4 Ocak 2012 Çarşamba

ESP: 'Asker Ölümlerinden Genelkurmay Sorumludur'

İstanbul - Ezilenlerin Sosyalist Partisi, askerlik yaptığı birlikte intihar ettiği öne sürülen Deniz Yurtsever'in ailesine başsağlığı diledi, "Asker ölümlerinin gerçek nedenleri açığa kavuşturulmalı ve bağımsız bilim insanlarından oluşan bir heyet tarafından incelenmelidir" dedi.

Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP), Deniz Yurtsever adlı gencin Çanakkale'de askerlik yaptığı birlikte ölümünün ardından yazılı bir açıklama yaptı.

Yurtsever ailesine başsağlığı dileyen ESP, "Çanakkale'de katledilen asker Deniz Yurtsever, Dersimli Kürt ve Alevi olarak bilinmektedir. Deniz'in ilerici ve devrimci fikirler taşıyan bir asker olması, kasıtlı olarak kalbine kurşun sıkılarak katledildiği şüphelerini güçlendirmektedir. Deniz Yurtsever, partimizin görüşlerini benimseyen, çalışmalarına katılan ve destekleyen bir eğitim emekçisiydi" dedi.

"Yoldaşımız Serhat Yıldız'ın askerde katledilmesi henüz aydınlatılmadı" diyen ESP, açıklamasında şu ifadelere yer verdi: "Ermeni asker Sevag Şahin Balıkçı, iddiaya göre; şakalaştığı yakın arkadaşının silahından çıkan kurşunla şüpheli bir şekilde hayatını kaybetti. Yılbaşı gecesi, Antep'te askerlik yapan Semih Çiftçi ile Elazığ'da askerlik yapan Lütfü Esmer'in şüpheli ölümlerinin ardından 22 yaşındaki Doğukan Kahyaoğlu'nun da Kastamonu'da intihar ettiği ileri sürüldü.

Öldürülen askerlerin hemen hepsine intihar süsü veriliyor. İntihar ettiği ileri sürülen askerlerin çoğunluğunun Kürt olması tesadüf değidir. Sürmekte olan savaşın Kürt halkına ordu içinde de yansıyan yüzüdür. AKP iktidarı savaş politikalarından vazgeçmelidir, kürt halkının barış talebi hemen karşılanmalıdır. Halklarımız savaş değil barış istiyor."

Asker ölümlerinin gerçek nedenlerinin açığa kavuşturulmasını isteyen ESP, "Bağımsız bilim insanlarından oluşan bir heyet tarafından incelenmelidir. Askerde ölümlerin son bulmalıdır. Sorumlular yargılanmalı ve görevinden alınmalıdır. Asker ölümlerinden doğrudan Genelkurmay sorumludur" diye belirtti.

ANF NEWS AGENCY

Sırrı Süreyya Önder: KKTC’yi Kalın Bağırsak Yaptınız

Ankara - BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, “Kıbrıs’ı bu ülkenin kalın bağırsağı durumuna getirdiniz. Bu kalın bağırsağı temizlemek için çok su götürmeniz lazım” dedi. Meclis’te “sözde” kelimesi kullanılarak bazı değerlendirmeler yapıldığını hatırlatan Önder, bu tanıma uyan tek yerin KKTC olduğunu söyledi.

BDP’li Önder, Meclis Genel Kurulu’nda Türkiye ile KKTC arasında KKTC’nin su ihtiyacının karşılanmasına ilişkin anlaşmanın görüşmelerinde konuştu.

'KÖK SALMA POLİTİKASI' 

29-30 yıl önce faşist darbeyi önlemek için yapılan müdahalenin oraya kök salma yolunda bir politikaya dönüştüğünü kaydeden Önder, bunu Türkiye’nin başına ikinci kez bela eden kişinin ise Kenan Evren olduğunu söyledi.

'SÖZDE TANIMINA UYAN TEK YER'

Evren’in KKTC devletini ilan ettiğini hatırlatan Önder, “En az 12 Eylül iddianamesi kadar ağır bir suçla bu meseleden kaynaklı yargılanması gerekir” dedi. Meclis’te “sözde” kelimesi kullanılarak bazı değerlendirmeler yapıldığını hatırlatan Önder, bu tanıma uyan tek yerin KKTC olduğunu belirterek şunları söyledi:

'KENDİMİZ ÇALIP KENDİMİZ OYNUYORUZ' 

“Bizden başka uluslararası toplumda buna devlet diyen bir tek Allah’ın kulu yoktur. Biz devlet olduğu yalanını bu halka 30 yıldır riyakarca söylemeye devam ediyoruz. Yakın dönem Cumhuriyet tarihinde bu kadar veballe, bu kadar sık söylenen bir başka yalan yoktur. Devlet değil niye yalan söylüyorsunuz bu halka. Kendimiz çalıp kendimiz söylüyoruz. Bu ülkenin 82’inci vilayeti yapmaya çalışıyoruz.”

'KALIN BAĞIRSAK YAPTINIZ' 

KKTC’ye su götürme meselesinin doğru olduğunu anlatan Önder, “Çünkü bu ülkenin kalın bağırsağı durumuna getirdiniz. Bu kalın bağırsağı temizlemek için çok su götürmeniz lazım” dedi.

