dolu olsun?" dedi.

"Açlık grevini başlatan BDP değil, AKP'nin politikalarıdır"

Anadilde savunma talebinde bulunan tutukluların yıllardır savunma bile yapamadığını belirten Demirtaş, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Dışarıda olup bitenleri izliyorlar. Bu nedenle bu gidişata dur demek için radikal bir eylem kararı aldılar. Özgür iradeleriyle aldıkları bir karardır. AKP'nin yürüttüğü politikaların ülkeyi kan gölüne çevirdiğini cezaevindeki siyasetçiler de gördü. Bu nedenle açlık grevleri başladı. Açlık grevini başlatan BDP değil, AKP'nin politikalarıdır. Ölüm oruçlarını bitirecek olan AKP değil, halkın politikaları olacaktır; sizin sahip çıkmanızla olacaktır. Şimdi artık gerçekten de laf zamanı değil. Hükümet bu ciddiyeti kararlılığı görüyorsa, 'içeride yemek yiyorlar' yalanını bir kenara bırakıp taleplerle ilgili somut adım atmalıdır. İmralı kosteri bozuk falan değil. Hava bozuk değil. Bozuk olan sizin zihniyetinizdir. Onu tamir edin Kürt sorununun çözümünü konuşalım."

"'Konuşarak sorunları çözmek mümkündür' mesajını verebilirsek, akan kanı durdurabiliriz"

Kimi gazetelerin manşetlerinden duyurduğu, "Ailesi Ada'ya gitsin ve bu sorun çözülsün" yorumlarına tepkisini ifade eden Demirtaş, "Tutuklu arkadaşlarımızla görüşmeler yapılıyor. Talepleri ilk günden beri nettir. Talepleri, 'Mehmet Öcalan Ada'ya gitsin' değildir. 'Abdullah Öcalan Ada'dan gelsin'dir. Bu nedenle tartışacaksak meseleyi ciddi tartışalım. Ortada bir çocuk oyunu yok" dedi.

Demirtaş şunları söyledi: "Her gün insanlar ölüyor. Her gün her yerde gerilim, savaş tırmanıyor. İçeride artık ölüm aşamasına gelindi. Eğer tartışılacaksa talepleri ciddi bir şekilde oturup tartışalım. Biz somut bir öneri yaptık. Eşbaşkanlar olarak bizler İmralı Adası'na gidelim, bu bir başlangıç olur, bu bir adım olur. Bizler gidip İmralı'da Sayın Öcalan'la görüşelim. Kendisinin de bu süreçle ilgili görüşlerini alalım. Ada'dan döndükten sonra Hükümet ile görüşelim. Yaklaşımlarını öğrenelim. Ve bu adımları karşılıklı geliştirmeye çalışalım. Ölüm oruçlarını da durduracak şey bu tür diyaloglar ve müzakerelerdir. Ve biz bunu yapabilirsek, güçlü bir mesaj verirsek, 'Evet konuşarak sorunları çözmek mümkündür' mesajını verebilirsek, akan kanı durdurabiliriz. Ve yeniden müzakerelerin başlayacağı zemini oluşturabiliriz. Talep bu kadar açık ve netken, yeniden müzakerelerin başlayacağı zemini yaratmak için bu arkadaşlarımız ölüm oruçları başlatmışken, konuyu sulandırmanın anlamı yok."

"Kesintisiz bir şekilde hakları yıllarca çiğneyene devlet denir mi?"

"İmralı kosteri artık bozuktur" yalanlarıyla bu kadar ciddi bir sürecin yönetilemeyeceğini vurgulayan Demirtaş, "Kesintisiz bir şekilde hakları yıllarca çiğneyene devlet denir mi? Denmez. Bu zihniyete çete denir çete" dedi.

Demirtaş sözlerini şöyle sürdürdü: "Bizden de şunu istiyorlar. Diyorlar ki 'Biz kanunları çiğnerken, hukuk dışı çete anlayışı ile bu meselelere yaklaşırken, siz de buna itiraz ederseniz sizi de tutuklarız ya da sokakta işkence yaparız...' Biz insanlığımızı yitirmedik hiçbir zaman. En faşizan dönemlerde insanlığımızı yitirmedik. Köylerimizi yaktınız, bu sokaklarda faili meçhul cinayetlerle halkımızı katlettiniz, işkencelerden geçirdiniz, her türlü zulmü yaptınız, insanlığımızı kaybetmedik. Yine kaybetmedik. Biz yine insanlık çizgisinde duracağız. Hukuksuzluğa baskıya karşı da direniş çizgisinin temsiliyetini yürüteceğiz. Her yerde, her alanda, Parlamento'da, içeride, dışarıda, her yerde, nefesimiz yettiği kadar sizin faşizminize direnişin temsilcisi olacağız. Bunu hiçbir zaman aklınızdan çıkarmayın. Başbakan artık bu ülkede gerçek anlamda bir çözüm konusunda yola gelme niyetindeyse... vicdana gelme demiyorum, vicdanının olmadığını biliyoruz... Yola gelmek niyetindeyse, halen şans var. Halen fırsatlar var. Halen çözüm umudu var. Halen diyalog, halen müzakereleri yeniden başlatma umudu var."

Van’da 20 bin Kişi Tutsaklar İçin ‘DİRENİŞ’ Dedi

‘Topyekün Direniş Günü’nde en kitlesel eylemlerden biri siyasi temsilcileri açlık grevinde olan Van’da gerçekleşti. 20 bin kişi süresiz dönüşümsüz açlık grevindeki tutsakların direnişini sahiplendi.

BDP'nin 30 Ekim çağrısına uyan Van tarihinin en büyük kepenk kapatma eylemine tanıklık etti. İlk kez Cumhuriyet Caddesi başta olmak üzere esnafların tamamı kepenk açmadı. Kentte araçlar kontak kapattı. Öğrenciler okula gitmedi.

Sabahın erken saatlerinden itibaren binlerce kişi BDP’nin tutsaklara destek amacıyla açtığı nöbet çadırının yolunu tuttu.

Polisin çadıra giden yollarda kurduğu barikat da engel olamadı. Çadır önünde bir araya gelen ve aralarında BDP Van İl Başkanı Yakup Ataş, Van Belediye Başkanı Sabri Abi, BDP Van Milletvekili Özdal Üçer, kentte bulunan STK’lar, Van Barış Anneleri İnisiyatifi üyelerinin de olduğu yaklaşık 20 bin yurttaş, Cumhuriyet Caddesi’nde yürümek istedi. Kitlenin polislerce engellenmesi üzerine kısa süreli bir gerginlik yaşandı. Yaşanan gerginliğin ardından çadır önünde toplanan 20 bin yurttaş, "Biji Serok Apo" sloganlar attı.

AÇLIK GREVİNDEKİ TUTSAKLARIN İSİMLERİ OKUNDU


Eylemde Van F Tipi Cezaevi’nde açlık grevine giren tutsakların isimleri okunurken, kitle "Burada" diye karşılık verdi. Kitle daha sonra "Çerxa şoresê" marşını okuyarak Askerlik Şubesi önüne kadar yürüyüş düzenlendi. 5 ayrı noktada çevik kuvvet zırhlı araçlarla konumlanırken, yurttaşlar kendileri için bekletilen araçlara binerek Van F Tipi Cezaevi’ne doğru gitti.

