9 Mayıs 2010 Pazar

36 kitap yaz, 17 yıl hapis yat!

Elimde bir kitap, sayfaları arasında dolaşıyorum. “Bu Kürtleri Nereden Çıkardın İsmail Beşikçi?” (*)
İsmail Beşikçi, sosyolog ve yazar. Ömrünü Kürt sorununa adamış bir Türk.
Ben 1960’ların başında Mülkiye'ye girerken Beşikçi mezun olup sosyoloji kürsüsüne asistan olarak katılmış...
O yıllar, Türkiye’de Kürtlerin varlığının reddedildiği yıllar. “Kürt yok Türk var!” çizgisinin devletin resmi anlayışına, eğitimine, tarihine damgasını vurduğu yıllar...
İsmail Beşikçi böyle bir dönemde Kürtlerin, Kürt meselesinin peşine düşer Doğu’da. İster istemez devletle, resmi anlayışla çatışmaya başlar.
1960’lı yılların hemen başında Elazığ ve civarında dolaşırken Kürtleri tanır ama onlarla ancak çevirmen aracılığıyla anlaşabilir:
Şu sözler İsmail Beşikçi’nindir:
“Gazetelerde sık sık yazılar yazılıyordu. Kürtlerin Türk olduğu, Kürtçe diye bir dilin olmadığı... Profesörler bu konuda yazılar yazardı. Gazetelerde yorumlar olurdu. Kürtçe yok ama tercüman var! Tercüman olmazsa kaymakam Kürtleri anlayamayacak. Tercüman olmazsa Kürtler kaymakamı dinleyemeyecek. İşte bu bir soru oluşturdu.”
Soru ve sorun, ‘Kürt sorunu’dur.
İsmail Beşikçi, bu sorunun peşini hiç bırakmaz.
Kitap yazar, hapse girer.
Cezaevindeki ilk günü karşılaştığı muameleyi şöyle anlatır:
“Kapıaltında beni hırpalarken diyorlardı ki:
- Ne yapmış bu adam, bu adamın suçu ne?
- Bu adam yazı yazmış.
- Yazı yazdıysa bunun parmaklarına vurun, yazı yazmasın, kalem tutmasın!”
Ama İsmail Beşikçi inatçıdır.
Aydın inadı vardır onda.
Eli kalem tutmaya, yazı yazmaya, kitap yazmaya devam eder. Hapislikleri onu düşüncelerinden, dava bellediği meseleden vazgeçirmez.
Yıl 1979.
İsmail Beşikçi’nin yolu, hakkındaki bir mahkeme kararını temyiz etmek için Yargıtay’a düşer.
O günü şöyle anlatır Beşikçi:
“O yargıcın odasına girdim. Bir mahkumiyet kararı olduğunu, temyiz ettiğimi söyledim.
Nedir falan dedi.
‘Ben bir yazarım, araştırma inceleme yapıyorum’ dedim.
Yargıç, ‘Hâlâ düşünce üzerinde baskılar var, böyle memleket ne olur’ falan diye de sitem etti... ‘Bunların olmaması gerekir, çağdaş bir dünyada, çağdaş bir demokraside düşünceye baskı olmaması gerekir, buyrun oturun’ falan deyip bana biraz iltifat etti.
Ben dilekçeyi önüne koydum.
‘Neydi sizin kitabınız? Adı ne?’ diye sordu. Ben de, ‘Kürtlerin Mecburi İskânı’ dedim.
O zaman dedi ki:
‘Aah! Bu başka bir olay!”
Evet, bu başka bir olaydır.
Ve bizim memlekette ifade özgürlüğünün sınırları içinde yer almaz.
Ama İsmail Beşikçi yılmaz.
Kürt sorununun üzerine üzerine gitmeyi sürdürür.
Tam 36 tane kitap yazar.
Ve 17 yıl hapis yatar.
Çoğunu hapisteyken yazdığı kitapları Almanca, İspanyolca, Arapça, Farsça, Kürtçe ve Japonca dahil olmak üzere birçok dile çevrilir.
İsmail Beşikçi’nin 36 kitabından 32’sine gelince,  Türkiye’de yasaklanır.
İyi pazarlar!