'MAFYA CENNETTİNE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ' 

Dört tarafı dertlerle çevrili adanın bugün fuhuş, kumarhane, mafya cennetine dönüştürüldüğünü söyleyen Önder şöyle konuştu: “Kim ki bu lafları ediyor, Kıbrıs’ta bunun bayraktarlığını yapıyor; arkasında fuhuş baronları, insan etini pazarlayan mantık, kumarhane turizmi gibi envai çeşit rezillik. Kalın bağırsak derken hiç kimseyi tahkir değil. Bunları çekince hayatı duracak duruma getirmişsiniz. Neo-liberal sistem böyledir. Önce kendi çarşısını böyle bina eder sonra bunu savunacak dangalak zihniyetler bolca bulunur.”

KIBRIS İŞGAL ALTINDA 

BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü’nün “Kıbrıs işgal altında” sözlerine gösterilen tepkiyi eleştiren Önder, “Kıbrıs işgal altındadır. İşgal eden zihniyet, bu neo-liberal, orayı fuhuş kumar, binbir türlü mafya pisliği ile yönetmeye çalışan zihniyettir. Hangi ülkenin bayrağını taşıdığının önem yoktur. Kapitalizmin dini imanı ulusu olmaz” diye konuştu.

ANF NEWS AGENCY

Obüs Topuyla ‘Teslim Ol’ Çağrısı, Kazan Bombasıyla...

Türkiye kamuoyu Başbakan’ın dünkü konuşmasını dinledi. Hastalıktan sonra Başbakan, artık kontrolü kaybetmiş. Ağzından çıkanı kulağı duymuyor. “İnsan müsveddeleri” diyor, ağzından köpükler saçılıyor, isim vermeden BDP Eşbaşkanına “densiz” diye saldırıyor, “ipini koparmış” haykırıyor: “Silahlı efendileriniz, ipinizi gevşetmediği sürece tuvalete bile gidemezsiniz.” Sonra hızını alamıyor; “Molotof kokteylini de silah sayan kanun çıkaracağız” diyor. Molotof ne ki? Resim, şiir, müzik, günlük makale ve kitap çoktan beri silah ve bomba sayılmakta...

Ve Başbakan öfkeden titreyerek, daha düne kadar kendisine “Ergenekon cihadında” çuvalla belge taşıyan “taşeron” gazeteciyle dünyanın önünde ağız kavgasına giriyor; gazeteci buna “ben Kasımpaşalıdan korkmam” diyor, o gazeteciye “Kasımpaşalı olmaktan gurur duyarım” diye yanıt veriyor ve birden karşısında bir gazetenin “taşeron” muhabiri olduğunu unutuyor, onu kendisiyle yarışan bir parti lideri sanıyor ve şöyle rest çekiyor: “Bu ülke bize yüzde 50 oy vermişse, sen gocun. Kendinizi check edin.”

Belli ki Başbakan’ın beyni bulandı ve bu da hükümete olduğu gibi yansıdı. Arınç da Başbakan gibi garip şeyler söyledi.

Ama önce geçen gün gazetemizde yayınlanan “Topyekun savaşın yeni aşaması: Kitlesel ekonomik terör” başlıklı yazıdan bir aktarma:

“Altını çizelim: “Asayiş” sorunu söz konusu olduğu zaman suçluya (ister terörist, ister kaçakçı, ister katil, ister hırsız olsun) obüs ve havan topu kullanılmaz. Uçak hiç kullanılmaz. Çünkü bu silahlar, “suçlu olduğundan şüphelenilenin” hüküm giymeden önce “masum” olduğu ilkesine uymaz. Bu silahların tehdidiyle “suçlu” yakalanamaz, yargı önüne çıkarılamaz, “suçluya” teslim ol çağrısı yapılamaz. Bu silahları kullanmak bu durumda “yargısız infaz” olur. Suçtur.”

Şimdi de, Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’ın geçtiğimiz gece yaptığı açıklamayı okuyalım: “4 saate yaklaşan bir görüntünün varlığı daha önce söylenmişti. Harekat konusunda talimat verilmiş. Canlıya karşı öncelikle teslim olması, mukavemet karşısında etkisiz hale getirilmesi durumu var. İşaret fişekleri ve top atışlarına rağmen grubun hareketi neticesinde bombalama yapılmıştır”. (ANF)

İşte böyle...

Hükümet, hem yürüttüğü harekatın “savaş” olmadığını, hem de bombardımanı meşru göstermek için, işte böyle kendini “savundu”.

“Teslim ol” çağrısı yapmışmış...

Nasıl yaptın?

“İşaret fişekleri ve top atışlarıyla yaptık...”

Siz “işaret fişekleri ve top atışlarıyla”, “teslim ol” çağrısı yapıldığını duydunuz mu?

Duymadınız. Çünkü böyle “teslim ol” çağrısı yok. İşaret fişeğinden 12 yaşındaki çocuk, katır sırtındaki “kaçakçı” ne anlar? Üstelik bu “işaret fişeği”, “kaçakçıyla” ya da “gerillayla” “haberleşme” aracı değil. Ordu birliklerinin birbirleriyle haberleşme aracı... Top atışının “teslim ol” anlamına geldiğine ise, bütün “Topçu sınıfı subayları” şeyleriyle gülerler... Hatta mahfelde rakı içerlerken, “bizim Molla Arınç, top denince Ramazan topu sanıyor her halde” filan diyerek dalga geçerler...

“Savaş değil asayiş” teorisi işte bu zırvayla savunuldu.

Sonra?

