30 Temmuz 2013 Salı

Müslüman Bir Kadının Gözüyle Kandil

''Egemen ve merkez medya ile hala adil bir dil oluşması ve yüzleşebilmenin neredeyse imkansız olduğunu bilerek, bir kadın vicdanı ve kadının gözünden sahip olduğum referanslarımla, kendimce ve mümkün olduğunca barış için bir gözlem ve şahitlik yapmak istedim. Bu niyetle oğlum Muhammed Cihad ile yollara düştük. Kandil’i ve barışı yazmak için.'' 
25 Temmuz 2013 


Yüreğim Barışta Kaldı 
Hazırlayan: Hüda Kaya
40 yıla yakın süren bir savaşta çoğu genç olan 50 bin insanımız hayatından oldu.

"Tanrı Türk’ü korusun" diyerek Tanrı’yı bile kavimler, ırklar ve sınıflar üstü Türklerin babası kabul etmiştik.
Müslüman olmuştuk ama Türkler bu Tanrıdan da müjdeli ve torpilliydiler. Egemenlik kayıtsız şartsız onların hakkıydı.

Bu inançla, halklar on yılda on beş milyon olmanın heyecanını yaşarken, 1938'deki nüfus kayıtlarına göre Anadolu halkı % 50’si Müslüman olmayan halklar olduğu gösterilirken, on yıllar içinde % 50 olan halkı, % 2'lere düşüren ataların çocuklarıydık.

Kendi yerlerinde ve yurtlarında huzur, güven ve barış içinde yaşamayı hak eden insanlarımızın ziyan olan milyar dolar ile çok daha iyi şartlarda olmaları mümkün iken, bugün geldiğimiz noktada olanlar;

Evleri, yürekleri ateşe döndürülen halklar...

Tehcirler, kıyımlar...

Faili meçhuller, yargısız infazlar...

Yakılan, yıkılan binlerce köy...

Harap edilen masum doğa ve içindeki canlılar...

Talan edilen zenginlikler...

Duvarlar arasına gönderilen ya da topraklara verilen binlerce fidan...

Barışa hiç bu kadar yakın olmamıştık
Türkiye halkları olarak yıllardır yaşanılan bütün bu acılar ve bedellerden sonra 'Artık ip koptu', 'Telafisi olmayan yollara girildi' derken ilk defa barıştan bu denli umutluyuz hepimiz.
Barış tartışıldı yıllardır ve hala da tartışılıyor.
 
'Neler alındı ve neler verildi' diyerek insan olmanın, insan kalmanın pazarlıklarını yapıyor birileri. Sanki insan olmanın, insan kalmanın şartları kendi tekellerindeymiş gibi.

'Vatan' adına, 'millet' adına, hatta 'Allah' adına kavimler, ırklar, halklar, diller, mezatlara sunak yapılıyor.

Kaybolan hayatların, kanların üzerinden rant piyasaları palazlanıyor.
Kadınların doğasıdır barış
Savaşın ve acının en ağırını yaşayan, bedellerin en fazlasını ödeyen kadınlar, vicdanın ve barışın sesi olmak için seslerini yükseltmenin en onurlu mücadelesini tarihe kayıt düşüyorlar.

Barış için Buluşan Kadınlar, Barış Anneleri, Yeryüzü Anneleri, Cumartesi Anneleri,  Barış İçin Kadın Girişimi ve daha buna benzer onlarca kadın çalışmaları oluşturdu yürekli kadınlar.
Acının, kederin ve çaresizliğin derin erdemliliğine erişmiş nice kadınlar tanıdım. Bütün yürek acılarına rağmen hala ‘barış, barış’ diyebilen kadınlarımız var. Onlar insanlığımızın en büyük değerleri olmaya devam edecekler.

Henüz iki Ramazan önce 'Operasyonlar dursun, barış konuşsun' dedikleri için oğlum Muhammed Cihad da dahil olmak üzere yüzlerce, binlerce genç tutuklanıp hapsedildi. Nihayet, doğusu ve batısı ile bir bütün olarak halklar,akan kanların durması, başka hayatların yitirilmemesi için barış çok daha yürekten isteniyor, barış sesleri çok daha fazla yükseltiliyor. Barış hiç bu kadar yakınımızda olmamıştı.
Roboski gibi kırılmalara, yılların kangrenleşen acılarına rağmen Kürt halkı barıştan hiç vazgeçmedi.

İstisnaları olsa da milli, ırki veya dini statükoların gölgesinden kopamayan İslami camialar ise bu süreçte bir proje ve söz sahibi olmaktan bigane kaldılar.

Küresel ve bölgesel şartların içinde tabiri caizse, ateşin bacayı sardığı böyle bir dönemde Kürt halkının 'eşitlik ve barış' çığlıklarını görmezden gelemez ve daha fazla barışı geciktiremeyiz.

Barışın önünde her kim veya hangi taraf olursa olsun, barışa engel olmaya çalışmasının hatta gölge olmasının bile iflah olmaz sonuçlara uğratması kaçınılmazdır.

İnandığım yaratıcı olan 'Es Selam' ve İslam aynı mesaja işaret ediyordu. İslam, Selam, Selamet hepsi aynı kökten gelmekle birlikte barışa işaret ediyordu. Allah'ın bizlere sunduğu evrensel kurtuluş reçetemiz bir bütün olarak barışa girmekti.

Barış hareketinde bir izimiz, barış çorbasında bir tuzumuz olmalıydı
Tarihi bir çözüm sürecini dışarıdan seyredemezdik.

Barış hareketinde bir izimiz, barış çorbasında bir tuzumuz olmalıydı. 

Barış olacaksa, tarih yazılacaksa, birbirimizle yüzleşebilmeliydik.

Egemen ve merkez medya ile hala adil bir dil oluşması ve yüzleşebilmenin neredeyse imkansız olduğunu bilerek, bir kadın vicdanı ve kadının gözünden sahip olduğum referanslarımla, kendimce ve mümkün olduğunca barış için bir gözlem ve şahitlik yapmak istedim.

Bu niyetle oğlum Muhammed Cihad ile yollara düştük. Kandil’i ve barışı yazmak için.

Yazarı olduğum Hür Bakış internet gazetesinde etkisini ve izlerini sizlerle paylaşmak için…
Yüreğim Barışta Kaldı
Erbil (Hewler)’e Yolculuk
Diyarbakır’a yola çıktığımızda, vardığımızda gece nasıl hareket edebileceğimizi, taksi şartlarını önceden araştırdığımızdan biliyorduk.  Otobüs sabah 11.00'de kalkıyor, 12 saat sonra gece yarısı Erbil’e varıyordu.

Diyarbakır’dan sınıra taksiler 150 dolar, 350, 400 hatta 500 tl istiyorlardı. Özlem’in yönlendirdiği taksi ile havaalanından yola koyulduk.

Sabah erken saatlerde taksi ile sınırı geçtik ve taksici bizi Zaho’da taksiciler ile pazarlık yaparak en uygun olana transfer etti.
Sınırdan Erbil’e kadar gördüğümüz kadarıyla piyasanın % 90’ına Türkiye firmaları hakim durumda.  Yaklaşık on kadar kontrol noktasından geçerek Erbil’e vardık.



Erbil’de toplu taşıma yok. Her evde birkaç araba varmış. Toplu taşıt bilmiyorlarmış. Dışarıdan gelenler ve ihtiyaç hissedenler için bir midibüs türü toplu taşıma için bir araç koymuşlar ama hiç kullanan olmamış. Herhalde neden konduğunu bile anlamamışlar.
Caddelerdeki araçların hemen tamamı en lüks olanlardan. Bizde trafikte gördüğümüz araçların çoğu, burada araba mezarlığı statüsündedir herhalde.

Geldiğimiz otelin lobisindeki televizyonda Abdullah Öcalan için yapılmış Kürtçe bir klip yayınlanıyor. Varto’lu bir iş adamı ile tanışıyoruz. Tabldot yemek işi yapıyor burada.

Otelimizin yakınında bir kilise var. Mesihiler varmış buralarda. Yahudilerin çoğu çok önceleri gitmişler buradan, çok azı kalmış. Süryaniler, Keldanilar de az kalmışlar.

Erbil, Barzani yönetiminin merkezi. Süleymaniye ise Talabani’nin kontrolünde. Barzani yönetiminde olan bölgelerde, Barzanilerin dindarlığı hakim iken, diğer taraf daha sekülermiş.

Bölgenin rantını, en fazla Amerika ve Türkiye paylaşıyor diyor burada yaşayanlar.  Dudak uçuklatan, milyar dolarlık yolsuzluklardan bahsediliyor. 

250 bin dolarlık ağız sağlığı için gerekli olan makineyi, 800 bin dolar olarak göstererek parasını alıyorlar.

35 milyon dolara ihalesi verilecek olan bir üst geçit inşaatını, evraklarda 75 milyon dolar olarak gösteriyorlar. Yine bunların parası alındı ve inşaatları geç de olsa yapıldı. Bu paraları çok daha fazlasını alıp işi hiç yapmayanlar da var ve bunlar az değil. Genellikle paraları Bağdat’ta milyar dolarlık ihalelerde peşin alınıyor ve aradan yıllar geçmesine rağmen iş yerine getirilmiyor bile. Soran olursa, gümrük, bürokrasi, eleman vs. derken yıllar geçiyor. 'Hesap soracak mekanizma yok mu?' diyorum. 'Tepeden, aşağıya zaten paylaşılıyor' diyorlar.




KCK kongresi Şaşkınlığı
KCK genel kurul kongresi yeni bitmişti ve hala onun yankıları devam ediyordu. Erbil’deki yerel Kürdistan yetkilileri bile kongrenin yapılıp, açıklanmasına çok şaşırmışlar.

'Ne ara yaptınız? Nasıl haberimiz olmadı? Falanca delege ile daha dün görüştüm' diye gülerek anlatıyorlar. Halbuki kongre sırasında o delege, bir saatliğine izinle çıkıyor ve görüşmesini yapıp tekrar toplantıya geri dönüyor. 

Dağlardaki kızlar otları ve bitkileri tanımış, çeşitli yemek ve tedaviler geliştirmişler. 'Asıl mahrumiyet bölgesi herhalde şehirler...' diyorum kendi kendime.
KCK İnanç komitesi üyesi: Serhat
‘Kimsenin birbirine dayatmadan bütün inançlara saygılı olmasından’ bahsediyor Serhat.  Yapılanmanın içinden biri olarak samimi bir şekilde din ve inanç ile ilgili düşüncelerini söylüyor. Özeleştirilerinden, hedeflerinden, değerlerden bahsediyor.

‘Bir dinin siyasal alana yansımasına izin verilmezse o insanlar nasıl dertlerini anlatabilecek?Kendilerini nasıl ifade edecek? Bununla beraber hiçbir inanç ve ideoloji, bir başkasına dayatma hakkına sahip değildir. 