Binlerce araçlık konvoyla yapılan yürüyüşten sonra kitle cezaevi önünde araçlardan inerek, cezaevine doğru yürüyüşe geçti. Yürüyüş sırasında araçlar anayolda bırakıldığı için İpekyolu trafiğe kapalı kaldı. Yürüyüş sonrası yoğun önlem altında açıklamalar yapıldı. Burada açıklama yapan BDP Van millettekilleri Özdal Üçer, Nazmi Gür, BDP Van İl Başkanı Yakup Ataş, Van Belediye Başkanvekili Sabri Abi, Van TUYAD-DER Başkanı Ahmet Aygül, Bostaniçi Belediye Başkanı Nezahat Ergüneş, Van halkına katılımdan dolayı teşekkür ederek, halkın tutsakların başlattığı açlık grevine sahiplenmesini istedi. 


ANF

Tutsaklar: Her Yeri Eylem ve Serhildan Alanına Çevirelim


AMED - Cezaevlerindeki PKK'li ve PAJK'lı tutsaklar adına açıklama yapan Deniz Kaya, süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eyleminin 49'uncu gününde büyük bir kararlılık ve moralle devam ettiğini belirterek, "Halkımız açıkça bilmelidir ki, iktidarın yalaka basını ve özel savaşın hizmetinde olan kalemşörlerin eylemimize ilişkin söylemleri hem gerçek dışı hem de ahlak dışıdır. Önderliğimize dil uzatan Başbakanın danışmanı Yalçın Akdoğan gibi soytarılar bilmelidir ki, güneş balçıkla sıvanmaz. Halkımıza çağrımızdır; bu saldırılar iktidarın sıkışmışlığı ve korkusunu yansıtmaktadır. Safları sıklaştıralım. Her yeri eylem ve serhildan alanına çevirelim. Birbirimize sonuna kadar sahiplenelim. Zafer direnen halkımızın olacaktır" çağrısında bulundu.

PKK'li ve PAJK'lı tutsakların PKK Lideri Abdullah Öcalan sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının sağlanması ile Kürtlerin demokratik taleplerinin kabul edilmesi amacıyla başlattığı ve 49'uncu gününe giren süresiz-dönüşümsüz açlık grevlerine ilişkin cezaevlerindeki tüm PKK'li ve PAJK'lı tutsaklar adına Deniz Kaya tarafından kamuoyuna açıklama yapıldı. Açıklamada, "Süresiz dönüşümsüz açlık grevimiz 49. gününde büyük bir kararlılık ve moralle devam etmektedir" denilerek, şunlar kaydedildi: "Eylemimizin kutsallığı ve arkadaşlarımızın fedaice tutumunu hazmedemeyen iktidarın ve özel savaşın her türlü piyonu, yardakçıları ve hempası, yoğun bir psikolojik savaşla gerçekleri muğlaklaştırmak, çarpıtmak ve kutsal davamıza leke sürmek için harekete geçmiştir. Halkımız açıkça bilmelidir ki, iktidarın yalaka basını ve özel savaşın hizmetinde olan kalemşörlerin eylemimize ilişkin söylemleri hem gerçek dışı hem de ahlak dışıdır. Kürt sorununun barış içinde ve demokratik yöntemlerle, diyalog ve müzakere yoluyla çözümünü istemeyen güç odaklarınca yönlendirilen, harekete geçirilen bu kesimlerin kafa karıştırmak ve haklı eylemimizin etkisini kırmak için her yol ve yönteme başvurmaktan çekinmeyeceklerdir. Ancak biliyoruz ki, halkımız bunları iyi tanımakta ve hiçbir şekilde itibar etmemektedir."
‘SOYTARILAR BİLMELİDİR Kİ..’

"Önderliğimize dil uzatan Başbakanın danışmanı Yalçın Akdoğan gibi soytarılar bilmelidir ki, güneş balçıkla sıvanmaz. Padişaha yaranmak için soytarılık yapanlar bugün, yarın ikbal edinebilirler, ama halkımızın ve tarihin nezdinde hep ahlaksız ve lanetli olarak yad edileceklerdir. Eylemimize yönelik yapılan alçakça karalama ve dezanformasyonlardan biri de kendine 'Kürdüm' diyen İbrahim Güçlü gibilerin mide bulandıran ve ahlaksızlıkta sınır tanımayan tutumlarıdır" diye belirtilen açıklamada, şu değerlendirmede bulunuldu: "Bu kadar çirkince ve sisteme yaranmak adına bu kadar pervasızca PKK ve Önderliğimize saldırmak, ancak hastalıklı bir kafanın ürünü olabilir. 'Sinek küçüktür, ama mide bulandırır' derler. Bu gibi unsurların yaptığı da bundan farksızdır. Halkımız bunlara hiçbir şekilde itibar etmediği gibi her zaman ve her mekanda lanetleyecek, tükürüğünde boğacaktır."

‘SIRA BEKLEYEN BİNLERCE YOLDAŞIMIZ VAR’

Deniz Kaya, açıklamasında kamuoyuna şu çağrıda bulundu: "Tüm kamuoyu ve halkımız bilmelidir, açlık grevine dahil olmak için kendini dayatan, sıra bekleyen binlerce yoldaşımız vardır. Zindan yapımız fedai bir ruhla ve coşkuyla 4. stratejik aşamayı karşılama ve buna denk bir katılım çabası içindedir. Mücadelemizin her alanda gelişen direnişi ve eylemimiz karşısında zorlanan AKP iktidarı sadece yalan ve dezanformasyonla yetinmemekte sokağa taşan ve serhildana kalkan halkımıza karşı her türlü baskı, yöntemi devreye sokmakta faşist polislerini halkımızın üzerine salmaktadır. Kurşun ve gaz bombalarıyla insanlarımız yaralanmakta, katledilmektedir. En son olarak Mardin-Mazıdağı'nda yapılan gösteriye yine polis saldırmış ve bu saldırıda Mardin il genel meclis üyesi başından aldığı kurşunla ağır yaralanmıştır. Unutulmamalıdır ki, halkımız 30 yıldır asker, polis, kontra, tank, top ve her türlü faşist baskıya rağmen geri adım atmadı, direnişten taviz vermedi. Kendi evlatlarına ölümüne sahip çıktı. Bundan sonrada bunu yapacağına inancımız sonsuzdur. AKP'nin faşist polis baskısı halkımızı yıldırmayacaktır. Özgür Kürdün iradesi kırılamayacaktır. Halkımıza çağrımızdır; bu saldırılar iktidarın sıkışmışlığı ve korkusunu yansıtmaktadır. Safları sıklaştıralım. Her yeri eylem ve serhildan alanına çevirelim. Birbirimize sonuna kadar sahiplenelim. Zafer direnen halkımızın olacaktır."


ANF

Açlık Grevleri İçin Her Yer Eylem Her Yer Direniş


Şırnak'ın Cizre ilçesinde cezaevlerinde açlık grevindeki tutsaklara destek için yapılan yürüyüşe polisin izin vermeyerek gaz bombalarıyla saldırması üzerine çatışmalar başladı.