Sonra da, 35 kişinin ölümü şöyle “meşrulaştırıldı”: “İşaret fişekleri ve top atışlarına rağmen grubun hareketi neticesinde bombalama yapılmıştır”...

Yani demek istiyor ki, “biz savaş yöntemi olarak hareket halinde olan her canlıyı yüksek teknikli ve yıkıcı güçte silahlarla yok etmiyoruz, işaret fişeği ve top atışlarıyla ‘teslim ol’ çağrısı yapıyoruz; ama canlı hareket edince bombalıyoruz”...

Suçun itirafıdır bu...

Bu olay artık yaşananın bir “savaş” olduğunu inkar etmeyi imkansız hale getirmiştir. Ortada topyekun bir savaş var ve Hükümet kuvvetleri, MİT raporunun da belirttiği gibi, “PKK’ye patlayıcı, mühimmat ve malzeme getiriyorlar” bahanesiyle, “düşmanın cephe gerisindeki sivil halka göz dağı vermek ve onu ekonomik olarak çökertmek için” “kaçakçılara” karşı katliam yapmıştır.

Ve şimdi bu katliamı, “biz işaret fişeği ve obüs toplarıyla teslim ol dedik, olmadılar, bombaladık” diyerek savunuyor.

“Araştırmacı gazeteciler”, hükümeti aklama telaşıyla ne yapacaklarını şaşırdılar. Dürüst bir gazeteci, “PKK’nin lojistik desteklerini yok etme” programının aslını faslını araştırır. Kürt orta ve küçük sermayesine saldırmak amacıyla hazırlanan yasanın muhtemel sonuçlarını inceler. Bu programın içinde, Baransu tarafından açıklanan MİT raporunda söylendiği gibi, “PKK’ye metropollerde mühimmat, patlayıcı ve malzemenin kaçakçılar vasıtasıyla sağlandığı” bahanesiyle “düşman sayılan” Botan halkını ekonomik bakımdan çökertme, böylece sınır boylarını boşaltma planı var mı yok mu, ortaya çıkarır...

Çünkü durum asıl şimdi tehlikeli hale geldi; Başbakan da hükümet de hasta, AKP halüsünasyon görüyor; molotofu silah, Baransu’yu “ana muhalefet partisi” lideri, Topçu bataryasına “ateş” emri veren işaret fişeğini ve ardından obüs bombardımanını “teslim ol çağrısı” sanıyor; 12 yaşındaki “Şahanları” bir tonluk kazan bombalarıyla yok ediyor ve bunu protesto eden Kürtleri de “insan müsveddesi” diyerek buruşturup, yok etmeye hazırlanıyor...

* Kaynak: http://www.ozgur-gundem.com

İran: Türkiye Suriye'de Hedeflediği Sonuca Ulaşamadı

Tahran - İran İslam Cumhuriyeti İslami Şura Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Siyaset Komisyonu Başkan Alaeddin Burucerdi, Suriye konusunda Türkiye’nin “uzunca bir süre bölgede istikrar sağlama yolundan saparak” hareket ettiklerini belirtti ve “ne var ki, hedefledikleri sonuca ulaşamadılar” dedi.

Mehr haber ajansına konuşan Borucerdi, İran İslami Şura Meclisi Başkanı Ali Laricani’nin Türk Meclis başkanının daveti üzerine pek yakında gerçekleşecek olan Ankara seyahatine değinerek, “İran İslam Cumhuriyeti her daim, bölgede istikrar sağlamak üzere Türkiye makamları ile fikir alışverişini ve de Türkiye ile ortak çabaları olumlu karşılamıştır” dedi.

Türkiye’nin Suriye konusundaki tavrını eleştiren Borucerdi, “Suriye’deki değişim olaylarında, Türk makamları uzunca bir süre bölgede istikrar sağlama yolundan saparak hareket ettiler; ne var ki, hedefledikleri sonuca ulaşamadılar. Suriye ile Arap Birliği arasında anlaşma imzalandı; sonuç olarak, ele alınan söz konusu politikalar bölgede Türkiye’ye yarar sağlamadı” ifadelerini kullandı.

Haber ajansına göre Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da, 04 Ocak Çarşamba günü İranlı mevkidaşı ile görüşmek üzere Tahran’a ziyarette bulunacak.

Ajans Türkiye’nin Suriye tavrına ilişkin de şu yorumda bulunuyor: “Suriye karşıtlarının üssü Türkiye’de bulunuyor. Son aylarda Türkiye, Suriye’de yaşanan değişimler karşısında sergilediği sert tutumla Suriye’nin içişlerine doğrudan müdahalede bulunmuş, Batı’nın Suriye aleyhi politikaları çizgisini takip etmiştir.”
ANF NEWS AGENCY

CHP Roboski Raporu: Kasıt Var, 13 Yaralı Yolda Öldü

35 kişinin hayatını kaybettiği Şırnak’ın Uludere ilçesinde incelemelerde bulunan CHP heyetin görüştüğü köylüler, katliamın ihmal değil, kasıtlı yapıldığını söyledi. Raporda, bombalama ardından helikopter ve ambulans gelmediği için 13 yaralının köylülerin sırtında hayatın kaybettiği belirtiliyor.

