20 Ocak 2010 Çarşamba

"Milli Mücadele" sürecinde aldatılmış bir halk: KÜRTLER

http://www.youtube.com/watch?v=YU0sXFE2pcs

Tetikci Ağca ve...Suçluyuz


MHP tetikçisi Malatyalı Mehmet Ali Ağca ile ayı dönemin gençleriyiz. Malatya, gözü kara bir sürü MHP’li tetikçi çıkarmıştı. Bunlar, Alevi, Kürt ve solcuları gördükleri yerde indiriyorlardı. Türk kontrgerillasının, bağımsız belediye başkanı Kürt asıllı Hamit Fendoğlu’nu bombalı mektupla havaya uçurmasından sonra olaylar çığırından çıkmıştı. Olay o kadar devlet tertibiydi ki, Hamit Fendoğlu öldürülür öldürülmez faşistler Alevi ve Kürt mahallelerine doğru saldırıya geçmişti. Yıl 1977 idi. Eğer Kürt ve Alevi mahallelerinde yiğitçe bir direniş gösterilmeseydi, Maraş Katliamından daha acımasızı Malatya’da gerçekleştirilecekti.

Faşizme karşı barikat savaşını ilk kez orada yaşadım. Faşistler nasıl ki; solcu ve Kürt mahallelerine saldırmaya koşuyorduysa, Kürtler, Aleviler ve solcular da kendi mahallelerini korumaya koşuyordu. Tam bir mevzi savaşıydı. Gözü dönmüş sokak faşizminin ne demek olduğunu ta o sıralarda gördüm. 

M. Ali Ağca ve Oral Çelik gibi tetikçiler, arkalarında devlet desteği ve bellerindeki devlet silahıyla inanılmaz çoklukta cinayet işliyorlardı. Günlük cenaze kaldırırken o zamanki temel sloganımız şu olmuştu:
“Analar doğurur, faşistler öldürür!”

Ortada sağ-sol çatışması yoktu. Ortada, Kürtlerin, solcuların, Alevilerin ve emekçilerin kendilerine zulmeden devletle hesaplaşma isteği vardı. Düzen, demokrasi güçlerinin direnişlerinin karşısına beş yüz bin kişilik ordu, yüz bin kişilik polis teşkilatı ve MİT’i çıkıyordu. MHP’liler ise, bunca silahlı güce rağmen, tetikçi olarak devletin yanında yer alıyorlardı. Eşitsiz, acımasız ve kuralsız bir savaştı. Toplum, kendisine hükmeden devletle hesaplaşamıyordu. Hak isteyemiyordu. Silahlandırılmış MHP’li katiller, hak ve adalet arayanların kanını döküyordu. İşte böyle bir ortamda solcular veya PKK’liler MHP’lilere karşı kendilerini savunduklarında devlet, “sağ sol çatışması var” diyordu.

Bugün tahliye olan Mehmet Ali Ağca, 12 Eylül öncesi canı sıkıldığı zaman sokağa çıkıp Alevi ve solcu vuran kişiydi. O kadar çok cinayet işlemişlerdi ki, polis tutanaklarındaki şu ifade yıllarca gazetelerden düşmedi. İfade alanlar soruyordu: “Niye bu kadar insan öldürüyordunuz?”

Cevapları şöyleydi:
“Akşamdı, canım sıkılıyordu, çıkıp birkaç solcu vurup eve döndüm!”
Bebekten katil yetiştiren sistem, M. Ali Ağca gibi binlerce tetikçi yetiştirmişti. Ağca, 1979 yılında Milliyet Baş Yazarı Abdi İpekçi’yi öldürdü. Tutuklandı. İdam cezası aldı. Askeri cezaevine özellikle alındı ve oradan silahlı asker kıyafetiyle devlet tarafından kaçırıldı. 1981 yılında, sorunlar yaşayan sosyalist sistemin bir üyesi olan Polonya asıllı Papa’yı İtalya’da vurdu. Papa’nın Polonya üzerinde etkisi büyüktü. Abdi İpekçi cinayetinde olduğu gibi, bu suikastı da karmaşık hale getirdi Ağca. Saçma sapan ifadeler verdi. Abdi İpekçi eyleminden sonra yakalandığında, basın mensuplarına söylediği ilk sözü dünkü gibi hatırlıyorum:
“Ben ne sağcıyım ne solcu, bu eylemi bireysel olarak gerçekleştirdim,” demişti. 