Cezaevlerinde 49 gündür açlık grevinde bulunan tutsaklara destek için birçok kent ve ilçede yapılan yürüyüşler ve olaylar devam ederken, Cizre ilçesinde aralarında Belediye Başkanı Mustafa Gören ve BDP'li yöneticilerin de bulunduğu binlerce kişinin yapmak istediği yürüyüşe polis izin vermedi. Halkın yürümek istemesi üzerine polis gaz bombası ve tazyikli su ile saldıra geçti. Halk da taşlarla polise karşılık verdi.

İlçede yaşanan yoğun çatışmalar Nur ve Cudi mahallelerinde devam ediyor.

Şırnak savaş alanına döndü

Şırnak'ta yürüyüşe geçen binlerce kişiye polisler gaz bombalarıyla saldırdı. Polisin saldırına binlerce kişi geri adım atmayarak karşılık verdi. Kent tam bir savaş alanına döndü.

Şırnak'ta, BDP il binasında biraraya gelen binlerce kişi, "Biji Serok Apo" sloganları atarak, Cumhuriyet Meydanı'na doğru yürüyüşe geçti. Yürüyüşe geçen binlerce kişiye polisler, gaz bombalarıyla çok sert saldırıda bulundu. Yoğun gaz bombasının kullandığı saldırıda çok sayıda kişi yaralandı. Polislerin saldırısı üzerine geri adım atmayan kitle taşlarla karşılık verdi. Mahalle aralarında barikat kuran binlerce kişi, polislerle çatışıyor. Çatışmalar sırasında bir gencin darp edilerek, gözaltına alındığı görüldü. Çatışmalar Şırnak'ın bütün mahallelerine yayıldı.  

Diyarbakır valiliğinden OHAL ilanı! 

Diyarbakır Valiliği, BDP çağrısı üzerine büyük gösterilerin beklendiği kentte, her türlü etkinliği yasaklayarak OHAL uygulamasına geçti.

Polis telsizinden yapılan anonslarda, Diyarbakır Valiliği kararıyla basın açıklaması, gösteri, yürüyüş, basın açıklaması ile benzeri eylemlerin yasaklandığı belirtilerek, toplanan kitlelere yasağın iletilmesi istendi.

Diyarbakır'da halka saldırı, yaralananlar var

Diyarbakır'da E Tipi Kapalı Cezaevi'ne yürümek isteyen kitleye polis ana cadde ve sokaklarda saldırdı. Polisin gaz bombası ve tazyikli suyla saldırısı sonucunda birçok kişi yaralanırken, yaklaşık 15 kişi gözaltına alındı.

Polisin saldırısına halk taşlarla ve molotof kokteylleri ile karşılık verirken, polisin zaman zaman panzerler eşliğinde evlere baskın düzenlediği, çatışmaların Polis Okulu, Cezaevi civarı, Nükhet Coşkun Akyol Caddesi, Emek Caddesi, Sento Caddesi ve Medine Bulvarı üzerinde yoğunlaştığı bildirildi.

Annelere biber gazlı saldırı

İstanbul Ok Meydanı’nda açlık grevine destek için biraraya gelen Barış Anneleri ve BDP’lilere polis biber gazıyla saldırdı. Saldırı ardından başlayan çatışmalar sürüyor.

Cezaevlerinde 49 gündür açlık grevinde bulunan tutsaklarla dayanışmak ve hükümete tepki göstermek için AKP İstanbul İl Başkanlığı'na yürümek isteyen BDP'liler ile polis arasında başlayan çatışma devam ediyor.

Polisler açlık grevine destek amacıyla 3 gündür Okmeydanı’ndaki Sibel Yalçın Parkı'nda kurdukları çadırda açlık grevi yapan annelere saldırdı. Okmeydanı'nda çatışmalar başlaması üzerine, Sibel Yalçın Parkı'nı ablukaya alan polisler, önce çadırın içerisine gaz bombası attı, ardından tazyikli su sıktı. Çadırda sadece anneler olduğu uyarısını dikkate almayan polis, daha sonra çadıra biber gazı attı. Pek çok anne fenalık geçirirken, bazıları bayıldı. Polislerin, baygın halde yatan annelerin üzerine de biber gazı attığı görüldü.Şark Kahvesi'nde toplanan ve saldırıyı duyan BDP İstanbul Milletvekilleri Sebahat Tuncel, Sırrı Süreyya Önder, ESP Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, EMEP Genel Başkanı Selma Gürkan, BDP İl yöneticileri, ESP ve BDP'nin PM ve MYK üyelerinin de aralarında olduğu yüzlerce kişi, Sibel Yalçın Parkı'na geldi.

Burada polis tarafından sökülen çadır yeniden kuruluyor. Milletvekilleri ve başkanların, burada bir açıklama yapacak. Eylemde sık sık "Devrimci tutsaklar onurumuzdur", "Yaşasın zindan direnişimiz" sloganları atılıyor.

Açlık Grevleri İçin Birçok İl ve İlçede Hayat Durdu


Cezaevlerindeki açlık grevlerine dikkat çekmek ve destek vermek amacıyla bugün birçok il ve ilçelerinde kepenkler açılmadı, taşıtlar ulaşıma çıkmadı, öğrenciler okula gitmedi.

Cezaevlerinde süren açlık grevlerine dikkat çekmek ve destek vermek amacıyla Barış ve Demokrasi Partisi’nce (BDP) yapılan "topyekûn direniş" çağrısı üzerine bugün Diyarbakır, Van, Batman, Hakkari, Şırnak başta olmak üzere pekçok ilde kepenklerin açılmadığı, taşıtların ulaşıma çıkmadığı ve öğrencilerin okula gitmediği bildiriliyor.

Abdullah Öcalan'a uygulanan tecride son verilmesi ve anadilde eğitim-savunma hakkı talepleriyle 12 Eylül'den itibaren başlatılan açlık grevleri için BDP'nin haftalık Grup toplantısı da bugün Diyarbakır'da E Tipi Kapalı Cezaevi’nin önünde yapılacak.

Diyarbakır'da sadece fırın ve eczaneler açık

Ajansların geçtiği haberlere göre Diyarbakır’da kepenkler açılmadı... Fırın ve eczanelerin dışında açık dükkânın bulunmadığı Diyarbakır’da, belediyeye ait halk otobüsleri de sefere çıkmadı. Öte yandan, BDP’nin Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi önünde düzenlemeyi planladığı Meclis Grup Toplantısı nedeniyle, cezaevi önünde geniş güvenlik önlemleri alındı. Polislerce E Tipi Kapalı Cezaevi’nin bulunduğu Barış Caddesi’nin giriş çıkışlarına barikat kuruldu.

Cezaevine yapılacak yürüyüş bekleniyor

Van'da esnafın büyük bir bölümü kepenk açmazken, cadde ve sokaklarda yoğun polis varlığı görülüyor... BDP'nin çağrısı doğrultusunda sabah saatlerinden itibaren şehir merkezinde kepenkler açılmazken, bazı bölgelerde okullar boykot edildi. Polis ekipleri, sokaklarda dolaşarak grupların toplanmasına engel olmaya çalışıyor. BDP çadırının bulunduğu alanda toplanan vatandaşlar, cezaevine yapılacak yürüyüş için bekliyor.