Sivil itaatsizlik kapsamındaki inanç eylemleri, komite kararları ile oldu. Bunu yaparken diğer inançları ezmeden, yok saymadan olması gözetilir.
Hiçbir inanç özünde, insanlara kötülük telkin etmez.
Aynı zamanda bütün inançlar da şunu söyler:
Yardım etmeyi, iyilik yapmayı, gasp etmemeyi, öldürmemeyi, adil davranmayı, barışı ve diğer evrensel doğrulara teşvik eder.
İnançların, farklılıklarından daha çok benzerlikleri vardır.   Mekanları farklıdır, ayrıntılarda farklılıkları vardır.
Allah birdir.

Allah’a ulaşmanın yolu bin birdir. 

Alemlerin Rabbi diyoruz değil mi? Buna inanan bir insan diğer inançları, insanları nasıl hor görebilir? Biçimler, farklılıklar arz edebilir.


Siyaset- Din ilişkisi
Siyasal mekanizma, tarih boyunca dini kendi egemenliğine araç olarak kullanmıştır.

Peygamber, hicretinden sonra yeni bir şehirde Medine mukavelesini yaptı ve ‘Herkes kendi inanç grubunda, kendi inancını yaşamalı’ dedi.

Medine yönetiminde ise ‘Madem hepimiz burada yaşıyoruz, birlikte yönetmeliyiz’ şiarı hakimdi. İslam’ı yükselten bu anlayış olmuştur.
Bugüne gelince, bırakalım diğer dinleri, İslam’ın içinde, Şii- Sünni diye birbirlerine tahammül edemez duruma gelebildiler.

Allah bağışlayıcıdır. En günahkar insanı bile bağışlayabilir. Allah insana kolaylıklar vermiştir. Yolcuysan seferisin, orucunu kazaya bırakabiliyorsun. Ayakta ibadet edemeyen oturarak, oturarak yapamayan yatarak hatta gözleri ile ifa edebiliyor.‘

Ali Şeriati’nin din yorumlarının dikkatlerini çektiğini belirtiyor.
‘Biz dini mevzularda araştırmalar yapmak ve daha da derinleşmek istiyoruz, özüne ulaşmak istiyoruz’ diyor. Bunu daha sonraları pek çok görüşmemizde de defalarca ifade ettiler.


Alevilik de İslam’dandır.
Alevilik,  İslam ile bağlantılıdır. İdeolojik olarak din ile bağını koparanlar, Aleviliği, İslam’dan kopuk olarak kabul ettirmeye çalışıyorlar.

Hz. Ali, Ehlibeyt ve 12 İmam ile başlayan değerler hepimizin ortak olduğu değerlerdir.

İnancın özü iyi kavranırsa, inanç problemleri daha iyi halledilebilir.

İnançlar arasında, barış ve kardeşlik köprüsünü oluşturabilmemiz için İslam’ın konumu çok önemlidir. Bu konularda dinin önemini biliyorum fakat çok iyi araştıramadım ve buna oldukça ihtiyaç hissetmekteyiz.

Hz. Peygamberden sonra, inancın özünden hızla uzaklaşılmış ve bugüne kadar böyle devamedegelmiş.
İslam’ın özünü muhafaza etmek gerekiyor.
Nedir özü?
Adalettir, barıştır, kardeşliktir. Başkasının hakkına tecavüz etmemektir.

Her bakımdan gerçekten bunları araştırmak ve bilmek istiyoruz. Bu meselelerin aslı, özü nedir, bilmek istiyoruz. 'Egemenlerin İslam'ı yaygınlaşıyor. Bunu yaparken, 'Biz de aynısını mı yapıyoruz?' diyoruz. Bunun için bu dili iyi anlamak ve anlatmak, buna hizmet etmek istiyoruz.

Peygamber nasıl yaşadığını, neden savaştığını, neler yaptığını en doğru şekilde insanlara anlatabilirsek, bunları görürler ve ona göre tercih edebilir ve ona göre kabul edebilirler. Bunları örgütlü ve planlı yapmak istiyoruz.

Sivil Cuma’lar gelişti ama tabi yetersizdi. O bir adımdı. Belki biraz daha ilerletilebilirdi.

Kardeşim sen camileri siyasi bir partinin ofisine çevirmişsin. Hutbeler merkezden, oradan yazılıyor. Devlete bağlamışsın imamları. Halbuki imamlar, ilim adamları sadece Allah’a bağlı ve bağımsız olmalıdırlar.

Hanifler ile ilgili Cihad’a sorular yöneltiyor. ‘Hanifler, ciddi bir harekettir’ diyor.


''Kandil yollarında ‘Ben barış, hoşgörü derim. Yeni bir dünya özlerim’ sözleri yolculuğumuzun anlam ve manasını daha bir derinden hissettiriyor bize.''
26 Temmuz 2013 


Yüreğim Barışta Kaldı

Kandil’de Neler Göreceğiz?
Hazırlayan: Hüda Kaya
 
40 yıla yakın süren bir savaşta çoğu genç olan 50 bin insanımız hayatından oldu.
 
"Tanrı Türk’ü korusun" diyerek Tanrı’yı bile kavimler, ırklar ve sınıflar üstü Türklerin babası kabul etmiştik.
 
Müslüman olmuştuk ama Türkler bu Tanrıdan da müjdeli ve torpilliydiler. Egemenlik kayıtsız şartsız onların hakkıydı.
 
Bu inançla, halklar on yılda on beş milyon olmanın heyecanını yaşarken, 1938'deki nüfus kayıtlarına göre Anadolu halkı % 50’si Müslüman olmayan halklar olduğu gösterilirken, on yıllar içinde %
 
50 olan halkı, % 2'lere düşüren ataların çocuklarıydık.
 
Kendi yerlerinde ve yurtlarında huzur, güven ve barış içinde yaşamayı hak eden insanlarımızın ziyan olan milyar dolar ile çok daha iyi şartlarda olmaları mümkün iken, bugün geldiğimiz noktada olanlar;
 
Evleri, yürekleri ateşe döndürülen halklar...
 
Tehcirler, kıyımlar...
 
Faili meçhuller, yargısız infazlar...
 
Yakılan, yıkılan binlerce köy...
 
Harap edilen masum doğa ve içindeki canlılar...
 
Talan edilen zenginlikler...
 
Duvarlar arasına gönderilen ya da topraklara verilen binlerce fidan...
 
 
Tarihi bir çözüm sürecini dışarıdan seyredemezdik.
 
Barış hareketinde bir izimiz, barış çorbasında bir tuzumuz olmalıydı.
 
Barış olacaksa, tarih yazılacaksa, birbirimizle yüzleşebilmeliydik.
 
Egemen ve merkez medya ile hala adil bir dil oluşması ve yüzleşebilmenin neredeyse imkansız olduğunu bilerek, bir kadın vicdanı ve kadının gözünden sahip olduğum referanslarımla, kendimce ve mümkün olduğunca barış için bir gözlem ve şahitlik yapmak istedim.
 
Bu niyetle oğlum Muhammed Cihad ile yollara düştük. Kandil’i ve barışı yazmak için.
 
Yazarı olduğum Hür Bakış internet gazetesinde etkisini ve izlerini sizlerle paylaşmak için…
 
 
***
12.50'de otelden siyah bir araba ile ayrıldık. Telefonlar ve bilgisayarlarımızı aşağıda bırakıp, sadece fotoğraf makinelerimizi yanımıza aldık. Cihad, yanındaki profesyonel makineyi sırt çantasının içinde kamufle etti.
Medya Savunma Alanı noktasına varana kadar Barzani ve Talabani peşmergelerinin kontrol noktalarından geçeceğimizden, gazeteciler için sorun olduğunu söylediler. Dolayısıyla sorduklarında vereceğim cevap ‘Dağda olan yeğenimi görmeye gidiyoruz’ olacaktı. Adı ‘Soreş’. 'Malatyalı asimile olmuş Kürtleriz, bu yüzden Kürtçe konuşamıyoruz'.
Araçta kadın olarak tek ben vardım ve şoförün yanında oturuyordum. Arkada Cihad ile beraber şoförümüzün oğlu ve bir yolcu daha vardı. FamilyMall’un önünden geçtik. Şu sıralar Erbil’in en gözde mekânlarından biri. Genelde Erbil’de hiç olmayan trafik, burada iftar sonrası felç oluyor. Ziraat Bankası ve Bank Asya şubelerini görüyoruz.
Sonradan yolda inecek olan KCK inanç komitesi üyesi olan Serhat de araçta bizimleydi.
Dohok’tan çıktık, Kesnezan’dan geçtik. Şoförümüz Mehmet Abi, Mahmur kampında ailesi ile mülteci olarak yaşıyor. Türkiye’den 92’de çıkmışlar, daha doğru su çıkmak zorunda bırakılmışlar.
‘Silopi’den gelirken iki küçük kızım vardı. Birini abimin oğluna verdim, öteki kızım Berivan da dağda’ diyor Mehmet Abi. Mahmur’a gelinceye kadar epey dolaşmak zorunda kalmışlar ve çok sıkıntı yaşamışlar. Arabada bizimle bulunan oğlu Agit ise Üniversitede İngiliz dilinde okuyor. 
Erbil büyük bir düzlük üzerinde. Hiç tepe ve dağ yok. Erbil dışına çıktıkça görme önümüzde sıradağları görmeye başlıyoruz. Mehmet Abi dağ sırasının en sol tarafını gösteriyor; bomboş, yeşilliksiz ve tek bir yerleşim bile yok. Zor fark edilen bir tepede bir binayı işaret ederek, ‘Barzani’nin sarayı, kalesi’ diyor. ‘Amed’liyim’ diyen yolcu ‘Oraya helikopterle mi iniyor?’ diye soruyor. ‘Yok yok, yol var’ diyor şoförümüz.
Orta yaşlardaki Amed’li yolcunun kardeşi yedi yıl önce 16 yaşında iken dağa çıkmış. ‘Şimdi 22 yaşında’ diyor. Burada olduğunu televizyonda görmüşler. Heyecanla ‘Kardeşimi görmeye geldim, haberi yok’ diyor. Hediyeler almış; iki bıçak, Amed çerezleri ve birkaç şey daha...
Sefin dağını geçiyoruz. Kandil’e ‘Ranya tarafından gideceğiz’ diyor Mehmet Abi hoşnutsuzlukla. Genellikle Barzani peşmergeleri ile uğraşmaktansa, diğer taraftan geçmek evladır diye düşünüyorlar.

Yeni bir dünya düşlerim
Arabada çalmaya devam eden müziği fark ediyorum. Ferhat Tunç’un ‘Ölüm Gelirse’ şarkısı. Kandil yollarında ‘Ben barış, hoş görü derim. Yeni bir dünya özlerim’ sözleri yolculuğumuzun anlam ve manasını daha bir derinden hissettiriyor bize.
‘Fermanımı dünden yazmışlar
Yarınlarım korksun diye
Ben özgürlük, birlik derim
Yeni bir dünya özlerim
Hoş gelir ölüm gelirse.
Vicdanımı kazımışım
Yüreğimin kıblesini
Ben aşk ile sevda derim
Yeni bir dünya düşlerim
Hoş gelir ölüm gelirse.
Fermanıma isyan gerek
Kardeş kanı bitsin diye
Ben barış, hoşgörü derim
Yeni bir dünya düşlerim
Hoş gelir ölüm gelirse.
 