Cumhuriyet Gazetesi'nden Mahmut Lıcalı'nın haberine göre 28 Aralık’ta yaşanan katliamın ardından incelemelerde bulunan CHP heyeti, kaçakçılığın bölgedeki askeri ve idari amirlerin bilgisi dahilinde gerçekleştiği tespitini yaptıktan sonra, “Çocuklar dersten çıkıp kaçakçılığa gidiyor. Kaçağa gitmek koyun otlatmaya gitmek gibi” ifadelerini kullanıd.

İncelemeleri tamamlanan CHP heyeti, Adıyaman Milletvekili Salih Fırat, Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, Muğla Milletvekili Nurettin Demir, Ordu Milletvekili İdris Yıldız, Manisa Milletvekili Hasan Ören ve Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’den oluşuyor. Heyetin raporunun ise önümüzdeki günlerde açıklanacağı belirtiliyor.

Gazeteye göre heyette yer alan CHP’li Fırat ve Ağbaba’nın tespitleri arasında şunlar yer alıyor:,

*Kaçakçılık yapan insanlar kendi ihtiyaçları için şeker ve un alıyorlar. Mazottan ise 50 TL ile 80 TL arasında değişen miktarlarda para kazanıyorlar.

*Bölgedeki insanlar 35-40 kişilik gruplarla değil 5-6 kişilik gruplarla yanlarına aldıkları 7-8 katırla kaçakçılığa gidiyor.

*Bölgedeki vatandaşların kaçakçılık dışında başka gelir kaynağı yok. Her gün 100-150 kişi kaçakçılık yaparken sınırı geçip sonra tekrar Türkiye’ye dönüyor. Kaçakçılık yapanların çoğu öğrencilerden oluşuyor.

*Kaçakçılık askeri ve mülki idare amirlerinin bilgisinde yapılıyor. Bölge halkı özellikle son 10-15 gün içinde gidiş gelişlerin daha da rahat bırakıldığı, buna izin verildiğini ifade ediyor.

Irak tarafından araçlarla başta mazot olmak üzere diğer kaçak mallar getiriliyor. Türkiye’den gidenler ise yanlarında götürdükleri çok sayıdaki katır gibi hayvanlar aracılığıyla kaçak malı ülkeye sokuyor.

*Olayın yaşandığı gün askerlerin 4 farklı dönüş yolunu kapatması üzerine 200-250 metre aralıklarla dönen 5-6 kişilik gruplar bir arada toplandı.

*Asker ve diğer yetkililere, olayın meydana geldiği gün köylülerin saat 15.00 ile 16.00 arasında kaçakçılık yapmaya gittiği bilgisi telefon aracılığıyla verildi.

*Asker ve diğer yetkililere bilginin verilmesine karşın yolları kesildiği için bir araya toplanan kişilerin bulunduğu bölgeye aydınlatma fişeği atıldı. Bölgeye önce top atışı yapıldı, ardından uçaklar bomba yağdırdı.

*Korucu olan bir vatandaş yetkililere ulaşıp “Bombalamayı kesin benim de çocuğum orada” deyince yetkililer korucuyu “Senin çocuğunun orada ne işi var” diye azarlıyor.

*Yaklaşık bir saat süren bombalamanın ardından 13 kadar yaralı taşınarak köye getirildi. Bu sırada bölgeye helikopter veya ambulans gelmediği için bu kişiler de yaşamını yitirdi. Uçakların bombardımanından 2 kişinin daha kurtulduğu, bu kişilerin Irak tarafına kaçtığı belirtiliyor.

*Bakanların taziye ziyaretinde bulunduğu kişinin olayda hayatını kaybeden yakını yok. Köylüler bu duruma “Başbakan telefon şovu yaptı” diye tepki gösteriyor.

*Olaydan kurtulan ve tek görgü tanığı olan kişinin ifadesi önceki gün itibarıyla alınmamıştı. Savcılık çok yavaş hareket ediyor.

*Köylüler TBMM’nin bu konuyu aydınlatmasını talep ederken olayın ihmalden kaynaklanmadığını, kasıtla yapıldığını düşünüyor.

ANF NEWS AGENCY

Dört Günde 6 Kürt Askeri İntihar Eder mi?

İstanbul - Kışladaki şüpheli asker ölümlerine her gün yeniler ekleniyor. Son dört günde Hakkâri, Elazığ, Antep, Kastamonu ve Çanakkale'de 6 Kürt asker yaşamını yitirdi. Askerlerin dördünün intihar ettiği, ikisinin yanlışlıkla birbirini vurduğu iddia edildi. Aileler iddialara inanmayarak İHD ve Mazlum-Der’den hukuki yardım talebinde bulundu. Milli Savunma Bakanlığı ise son 5 yılda kışlada intihar ederek yaşamını yitiren asker sayısının 408 olduğunu açıklarken, intihar vakalarının birçoğunun bunalım iddiasıyla yaşandığını ileri sürdü.

30 Aralık günü Hakkâri’nin Yüksekova İlçesi 34’üncü Piyade Tugay Komutanlığı’nda askerliğini yapan 21 yaşındaki er Ahmet Sezgin ve ismi henüz öğrenilemeyen bir asker kurşun yarasıyla yaşamını yitirdi. Olay, ailelere ''iki askerin yanlışlıkla silah kazası sonucu birbirlerini vurduğu ''şeklinde açıklanırken, aslen Batman'lı olan Sezgin ailesi oğullarının ölümünün şüpheli olduğu gerekçesiyle İHD’den hukuki yardım talebinde bulundu.