Okullar boş

Hakkari ve ilçelerinde kepenk ve kontak kapatıldı. Esnaf sabah kepenk açmazken, sürücüler de araçlarını trafiğe çıkarmadı. Öğrencilerin de okullara gitmediği şehirde, sadece fırın ve eczaneler açıldı. Sessizliğin hüküm sürdüğü şehirde polis ekipleri geziyor. Yüksekova'da BDP’lilerin öğle saatlerinde oturma eylemi yapacağı bildirildi.

Batman’da kepenkler açılmazken, ailelerin çocuklarını okula göndermediği belirtiliyor.

Şırnak'ta kepenkler büyük oranda kapatıldı, öğrenciler okula gitmedi.

Muş'un Bulanık ilçesinde de kepenkler açılmadı. İlçede BDP’li belediye başkanları, il meclis üyeleri ve ilçe teşkilatı tarafından dönüşümlü açlık grevi başlatıldı.

Diyarbakır'ın Silvan ilçesinde esnaf kepenk kapattı. BDP Silvan İlçe Başkanlığı, saat 12:00'de ilçe binası önünden eski belediye binası önüne kadar yürüyüş yaparak, oturma eylemiyle açlık grevine destek vereceğini açıkladı.

'Topyekün Direniş' Manzaraları

BDP'nin çağrısıyla bir araya gelen yurttaşlara müdahale edildi. Şırnak ve Diyarbakır'da polisle kitle arasında çatışmalar yaşanıyor; Van'da barikatlar aşıldı. Hakkâri'de ise kitle yürüyüşe geçti.

Van'da on binlerce kişi polis barikatlarını aştı; Hakkâri'de on binlerce kişi yürüyüşe geçti. Şırnak ve Diyarbakır'da ise polis müdahalesi yaşandı.

Van'da polis barikatı aşıldı

Kepenklerin kapalı olduğu Van'da Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BDP) il binası olarak kullandığı çadırın önünde bir araya gelen onbinlerce kişi polis barikatlarını aşarak, yürüyüşe geçti. Kültür Merkezi yolundan Akköprü Mahallesi'ne doğru yürüyüşe geçen on binlerce yurttaşın yürüyüşü devam ederken, polisler ise kitlenin sayısının artması ve yürüyüşün başlaması üzerine barikatları kaldırdı. 

Akköprü mahallesinde araçlarla Van F Tipi Cezaevi önüne doğru hareket edecek kitlenin yürüyüşü sürüyor. 

Yüksekova'da on binler yürüyor 

Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde BDP İlçe binası ile Oslo Oteli önünde bir araya gelen on binlerce kişi, Eski Cezaevi Kavşağı'na doğru yürüyüşe geçti. 

Yürüyüş sonrası kitlesel basın açıklaması yapılacağı öğrenildi.

Diyarbakır'da polis müdahalesi

Diyarbakır'da ise Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi önünde yapılması planlanan BDP'nin Grup Toplantısı öncesi toplanan kitleye, polisler gaz bombaları ve tazyikli suyla müdahale etti. Kitlenin de taşlarla karşılık verdiği çatışma, Emek Caddesi üzerinde yoğunlaştı. 

Şırnak'ta çatışmalar mahallelere yayıldı

Şırnak'ta yürüyüşe geçen binlerce kişiye polisler gaz bombalarıyla müdahale etti. Polisin müdahalesiyle birlikte binlerce kişi polise karşılık verdi. Yoğun gaz bombasının kullandığı müdahalede çok sayıda kişi yaralandı. Polislerin müdahalesine kitle taşlarla karşılık verdi. Mahalle aralarında barikat kuran binlerce kişi, polislerle çatışıyor. Çatışmalar sırasında bir gencin darp edilerek, gözaltına alındığı görüldü. Çatışmalar Şırnak'ın bütün mahallelerine yayıldığı ve hala sürdüğü öğrenildi. 

Yalan Fabrikası Erdoğan'dan 'Kuzu Kebap', Akit Gazetesi Tarafından Satışa Sunuldu!!!


Partisinin grup toplantısında konuşan ''Tek Tek''lerin Başbakanı Erdoğan'ın Yeni Akit gazetesinin bugün yayınladığı Temmuz ayında çekilen bir fotoğrafı kanıt göstererek, "BDP'liler kuzu kebabı yiyorlar, cezaevindekilere ölün diyorlar" sözleri yalanlandı. Söz konusu fotoğrafın Mardin'de BDP Grup Toplantısının yapıldığı Temmuz ayının sonunda çekildiğini belirten BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Ahmet Türk'ün milletvekillerine Temmuz ayında verdiği yemekte çekilen fotoğraf olduğunu ve açlık grevlerinin 12 Eylül tarihinde başladığına dikkat çekti.

Kürt düşmanlığı ile tescilli cemaatin yandaş medyasında yer alan Yeni Akit gazetesinin bir grup BDP'li Milletvekili ve parti yöneticilerinin Mardin'in Kızıltepe ilçesinde Ahmet Türk'ün evinde verilen yemeğin fotosunu, "Gariban Kürtl açlığa, elik BDP'li kebaba" başlığıyla yayınlaması Başbakan Erdoğan'a malzeme oldu.

Partisinin grup toplantısında bugün konuşan Başbakan Erdoğan, açlık grevi yapanların gerekçelerinin esasının cezaevi koşulları ile bir ilgisinin olmadığını belirterek, "Kızıltepe’de bir BDP milletvekilinin evinde kuzu kebabı yiyorsun, öte yandan cezaevindekilere 'ölün' diyorsun. Kürt kardeşlerime sesleniyorum. Sizi istismar edenlere dikkat edin. Onlar kuzu kebabı yerken içeridekilere ölün diyorlar. Eylem emri verenler kim, hepsi dışarıda olan ve konforlarını tehlikeye atmayan terör baronları. Siyasi partiye bakıyorsunuz hala İmralı’yı Kandil’i işaret ediyor" dedi.

Yeni Akit ve Başbakan'ın 'kuzu kebabı yediler' şeklinde verilen haber ise açlık grevlerinin henüz başlamadığı Temmuz ayının sonunda BDP'lilere verilen yemekte çekilen fotoğraf.

Mardin'de yapılan BDP grup toplantısı sonrasında DTK Eş Genel Başkanı Ahmet Türk tarafından Kızıltepe ilçesinde verilen yemeğe BDP'li milletvekilleri ve parti yöneticileri ile basın mensupları katılmış ve o tarihte yayınlanan fotoğraflar Temmuz ayında birçok gazetede yer almıştı.

BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, bugün partisinin E Tipi Kapalı Cezaevi'nde yapmak istediği grup toplantısına izin verilmemesi üzerine cezaevi yakınında gazetecilere yaptığı açıklama sonrasında Başbakan'ın bu sözlerini değerlendirdi. Açıklamayı yalanlayan Demirtaş, söz konusu fotoğrafın, Mardin'de partilerinin yapmış olduğu grup toplantısı sonrasında Temmuz ayında Ahmet Türk'ün daveti üzerine verilen yemekte çekildiğini, açlık grevlerinin ise 12 Eylül tarihinde başladığını söyledi.