Papa suikastından sonra kendisini Mesih ilan etti. Sadece MHP ve Türk devleti onu kullanmadı, uluslar arası istihbaratlar da kullandı. 12 Eylül darbesine hazırlık için ses getiren cinayetlerde en çok da CİA kullandı onu.. 

İşte bu ünlü tetikçi dün tahliye oldu. GATA’dan "Askerliğe elverişli değildir", raporu aldıktan, yani asker kardeşleri tarafından çürüğe çıkarıldıktan sonra, omuzlar üzerinde Ankara Sheraton Oteli’ne yerleştirildi. Şimdi beş yıldızlı otelden katillik anılarını pazarlayacak… 

Ağca’nın tahliye olduğuna dair haberleri okuduğumda, yeniden gençlik yıllarına gittim ve onun öldürdüğü toprak olmuş insanları düşündüm… Ne puşt bir hayat böyle! Ne adi bir devlet! Katillerin omuzlarda taşınıp, mağdurların ayak altında çiğnendiği bir ülkenin vatandaşı olmak, boyunda ağır bir zincir taşımak gibi bir şey…
Devlet tetikçisi Ağca’nın tahliyesi, Ermeni yetimi Hrant Dink’in Türk faşistleri tarafından katledilişinin üçüncü yılına denk geldi. Dink’i vuran katile, Türk devlet görevlileri bayraklı poz verdirmişlerdi. Katili yargılamaya getiren resmi cezaevi aracının plaka yerinde, faşistlerin ünlü sloganı “yas sev ya terk!” yazılıydı.
Mehmet Ali Ağca’nın omuzlarda krallar gibi beş yıldızlı otele taşınıp, basın mensuplarının ise tek kelime almak için sıraya geçtiği Türkiye resmi karşısında Ermeni yetimi Hrant Dink’e şimdi ne diyeceğiz… Bir Kürdistan yetimi olarak onun mezar olmuş yaralı varlığını nasıl ikna edeceğim!

Sevgili Hrant Dink, biz suçluyuz. Ölü yoldaşlarımızı gömüp, daha sonra düzen yanaşması solcular olduğumuz için suçluyuz. Halk çocuklarını isyana kaldırıp, onların kanlı cesetlerine basarak katillerimizle uzlaşma aradığımız için suçluyuz. Bayramlaşmak için onların ölüm taburlarının kapılarını aşındırdığımız için suçluyuz. Ufak tefek düzenlemelerle yeniden katil güruhun iktidarını kabul ettiğimiz için suçluyuz. Hem katilleri hem mağdurları idare eden numaradan aydınlara tav olduğumuz için suçluyuz… Katillerin yönetiminde el pençe divan durduğumuz için suçluyuz.
Suçluyuz işte! Bu suçlarımızdan dolayıdır ki, sokaklarımızın ve düşlerimizin ünlü tetikçiler tarafından her defasında yeniden çiğnenmesi karşısında yapabileceğimiz bir şey kalmamıştır.
Ermeni Yetimi Hrant Dink, sen ve halkının yaşadığı katliam ve tepinme trajedisinin aynısını benim halkım yaşamamak için dişlerini dudaklarına gömmüş bekliyor. En az kırk bin Kürdistan yetimi öldürmüş olanların köy, kasaba ve şehirlerimizi yeniden ele geçirecek olmalarının korkusundan kabuslu gün ve geceler geçiriyoruz.

Ermeni yetimi Hırant Dink, katillikle mücadelenin siyasetle bir ilişkisi yoktur. Aksine katillikle mücadele azmimizi en çok siyasal duruştaki yamukluklar geriletti. Katillikle mücadele bir azimdir, bir sorumluluktur, insan yaşamına ve geleceğin çocuklarına karşı düşünülmüş bir saygıdır. Yüksek bir insan bilincidir.
Cellatlarımızla yüksek bir bilinçle mücadele edemediğimiz için suçluyuz… Sokaklarımızı ve evlerimizi katil baskınlarına açık halde bıraktığımız için de suçluyuz…

Suçluyuz işte…


19 Ocak 2010 Salı