* Malmîsanij, Bu Kürtleri Nereden Çıkardın İsmail Beşikçi? Vate Yayınevi, İstanbul, 2009.
Sidar Bayram’ın Agos kitap ekinin Nisan 2010 sayısındaki “İsmail Beşikçi’nin kısa hatıratı” başlıklı yazısına da bakılabilir.


Hasan Cemal/Milliyet

PKK Karşıtlığı ve Siyasal İslam Gerçeği -2

(Saraylarda Ağlayan İrade-2-)
Sermayenin pençeleri arasında sıkışan Güneyli siyasetçilerden Kuzeyli siyasetçilere geçerken Kuzey ve Güney politikasının birbirlerinden kopuk olmadıkları bir süreçten geçildiğinin altını çizmekle başlamak durumundayız. Güneyde ihale peşinde koşan bir çok sözde Kuzeyli siyasetçinin her fırsatta AKP'nin propagandasını yaptıkları görülmektedir. Ayrıca Güneyde oturdukları herkesle AKP'nin içinde onlarca yurtsever Kürt olduğundan dem vuranlar nedense her seferinde Güney'e karşı tazelenen tezkerenin AKP içerisinde hiç fire vermeden  'yurtseverlerin' oyuyla işgal kararı alındığından hiç bahsetmezler. Avrupa'dan misafirim olan bir dost bu sürecin pazarlık dönemleriyle ilgili ilginç ayrıntıları anlatmaktadır. Bu dostun anlattıkları Kürdistan’da işgalcilerin neden yurtsever tanımlandıklarının önemli ipuçlarıyla doludur.
Sözü direk devletin pazarlığına şahit olmuş bu dosta bırakıyoruz: ''Devlet bir heyetle Avrupa’da (özelikle Almanya ve İsveç gibi ülkelerde) PSK ve PDK-BAKUR olmak üzere PKK dışındaki güçlerle bir süreç pazarlığına girdi, aynı pazarlığı eş zamanlı Güneyde PDK ve YNK ile de yürütüyordu. Bu pazarlıklar sırasında en büyük ilgiyi Kemal Burkay ve çevresi gösteriyorlardı öyle ki en geç Ocak 2010'da AKP Kemal Burkay’ı Türkiye’ye sorunsuz getirecek alternatif bir hareket başlatacaktı. Kemal Burkay bu gazla başladı devlete taraf olan T.TV’lerde PKK'yi karalama kampanyasına, yalnız farkında olmadığı bir gerçek konuştuğu televizyonların logosu dahi kendini teşhir etmeye yetecekti. Nitekim öylede oldu saçları siyasette aklaşmış Burkay herkesten tepki almaya başladı.
T.V'lerde sözlü antipropaganda dışında o dönem TRT6'e onlarca kadro aktarıldı. Çoğu PSK çevresinden bir kısmı da PDK-BAKUR'un o zamanki sekreteri Rojhat Amedi'nin referansıyla sağlandı ancak Amed'i Burkay kadar devlet T.Vlerinde keskinleşmek istemiyordu. Yani PSK'nin Burkay şahsında o dönem PDK- BAKUR'a ve diğer siyasi yapılara göre freni patlamış işi açık sahipleniyordu. Bir diğer açık sahiplenmeyi Güneyde YNK yapıyordu; 09.04.2009 tarihinde Gülen Cemaatinin basınını (CİHAN HABER AJANSI’NI) ziyaret eden Mam Celal'in basın sözcüsü Azad Cundiyan  ''gelecekte TRT6 ile ilgili Türkiye ile bir araya geleceklerini ve TRT6'in zamana ihtiyacı olduğunu'' söyleyerek kendi temsil ettiği siyasal yapıyı adeta TRT6 ile özdeşleştirmekteydi.