Sıra dağları geçiyoruz. Biraz daha yeşilleniyor. Çarkurna’dan  çıkıyoruz.
Yolun kenarında uzun araba kuyruğu görüyoruz. ‘Benzin kuyruğu’ diyorlar. 'Nasıl yani?' diyorum. Hükümetin verdiği ucuz benzin kuyruğu sırasıymış. 500' e veriyormuş, dışarıda 1000 lira olduğundan gelip buradan alıyorlarmış.
Bu çevreler komple şantiyelerle dolu. Daha doğrusu Erbil ve etrafı hep böyle, 'şantiye şehir' diyebiliriz. Burada ise baraj yapımı var. Kaladız yoluna giriyoruz. Ranya solumuzda kaldı. Yol şimdi alabildiğine uzuyor. Anadolu yolları gibi. Buğday tarlaları var.
Ufukta yeni bir sıra dağlar görünüyor. Dimdik, kaleler gibi ve çorak. Bir kontrol noktasından daha geçiyoruz. Sedudokan barajı üzerinden geçer geçmez önümüzde belli belirsiz heybetli dağ silüetleri beliriyor. Şoförümüz ‘İşte bu Kandil’dir’ diyor.
Son iki noktadır (YNK) Talabani güçlerinin kontrol noktalarından geçiyoruz. Önceki noktalarındaki görevlilerde saç ve sakal serbest görünüyordu ama YNK görevlileri traşlı.
Sağdaki dağ Mamon dağı ve ötesi Zele kampı. Çok uzak zirvelerde kar görünüyor.
Medya Savunma Alanı
‘Medya Savunma Alanı’ adını, tarihteki kadim Kürtler olan ‘Med İmparatorluğu’ndan alıyor.
Dağlara yaklaşmaktayız.  Mehmet Abi karlı zirveleri gösterip ‘Ötesi İran’ diyor. ‘İşte bu dağların hepsi bizimdir, hepsi bizim kontrolümüzde.  Ne Irak’ın gücü yeter, Ne Türkiye'nin, Ne İran’ın, ne de Amerika’nın' diyor ve son kontrol noktasını işaret ediyor. 'Burayı da geçince artık gerillanın kontrolündeki bölgeye girmiş olacağız.  Her kontrol noktasına yaklaşırken hatırlattığı gibi yine elimdeki kalemi ve defteri gösteriyor, hemen çantama bırakıyorum. Arabada kadın olduğundan olsa gerek beklediğimizden daha kolay geçiyoruz bütün noktalardan.
Tampon bölgedeyiz nihayet. Buraya ‘Devlet olmayan topraklar’ diyorlar.  Artık yazmakta zorlanıyorum. Dağ virajları arttı ve çok süratli gidiyoruz. Aşağılarda köpüre köpüre akan bir dere var.

Kortek virajını çıkıyoruz. Bir tepenin zirvesinde bayrak görünüyor.
İlk gerilla kontrol noktasındayız. ‘Asayiş noktası’ diyorlar buraya. Şoförümüzle Kürtçe konuştuktan sonra bize dönerek ‘Hoş gediniz’ diyor gördüğümüz ilk gerilla.
Yukarı doğru virajları çıkarken 2010 yılında Türkiye uçakları tarafından nokta atışı ile kendi arabalarında çocukları ile beraber vurularak yok edilen bir ailenin, saldırıya uğradıkları yerde bir anıt yapılmış. Resimleri var hepsinin.
Kızgın güneşin altında arabamızla dağ yolunu çıkarken, yol kenarında yürüyen gerilla kıyafetli silahlı iki kişinin, yaklaşınca kadın olduğunu görüyoruz. Şoförümüz onlarla konuşuyor ve arabamıza alıyoruz.
Biri ‘Adar’ 30 yaşlarında Suriye kürdü. Diğeri ‘Tolhildan’, ismi 'intikam'dan geliyor. 29 yaşında olduğunu öğrenince ‘Hiç göstermiyorsun, 19 gibisin’ diyorum. Durgun ve gülümserken bile derin bir hüzün var yüzünde. 1993 yılında gelmiş buralara.
-Nereden?
-Uludere’den.
Adar ‘Her dilden insan var burada’ deyince ‘Hangi dillerden var?’ diyorum.  ‘Nasıl sayayım ki, çok var’ diyor.
Ufak, tek katlı, önünde bayrak olan şirin bir binanın yakınında vedalaşarak iniyorlar. Hastane olduğunu anlıyoruz.  Saçları örgülü ve arkadan toplanmış, puşilerini başlarına, Diyarbakır’da bir esnafın, torunum Aksanur’un başına sardığı gibi dolayarak uzaklaşıyorlar.
Sonra yine orta yaşlarda bir erkek gerillayı aldık aracımıza. ‘Hoş geldiniz’ diyor O da.
Bugün hava sıcaklığı 35- 40 derece arası varmış, normalde 45'e kadar çıkıyormuş.
Kandil sadece bir dağın adı değil, Türkiye, İran ve Irak üçgeninde bulunan içinde köylülerin yaşadığı, dağlar arasında yüzlerce köyün bulunduğu büyük bir mıntıkanın adı.
Hastaneden geri dönüyoruz. Tolhildan ve Adar’ın indiği yerin Medya Savunma Sahalarındaki köylülerce çok sevilen gerilla Alman Doktor Medya’nın hastanesi olduğunu öğreniyoruz. 
Bir erkek gerilla biniyor yeniden.
Adı Zafer. Hakkari’den. 15 yıldır bu dağlarda.


Bir ufak köy evinin önünde iniyoruz. Önünde bayrak var. Resmi bir yer olduğu anlaşılıyor. Bahçenin arka taraflarında oturanlar göze çarpıyor.
Zafer, ‘Nerede oturmak istersiniz, içeride mi dışarıda mı istersiniz?’diye soruyor. ‘Sizin için nasıl uygunsa öyle oturalım’ diyoruz. ‘Siz nasıl istersiniz?’ diyor tekrar ve dışarıda oturanlara bir göz attıktan sonra içeriye doğru ‘O halde buyurun’ diyor.


Girişin iki tarafında, turuncu ve yeşil renkleri iyice solmuş eski birer kanepe var. Sonunda ise birinin kapısı açık iki oda görünüyor. Duvarda Öcalan tablosu var. Yanında ise, Paris’te öldürülen ve adları efsaneleşen üç Kürt kadının PKK bayrağı önünde resimleri var.
Sakine Cansız Kürt kadın hareketinde efsaneleşen lider bir kadın…
Ayrı bir çerçevede sarı yeşil renkler üzerinde kırmızı lale var. Bu amblem PKK’nın Irak Kürdistan yapılanması olan PÇDK: Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi’ne ait.
Üzerinde gömlek ve pantolon olan sivil genç bir kız katıldı aramıza.
Zerrin, Bingöllü. Trakya'da hemşirelik okumuş. ‘1996 da harekete katıldım’ diyor. Şehir ve dağ kadrolarında bulunmuş. Ümraniye’de hapis yatmış.
‘Heronlar için sivil giyindim bugün, normalde böyle değiliz’ diyor. Köy içine geldiklerinde, ‘Köylülerin güvenliğini riske atmak istemiyoruz’ diyor. ‘Heronlar bunu fark edebiliyor mu?’ diye soruyorum, ‘Evet. Asker mi sivil mi fark ediliyor’ diyor. Genelde her gün geliyormuş heronlar ama o gün gelmemiş.
Müsaade isteyip üzerimi değişiyorum. Zerrin’de geliyor odaya ve kendimizi tanıtıp geliş amacımızı anlatıyorum.  Bizi karşılayıp yerleştirmekten ve kadın hareketi iletişiminden o sorumlu.
Oruçlu olup olmadığımızı soruyorlar. ‘Seferiyiz’ diyoruz, çay getiriyorlar.


‘Dinlenin biraz ve bir şeyler atıştırın.' diyor gerilla.


''Namazımı kılmak istiyorum. Arka salonda el yapımı geleneksel seccadeyi serip hazırlamışlar bizim için. Namazımı kılarken ve ardından, gözyaşlarıma engel olmadan dualar gönderiyorum.''
27 Temmuz 2013 


                                                              Yüreğim Barışta Kaldı
 
Köylüler, gerillaya nasıl bakıyor?
 
Hazırlayan: Hüda Kaya
 
40 yıla yakın süren bir savaşta çoğu genç olan 50 bin insanımız hayatından oldu.
 
"Tanrı Türk’ü korusun" diyerek Tanrı’yı bile kavimler, ırklar ve sınıflar üstü Türklerin babası kabul etmiştik.
 
Müslüman olmuştuk ama Türkler bu Tanrıdan da müjdeli ve torpilliydiler. Egemenlik kayıtsız şartsız onların hakkıydı.
 
Bu inançla, halklar on yılda on beş milyon olmanın heyecanını yaşarken, 1938'deki nüfus kayıtlarına göre Anadolu halkı % 50’si Müslüman olmayan halklar olduğu gösterilirken, on yıllar içinde %50 olan halkı, % 2'lere düşüren ataların çocuklarıydık.
 
Kendi yerlerinde ve yurtlarında huzur, güven ve barış içinde yaşamayı hak eden insanlarımızın ziyan olan milyar dolar ile çok daha iyi şartlarda olmaları mümkün iken, bugün geldiğimiz noktada olanlar;
 
Evleri, yürekleri ateşe döndürülen halklar...
 
Tehcirler, kıyımlar...
 
Faili meçhuller, yargısız infazlar...
 
Yakılan, yıkılan binlerce köy...
 
Harap edilen masum doğa ve içindeki canlılar...
 
Talan edilen zenginlikler...
 
Duvarlar arasına gönderilen ya da topraklara verilen binlerce fidan...
 
 
Tarihi bir çözüm sürecini dışarıdan seyredemezdik.
 
Barış hareketinde bir izimiz, barış çorbasında bir tuzumuz olmalıydı.
 
Barış olacaksa, tarih yazılacaksa, birbirimizle yüzleşebilmeliydik.
 
Egemen ve merkez medya ile hala adil bir dil oluşması ve yüzleşebilmenin neredeyse imkansız olduğunu bilerek, bir kadın vicdanı ve kadının gözünden sahip olduğum referanslarımla, kendimce ve mümkün olduğunca barış için bir gözlem ve şahitlik yapmak istedim.
 
Bu niyetle oğlum Muhammed Cihad ile yollara düştük. Kandil’i ve barışı yazmak için.
 
Yazarı olduğum Hür Bakış internet gazetesinde etkisini ve izlerini sizlerle paylaşmak için…
 
Köy yolundayız. Garzan da katıldı bize. Zerrin yolun kenarında bir enkaz kalıntısını göstererek, ‘Bizimle hiç ilgisi olmayan, sivil gariban bir köylünün bakkalı vardı burada.
 