ANF

İstanbul’da ‘Topyekün Direniş’ Eylemi Başladı

BDP'nin "Topyekun Direniş" ilanına uyan çok sayıda kişi İstanbul'da Okmeydanı'nda toplanmaya başladı. Polis, Okmeydanı'nın bütün giriş-çıkışlarında yığınak yaptı.

30 Ekim'i "Topyekun Direniş Günü" ilan eden BDP’lilerin İstanbul'daki toplanma noktası Okmeydanı Şark Kahvesi oldu.

Şark Kahvesi'ne çıkan bütün yollara çevik kuvvet polisleri, panzer ve TOMA'larla yığınak yapılırken, BDP'liler burada toplanmaya başladı. Sibel Yalçın Parkı'ndu kurulan çadırda 3 gündür açlık grevinde olan BDP'liler ise Şark Kahvesi'ne doğru yürüyüşe geçti. Burada toplanacak olan kitle, Sütlüce'deki AKP İstanbul İl Başkanlığı'na yürüyecek.

Eyleme BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ile BDP İl Eşbaşkanları Asiye Kolçak ve Ali Rıza Bilgili de katılıyor.


ANF

Açlık Grevi Karşısında Susanlar Saldırganların Suç Ortağıdır

ZEYNEP KURAY/ Bakırköy Cezaevi'nde Tutsak


BAKIRKÖY CEZAEVİ - Öcalan'a özgürlük talebiyle Bakırköy kadın kapalı cezaevinde 24 Eylül'den bu yana süresiz dönüşümsüz açlık grevine başlayan 10 kadın tutsağın direnişine, 15 Ekim'den itibaren dahil olan 12 kadın tutsak, zindanlardan yükselen çığlığa karşı hüküm süren sessizliğe "Susanlar saldıranların suç ortağıdır" sözüyle cevap verdi.

PKK lideri Abdullah Öcalan'a yönelik tecridin sonlandırılması, ana dilde eğitim ve savunma hakkı talepleriyle PKK ve PAJK tutsaklarının 12 Eylül'de başlattığı süresiz dönüşümsüz açlık grevi 48'inci gününü doldurup, kritik sürece girerken , direniş kararlılığı gün geçtikçe büyüyor.


15 Ekim 2012 tarihinden itibaren açlık grevine giren ve 12'nci gününü geride bırakan Semra Karabaş, Belgin Karaboğa, Aysel Diler, Hülya Yar, Pervin Yerlikaya Babir, Şehnaz Akdoğan, Meltem Yıldırım, Nurcan Yoluvercan, Emel Çetin, Yasemin Aslan, Jiyan Polat ve Ruşen Gültekin isimli tutsaklar, bugün Kürt halkının kimlik bilincine ulaşarak, zulme karşı değerlerine onurlu bir şekilde sahip çıkmalarının arkasında PKK lideri Abdullah Öcalan'ın büyük emeği olduğunu hatırlatarak, "Sayın Öcalan olmadan asla" dediler.

Kiminin köyü yakıldı, yakınları infaz edildi. Kiminin çocukluğu cezaevi ziyaretleriyle geçerken, kimisi devlet tarafından dayatılan asimilasyon politikaları nedeniyle ana dillerini bilememenin ezikliğiyle büyüdüler. Ancak hiç biri Kürt halkının yaşadığı baskı karşısında sessiz kalmadı. Bugün de aynı duyarlılıkla bedenlerini açlığa yatırdılar.

1987 yılında Bitlis Hizan'a bağlı Tasuh köyünde doğan Semra Karabaş, henüz 7 yaşındayken devlet terörüyle tanıştı. Kirli savaşın en yoğun yaşandığı 1994 yılında Kürt halkına dayatılan, „ya korucu olacaksın, ya da köyünü boşaltacaksın" baskısıyla bir sabah ansızın köyü askerler ve Özel Harekatçılarla sarıldı. Annesinin kendisi ve kardeşlerini korumak için gönderildiği tarlada doğup, ilk adımlarını attığı köyünün kül oluşunu izledi. Bu vahşet sonrası ailesiyle birlikte İstanbul'a zorunlu göç eden Karabaş, bu kez de kimliğine yönelik asimilasyon ile karşı karşıya kaldı. Tek kelime Türkçe bilmezken, tekçi eğitim sistemi sonucunda anadili olan Kürtçe'yi unuttu. Gerçek ismi Berivan olmasına rağmen, doğduğu yıllarda Kürtçe isimlerin yasak olmasından dolayı, kimliğinde Semra ismini kullanmak zorunda bırakılan Karabaş, "bir devlet düşünün ki bir isimden bile korkuyor" diyor. 13 Ocak 2012 tarihinde KCK adı altında yürütülen operasyonlarda tutuklanan Karabaş, "İnsanın kimliği bedenidir. Bunu kimse ne inkar edebilir, ne yok sayabilir. Kimse bize dilimizi öğretip, öğrenemeyeceğimiz, kültürümüzü yaşayıp yaşayamayacağımızı dikte edemez. Bu hususta Sayın Öcalan'ın Kürt halkına kimlik bilincinin oluşmasında büyük emeği ve çabası olmuştur. Bunu kimse inkar edemez. Onsuz bir çözüm arayışı, ancak çözümsüzlüğü derinleştirir" diye konuştu.

ÖCALANSIZ BİR YANIMIZ HEP TUTSAK

Tıpkı Semra Karabaş gibi Belgin Karaboğa da henüz 3 yaşında iken tanıştı devletin acımasız yüzüyle. 1989 yılında doğduğu Bitlis Tatvan'a bağlı Pinkos köyünde, 1991 yılında etrafı askerlerce sarılan evlerinden babasının zorla alınıp götürülüşü bir film karesi gibi hafızasına kazındı. Babası cezaevine girerken annesi ve kardeşleriyle göç ettikleri Van'da köylerinin yakılıp, akrabalarının infaz edildiğini öğrendi. Sonra ki yıllarda ailesi ile İstanbul'a taşınan Belgin Karaboğa, bu kez baskıların bire bir hedefi oldu.30 Eylül 2011 tarihinde BDP'nin yapılandırmasına yönelik yapılan operasyonlarda tutuklanan Karaboğa, "Bugüne kadar ödenen bedellerle yaratılan farkındalıklar büyük kazanımlar sağladı. Burada temel rol önder Apo'nundur. O gözlerime ışık oldu. Sayın Öcalan üzerindeki tecrit sürdükçe bir yanımız hep tutsak kalacak. Onun özgürlüğü bizim özgürlüğümüzdür" dedi.