Bir diğer kışlada ölüm haberi ise 31 Aralık’ta Kastamonu’nun İnebolu ilçesinden geldi. Jandarma Komutanlığı’nda askerlik yapan 22 yaşındaki Doğukan Kahyaoğlu’nun ''nöbet tutan arkadaşının tüfeğini alarak intihar ettiği ''iddia edildi. Malatya doğumlu olan Kahyaoğlu’nun ailesi de olayın soruşturulmasını istedi.

Yılın son günü kışlada ikinci ölüm vakası Antep Islahiye’de meydana geldi. Islahiye’de askerlik yapan Urfa’nın Siverek ilçesi nüfusuna kayıtlı Semih Çiftçi’nin de yılbaşı gecesi intihar ettiği iddia edildi. Aynı gece Elazığ Poyraz Köyü Jandarma Karakolu’nda askerlik yapan, Van Muradiye Ünseli Beldesi nüfusuna kayıtlı 19 yaşındaki Lütfü Esmer isimli askerin de nöbet esnasında bilinmeyen bir nedenle intihar ettiği ileri sürüldü. Çanakkale’nin Gelibolu İlçesi’nde kısa dönem askerlik yapan Dersimli Deniz Yurtsever’in de arkadaşından aldığı G-3 silahıyla intihar ettiği iddia edildi. Kışlada intihar ettiği ileri sürülen 6 askerin de Kürt kökenli olması ve hiçbir psikolojik sorunlarının bulunmaması ailelerinde şüpheye yol açtı.

“İNTİHAR ETTİĞİNE İNANMIYORUZ”

İntihar ettiği ileri sürülen Semih Çiftçi’nin amcasının oğlu Şehmus Çiftçi ANF’ye açıklamalarda bulunurken, intihar olayına kesinlikle inanmadıklarını söyledi. “Kuzenim Semih, son olarak yılbaşı akşamı saat 20:00’da ailesiyle konuşmuş. Askeri yetkililer ise Semih’in bu konuşmadan iki saat sonra intihar ettiğini bildirdi” diyen Şehmus Çiftçi, kuzeninin intihar edebilecek birisi olmadığını, herhangi bir sorununun bulunmadığını belirtti. Semih Çiftçi’nin son derece neşeli bir insan olduğunun altını çizen kuzen Çiftçi, “İntihar konusunda ciddi anlamda şüphelerimiz var. Otopsi raporunu istedik. Bu olayın takipçisi olacağız” şeklinde konuştu.

'BU ŞEKİLDE İNTİHAR ETMEK ÇOK MANTIKSIZ'

Bir başka asker yakını ise Deniz Yurtsever’in ablası Songül Alver. Gelibolu’da askerlik yapan kardeşinin Ocak ayı sonunda terhis olacağını söyleyen Alver, herhangi bir psikolojik sorunu bulunmayan Yurtsever’in intihar ettiğine inanmadıklarını söyledi.

İntihar vakasının kendilerine, kardeşinin nöbet yerine götürdüğü erlerden 'domuz gelebilir, domuzu vurmak için' aldığı G-3 silahı ile intihar ettiği şeklinde aktarıldığını ifade eden abla Alver, “Fakat bu açıklama bana mantıklı gelmedi. Üstelik insanın, bu silahı kalbine dayayarak intihar etmesi çok zor. Kardeşimin intihar ettiğine inanmıyorum, onunla en son Pazar günü konuştum. Neşesi oldukça yerindeydi, herhangi bir sorunu yoktu” dedi.

“YEĞENİM İNTİHAR EDECEK BİRİ DEĞİLDİ”

Elazığ merkeze bağlı Poyraz Köyü Jandarma Karakolu’nda askerlik yaparken yılbaşı gecesi intihar ettiği ileri sürülen 19 yaşındaki Vanlı Lütfü Esmer’in dayı Mehmet Güneş de ajansımıza yaptığı açıklamada, yeğeninin intihar ettiğine inanmadıklarını söyledi. Dayı Güneş, “Yeğenim, 2 aylık askerdi, Van depremi dolayısıyla 50 günlük izin kullandıktan sonra birliğine geri dönmüştü” derken, yeğeninin hiçbir sorunu bulunmadığına dikkat çekti. “Yeğenim intihar edecek kadar cahil değildir, yılbaşı gecesi 4-6 nöbetini tuttuğu esnada iddiaya göre G–3 piyade tüfeğiyle kendisini vurmuş” diyen acılı dayı, Lütfü Esmer’in intihar etmediğinden emin olduklarını, olayın takipçisi olacaklarını bildirdi.

“NİÇİN HEP KÜRT ÇOCUKLARI İNTİHAR EDİYOR?”

Askere giden Kürt çocuklarının çoğunun askerde intihar ettiği veya kazaya kurban gittiğinin açıklandığına da dikkat çeken Mehmet Güneş, “Asker ocağında hep Kürt çocukları mı intihar ediyor? Bu askerlik, nasıl bir ortamdır ki gençlerimiz hayatlarına son veriyor. Orada neler yaşanıyor ki, bu çocuklar yaşamlarına kıyıyor. Bu durum son derece düşündürücü. Tüm bu intihar ve kaza dialarının derinlemesine soruşturulması gerektiği kanaatindeyim” şeklinde konuştu.

ANF NEWS AGENCY

AKP ve Erdoğan'ı Eleştiren Ece Temelkuran'ın İşine Son Verildi

AKP hükümetinin özgür düşünceyi sindirme operasyonlarını arttırdığı bir dönemde Fatih Altaylı’nın HaberTürk’ü, hükümeti eleştirmekten çekinmeyen nadir gazeteciler arasında yer alan Ece Temelkuran’ın işine son verdi.