Çocuklarının ekmek parasını çıkarmaya çalışıyordu. Belki bizden (gerillalardan) bisküvit alan olmuştur. Tam dokuz roketle vurdular. O briketleri görecektiniz. Her biri tuz buz olmuştu’ diyor.
İçinde birilerinin olup olmadığını sorunca, ‘Hayır gece vuruldu’ diyor ve tekrar soruyorum;
‘Köylüler buranın yerli halkı. Sizin burada oluşunuzdan bir rahatsızlık duymuyorlar mı? Size bir tepki göstermiyorlar mı? Aranızda muhalefet olmuyor mu?’
Zerrin, ‘Tam aksine. Türkiye, köylüler bunu yapsın diye sivil köylüleri çok vurdu. Hatta alttan alta haber yaydılar. Kimyasal bomba atacağız, teröristlerden uzaklaşın dediler. Köylüler bizi terk etmedi, yalnız bırakmadı. ‘Son bir ağacımız, son bir çocuğumuz da ölse, onları yalnız bırakmayacağız’ dediler. Yerli halk ile çok güzel ilişkilerimiz var.  2010'da ailece arabalarında öldürülen köylülerin vurulma sebebi de bundandı’  diyor.
 
 
Demir bir bahçe kapısının önünde inip geniş bir bahçe içinde olan bir eve geldik. 
 
Ev sahibimiz yaşlı olan bölgenin ileri gelenlerinden (Sünni) Şeyh Muhammed, eşi, oğlu Hiva ve gelini evdeler. Hiva erkek, Hevi kadın ismi imiş.  Soranice konuşuyorlar. Salon gayet geniş ve duvarında ise çok güzel, fayans işinden kadın portresi var. Büyük bir plazma televizyon ve perdeleri ile özel bir misafir kabul salonu şeklinde döşenmiş.
 
 
Zerrin evin yaşlı annesine ‘Daye’ diye sesleniyor. Kadın çok doğal, sevgi ve şefkat ile Zerrin’e bir şeyler söylüyor; ‘İki haftadır görünmüyorsun, neredesin? İyi misin?’ 
 
Şeyh Muhammed salonda kendi köşesinde oturuyor. 
 
‘Gerillanın misafiri bizim misafirimizdir. Burası sizin eviniz. Rahatınıza bakın, yoksa üzülürüz’ diyor ve ekliyor; ‘Arkadaşların bize hiçbir kötülüğü olmadı, 2001'den bu yana buraya yerleşti arkadaşlar, o günden bu yana yüreğimizdedirler.’  
 
KDP, Türk devletinin baskısı ile ‘Napalm bombası atılacak’ diyor. Köylülerin bölgeyi boşaltması için toplu konutlar yapılıyor ama halk kesinlikle kabul etmiyor. 
‘Buralarda evde erkeği olmayan eve girilmez normalde. Ya da evde erkek varsa, evin adamı asla bırakıp çıkmaz. Ama biz evde iken kendi ailesi, oğlu, kızı gibi çok rahat çıkıp giderler’ diyor Garzan.  
 
Kandil’de ilk namaz
 
Namazımı kılmak istiyorum. Arka salonda el yapımı geleneksel seccadeyi serip hazırlamışlar bizim için. 
 
Namazımı kılarken ve ardından, gözyaşlarıma engel olmadan dualar gönderiyorum. 
 
Sınırları olmayan yüreklerde gerçek bir özgürlük için, eşitlik, adalet ve onurlu bir yaşamın, resmi sınırların ötesinde ve berisinde bulunan bütün halklar için,yaşanılası günlerin yakın olması için, 
barışa susayan, evlatlarına ve sevdiklerine hasret analar ve bütün kadınlar için, 
topraklarından koparılan masumlar için, 
yuvalarını değil, dağları mesken tutan bütün coğrafyaların gençleri için, 
sadece barış, eşitlik ve adalet için… 
 
 
Kandil’de ilk iftar
 
Muhammed Cihad ile bahçedeyiz. Tavuklar, civcivler, horoz ve kazlar akşamın telaşını yaşarcasına yuvalarına girmeden önceki son koşturmalarını yapıyorlar.
 
Dağların zirvelerinde günbatımını izlemenin dinginliği var üzerimizde.
 
Hemen önümüzde kale duvarları gibi yükselen tepelerin gerisinde batan güneşin kızıllığını takip ediyor gözlerimiz.
 
Mutfaktan sesler geliyor. Bahçe sessizleşti iyice. Kümeslerin kapıları kapandı. 
 
Ezanlar okunmaya başlandı. En az iki camiden geliyor olmalıydı...
 
Mutfaktan bize seslenmelerini bekliyoruz ama dakikalar geçiyor. İftar vaktinde bizdeki sofra başı heyecanını bekliyorduk. 'Neden acaba bu gecikme?' diyorum Cihad’a. Güneşin batışı inanılmaz güzel. Tam bir sessizlik var artık.
 
Ezanın ardından köy camisinin hoparlörleri hala açık ve cemaatin namaza başlama sesleri geliyor. 
 
Şeyh Muhammed’in namaza gittiğini anlıyoruz. Köylüler iftardan önce namazlarını kılıyor sonra iftara oturuyorlardı.
 
İftardan sonra salona geçiyoruz. Zerrin ve Garzan da geldi. Çay içerken konuşuyoruz. Şeyh Muhammed teravihe hazırlanıyor. 
 
‘Bizde gidebilir miyiz? Burada Ramazan ve cemaat ortamı nasıl görmüş oluruz’ diyorum. Garzan, Şeyh Muhammed’e tercüme ediyor ama cevap olumsuz. ‘Hiç kadın yok. Yer de müsait değil’ diyor.
 
Garzan anlatmaya çalışıyor ama durduruyorum. ‘Gerek yok, şartlarını zorlamayalım’ diyorum.  
 
Biz konuşmaya dalmışken Şeyh Muhammed’in çıktığını fark etmedik bile…
 
 
 
Alman gerilla Doktor Medya, bir efsane olmuş
 
 
Sabahın erken saatlerinde Cihad ile biraz bahçenin havasını teneffüs ettikten sonra kaldığımız evin hemen yakınında olan Kandil Belediyesini ziyaret edelim dedik.
 
Saat 07.00 ye geliyordu.  Mesai başlamıştı. Belediye kapısından girince sağ tarafta toplantı salonu göze çarpıyordu. Sahnenin gerisinde büyük bir Öcalan çerçevesi asılı.
 
Oradan çıkıyoruz köyün diğer tarafında gelirken gördüğümüz hastaneye doktor Medya’yı görmeye gidiyoruz.
 
Sabahın henüz 07.30 u ama sırada hastalar var. Kapıda görevli sivil kızlar ‘hoş geldiniz’ diyerek karşılıyor.
 
Doktor Medya ile görüşmek istediğimiz söylüyoruz. ‘Hasta çıksın haber verelim’ diyorlar.
 
Türkiye’ye turist olarak gidip gelirken Kürt halkının yaşadıklarından etkilenmiş. ‘daha önceden Kürtlere uygulanan vahşet ve halkının sıkıntılar yaşadıklarını duyuyordum. Merak ediyordum. Bir ziyaretimde gidip görünce şahit olduğum manzaralar ile duyduklarımın çok az bile kaldığını gördüm’ diyor.
 
92’de Dargeçit olaylarını yaşamış. ‘Diyarbakır’da hastanelere yaralı getirilen kız erkek çocuklar vardı fakat askerler el sürdürmüyorlardı. ‘Teröristlerin çocukları’ diyorlardı.  
 
Saldırılar, faili meçhuller, çok şeyler yaşamışlar ama umutlarını kaybetmeyen bir halk gördüm. Umutları için hayatlarını ortaya koyuyorlardı.
 
Türk ve Alman solcular çok şeyler söylüyorlar ama pratikte yoklardı. Bu halk böyle değildi.’
 
Ailesi ile sadece telefonda görüşüyor. ‘Tam 20 yıl bir ay oldu, buradayım’ diyor ve ekliyor ‘ Ortadoğu’da Selamun Aleykum diyorlar.  Ne demektir? Barış istemek değil mi?’
 
‘Allahu Ekber, sizin dediğiniz bu ‘Selamun Aleykum’un manasını keşke Müslümanlarda da anlayabilseydi’ diyorum...
'‘Milyonlarca kürt çocuğumuz yıllardır her sabah ‘Türküm, doğruyum’ diyor. Hadi bu da olsun. Kendini türk hissediyorsa, hissetsin. Ama ‘varlığım türk varlığına armağan olsun’ dedirtiyorsun. Bütün varlığını türklüğe adatıyorsun ve bu yetmiyor, ardından da bundan mutlu olmasını istiyorsun.’'
28 Temmuz 2013 


                                                          Yüreğim Barışta Kaldı 
 
Hazırlayan: Hüda Kaya
 
 
Tarihi bir çözüm sürecini dışarıdan seyredemezdik.
 
Barış hareketinde bir izimiz, barış çorbasında bir tuzumuz olmalıydı.
 
Barış olacaksa, tarih yazılacaksa, birbirimizle yüzleşebilmeliydik.
 
Egemen ve merkez medya ile hala adil bir dil oluşması ve yüzleşebilmenin neredeyse imkansız olduğunu bilerek, bir kadın vicdanı ve kadının gözünden sahip olduğum referanslarımla, kendimce ve mümkün olduğunca barış için bir gözlem ve şahitlik yapmak istedim.
 
Bu niyetle oğlum Muhammed Cihad ile yollara düştük. Kandil’i ve barışı yazmak için.
 
Yazarı olduğum Hür Bakış internet gazetesinde etkisini ve izlerini sizlerle paylaşmak için…
 

Alman Doktor Medya


‘Herkes özgür, katılımcı ve inandığı gibi yaşasa, bu durum Türkiye’ye güç katar’
Doktor Medya, dağlardaki yaşamından gayet mutlu, gülüyor, anlatıyor.  Hastaları ile bir dünya kurmuş kendine.
Abdullah Öcalan’a inancını belirtiyor. ‘ Doğunun, barış projesi olan tek kişisinin de, huzurlu ve özgür bir yaşama hakkı var. Bana sorsalar bir Nobel barış ödülü de ona verilmeli ’diyor.
‘Senden başka Alman gerilla var mı? diyoruz. ‘İki tane Alman şehit var. Bir Alman kız da Türkiye’de hapiste, 8 yıl hapsi isteniyor. İsveç, Finlandiya, Yunan, Hollanda, Gürcistan’dan ve Araplardan gerillalar da var’
‘Dönmeyi düşünüyor musunuz?’ Gülüyor.
‘Özgürlüğü bulmuşken’ diyor ‘ancak bu özgürlüğü oraya taşımak için olabilir’
Batının yaşam tarzına ve Kapitalizme eleştiriler getiriyor. ‘Burada araba kullanıyorum ama benim değil, computer kullanıyorum ama benim değil’ 
Cihad ‘ Sen katıldığında, daha Sosyalist ve ideolojik yapısı vardı örgütün. Şimdi ise daha özgürlükçü ve katılımcı bir yapıya evrildi. Sizce bu süreç olumlu mu?’ diye soruyor.  ‘Çok olumlu’ diyor. ‘Sosyalist yapıda, bir sınıfa yönelik ve dar kalıyorsun. Şimdi ise daha geniş katılımlı. Herkes için böyle daha iyi oldu’ diye cevap veriyor Doktor Medya. Türkçe, Kürtçe, Soranice ve halkın kullandığı lehçeleri çok iyi öğrenmiş.