Güneyde PDK'yi bu konuda frenleyen o zaman Abant Platformuyla ortak gerçekleştirilen konferansa karşı PKK'nin tepkisiydi. Konferans 15 Şubatın yıl dönümüne denk getirilmiş ve aynı gün Hewler de ki PKK'nin kitlesel açıklamasına silahla müdahale edilmişti. Ama sürecin dili Kuzeyde ve Güneyde paralel çarpıtılıyordu. O dönem Işık Üniversitesi Güney'de açıldığında KADEP genel başkanı Şerafettin Elçi de kendi akrabalarından bir grubu Kuzeyden bu Üniversitede bedava okutmak için Güneye getirmişti.
Bir diğer pazarlık konusu, önemli bir kısmı 90'lı yıllarda PKK'ye kaşı aktif çalışmış kesimler ve Hizbul-Kontra'ya yakın imam ve bazı şahsiyetlerle olacaktı. Bunların da TRT'6'e dâhil edileceklerine dair bazı haberler basına yansımıştı. Tüm bu karşıt cephenin neden başarılı olamadığını sorduğumuzda ise; ''29 Mart Yerel Seçimleri bunların tamamında büyük hayal kırıklığı yarattı'' diye cevaplanıyor.
Bu günlerde Avrupa’da yazdığı anılarıyla gündemleşen ve bu kitapta herkese saldıran Kemal Burkay'ın kızgınlığı AKP ile birlikte hesaplarının ters gittiğinden kaynaklanmış olmasın? Ne dersiniz? Cahit Mervan af buyursun ama Burkay'ın kedisiyle bu kadar ters düşmesinin bir sebebi de bugün TRT6 gibi bir pazarda olmaması, Kürtlerin emeğini ve acısını topladığı kumbarayla geçinen ROJ-TV'de olması değilmidir?
PKK'yi bekleyen bir diğer Siyasal İslam oyunu ise Taraf Gazetesine benzer bir çizgide Kürtçe gazete ve TV'lerin Kuzey'de yaygınlaşmasıdır. Gülen'in Antep te Kürtçe TV açma hazırlığının olduğu biliniyor. Yine Le Monde'nin Kürtçe çıkışı ve Rudaw gazetesinin Neçirvan Barzani'nin desteğiyle yaygınlaştığı biliniyor. Burada özellikle ''Taraf'' çizgisinde Kürtçe TV veya gazetelerinin çıkışı ve amaçları kamuoyuna iyi anlatılırsa Kürtçeye ve özgürlük mücadelesine katkı sağlamaktan başka şansları olmayacaktır. Ancak liberal çizgide yayın yapan gazete ve TV'leri teşhir etmek, radikal karşıtlık yapanlar kadar kolay olmadığı unutulmamalı. Ayrıca yıllardır ''PKK muhalifliğe izin vermiyor'' diyenlerin PKK'ye yakın TV'ler dışında onlarca Kürt TV'si olmasına rağmen devletin peşkeş çektiği imkânlara teslim olanların potansiyeli bu çerçevede hesabı iyi yapılır, önlemi alınırsa bu yayınların sayısal artışları pozitif sonuç doğurur.
Kürdistan'da işgalci irade ve idareyi yurtsever lanse eden ölçüsüz siyasetin büyük bir kriz içinde olduğu, devletin inkâr ve imha politikasının son halkası AKP ile birlikte çözülüşü şimdiden başladığı kesindir. Kürdistan’da sel gibi eyleme, örgüte dönüşen milyonların karşısında sermayeci, gerici,  İslamist hiç bir gücün duramayacağı kesindir. Ancak bu sahtekârlar ittifakının her an farkında olmak tarihi istisnalara, kırıntılara teslim edemeyeceğimizin bir gereğidir!