ANADİLİNİ BİLEMEMENİN EZİKLİĞİ

Aysel Diler Van'lı bir ailenin çocuğu olarak 1988 yılında Tekirdağ'da doğdu. Babasının 1994 yılında polisin bastığı evlerinde gözaltına alınıp tutuklanmasıyla çocukluğu cezaevi ziyaretleriyle geçti. Okuduğu Trakya Üniversitesi'nde süre gelen ırkçı saldırılarla kimlik bilincine varan Biler, anadilde eğitim hakkı için mücadele ederken 19 Haziran 2011 tarihinde tutuklandı. Onurlu bir yaşan için bedenini açlığa yatırdığını vurgulayan Diler, "Gelecek nesillerin daha özgür bir ortamda ve daha eşit koşullarda yaşayabilmeleri için herkes elini taşın altına koymalı. Türk ve Kürt halklarının ortak ve barışçıl bir ortamda yaşayabilmeleri isteniyorsa, Sayın Öcalan tek adrestir. Yıllarca göç ettiğimiz batı illerinde maruz kaldığımız yoğun asimilasyon nedeniyle anadilimizi öğrenememenin ve bilmemenin ezikliği içinde yaşadık" diye konuştu.

1987 yılında Muş Malazgirt'te doğan Nurcan Yolvercan, İstanbul'da öğrenciyken katıldığı basın açıklamaları gerekçe gösterilerek 9 Ocak 2011 tarihinde tutuklandı. Bugün cezaevlerinde dalga dalga yayılan açlık grevi direnişi köprüsünün barışa vesile olması umuduyla oluşturulduğunu belirten Yolvercan, "Taleplerimiz gerçekleşene kadar eylemimize kararlılıkla devam edeceğiz" dedi.

GEÇ OLMADAN...

1976 yılında Dersim Pertek'te doğan Hülya Yer, BDP Parti Meclis üyesiyken 4 Ekim 2011 tarihinde KCK adı altında eş zamanlı yapılan operasyonlarda tutuklandı. Yer direnişini şöyle özetledi,"Baskı, ret ve inkar politikalarına muhalefet eden her kesime pervasızca saldıran AKP iktidarı, toplumu ayrıştırma noktasına getirmiştir. Türkiye'de ki mevcut sorunların temelinde Kürt sorunun çözümsüzlüğü yatmaktadır. Ben de Alevi Kürt bir kadın olarak, sorunun çözüm kilidinin Kürt halk önderi Sayın Abdullah Öcalan'ın elinde olduğunu biliyorum. 14 yıllık tecridin Sayın Öcalan'ın şahsında özelde Kürt hareketine, genelde ise eşit, özgür ve kardeşçe bir arada yaşamı savunan tüm insanlara uygulanan bir tecrittir. Kadın rengimle bu tarihsel direnişte yer almayı vicdani bir sorumluluk olarak ele alıp, taleplerimiz kabul edilene kadar direniş bayrağını elden bırakmamaya kararlıyım. Duyarlı olan tüm kesimlerin ayağa kalkmasını bekliyorum. Bedenimizi onurlu, eşit ve kardeşçe bir yaşam için açlığa yatırmışken, bu çığlığın karşısında sessiz kalanlara, Hz Ali'nin, "Suskunlar saldıranların suç ortağıdır" sözünü hatırlatmak isterim. Geç olmadan yapılanlar önemli ve anlamlıdır. Geç yapılan hiç bir şeyin kıymeti ve anlamı yoktur" diye konuştu.

1984 yılında Batman'ın Beşiri ilçesinde doğan Emel Çetin, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde okurken, muhalif Kürt bir öğrenci olduğu ve demokratik taleplerinin dile getirildiği basın açıklamalarına katıldığı için 11 Mayıs 2012'de tutuklandı. Çetin, "Eylemimiz Kürt halkına kimliğini kazandıran, onu yeniden yaratan Sayın Öcalan özgürlüğüne kavuşana kadar tüm kararlılığıyla sürecek" dedi.

BASINDAN BASINA : ÜÇ MAYMUNU OYNAMA

1982 yılında Diyarbakır Ergani ilçesinde doğan Pervin Yerlikaya Babir, 20 Aralık 2011 tarihinde Özgür Basın'a yönelik KCK adı altında yapılan operasyonda tutuklandı. Sayın Öcalan nezdinde tüm kürt halkı üzerinde uygulanan tecridin kaldırılması ve yıllardır süren asimilasyon politikasını sona erdirip, anadil hakkının verilmesi herkesin bilip, bilmezden geldiğini hatırlatmak için açlık grevinde olduğunu hatırlatan Babir, basına," Üç maymunu oynamaktan vazgeçin " diye seslendi.

KARANLIĞI YIRTACAĞIZ

1989 yılında İstanbul'da doğan Meltem Yıldırım tarihi bir sürecin yaşandığını belirterek "Özgürlük hareketi bizlere bu süreçte başımız dik bir şekilde direnmenin imkanını sağladı. Yüzlerce arkadaşımla birlikte bu süreçte açlık grevinde yer almaktan dolayı onur duyuyorum. Açıktır ki tarihin altında kalan biz olmayacağız. Zaman ilerliyor. İnsanlar bedenlerini büyük bir kararlılık ve iradeyle ölüme yatırıyorken, buna seyirci kalmak tarihin altında kalmaktır. Tüm yurtsever, devrimci, demokrat ve duyarlı kesimleri de rollerini oynaması, geleceğe alnı açık, başı dik bir şekilde çıkabilmek için, sesimize ses olmaya davet ediyorum. Tek silahımız bedenlerimizi namluya sürdük, karanlığın ortasına nişan aldık. Ya yırtacağız ya yırtacağız karanlığı" diye konuştu.

BDP üyesi olduğu gerekçesiyle 4 Ekim 2011 tarihinde Kürt siyasetçilere yönelik yapılan eş zamanlı operasyonlarda tutuklanan 27 yaşında ki Şahnaz Akdoğan, direnişinin anlamını çocukken yaşadığı bir olayla anlatarak şöyle ifade etti, "Küçük bir çocukken iki civcivim vardı. Ele avuca sığmazlardı. Bir sabah kümeslerini açmak için gittiğimde, birinin cansız bedeni yerde yatıyordu. Başı yoktu ve kanıyla , "hepinizin başınızı keseceğiz" diye yazmışlardı. Diğerini ortada bulamadım. Onu da götürdüklerini sandık ve çok üzülmüştük. İki hafta sonra bir sabah onun sesiyle uyandık. O gün çok neşeliydik çünkü ölmemişti. Kaçmış ve kendini kurtarmıştı. Günlerce açlığa ve soğuğa dayanmıştı. Ortaya çıktığında büyümüştü. Çok güzel bir duruşu vardı. Meydan okuyordu adeta. Bu olay kimliğimin dışlanmışlığı ile tanışmamdı. Bir civcive bile tahammülleri yoktu. Kürdün civcivi bile ölmeliydi onlar için. Ama biri kurtulmuş ve büyümüştü. Bizler gibi yaşamayı ve yaşamıyla umut olmayı başarmıştı" diye anlattı.

GÜNEŞSİZ BİR YAŞAM OLMAZ

2,5 yıldır tutuklu olan 21 yaşında ki Jiyan Polat, direnişin onun için ne anlama geldiğini şöyle anlattı, "Bende bir Kürt bireyi olarak, İmralı'daki tecridin kırılması için rolümü oynamak istiyorum. Bunu halkıma bir borç olarak görüyorum. İsmim gibi yaşamayı çok seviyorum. Bu borcu ödeyebilmek için en sevdiğim yaşamdan vazgeçmeyi göze alıyorum. Güneşle aydınlanmamış böyle bir yaşamı da zaten istemiyorum" diye konuştu.