‘Türkiye’de çok farklı etnik yapılar var. Bu büyük bir zenginlik, fakat bu yapıları, farklılıkları inkar ederek değil, yaşatarak, Türkiye büyük bir güç olabilir.

Herkes özgür, katılımcı ve inandığı gibi yaşasa, bu durum Türkiye’ye güç katar’

‘Ekolojik pratik var mı? diye soruyor Cihad.
Karşı yamaçları göstererek ‘Tabi ben buraya geldiğimde hiç ağaç yoktu. Yeşillendirildi. Köylüler ağaçları kesip satıyorlardı. Şimdi ise sadece ihtiyaçlarını karşılıyorlar ama satmıyorlar.


Keklik, balık av yasakları düzenlendi.
Herkes önceden çöpü her yere atıyorlardı. Şimdi toplanıyor ve atılmıyor.
Halkı bilinçlendirme eğitimleri yapıyoruz. Sağlık hizmetleri veriliyor. ‘
Türkiye halkına şunu anlatmalıyız.
Kürt halkı savaş istemiyor. Birlikte huzur içinde yaşamak istiyor.

Uzattığı barış eli, havada kalmamalı.
Ama saldırı olduğunda tabi savunma hakkı olur. Bu sadece askeri değil, siyasi, kültürel her açıdan.
Türkiye halkına böyle yansıtmıyorlar.
Kürt halkının barış istediğini söylemiyorlar.’
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Bozan Tekin


‘İslami camia için geç olsa da önemli bir adım’

KCK Yürütme Konseyi üyesi olan Bozan Tekin Urfalı.
‘Hareketle 16 yaşımda tanıştım’ diyor. 18 yaşında iken, 80 yılında hapsediliyor. Tam 20 sene sonra 2000 de tahliye oluyor. Çıkınca doğru dağa gelmiş.
Hapiste olduğu ilk yıllarda, askeriye zamanında, bir gün bir General geliyor koğuşlarına. Tigris’te askeri ateşelik yapmış.
‘Siz sosyalist olduğunuzu söylüyorsunuz ama değilsiniz. Ben sizden daha iyi sosyalistim. Türkler tarihin akışını değiştirir. Sosyalizm olacaksa bunu Türkler gerçekleştirir.
‘Biz bu devlet için Kastamonu’da beş bin kelle götürdük. Kürdistan’ın olmaması için gerekirse beş bin değil, on bin, elli bin bakmayız’ derdi.

16- 17 yaşında bir genciz. Fazla bir tarih bilincimiz yoktu. Bizi korkutmak istiyor herhalde’ derdik. Daha sonra geldiğinde de kelimesi kelimesine aynısını söylemişti. Ben de düşündüm. Buraya gelmeyi doğru gördüm ve karar verdim.’ diyor Bozan Tekin.

Hapiste kaldığı yıllarda, televizyonlarda başörtüsü eylemlerini görmeye başlayınca araştırmaya başlıyor. ‘Ali Şeriati, Seyyid Kutup okumaya, anlamaya çalıştım’ diyor‘Şimdilerde İhsan Eliaçık’da ilginç şeyler söylüyor.’
‘Kur’an Arapçasını bilmiyorum ama mealini okudum. Anladığım şu oldu. ‘yalan ve küfür ne demek? dedim, çünkü Kur’an bunu çok vurguluyordu. Bunları araştırdım.

T.C’ye bakınca bunları görüyorum. Bu sistemin kökü yalan ve inkar üzerine kurulu.
Muaviye’nin bir ilk konuşması vardır. Siyasilere bakınca onu görüyorum.
İktidar ve devlet, insanı vicdansızlaştırır. Paranın da vicdanı olmaz.’

Kemalist hareketin dini ele alışı incelenmeli. Din nasıl millileştirildi?




‘Sizin gelişiniz çok önemli bir gelişme. İslami camia için çok geç olsa da önemli bir adım’diyerek memnuniyetini belirtirken, aslında ziyaretimiz boyunca karşılaştığımız ve hissettiğimiz, hep bir şaşkınlıktı.
Şimdiye kadar İslami camia tarafından, anlaşılmadıkları, dinlenmedikleri, görülmedikleri, konuşmalarda en dikkat çeken vurgulardan.’
‘Gezi’deki motifler çok güzeldi. Herkes kendi kimliği ile vardı.’
‘Kemalist hareketin dini ele alışı incelenmeli. Din nasıl millileştirildi?
Konuşmalar boyunca, uzun yıllar hapiste kalmış, ardından dağa çıkmış bir insan diye düşünüyorum fakat son derece konulara hakim, dünyadan haberdar ve devam ediyor
‘O dönem ele alınırsa pek çok nokta aydınlanacaktır.
‘Kemalist hareketin dini ele alışı incelenmeli. Din nasıl millileştirildi? diye soruyor.
Yusuf Akçora ‘Biz yıllarca İslam’a çok hizmet ettik. Şimdi İslam’ı kendimize hizmet ettireceğiz’ der. Çekirdek, öz, Türkçülük olacak, kılıfı İslam olacak dediler ve bunu da yaptılar.’
Diyarbakır’da hapishanesinde kalırken, çevre camilerin hoparlöründen Cuma günleri verilen hutbeleri dinleyebiliyormuş. ‘Ermeniler şöyle, devlet böyle’ anlatıp duruyorlardı’ diyor, ‘bu devlet kimlere karşı oluşturuldu? diye soruyor ve cevabını veriyor ‘İslam’a karşı, Kürtlere karşı ve sosyalistlere karşı, bunları hedef aldılar’ diyor.
‘Önderlik, Newroz bildirisinde, ‘İslam bayrağı altında yaşadık’ deyince kıyamet koptu.

‘Ya dedim, sosyalizm bayrağı vardı da biz mi yaşamadık?’
Bu söyleme karşı çıkanları, eleştirmeye devam ediyor.
‘Siz Ortadoğu gerçekliğini nasıl anlayabilirsinizki? Ortadoğu tarihi, dinler tarihidir. Önderlik bunu gerçekleştirmeye çalışıyor.’
‘Hz. Muhammed tarihte bir devrim gerçekleştirdi’

‘İslam, özü ile buluşmalı.’

‘Önderliğin, tarihi kökeni ve sosyolojik etkilenmesi ile ilk ciddi tespit ve araştırmaları vardır.
Klasik sol’da, sonuçta batı eksenlidir. Doğu’ya ne oldu? Fizik’ te, felsefede alimleri olan doğuya ne oldu?
Biz, doğrusu bir sentez arayışı içindeyiz.’

‘Milyonlarca Kürt çocuğumuz yıllardır her sabah ‘Türküm, doğruyum’ diyor. Hadi bu da olsun. Kendini Türk hissediyorsa hissetsin. Ama ‘varlığım Türk varlığına armağan olsun’ dedirtiyorsun. Bütün varlığını Türklüğe adatıyorsun ve bu yetmiyor, ardından da bundan mutlu olmasını istiyorsun.’

‘Şark Islahat planında ki ayrıntılar çok önemlidir ve tam bir suç belgesidir. Bu vurgulanmalıdır. İnönü’nün belgelerini, Abidin Özmen, Fevzi Çakmak hepsini inceleyin, suç belgesidir. Bunların hepsi Kürt kimliğini yok etmek üzerinedir.
Çerçilik yasaklanmalıdır demişlerdir. Düşünebiliyor musunuz? Bir çerçinin sermayesi ne kadardır? adam ne kazanır? Ne yapar? Yasaklanma sebebi nedir?
1-Kürtçe konuşması
2- Bilgi alış verişi yapması
3- Sermaye sahibi olması
Bunları bile istememişlerdir.’

‘Bizim şöyle bir yanılsamamız oldu. Cezayir için, Jean Paul Sarte Cezayir bayrağını alıp ortaya çıktı ve ‘hepimiz katiliz’ diye haykırmıştı. De Gaulle ise ‘Fransa’nın vicdanı konuşuyor’ demişti.
Fransa, Cezayir olmadan da Fransa olmaya devam etti.
İtalya, Libya olmadan da Libya olmaya devam etti.

Amerika, Vietnam olmadan da Amerika olmaya devam etti.
Ama Türkiye böyle değildir. Kürtler olmadan nasıl olacak?
‘Biz varsak, Kürtler olmamalı’ dediler.

Abidin Özmen’in bir kürt raporu var. Genel müfettişlik yapmış.
‘Kürt çocuklarını okula göndereceksiniz ama kendi yemeklerinden uzak tutacaksınız’ der. Asimile olmaları için, ağız tatlarına bile müdahale edilmiştir Kürt çocuklarının. Sıdıka Avar’ın ‘Dağ Çiçekleri’ kitabında okumuştum. Okul açıyor. Elmas diye bir Kürt kızını yetiştiriyor. Benzer bir örnek vardır.

Buraya dağa gelen bir kıza sormuştum, neden geldin? diye. ‘ufak bir kız kardeşim vardı. Televizyonun önünden kalkmazdı. Akşama kadar Roj TV izlerdi, Kürtçe marşlar ezberlerdi. Anne ve babamız çalıştıkları için kardeşimi anaokuluna göndermeye karar vermişlerdi. Birkaç ay sonra araba okula bırakılırken, okula yaklaşınca Kürtçe marşları kapattırmak istiyor. Daha sonraki günlerde ‘biz niye Roj televizyon izliyoruz? Bizi Atatürk kurtardı. Biz Türk’üz’ demeye başladı, demişti.’

‘İspanya’da zulümler yaşanırken, bir taraftakiler bir konuşur. ‘Ya biz neden bunları neden öldürüyoruz? der bir tanesi. ‘Bunlar geriler’ der öteki. Diğeri de ‘Sana ne?’ der.’

‘Rize belediye başkanı aslında devlet bilinçaltını dışa vurdu. Kürt kadınları üzerine projeleridir.
Güneydoğu’da vazife yapanları, Kürt kızlarıyla evlendirmeye teşvik edin’ denilmiştir hep. Bu doğal yollardan olsun, mesele değil ama bilinçli, projeli bir şekilde olması soykırımdır bir şekilde. Biz de soykırımdan fazlası vardır ama işte belge, işte rapor denilmiyor’ derken Bozan, orada bulunan bir başka kadın ziyaretçi ‘ben beş yaşımda iken dilimi konuşmayı yasakladılar. Kültürümü, kimliğimi yasakladılar. Binlerce çocuk bu süreci yaşadı’ diyor.’

‘Gardiyanlardan biri, askerlikte yaralanmış. Bize çok ilgi gösteriyordu. Şaşırıyorduk. Sonra anladık. ‘Kurşunu sizden yedim ama anladım sonra doğruyu’ dedi.’

‘Yaşamın bir anlamı var. Birilerinin size biçtiği anlam ile yaşayacaksınız, hayatın ne anlamı var?’

‘Yalan ve küfürden, inkardan vaz geçilse, her şey düzelir’
Hele bir de bunları kutsallıklar üzerinden konuşuyorsan, ‘Ahlak’ diyorum ancak’

‘Batı Kapitalizmini görmeden geleceğiz? Hayır.
İsrail’i görmezden mi geleceğiz? Hayır.