Ozan Erdem

PKK Karşıtlığı ve Siyasal İslam Gerçeği -1

(Saraylarda Ağlayan İrade-1-)
Güney Kürdistan’da eski bir başbakan Neçirvan Barzani, komşu ülke Türkiye’yi turluyor. Ondan hemen önce Kürdistan İslami Birlik Partisinin Selahaddin Muhammed Bahaddin ile başbakan Erdoğan görüştü. Gülen basını özellikle İslami Partiyi Kürdistan AKP'si olarak lanse etmeye çalışmaktadır. Dört ay öncede Neçirvan Barzani’nin Türkiye’yi gizlice ziyaret ettiği ortaya çıkmıştı. Türkiye’de yıllardır mecliste olmasına rağmen DTP ile sadece bir defa görüşen Başbakanın bu ilgisi soru işaretleriyle doludur?

Türkiye'nin PKK karşıtlığı üzerinden Kürdistan’daki en küçük partileri bile saraylarda karşıladığı gerçeği aynı zamanda PKK'nin Kürdistan’daki siyasallaşma düzeyinin bir ifadesidir. İlkel bir düşmanlık anlayışı içerisinde bulunan Siyasal İslam elbette sadece 'Kürt' partileriyle değil Irak başta olmak üzere bölge devletlerindeki tüm güçlerle PKK karşıtlığını esas alan bir politika içerisinde. Iraktaki birçok grubun Türkiye tarafından davet edilmesi yine PKK karşıtlığının diplomatik sergisi olarak göze çarpmaktadır. Bu sergide sergilenenlerin ve bu serginin izleyicilerinin PKK gerçeğini değiştirmeye güçleri yetmediğini anlamak kadar, Siyasal İslam’ın yeni biçimlerle sürdüğü ve herkesle ilişkili olduğu gerçeği algılamakta anlam ifade etmektedir.

Neçirvan Barzani'nin Türkiye ile ilişkisi ABD müdahalesiyle başlayan ve aslında Siyasal İslam’ında iktidarda olduğu döneme denk gelen sermaye-Kürt, sermaye-İslam, sermaye-Türk ve bunların sentezinden oluşan sermaye-Kürt ve Türk İslam ilişkisidir. Bu ilişki holdinglerin, sermaye devlerinin ahlak yapısından esinlenen yasalara dayanmaktadır. Neçirvan Barzani ise görünmeyen adam olarak bu ilişkilerin önemli bir noktasında durmaktadır. Neçirvan Türkiye’den gelen birçok şirketle ortak ve aynı zamanda Amerikan-Kürt Dostluk Derneğinin 2008 de ilk kez başkanlığını yaparak açan kişidir. Aynı zatın Yeşil ve Ülkücü sermaye ile de ciddi ilişkileri olduğu söyleniyor.

PDK üç eğilimden oluşan bir parti profiline sahip: Birincisi; İslami muhafazakâr, Nakşibendi çizgisindeki İslami kesimler, ikinci kesim düşünsel yapıdan çok sermayeci kesim ve üçüncü kesim ise demokratlardan oluşan eğilimdir. Türkiye’nin neredeyse hiç ilişki içerisinde olmadığı demokrat yurtsever profildir.

Yakın zamanda görüştüğümüz yurtsever-demokrat bir PDK kadrosu dış devletlerin ve Türkiye’nin ilişkisini anlatmak için ilginç bir örnek veriyor ; ''bakın İngilizler birinci dünya savaşı sonrasında petrol boru hatlarını döşerken Kürler ve Araplardan oluşan yüzlerce işçiyi çalıştırıyorlarmış ardından bunlara yevmiyeleri verildiğinde çölde susamış işçilere seyyar içecek satan bir mini market tarzında o zamana göre lüks bir büfe açarmış, çölün sıcaklığıyla yorulan işçiler aldıkları yevmiyelerini koşarak o büfede harcamaya giderlermiş...'' diye uzun uzadıya durumu anlatıyor. Özcesi ''İngilizler yevmiyelerimizi bile orada harcattılar'' diyor.