Ece Temelkuran, kendi Twitter hesabından, “İlk önce benden duyun isterim. Habertürk benimle de yolunu ayırdı. Bütün çalışma arkadaşlarıma başarılar dilerim” dedi. Türkiye bugün 96 tutuklu ile gazeteciler açısından dünyanın tartışmasız en büyük cezaevi durumunda.

21 Aralık tarihli yazısında “Yasaklana yasaklana… Bir gün herkes Banu Güven olacak!” diyen Ece Temelkuran, bugün son yazısında da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Uludere’ye ilişkin açıklamalarını sert eleştirmişti.

İşte o yazı:

Velev ki...

VELEV ki biz çok terörist insanlarız. Çok korkuncuz biz, çok fenayız. Aman yaklaşmayın bize ha! Mesela, öyleyiz yani. Ama çocuklar ölmüş. 19 adet.

Hatta peki tamam, onlar Kürt olmasın, dağ Türk'ü olsunlar. Dağlarda kaçakçılık yapıp dershaneye giden dağ Türk'ü çocukların karda yürürken çıkardığı seslerden gelmiş olsun etnik kökenleri. Yine de 19 adet ölü çocuk ediyor nereden baksan.

Biz çok iblis gibiyiz mesela. Şeytan nerede biz orada, öyleyiz. Sınırsız kötüyüz. Erol Taş gibiyiz, o kadar kötü yani. Diyelim ki biz hiç sevmesek Başbakan'ı, özel gıcığımız varmış meğer Başbakan'a, o yüzden ağlıyormuşuz bu çocuklara. Yani diyelim ki öyle olsun. İşimiz gücümüz bu hükümetin asabı bozulsun, canı sıkılsın, öyleymişiz biz meğerse. İler tutar yanımız yokmuş. En iyisi bütün kapılar yüzümüze kapansın. Hatta daha güzeli var: Bütün kapılar, bilhassa demir parmaklıklı olanları üzerimize kapansın, tamam öyle yapın. Yine de 19 çocuk ediyor böyle bakınca da.

Kaç tane BDP milletvekili var? Tamam hepsi tuvalete giderken telefon ediyormuş meğerse. Telefon açılmazsa hiç tuvalete gidemiyorlarmış diyelim. Bak sen şu işe! Hatta tamam, boyunlarında bizim görmediğimiz ipler olsun. Zaten kuyrukları vardı evvelden, niye tasma olmasın ki? O da olsun, peki. Selahattin Demirtaş da en belalılarıymış bu tuvalet eşkıyasının. O-ho! Çok fenaymış. Hatta şöyle diyelim, biz topyekûn, artık kim varsa bu çocukların derdine düşen, tuvalet önünde emir bekliyoruz. Sabah akşam. Yani bu kadar da berbat durumdayız. Çok sıkışmışız yani. Öyle de sayalım. Bak, yine 19 çocuk ediyor. Allah Allah?

Hiç kimse Kürt demesin! Hişşt! Sessizlik! Kapatın bakalım ağızları. Gözleri de kapatın. Kulaklar niye açıkta?! Bölücü müsün sen? Hiişşşt! Kimse konuşmasın. Konuşmayın bakayım. Hah! Tamam işte tam sessizlik. Hmmm... Ama böyle sayınca da 19. Ne yapsak acaba?

Biz mesela bugünden itibaren hiç Kürt demediğimiz gibi, sadece AKP diyelim. Dua gibi, sabah akşam. Beş rekât AKP övelim. Rehberlerimiz, onların gazetelerindeki onların köşe yazarları olsun. Hiç aklımızdan bile geçirmeyelim tek olumsuz bir düşünce. Hep tatlı tatlı temeller atalım, hep tatlı tatlı "Beraber yürüdük biz bu yollarda". Öyle tatlı tatlı insanlar olalım, pembe yanaklı, hep üzüm yiyen, üç çocuklu insanlar. Şimdi o durumda da 19 çocuk var ölü olarak.

Şöyle yapalım: Başbakan'ın konuşmasını herkes dinlesin, ama Selahattin Demirtaş'ın konuşmasını kimse dinlemesin. Zaten öyleydi, iyice öyle olsun. Bu Kürt politikacılar da zaten pek sevimsiz. Bi gıcıklar mı sanki. Sanki tam olmamış gibiler mi ne. Allah'tan binlerce insanı KCK davası sayesinde içeri attılar da bir rahat nefes aldık. Bence daha da alınsın. Kimsecikler kalmasın dışarıda. Trafik sorunu çözülür hiç değilse. Böyle olmuş meğer. Dışarıda hiç kimse kalmamış. Başbakan'ın sesi bütün şehirlerin meydanlarından çok yüksek bir ekoyla duyuluyormuş. Çünkü meğer kimse yokmuş sokakta. Ama bak yine 19 ölü çocuk var yatan orada.