Batı fitnesi, Ortadoğu’yu kontrolü altında tutmak istiyor.
AKP’lilere şunu demek lazım.

Gerçekten inanıyorsanız? Samimiyseniz, bizim karşı karşıya olmamamız lazım.

Bu Kemalist sistem hepimizi karşısına alıyor. Eğer biz karşı karşıya isek, bir taraf doğru değil, samimi değil.’

‘Batı sosyolojisi, bir hikaye’dir’
Önderlik, ‘Batı sosyolojisi, bir hikayedir’ dedi ve reddetti. Şimdi yeni bir açılım araştırıyor. ‘Özgürlüğün Sosyolojisi’ni bundan oluşturdu.

 ‘Sosyalizm eleştirisi’
Domino etkisi gibi, doğudan başlayıp, Moskova’ ya dayanınca, ne oluyor? dedik. Yıkılan gerçekten ‘sosyalizm’ mi? pratiği mi idi? Dedik ve içimizden sorguladık. Hüzün mü diyelim? Ama hayal kırıklığı diyemem.

İnsan, toplumu ile vardır.
 
İnsanlık, eşitlik, adalet diyorsanız, bunun bir uygulaması çökebilir.
İnsanlığın karakteri nedir? Evrimi nedir?

Hapisten çıkıp, buraya gelirken önce Moskova’ya uğrayıp öyle geldim. Baktım direnciler var. ‘Ya bu mu?dedim’ siz toplum adına, toplumu ezmeye çalışırsanız, şuradan, buradan kırpıp ‘siz busunuz derseniz, toplum tepki gösterir.

Sorgularımız hep olmuştu? Afganistan’ı niye işgal ediyor? dedik.
Halepçe üzerine Moskova’nın tutumunu içimizde sorgulamalarımız hep oldu.

Tahliyeden sonra annemin yanında 11- 12 gün kaldım ve ondan ayrılıp yola çıktım. Buraya gelen arkadaşlara annemi sormuyordum bilinçli bir şekilde ‘öldü’ diyecekler diye. 3 yıl önce televizyondan öğrendim öldüğünü.

Ayrılırken son sözü ‘Allah onların yanına bırakmasın’ oldu.
Bu halk (Kürt) böyle olduğu müddetçe bizim hayatımızın bir anlamı yok.‘
Barış işi bir mücadele işidir. Mücadele etmeden olmaz.
Barışa mizahi bir yorum getiriyor. ‘Bir Türk barışı gerçekliği var. Hani diyorlar ya ‘PKK’ huzuru, barışı bozdu’ demek ki bir barış varmış ama Türk barışı’.

BDP siyasal boşluğu dolduruyor mu?
‘BDP’nin siyasal alanda büyük bir boşluğu doldurduğunu düşünüyoruz fakat Türkiye’nin bütününü düşündüğümüzde bütün bir halkı kapsayabildiğini söyleyemeyiz. Burada HDK’ye çok görev düşüyor. Türkiye devrimci demokratlarını içine alacak, kapsayacak bir tarzda örgütlenmesi ile bir bakımdan bu boşluğu doldurması gerekir.

Türkiye halkını bu düzeyde kapsayıcı olması açısından önemlidir. ‘
‘Evet’ diyorum ‘BDP, batı halkları açısından ne olursa olsun bir Kürt hareketi partisi olarak görülüyor, böyle imajı var ve bu yerleşmiş durumda. HDK oluşumu gerçekleşirken Cihad’da içinde olduğundan süreci takip edebiliyordum. Çok umutlanmıştım, bütün muhalif direnişçi, kesimleri kuşatabileceğini, hepsinin ortak bir sesi olacak şekilde bir çatı olabileceğini düşünmüştük. 

‘Şimdi öyle olunca BDP ile HDK’nin ortak siyasi düzeye, Türkiye ve Kürt halkını kapsayacak düzeye gelmiş olur. Böylece Türkiye’de halkın demokratik alanda toplumun ihtiyaçlarını giderecek önemli bir boşluğu doldurmuş olur. Bir biçimde toplumda ötekileştirilen halklara farklı siyasi zeminler sunulmuyor.  Bu tür kesimlerin hepsini kapsayacak, kuşatacak bir siyasi yapılanma Türkiye açısından gerekiyor.  HDK’nin bu düzeyde ele alması ve bu ihtiyacı karşılaması gerekir. ‘



‘Örgütte iç özeleştiri var mı?
El Arabiya röportaj için gelmişti. Örgütte öz eleştiriyi sordu. Anlattık ve gördü. ‘Sen şimdi önderliği eleştirebilir misin?’ dedi.  ‘Evet’ dedim. ‘Ben bu kadar hareket gezdim, gördüm ama böyle komutanlarını eleştiren örgüt görmedim’ dedi.’

.....


''Yine bir gün tahtaya kaldırdı öğretmen. 7x2 dedi. 7 yazdım altına 2 koydum. Çizgiyi çektim altına da 14 yazdım. Bana sesli oku dedi. Yedi çarpı, iki dedim, ama ne yaptımsa aklıma Türkçe olarak 14 gelmedi ve Zazaca 14 olan ‘desçor’ dedim. Sopayı sırtımda kırdı, namussuz adam anneme küfretti. Sınıf kahkahalar atıyordu.''


                                                                  Yüreğim Barışta Kaldı 
 
Hazırlayan: Hüda Kaya
 
 
Tarihi bir çözüm sürecini dışarıdan seyredemezdik.
 
Barış hareketinde bir izimiz, barış çorbasında bir tuzumuz olmalıydı.
 
Barış olacaksa, tarih yazılacaksa, birbirimizle yüzleşebilmeliydik.
 
Egemen ve merkez medya ile hala adil bir dil oluşması ve yüzleşebilmenin neredeyse imkansız olduğunu bilerek, bir kadın vicdanı ve kadının gözünden sahip olduğum referanslarımla, kendimce ve mümkün olduğunca barış için bir gözlem ve şahitlik yapmak istedim.
 
Bu niyetle oğlum Muhammed Cihad ile yollara düştük. Kandil’i ve barışı yazmak için.
 
Yazarı olduğum Hür Bakış internet gazetesinde etkisini ve izlerini sizlerle paylaşmak için…
 
 
 
‘Gerillalar silah bıraktı, top oynuyorlar’
 
 
Gerillalar Sivil giyimliler bugün ve top oynamaya başlayacaklar. Birbirlerine espriler yapıyorlar.
 
 
‘Gerillalar silah bıraktı, top oynuyorlar’ diye yazarsınız diyerek gülüşüyorlar. Gerillaların bir kısmı top oynamaya giderken, görevli olanlar yemek hazırlığında. Biz de konuşmalarımıza devam ediyoruz.
 
 
Halk Misafirhanesinde günler
 
Misafirhane dört göz odadan oluşuyor. Biri erkek, biri kadın misafirler, diğeri de buradan sorumlu idareci gerilla kadınlara ait, diğeri de mutfak olarak kullanılıyor. ‘Bugün en tenha hali, bazen kırk kişiyi buluyor ve hepimiz burada kalıyoruz’ diyor Nusaybinli Havin. Burada kış şartlarını düşünemiyorum.
 
Buraya gelen misafirler çoğunlukla ya çocuklarını görmeye, ya da çok önceleri harekete katılmış ama haber alamadıkları evlatlarının yaşayıp yaşamadıklarını öğrenmeye geliyorlar. Havin bu işlerle sorumlu ve arşiv işine bakıyor. Ailelerin talepleri ve bilgileri ile uzun zamandır haber alınamayan gerillaların bilgisine ulaşıyor, tespit yapıyor ve bulduğu bilgiler üstlerine ulaştırıyor. Bu bilgileri ailelere kendileri verme yetkisine sahip değiller. Hareket adına Bundan sorumlu olanlar ailelere özel olarak bilgilendirme yapıyor, sonra televizyonda haber olarak ilan ediliyor.
 
Anayoldan girilen ufak bir araba yolu ile geldik buraya. Bir dağ yamacında. ‘Bizim kaldığımız yerleri görseniz, üstünden geçersiniz, bilmezsiniz’ diyor Havin.
 
Hemen önünde alt tarafında büyük ceviz ve incir ağaçları var. Ağaçlar meyve dolu. Bir ay sonra toplama planları yapılıyor. Bütün hepsi için kim bilir kaç kamyon gerekecek diye düşünüyorum. Dut ve başka meyveler de varmış ama bitti diyorlar. Ufak bir patika inişiyle ağaçların altına ulaşılıyor. Büyük dallarının altında ufak kamp çadırları ve büyük sineklikli çadırlar kurmuşlar. Gece burada kalan gençler keyifle anlatıyorlardı. ’Ağaçların altında, üstü açık, yıldızları seyrederek yatmanın keyfinden’ bahsediyorlardı.
 
 
 
 
Havin Mardinli. 11-12 yaşlarında harekete katılıyor. 15 yaşında ilk yakalanışı. 16 yaşında hapsediliyor.
 
7.5 yıl kalmış hapiste. Çıkınca 2010 da buraya geliyor ve daha geri dönmemiş. Cezası da onaylanmış.
 
 

Halepli arap genci Rüstem bir yıldır katılmış harekete. Gelmeden önce Berberlik yapıyormuş. Daha öncesinde ise Suriye askeriymiş. Cihad’la arapça konuşmaya başlıyorlar. Kürtçesi pek yeterli değilmiş.
 
‘Rojava’da güçlü bir hareket var, oraya neden gitmedin?’ diye soruyor Cihad.
 
‘Orası, Rojova halkı artık bir güç elde etti. Orası beni daraltacaktı. Burası daha geniş bir özgürlük hareketi idi ve ben burayı tercih ettim’ diyor.
 
Ailesi de ne Esad’ın ne de muhaliflerin yanındaymış. ‘Kardeşim de Rojova direnişine katıldı’ diye belirtiyor.
 
 
 
Sivil giyimli, biraz yaşlıca ama yakın münasebetleri olan bir kişi, araba ile bu akşam Erbil’e dönmek istiyor fakat ‘araba yok hewal’ diyorlar. Yarın bizimle dönmek zorunda herhalde. Çünkü yarın zaten bizim için araba ayarlandı. ‘Valla bu akşam gönderebilirseniz iyi olur’ diyor yaşlı olan.
 
Araba sıkıntısı yaşanıyor. ‘Ramazandır. Oruçludurlar. Kimse gitmek istemiyor’ diyor orta yaşlarda olan Zafer.
 
 
 
Gün boyu geçen yoğun görüşmelerimizin ardından saat akşamın altısı olmuş. Televizyon açılıyor. Yola çıktığımızdan bu yana, kısa araların haricinde haberleri pek takip edemiyoruz.
 
Rojava’da devrimin birinci yılı. İki gündür Rojava’da, Nusra ile YPG güçleri arasında çatışmalar var.
 
18 yaşında Mahsum Ertuğrul isimli bir genç vurulmuş. Nuçe tv de sınırda ki çatışma haberleri veriliyor.
 