Yasemin Aslan 2008 yılından beri tutuklu, "Acaba eylemimizin sebebini biliyor musunuz? Eylemimizin sesini duyabiliyor musunuz? Eylemimizin dilinden anlıyor musunuz? Duygularımızı hissedebiliyor musunuz?" diye soran Aslan, "Dilimiz asimile olmaya doğru gidiyor, baş ve bedenimiz birbirinden ayrılıyor, akıl ve yürek seslerimiz birbirinden kopartılıyor. Bizler hep beraber özgürlük orkestrası olacağız. Onurlu bir ölüm, esir-köle, asimile ve anlamsız bir yaşamdan daha anlamlıdır. Bu esasla yüzümüzü Güneş'e döndük ve diyoruz ki; direniş yaşamdır" diye konuştu.

ÖLÜMLERDEN AKP SORUMLUDUR

16 Nisan 2012 tarihinde tutuklanan Ruşan Gültekin de "Her şeyi göze alarak bu direnişe başladık. Artık oyalama taktikleri ve yaratılmak istenen sahte umutlara dur demek için, bedenlerimizi açlığa yatırdık. Geri adım atmayacağız, finaldeyiz. Olası ölümlerden ve ya sakatlıklardan başta AKP hükümeti olmak üzere bu çığlık karşısında duyarsız kalan kesimler sorumludur" dedi. 


ANF

Alman Gazetesinden Erdoğan İçin Türkçe 'DEFOL' Manşeti

Erdoğan'ın Berlin gezisi nedeniyle Almanya'nın günlük gazetelerinden Junge Welt, bugün Türkçe "Savaş kışkırtıcısı defol!" manşetiyle çıktı. Türkiyeli göçmenlerin Erdoğan'ı Almanya'da istemediğine dikkat çeken gazete AKP hükümetinin Kürt, azınlık ve Suriye ile savaş politikasına yer verdi.
Erdoğan'ın yarın Berlin'de başbakan Angela Merkel yapacağı görüşmede Suriye'ye yönelik olası bir savaşta Almanya'dan yardım isteyeceğini yazan Junge Welt, AKP hükümetinin savaş politikasının Türkiye halkları arasında tepkiye neden olduğunu hatırlattı. Nick Brauns imzalı haber-yorumda özetle şu görüşlere yer verildi:

"Geçtiğimiz Mart ayında Bochum'da Erdoğan'ın proteste eden Aleviler, Kürtler, Ermeniler Çarşamba günü bu kez birlikte protesto mitingi düzenliyor. Türkiyeli göçmen gruplar 'savaş kışkırtıcısı Erdoğan'ı Almanya'da istemediklerini duyuracaklar. Erdoğan'ın Almanya'da olduğu günlerde 12 Eylül'den bu yana Kürt tutukluların başlattığı açlık grevi eylemi de sürmüş olacak.

Bugün ise Erdoğan ve Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Alman dışişleri bakanı Westerwelle ile birlikte diplomat mahallesi Tiergarten'da dünyanın en büyük Türk Büyükelçilik binasının açılışına katılacak. Orada da Erdoğan, İslam karşıtı sağcı 'Pro Almanya' grubu tarafından protesto edilecek."


ANF

Yüksekova’da Onbinler Direnişte

Hakkari’nin Yüksekova ilçesindeTopyekün Direniş’ çağrısına yanıt vererek yürüyüşe geçen onbinlerce kişi polisin gaz bombalı terörü karşısında geri adım atmayarak taşlarla karşılık verdi. Barikatların kurulduğu ilçenin dört bir yanında yoğun çatışmalar yaşanıyor.

Yaşamın durduğu Hakkari'nin Yüksekova ilçesinde BDP İlçe binası ile Oslo Oteli önünde biraraya gelen onbinlerce kişi, Eski Cezaevi Kavşağı'na doğru yürüyüşe geçti. PKK ve Konfederalizm bayraklarını açan onbinlerce kişi, sık sık "Biji Serok Apo", "İntikam" sloganları attı.

Yürüyüşü engellemek isteyen polis gaz bombaları ile saldırıya geçti. Polis saldırısına barikatlar kurarak taşlarla karşılık veren onbinlerce kişi geri adım atmadı. Gençlerin yoğun Molotof kullandığı çatışmalar ilçe geneline yayılmış durumda. 


ANF

Açlık

"İnsanlar hep soruyorlar. İnsanlar hep soruyorlar. Bobby, Bobby! Biz kimiz. Nereden geldik. Nereden geldik. Onlara söylüyoruz. Onlara söylüyoruz. Biz Belfast'tanız. Biz Belfast'tanız. Güçlü, güçlü Belfast. Güçlü, güçlü Belfast. Eğer bizi duymazlarsa... Eğer bizi duymazlarsa... Yüksek sesle bağırırız. Yüksek sesle bağırırız." (Açlık filminden)

Nasıl anlatılır ki şimdi.

Şimdi orada "Taş Bina"ların içinde sözcükler kururken, erirken ve harf harf dökülürken "açlık" içindeki bedenlerden...


Nasıl yazılır ki şimdi.


Şimdi dışarıda, "Taş Bina"ların dışında, kocaman bir dünya ve içindeki insanlar sonsuz bir zamandaymışçasına anın mutluluğunu kuruyan, eriyen, "açlık" içindeki bedenlerden habersiz, sessiz ve suskuncasına yaşarken...


Zor... Hem de çok zor yazmak... Hani derler ya hep "yaşayan bilir" diye. Yaşayanın neler yaşadığını sadece onu "yaşayan bilir" de ondan. Belki hikayesi, öyküsü, romanı, şiiri yazılabilir. Kimbilir belki filmi de yapılabilir yıllar sonra. Yine de anlatıl(a)maz tam olarak yaşayanın neler yaşadığı...


İşte Steve McQueen'in "Açlık/Hunger" filmi de "Taş Bina"nın içinde bedenini, yaşamdan kalan son şeyi yaşamının son savaş alanı olarak görüp de "ölüme yatan" Bobby Sands'ın gerçek yaşam öyküsünü, yaşadıklarını, bize anlatmaya çalışır.


2008 yapımı "Açlık" filminde Steve McQueen IRA (İrlanda Kurtuluş Ordusu) lideri Bobby Sands'ın Maze Hapishanesi'ndeki son günlerini -altmış altı gün süren açlık grevini- hapishanede mahkumlara uygulanan ve izlerken bakmakta zorlandığımız işkenceleri de gösterir tüm çıplaklığıyla. McQueen, olağanüstü görselliklerle dolu "acı" sahneleri sinemanın dilini etkili bir şekilde kullanarak yapar bunu.