Herkese aniden bir ilaç zerk edilmiş meğerse, artık kimse ölen çocuğunun peşine düşmeyecekmiş. Öyle manyak bir ülke olmuş diyelim burası. Çocuk ölüyormuş, pıt diye unutuyorlarmış ismini. Kimse hatırlamıyormuş. Mis gibi. İçişleri Bakanı her akşam çıkıyormuş mesela televizyona, komikçilik yapıyormuş. Biz hepimiz çok seviyormuşuz onu. Saygıyla eğiliyormuşuz mesela önünde. Hep onun sözleri kulağımızda, gözlerimiz yaşlanarak hep onu dinliyormuşuz. Komple kafayı yemişiz yani mesela. Ama işte mesele şu ki hâlâ 19 çocuk var mezarda.

Oradan say, buradan say. Dön yeniden, topla, çıkar. Arkadaş hep mi 19 çıkar?! Hepsi tamamen ölmüş olarak 19 çocuk var. Acaba nasıl yapsak da ölmemişler gibi yapsak?

Serdar Akinan: Gazetecilerin Cevapları Utanç Tablosu Gibiydi!

Şırnak - Uludere'ye bağlı Roboski (Ortasu) köyü yakınlarında savaş uçaklarının bombalaması sonucu aralarında çocukların da bulunduğu 35 kişinin ölümü ardından bölgeye ilk giden gazetecilerden Akşam gazetesi yazarı Serdar Akinan, yazılı ve görsel medyanın olayı ilk anından duymasına, görsel materyallerin ellerinde olmasına rağmen talimat almadan yayına girmediğini söyledi. ‘’Televizyonların haber merkezlerinde çalışan arkadaşlarımı aradım. Bana verilen cevaplar adeta utanç tablosu gibiydi’’ diyen Akinan, katliamın hükümet ile cemaat arasındaki alan çatışmasını ortaya çıkardığına dikkat çekti.

Roboski'de 35 kişinin öldürülmesi ardından olay yerine ilk giden gazetecilerden Akşam gazetesi yazarı Serdar Akinan, olayın duyulması ardından medyanın tavrı, Uludere ve Gülyazı'da yaşadıklarını, katliamın ardından yapılan açıklamaları ANF'ye değerlendirdi.

* İstanbul'dan bölgeye gelen ilk gazetecilerdensiniz. Olayı nasıl duydunuz?

- Sabah 7 gibi uyandığımda twitteri açtığımda Hasip Kaplan'ın twitlerini gördüm bu olaya ilişkin. Olayla ilgili adeta isyan eden twitlerdi bunlar. Olay ilk başlarda çok muğlaktı. Hakikaten böyle bir şey oldu mu, bu boyutta mı diye doğrulatmak için internet sitelerine baktım hiçbirinde yok. Televizyon kanallarını açtım orada da hiçbir şey yok. Başka kaynaklara baktım. Bu gibi durumlarda karşı referans olara baktığım site ANF'dir. Oradaki haberlerde olayın boyutunu fark edince bunu twitter de yazmaya başladım.

Tepki alınca bu kez televizyonların haber merkezlerinde çalışan, CNN'de, NTV'e, SKY'da çalışan arkadaşlarımı aradım. Bana verilen cevaplar adeta utanç tablosu gibiydi. Bana söylenen sabahın ilk saatlerinden itibaren gerek İHA'dan gerekse DHA'dan görüntülerin, fotoğrafların kendilerine gelmeye başladığı ancak talimat olduğu için yayınlayamadıklarını söylediler.

* Talimat kimden gelmiş?

- Haber merkezleri müthiş gergindi. Arkadaşlarımın bana verdiği bilgi, verilen talimatın resmi hükümet açıklaması olmadan haberi bu şekilde görmeyecekleri yönündeydi. O andan sonra Şırnak'a gitmeye karar verdim. Akşam'ın genel yayın yönetmenini arayarak bölgeye gideceğimi söyledim. İlk uçakla Diyarbakır'a oradan da karayolu ile Şırnak'a doğru hareket ettim.

* Öğlene doğru haber internet sitelerinde ve televizyonlarında biraz temkinli bir şekilde de olsa dönmeye başladı. Şırnak'ta nelerle karşılaştınız?

- Şırnak'a vardığım saatlerde hava kararmıştı zaten. O arada zaten Hüseyin Çelik'in açıklaması televizyonlarda verilmeye başlanmıştı. Artık fotoğraf netleşmeye başlamıştı. Televizyonlar ufak ufak artık bu haberi geçmeye başlıyordu. 35 cenaze artık teyit edilmişti. Şırnak'ta ise tam bir gerginlik hakimdi. Aracımızın önünü yüzleri maskeli bir grup çocuk kesti. Şoför onlarla görüştükten ve aracımızın plakası Diyarbakır'ın olunca geçmemize izin verdiler. 20-30 metre sonra zaten panzer yanımızdan geçti ve ufak tefek işte patlama sesleri duyulmaya başlandı. Büyük ihtimalle gaz bombası atılıyordu. Yolumuza devam edip cenazelerin bulunduğu Uludere Devlet Hastanesi'ne gittik. BDP Eş Başkanı, milletvekilleri, ölenlerin aileleri oradaydı. Otopsiler hastane morgunda sürüyordu. Çok gergin bir atmosfer vardı hastanede. Selahattin Demirtaş görgü tanıklarıyla, ailelerle, olaydan kurtulanlarla görüştüklerini anlattı.

İstanbul'dan Diyarbakır'a gelinceye kadar, gördüklerimin, duyduklarımın tamamını twitterden paylaştım. Yer olmadığı için gece Şırnak'a dönüp otelde kaldık. Sabah tekrar Uludere'ye hareket ettik. Oradan da Gülyazı köyüne geldik. Saat 11 civarı zaten cenazeler omuzlarda köye gelmeye başladı.