Televizyonda Türkiye’ye ait ambulanslar ile Nusra yaralılarının hastaneye götürülme ve tedavi edilme görüntüleri yayınlanıyor.
 
YPG şüphelendiği bir ambulansı durduruyor ve içi silah dolu yakalanıyor.
 
 

Misafirhane odacıklarının önünde uzunlamasına iki plastik masa birleştirilmiş, hep orada oturuluyor. Odalara sadece yatmak için giriliyor denebilir.
 
 
Oturduğumuz bahçe duvarında, birer yanı yeşil ve kırmızı, ortasında sarı güneş olan bir bayrak var. Örgütünkinden farklı, soruyoruz. ‘Kongre Gel’in diyorlar. Ortasındaki güneş 21 ışık yansıtıyor. Newruz’un tarihini simgeliyor. KCK’nınki de böyle Newruz’u yansıtıyormuş.
 
Bu gece misafirhanedeyiz. İzmir’den ama aslen Batmanlı olan bir araştırma için buraya gelen yazar Gülçiçek’de burada. Birkaç gün önce gelmiş, ‘yine birkaç gün daha buradayım’ diyor. Yayınlanmış altı kitabı varmış. ‘İki aydır Kürdistan’da alandayım’ diyor, çeşitli görüşmeler, röportajlar yapıyor.
 
 

Misafirhanenin bir kedisi var adı ‘Şirin’.
 
Havin ‘bir gün yine sabah kediye sesleniyorum. ‘Şirin, Şirin gel sana peynir vereceğim’ diye defarca seslendim. Meğer o gün burada bizde kalan misafirlerden bir erkeğinde ismi ‘Şirin’miş ama biz farkında değiliz. Her seferinde ‘Şirin gel sana peynir vereceğim dedikçe, odada kalan misafir dışarı çıkıyor etrafa bakıyor ortada bir tek kedi vardır.’
 
Akşam yemeği hazırlandı. Hep birlikte oturuyoruz masaya. Buraya, gerillaya has bir ekmek üretmişler. ‘Gerilla ekmeği’ diyorlar. Mayasız ve kuru. Çok denemeler sonucunda bu ekmekte karar kılmışlar. ‘Mayalı olunca çabuk bozuluyordu. Çok denemelerden sonra en uygun bunu gördük. Bozulmuyor, dağ şartları içinde pratik’ diyorlar.
 
 
Kandil’in Çakalları
 
‘Mutfak görevlisi olan gerillalar, o gün ne yemeği pişirdilerse, en alt ve en üst olan bütün gerillalar hep birlikte o yemeği yer. Asla hiç kimseye farklı pişmez, farklı davranılmaz. Görüyorsunuz askeri kıyafetlerimizde alt, üst dereceleri gösteren apoletlerimizde yoktur. Sofraya da hep birlikte oturuyoruz.’ Diyorlar kızlı erkekli hep beraber masaya yardım ederlerken.
 
Pilav ve et yemeğini Havin yapmış. ‘Tırşık’ dedikleri türlü çeşiti yemeği ise Berçem yapmış. Eti yemiyorum,. Berçem’de acılı, patlıcanlarını alarak pilav ile yiyorum.
 
Anılardan bahsediyorken aniden çok yakınımızda bir çeşit uğultular yükseldi. Herkes çok sakin, şaşırıyorum. ‘Kandil’in Çakalları geldi’ diyorlar. Çok kalabalık olmalılar. Hep birlikte uğulduyorlar.
 
‘Buraya suya geliyorlar, bazen de yiyeceğe’
 
Sanki bir dağ şarkısı dinliyorlar gerillalar.
 
 
Yemekte Zafer de bizimle beraber. Konuşmalar arasında ‘ohh olsun, diyor. Meğer Havin’lerin (misafirhane’de) ‘cimcime isimli bir tavuk ve bir de horozları varmış. Tavuğun yumurtasını kullanıyorlarmış. Zafer bir gün ‘ya tavuk sizin olsun, yumurtalarını biz alalım ya da tavuğu biz alalım, yumurtalarını siz alın’ diye teklif yapmış ama Havin’ler kabul etmemiş.
 
‘Ertesi gün bir iş için buradan uzaklaşmıştım, geldim bana haber verdiler. ‘Cimcime’yi Çakal götürdü’ dediler. Ertesi günde Horoz gitti’ diyen Havin’e ‘oh olsun bize vermediniz‘ diyor Zafer.
 
Misafirlerden Nuçe televizyondan gelen genç, Erbil’de ki Salahaddin Üniversitesinde okuyor. ‘Selahaddin Eyyubi’nin torunlarıyız’ diyor Gülçiçek ile beraber. Tapu sicil kayıtları ile de belgeliymiş.
 
Mizgin (Müjde) Yüksekovalı. ‘Heval Beritan’ın şehadetinden sonra köyümüze gelip giden arkadaşları sebebi ile tanışınca karar verdim ve harekete katıldım.’ Diyor.
 
 
Avrupa’dan gelen Aydın
 
Aydın orta yaş üstü sayılacak bir yaşta. Avrupa’dan gelenlerden. Abdullah Öcalan ile eski arkadaşlar.
 
Örgüt, değişim, dönüşüm ve özeleştirileri ile ilgili samimi açıklamalar yapıyor.
 
‘Biz savaşmak istemiyoruz. Önderliğin olmazsa olmaz çizgileri olmadı. Eksen aldığı nokta ezilenlerin, özgürleşmesidir. Bu sabit bir duruştur. Bunun haricindekiler, hep bir arayıştır. Doğruyu bulma mücadelesidir.
 
Reel Sosyalizmin çökmesi, Berlin duvarının yıkılması bu arayışları artırdı. Öyle ki bağımsız devlet düşüncesi de sorgulandı.
 
Dinin varlığı, insan üzerinde olmazsa olmazdır. Fakat yerküre de farklı tezahürleri, yansımaları olmuştur’
 
"Önderliğin dini yöneliş ve arayışları, toplumsal dönüşümün etkisinden mi?" diye soruyorum.
 
’Önderliğin, 89 da, din’e devrimci yaklaşım’ dersini bizzat dinledim. Daha önceleri kaset halinde idi çalışmalar. Daha sonra içeride kitaplaşmalar oluştu. Hafızası çok dolu ve netdir.
 
93’te ilk kez telefon ile konuştum. Telefonu açtığı gibi daha ben konuşmadan ‘Aydın sen misin?’ dedi.
 
PKK’nın temel amacı artık devlet değildir. Devleti, devlet ile tasfiye değildir amaç.
 
Klasik Sosyalizmde bu vardır. Daha sonrasında ise devam eden silahlı mücadele, devlet talebinden dolayı değil, çözüme zorlamak içindi. Aslında 93'ten bu yana hep böyle idi. Hep çözüm istedi hareket. Tek taraflı ateşkeslere gitmemize sebep de bu oldu.
 
Türkiye halkının bunu anlamasını istiyorduk.
 
Bu bizim için masa başında kazanmaktan daha önemli idi. Türkiye halkının bizi anlaması, gerçekleri görmesini istiyorduk. Fakat 93 ten buyana bizim ateşkes ve barış için dik duruşumuz, türk tarafını, türk halkını da çok etkiledi.
 
2013 te, AKP’nin bu sorunu çözmeye niyetli oluşu da bunu gösteriyor.
 
Kürtlerle ittifak kurmadan, Ortadoğu’da söz sahibi olunamayacağını anladı.
 
90’lardan bu yana çok partiler geldi, gitti. Savaşın yediği partilerdi bunlar.
 
Çiller geldi ve gitti. Demirel geldi ve gitti. Mesut Yılmaz geldi, gitti.
 
Savaşı sürdürürse AKP’de gidecektir.
 
 
Türkçe on dört ne demek hatırlayamadım
 
 
İlkokul 1. ya da 2. Sınıftaydım. Tek kelime bile Türkçe bilmiyordum. 80 haneli bir köydü. 20 hanesi Türk, kalanı asimile olmuş Kürtlerdi.
 
Sınıfta 60 civarında öğrenci var. Birazcık Türkçe öğrenmiştim ve öğretmen beni de tahtaya kaldırmıştı.
 
Çocuklar oyun oynarken ben hep yalnız oynardım. Bir gün öğretmen beni de oyuna soktu. Topu ilk defa görüyordum. Ayağıma top geldi, vurdum gitti, okulun camını kırdı. Bütün öğrenciler güldü. Öğretmen bana bir dayak çekti, o biçim.
 
Yine bir gün tahtaya kaldırdı öğretmen. 7x2 dedi. 7 yazdım altına 2 koydum. Çizgiyi çektim altına da 14 yazdım. Bana sesli oku dedi. Yedi çarpı, iki dedim, ama ne yaptımsa aklıma Türkçe olarak 14 gelmedi ve Zazaca 14 olan ‘desçor’ dedim. Sopayı sırtımda kırdı, namussuz adam anneme küfretti. Sınıf kahkahalar atıyordu.
 
O zaman PKK yoktu, Öcalan da yoktu ama ben o zaman PKK olmuştum ve sistemle kavgam o zaman başlamıştı.
 
Ben 56 doğumluyum ve herkesin buna benzer hikayeleri var.
 
İşte bizim gibi insanlar PKK’yı oluşturdu…’


‘2008’de 8 asker vuruldu. Arkadaşlar geldi haber verdiler. Biz çok şaşırdık. Biz oradaydık ama biz yapmamıştık. Gerilla kıyafeti giydirip, kendi askerlerini vurdular. Ben o noktadaydım. Görmemiştik bile. Haberleri izledik, bizim yaptığımız açıkladılar.’
 
                                                          
 
 
Tarihi bir çözüm sürecini dışarıdan seyredemezdik.
 
Barış hareketinde bir izimiz, barış çorbasında bir tuzumuz olmalıydı.
 
Barış olacaksa, tarih yazılacaksa, birbirimizle yüzleşebilmeliydik.
 
Egemen ve merkez medya ile hala adil bir dil oluşması ve yüzleşebilmenin neredeyse imkansız olduğunu bilerek, bir kadın vicdanı ve kadının gözünden sahip olduğum referanslarımla, kendimce ve mümkün olduğunca barış için bir gözlem ve şahitlik yapmak istedim.
 
Bu niyetle oğlum Muhammed Cihad ile yollara düştük. Kandil’i ve barışı yazmak için.
 
Yazarı olduğum Hür Bakış internet gazetesinde etkisini ve izlerini sizlerle paylaşmak için…
 

94 yılı bir kabus yılı gibi, gölgesi, anıları hala etkili



Anılar birbirini kovalıyor. Yüzleşme dedikleri bu olsa gerek. Zamanında anlayamadığımız, duyamadığımız, göremediğimiz dramları yaşayanlar ile bir barış olacaksa, böyle olacaktı herhalde.

Barışın yolu yüzleşebilmek idi.

Barışın yolu, dinleyebilmek idi.

Onları dinlerken eminim onlarda bunu hissediyorlardı.

Ne kadar da geç kalmıştık.

Birbirimizi anlamaya, dinlemeye… Neden gecikmiştik bu kadar?

Yılların feryadını görmemizi nasıl da engellemişlerdi. Doğu ve Batı halkları, bu denli neden yabancı kalmıştı acılarına?...