Senaryosunu Enda Walsh ve McQueen'in birlikte yazdığı filmde Michael Fassbender (Bobby Sands), Stuart Graham (Ray Lohan), Liam Cunningham (Papaz Don), Helena Bereen (Bobby Sands'ın annesi) gibi oyuncular oynar. McQueen'in 2011 yılında çektiği "Utanç/Shame" adlı filminde de oynayan Michael Fassbender "ölüme yatan" ve gün gün eriyen Bobby Sands'ı yalın bir şekilde canlandırarak ölüme doğru giden bir insanın yaşadıklarını bize hissettirir. Sergilenen oyunculukların yanı sıra filmin kurgusu ve görselliğinin gücü de yaşananları hissetmemizi sağlar. Film, 1981 yılının Kuzey İrlanda'sında geçer.


İngiliz hükümeti IRA'lı mahkumlara ait tüm politik hakları geri almıştır. Bunun üzerine Maze Hapishanesi'deki IRA'lı mahkumlar "battaniye" ve "yıkanmama" protestosuna başlar. İşte film de bu protesto sahnesiyle başlar. Film sadece IRA'lı tutsakları ve Bobby Sands'ın açlık grevini anlatmakla kalmaz, yer yer de onlara o insanlık dışı işkenceleri yapan polis ve gardiyanlara da kamerayı çevirir.


Protesto sahnesinden hemen sonra suyla dolu lavaboya yaralarla kaplanmış ellerini koyan -filmin ilerleyen sahnelerinde birkaç kez daha göreceğiz- bir adam görürüz. Adam suya elini koyarken acısı yüzüne yansır. Sonra ütülenmüş kıyafetlerini giyer, eşinin hazırladığı kahvaltısını yapar ve evden çıkar. Ancak adam tedirgindir, kaygılıdır. Tıpkı pencereden bakan eşi gibi. Etrafa göz atar, sonra arabasının altına bakar ve arabasını çalıştırıp gider.


Biz bu adamın ellerinin neden yaralar içinde olduğunu, neden tedirgin ve kaygılı olduğunu, neden arabasının altına baktığını, neden eşinin kaygılı bir şekilde pencereden ona baktığını anlamayız. Tıpkı arabasıyla nereye gideceğini bilmediğimiz gibi.


Arabasıyla giden adamın radyosundan "yıllardır tekrarlanan bu kirli protesto ve battaniye protestosunun aslında temelinde hep aynı talep yatıyor; politik haklar... Açıklamak gerekirse istekleri, kendilerinin politik eylemler diye nitelendirdikleri bu korkunç suçları işlemiş olanlara farklı muamele edilmesi. İşte hükümet bunun garantisini vermiyor..." diyen bir İngiliz siyasetçinin sözlerini de dinleriz.


Adama dair bu bilmeme durumu kıyafetlerini giymeye çalışan gardiyanların odasına girinceye kadar devam eder. Bilmeme durumu bizde bilme evresine geçerek adamın da Maze Hapishanesi'nde bir gardiyan olduğunu ve ellerinin de niçin yaralarla dolu olduğunu açıklar: Mahkumlara yaptığı işkenceler.


Film, cezaevinde insan olmanın dayanılmaz acısına, onların yaşadıklarına, onlara yapılan işkencelere, aşağılanmalarına ve vahşete, bu işkencelere karşı mahkumların direnişlerine, onlara işkence eden gardiyanların IRA'lı militanlar tarafından öldürülmelerine -ki öldürülen on altı gardiyan arasında sadece filmin başında kim olduğunu anlamaya çalıştığımız adamın öldürülmesini görürüz- mahkumların aileleri aracılığıyla dışardan içeriye, içerden dışarıya "bilgi" taşımalarına, temel insani politik haklarının ellerinden alınışına, İngiliz hükümetiyle yapılan görüşmelere de değinir.


Filmde İngiltere'nin "Demir Leydi" lakaplı başbakanı Margaret Thatcher'in "Gözden düşmüş amaçlarının başarısızlığıyla yüzleştiklerinde şiddet yanlıları ellerinde kalan son kartı oyuna sürmeyi tercih ettiler. Hapishanedeki açlık grevini ölüme dönüştürerek uyguladıkları şiddeti kendilerine yöneltiler. Gerilim yaratmak, acı ve nefret ateşini körüklemek için en temel insani duyguyu, merhameti kullanmaya çalışıyorlar..." diyen sesini de işitiriz.


Filmin en önemli sahnesi IRA lideri Bobby Sands ile arkadaşı, yoldaşı Papaz Don arasında geçen uzun diyaloglu bölümdür. Ki bu bölüm insanların ellerinde kalan tek şeyleri olan bedenlerini yaşamının son savaş alanı olarak görüp de niçin "açlık" içinde bırakmak istediklerini anlatmasıyla öne çıkar.


On altı dakikası tek planda geçen ve yaklaşık yirmi üç dakikayı bulan bu sahnede Bobby Sands ile Papaz Don arasında Belfast'a, temiz havaya, kırlara, çocukluk özlemlerine, İncil'e, İsa'ya, günah çıkartmaya, Papaz Don'un kendisinden önce rahip olan kardeşi ile olan sorunlarına, IRA'nın mücadelesine, hayal kırıklıklarına, yaşama, insana, Sands'ın on iki yaşındayken Donegal'de yaşadığı ana -yukarıda alıntılanan sözcükler- dair konuşmalar geçer.


Filmin bundan sonrasında da Bobby Sands'ın hayatına saygı duyduğunu söyleyerek "Hayatım benim her şeyim. Özgürlük her şeyim. Bu davaya sarsılmaz bir sevgi duyuyorum. Hayatımı tehlikeye atmam yapabileceğim tek şey değil Don. Doğru olan bu..." dediği ve harekete geçerek bedenini yaşamı için ölüme yatırdığı anı anlatır.


Bobby Sands'ın "açlık" içindeki bedeni kademeli olarak erir ve açlık grevinin altmış altıncı günü "ben bir tarla kuşuyum" dediği kuşlarla birlikte Belfast'tın kırlarına doğru uçar.


Bobby Sands açlık grevini sürdürdüğü sırada 1981 yılının nisanında yapılan seçimlerde İngiliz Parlamentosu'na Sinn Fein partisinden milletvekili olarak seçilir. Onun başlattığı açlık grevi yedi ay sürer. Bu açlık grevinde dokuz kişi daha yaşamını yitirir. İngiliz hükümeti Bobby Sands'ın başlattığı bu eylem ile mahkumların tüm taleplerini kabul etmek zorunda kalır.


Steve McQueen'in "Açlık" filmi bize sert gelse de izlenilmesi gereken bir film... McQueen'in sinema diliyle Maze Hapishanesi'nde yaşananları anlatmaya çalıştığı "yaşanmışlık"ları izlerken farklı zaman ve mekanlarda da benzer şeylerin yaşandığını, ama unutmadan, ama hatırlayarak izleyin. Ve bilmem biliyor musunuz bugünlerde de -kırk sekiz gün oldu- bir şeyler kaybolmaya, erimeye, yitirilmeye başlanıyor orada, "Taş Bina"ların içinde.


* "Taş Bina" sözcüğü Aslı Erdoğan'ın "Taş Bina ve Diğerleri" adlı kitabından alınmıştır.


KENAN TEKEŞ/BİANET