* Saldırıya ilişkin halen basında farklı yorumlar yapılıyor. Ölenler suçlanıyor. Cenaze töreninde provokasyon yapıldığı yazılıp çiziliyor. Siz neler gördünüz?

- Aslında olayın tanıkları, köylüler yaşadıklarını anlattılar. Bunlar tefarrufatlı bir şekilde yansıdı medyaya. Medya doğru bir şekilde okursa bence olayın nasıl geliştiği çıplak bir şekilde ortada duruyor. Bu konuda yapılan dikkate değer üç şey benzeşiyor. Birincisi olayın tanıklarının anlatımı, ikincisi Genelkurmay'ın açıklaması, üçüncüsü hükümetin açıklaması. Burada olayın yaşandığı saat, kişi sayısı ve olayın meydana geldiği yönünde kabaca bir sorun yok. Açıklamalar birbiriyle örtüşüyor.

Resmi açıklamalarda teyit ediyor zaten. Bu grubun karşı tarafa geçtiği biliniyordu. Bunda bir şüphe taşımıyorum ben. Sadece dönüş yolunda askerin o temastan sonra, 18:36'dan sonra geri çekilme kararı, çocukların, insanların orada 2-3 saat beklemesi ve ardından bombardımanın başlaması.

Benim gördüğüm kadarıyla bu yeni yapılanmadan dolayı bir iletişim sorunu yaşandı. Şunu çok iyi görmek gerekiyor. Başbakan ile çok tuhaf bir şekilde bir muhabir arasında çatışma adeta yaşandı. Karşılıklı tabiri caiz ise hakarete varan derecede sözler kullanıldı.

O muhabirin bugüne kadar habercilik portfolyosuna baktığımızda retrospektif olarak ne görüyoruz, belli bir kanadın belli kollardaki haberlerini düzenli bir şekilde veriyor olması. Adeta bir eleman şeklinde görev yaptığı görülüyor.

Mesela Başbakan daha öncede MİT'e ve Hakan Fidan'a ısrarla ve özenle sahip çıktı. Ben burada bir çatışma alanı görüyorum. Yani cemaatle hükümet arasında. Bu bir alan kavgası gibi adeta.

Benim gördüğüm kadarıyla Başbakan bu olan bitenden rahatsız. Ama son yaşananlara baktığımızda adeta bu olayı karartmak için bir bilgi kirletmesi olduğu görülüyor. Eğer soruşturma hakkıyla yapılırsa o dört saatlik Heron kayıtları, telefon kayıtları, köylülerle gençler arasındaki telefon kayıtlarının saatleri, bölgedeki askeri unsurların telsiz kayıtları bilinirse veya detaylaştırılıp ortaya çıkarılırsa kimin ne yaptığı, nasıl karar verildiği kesinlikle ortaya çıkar diye düşünüyorum.

Şu ana kadar yapılan yorumları, aslında bir güç savaşı, yani iktidarı paylaşmış olan iki gücün savaşının bir yansıması olarak tezahür ettiğini düşünüyorum. Ve bunu çok sık görmeye başladık. Bu adeta bir çatışma alanı gibi gözüküyor bana.

* Katliamın aydınlatılması yönünde iyi niyet gözlemliyor musunuz siz?

- Ben özellikle hükümet kanadında böyle bir niyetin olduğuna eminim. Çünkü onlar için de bu sürece baktığımızda bu ciddi bir yol kazası. Aslında gelinen noktada hangi açıdan bakarsak bakalım onlar için başarı diye sunulacak bir fotoğraf karesi varken bugün gelinen noktada kendi vatandaşlarını öldüren bir iktidar görüyoruz. Görünen, 'işte askeri de pasifize ettiler, bütün operasyonları MGK yönetiyor, Başbakan karar verdi ve saldırdı!' Şu an gözüken fotoğraf bu. Bundan son derece rahatsız olduklarını düşünüyorum.

İlk günlerde medyaya baktığımızda BDP'liler olaya sahiplendi. Buna karşı hükümet bakanlarını olay yerine göndererek halkın yanında olduğunu hissettirmeye çalıştı.

* Bölgeyi yakından biliyorsunuz. Kaçakçılık bölgenin gerçekliği. Kimi medya ısrarla olayı farklı boyutlara çekmeye çalışıyor. Sizin görüşünüz neler?

- Kaç gündür medyanın belli bir cenahı bence burada kasıtlı olarak bilgi kirletmesi yapıyor. Muhabirlerini bölgeye yollamadan, olan biteni bizzat görerek değil masa başında haber üreterek, istihbarat içinde odaklanmış belli yapıların öngörüsüyle nasıl haber yapıldığı bence ortada. İlk günlerde yapılan yayınlarda işte yazılıp çizildi, PKK'lilerin o kişilere kaçakçı elbisesi giydirerek bir yem attığı yönünde yayınlar yapıldı.

Hükümetin de bir cenahın bu kirletmesinden rahatsızlık duyduğun düşünüyorum. Soruşturma hakkıyla yapılırsa, hem kirletmenin kaynağı hem de gerçeğin ortaya çıkacağına inanıyorum.

Selahattin Demirtaş'ın Uludere Katliamına İlişkin Meclis Grup Toplantısı (VİDEO)

                                                                          1.BÖLÜM

                                                                        2.BÖLÜM