Devam ediyorlardı, o yılların paylaşılamayan, anlatılamayan, dinlenemeyen yaşanmışlıkları ve yalnızlıklarını anlatmaya. Yazmaya, yetişmeye çalışıyorum.

Yıllardır tek taraflı ateşkeslerle barışı isteyen hep biz olduk ama böyle yansıtmadılar


Zafer, orta yaşlar da. Hakkari’li. Onun Hakkari’lilere has efendiliği, mazlumluğu daha bir etkiliyor beni.

Veli’de Liceli. Yüzü hep tebessümlü. Avrupa’da yaşıyor. Artık giremiyormuş doğduğu ve ait olduğu topraklara. 92'de katılmış harekete.

‘Lice olayından sonra 100 den fazla köy yakıldı’ diyorlar.

Uzun söyleşilerimizi yaparken zaman zaman gözlerimiz yaşarıyor. İçimi kahrediyor. Her birini dinlerken sessiz bir feryat var sanki. Onlar, yaşayanlar olarak sakince anlatırken, ben dinlemeye güç yetiremeyeceğimi sanıyorum. 

’12 askerin şehit edildiği olayı PKK mayınları ile olduğunu söylediler. Bizim değil. Kendilerinin çok iyi bildikleri ve döşedikleri mayınların üzerine askerleri sürüyorlar.

O zaman da barış için adımlar atılmaya çalışılıyordu. Bu olaylarla barış görüşmelerini kestiler ve Türkiye halkına PKK barış istemiyor diye yansıttılar.

Yıllardır tek taraflı ateşkeslerle barışı isteyen hep biz olduk ama böyle yansıtmadılar.’




Kimliği olmayan köylüler vardır hala.

‘Geliye kovya’ vadisinde daha doğrusu mezrasında, kimlikleri olmayan 10- 15 aile hep birlikte evleri, hayvanları ile birlikte yakıldı. Biz gittiğimizde zincirlenmiş köylüler gördük.’

Mardinli bir genç 2012 Şemdinli baskınının ardından, terhis olduktan sonra söylüyor.

‘Sadece benim saydığım ölen asker sayısı 110 idi. Komutanlar terhis olurken ‘Burada olanları hiçbir yerde konuşmayacaksınız’ diyorlar.

Bu kadar asker ölümlerini Türkiye halkından nasıl saklamayı başarıyorlar? Şaşırıyoruz.

Bu halk hiç mi araştırmıyor? Çocuğumuz nasıl, neden öldü demiyor. Bu olayda o zaman 30 asker şehit oldu diye açıkladılar.’

‘Lice konjonktür olarak da önemli bir konuma sahip. Orgeneral Bahtiyar Aydın’ın vurulmasını bahane ederek bütün Lice yakıldı, yıkıldı. Halbuki Bahtiyar Aydın’ı da pek çokları gibi kendi askerlerine vurdurmuşlardı. O vuran askerleri de yine kendileri vurdular.  Bizim orada konumlanma ve saldırma gibi bir durumda değildik. Bunu sebep ederek çok köyleri yakarak, vurarak boşalttılar.’

‘ Şam’daydım. Arkadaşlar çok yoğun operasyonlar olduğunu söylediler.

93 Sonbaharında yapıldı Lice olayı. Bu bir konseptin başlamasıydı.

94 operasyonları da, bu konseptin artarak devam etmesine sebep oluyordu ve bu süreçte tümüyle özel tim kullanıldı. Hepsi ilaç almış gibiydiler. Biri düşüyorsa, diğeri onun üzerine basıp gidiyordu.  Hiçbir refleks göstermiyorlardı. Her hallerinden ilaç aldıkları belli idi.

Kadın özel timcileri de o dönem de çok kullandılar. Kusura bakmayın, söylemesi ayıp ama bu kadın timcileri çırılçıplak soyup, tepelerin başlarında gezdiriyorlardı.

Aralarında, kendi telsizlerinde konuşuyorlardı. Bu kadınlar için ‘Ayşecikler’ diyorlardı.  O zamanlar bizim aramızda da çok meşhurdu ‘Ayşecikler’...

Kadın ile PKK’yı çözeceklerini zannettiler.‘

Gerillalar üzerinde 94 yılı bir kabus yılı gibi, gölgesi anıları hala etkili.

Liceli kadınların üzerine neden gidiliyor?


‘Liceli kadınların yaş ortalaması 50’dir. 50’nin altında insan kalmadı.

Neden Liceli kadınların üzerine gidiliyor?

Hem inanç olarak hem yurtseverlik olarak bir duruşları vardır onların.

Devlet bir gün koruculuk yapmaları için bir kamyonet silah getiriyor. Köylüleri çağırıp ellerine veriyor silahı. Onlarda başları önlerinde eve gidiyorlar.

Sabah olduğunda bütün Liceli kadınlar erkeklerin elinden silahları alıp, karakolun önüne getirip atıyorlar.

Lice’de yakılan köylerde ilk orayı terk edenle erkeklerdir ama kadınlar hep en son terk etmişlerdir.’


‘2008’de 8 asker vuruldu. Arkadaşlar geldi haber verdiler. Biz çok şaşırdık. Biz oradaydık ama biz yapmamıştık. Gerilla kıyafeti giydirip, kendi askerlerini vurdular. Ben o noktadaydım. Görmemiştik bile. Haberleri izledik, bizim yaptığımız açıkladılar.’


‘Ağrı’da amcam oğlu askerde vuruldu. Bir köye baskına gidiyorlar. Yaşlı bir kadının evi aranacak. Kadın yalvarıyor, yakarıyor ‘oğlum evde bir silah vardır. Benim tek bir oğlum var. Siz şimdi silahı alırsanız oğlumu götürürler’ diyor.

Necmeddin (Zafer’in amca oğlu)kadına yardım ederek, silahı saklamaya çalışırken komutanları fark ediyor. O gece, ona ve arkadaşlarına ‘devriyeye gideceksiniz’ deniliyor. Normalde gece devriyesine çıkmıyor asker ama tabi halk böyle bilmiyor.



Dört askeri gönderiyorlar. Bir başka karakoldaki özel kuvvetler önlerine pusu kurup vuruyor askerleri. Üç asker ölüyor, biri yaralı kurtuldu. Ona da komutanları ‘konuşmayacaksın, yoksa sen de ölürsün’ diyor. Ben hastaneye yanına gittim. Bize söyledi ama çok korkuyordu. Ne oldu bilmiyorum’

‘Ben gözlerimle gördüm 6-7 askerin üzerlerine bir toz atarak yaktılar. Köylere de öyle bir toz atıyorlar ve tutuşturuyorlar. Nedir? Bilmiyorum.’

‘Haberler de ‘kalleş pusu’ diyorlar. ‘Gece karanlığından yararlanan teröristler devriye yapan askerimize pusu kurdu’ diyorlar. Bunları düşünmek gerekir’

‘2006’da tek bir asker, kafasını çıkarmadı. O dönem gelen komutan zamanında, arada havaya iki el ateş ediyorduk, böyle 6 ay boyunca hiç kafalarını çıkarmadılar.’


‘Burada bir noktadan diğerine katırlarla erzak taşınır. ‘Kobralarla erzak gönderin’ diye telsizle haberleşme yapılırdı.

Dağlıca baskını için bizim telsizlerdeki konuşmalarımızı yayınladılar. Öyle yansıttılar ki ‘bunlara Amerika kobralarla yardım etti, PKK’lileri yukarıdan indirdiler’ diye açıklama yaptılar.’ 


Halepçe’den sonra, Saddam sırasında KDP ve YNK’nin çoğu silahlarını bırakıp şehirlerden çekilmişlerdi.  O dönem 1 milyon peşmerge ülkeyi terk etti. O bölgeden giderlerken silahlarını bırakmışlardı. O silahların hepsi bizim elimize geçti.  Zaho’ya kadar olan bölgede bizim kontrolümüze girmişti’ diyor Liceli Veli.

’94’te yaşanan her şey özeldi’ diyorlar. ‘Kullanılan güçler, yöntemler hep özeldi.  Normal asker psikolojisine sahip değillerdi. Doğan Güreş ve Çiller dönemiydi. O zamanlar Doğan Güreş bir İngiltere ziyareti yapmıştı ve dönüşte bu olaylar yaşanmaya başladı. Bunun için onay aldığını biliyoruz.’



‘Lice’ye bağlı bir köyde yengemin babası, namazın üstünde vuruldu ve köy yakıldı. Yengemin adı Hanım Tosun’dur. Eşi, yani amcam da hala kayıptır. Şimdi o da Cumartesi Annelerindendir’ diyor Veli.

Kürtlük bilincini hapiste tanımış ve harekete katılmış. Bir ağabeyi hapisteymiş o sıralar, daha sonra diğer ağabeyi Fehmi Tosun İstanbul’da gözaltına alınıyor ve o gün bu gün kaybedilmiş gözaltında. Bunun üzerine bir başka ağabeyi ile harekete katılıyorlar. Yengesi ise Cumartesi Anneleri ile hala eşini bulma mücadelesi veriyor.

99'da İstanbul’da kendisi de gözaltına alınarak Diyarbakır’a getiriliyor. Bir hafta kaybedilmiş aslında, baskılar sonrası Diyarbakır Emniyeti adli makamlara teslim ediyor.

99- 2007 arası hapiste kalıyor ve mahkemesi 8 yıl sürüyor.

Anne ve babası 2- 3 yıl ara ile vefat ediyorlar.’


Mehmet Karasungur şehitliği



Barış sürecinde farklı yapılanmalara girişmişler. İçinde Camisi olan bir Şehitlik ve Müze inşaatı hala devam ediyor.

Adını verdikleri isimler için ‘İlk Kandil şehitlerimiz iki kişi’ diyorlar.

‘Her bölgenin ayrı şehitliği var. Bazen bizim bilmediğimiz, haberdar olmadığımız şehitler oluyor ama köylüler biliyor. Gelip bize haber veriyorlar. Biz o şehitleri oradan alıp kendi bölgesindeki şehitliğe defnediyoruz.’ Diyor Havin.

Avrupa’dan gelen birkaç genç ile birlikte ziyaret ettiğimizde, çoğunluğun henüz 80 doğumlu olduklarını görüyorum ya da benim ziyaret ettiğim bölümde olanlardı.

Toprağımızın çocuklarının bir kısmının bu diyarlarda, diğerlerinin ise öte tarafta yurdun topraklarına düşüren, kendi yurtlarından acı ve dram ile birbirini tanımayan gençlerimizi bu sonuçlara maruz bırakan, kara yürekleri ve kara planlarını düşünüyorum. 


‘Bizim dağlarımızda Keklik var. O kendi dilinde, kendi sisteminde o dağlara alışmış. Onu alıp, bir başka kuşun yanına verip, sen buna benzeyeceksin ya da sen busun, dersen yapılan zulümdür.

Bize de yapılan budur. ‘Böyle olun’ deniyor. ‘Dilinizi bırakın, kıyafetinizi bırakın, kültürünüzü, alışkanlıklarınızı bırakın’ diyorlar…’