Evet, en çok siyasal hareketlenmenin yaşanması gereken parça (Güney sahası) adına susarak aslında Özgürlük hareketine kaşı TC'ye en büyük desteği vermiyorlar mı? Neçirvan Barzani'nin İran ve Türkiye'yi Irak seçimlerinden sonra yeni oluşum için ziyaret ettiği bir gerçektir ancak son seçimlerde ortaya çıktığı gibi halka dayanmadan halkın önemli bir desteğini kaybeden bir mantığın kendini bu devletlere dayandırmasının Kürtlere kazancı İngiliz yevmiyesi kadar bile yoktur. Yine İslami Yekgirtu kadrolarıyla yaptığımız sohbetlerde PKK'ye karşı benzer ve TC'nin özel savaş dilinden tanıdığımız bir dil olması dikkatimizi çekmektedir.

Özgürlük gündemi Güney Kürdistanlıların üzerinde oynanan sahte Kürtlük ve sahte İslam oyunlarıyla eritilmektedir. PDK ve YNK'li lere bağlı T.V kanalları başta olmak üzere Güneyde onlarca kanalın Türk dizilerini her gün yayınlamaları bu gerçeği saptırmanın en büyük örneğidir. Türkiye’nin Kürtleri parçalamaya yönelik çalışma halkası özce şöyle tanımlanabilir:

1-   Tabanı %10 civarında bulunan İslami örgütler üzerinden PKK'yi karalamak ve aynı zamanda bu tabanı daha da genişleterek kendisine güneyde alan açmaktadır.
2-   PDK ve YNK'nin içinde kendine yakın sermayeci, işbirlikçi, İslamist eğilimler üzerinden yine kendi dengelerini paralamakta ve yurtsever değerleri zayıflatmaktadır (bu iki oluşumun gücü %60lardadır).
3-   İslami partiler, Goran Hareketi, sosyalist partiler ve PDK-YNK dâhil Türkiye’de bunlarla diplomasiyi parçalı bir şekilde yapmaktadır. Türkiye’nin Hewler’de konsolosluğu olmasına rağmen Ankara’da parçalı Kürt siyasetiyle Kürtleri karşılamakta adeta iradesizlik yarışına sokmaktadır. Bu anlamıyla son Neçirvan Barzani ziyareti Başbakan Berhem Salih'in iradesini o kadar gölgede bırakmış ki nerdeyse bölgede başbakan olduğu unutulacak duruma getirtilmiş. Bunun tepkisi YNK basınına da yansıdı ama özü Türkiye’nin saraylarda dahi olsa Kürtleri parçalı karşılama 'marifetidir'.

Kuzey Kürtlerine yapılan katliamlara rağmen Güneyde fırtınaların kopmama sebeplerini kısmen sıraladık. Devamında Kuzey Kürdistanlı 'Kürt Partileriyle' devletin hangi pazarlıkları yaptığı, karşılığında 'Kürt' partiler adına bazı şahsiyetlerin neyi ne zaman sattıklarını bize ulaşan özel bilgilerle aktarmaya çalışacağız. Kürdistan’da özgür iradeler umuduyla!
Devam edecek…
Ozan Erdem

BDP'yi karalama Planı!

ANKARA - 17. maddeyi geçiren AKP'nin 'parti kapatmayı' zorlaştıran 8. maddeyi de geçirtebileceğine dikkat çeken siyasi gözlemciler, BDP'yi karalamak için bu maddenin planlı olarak düşürüldüğünü belirtiyor

BDP'Yİ KARALAMA PLANI

Siyasi gözlemciler, AKP'nin 8. maddeyi planlı olarak düşürdüğünü belirtiyor. 17. maddeyi 337 oyla geçirip kendini sağlama alanların 8. maddeyi de geçirtebileceklerine dikkat çeken siyasi gözlemciler, AKP'nin 8. maddeyi planlı olarak düşürerek referandum ve seçim öncesi BDP'yi karalamayı amaçladığını kaydediyor.

AKP'NİN SEÇİM HESABI

Ankara kulislerindeki bu iddiaları doğrulayan gelişmeler de yaşanmaya başlandı. Nitekim Başbakan Erdoğan'ın, 'Seçmenleri BDP'yi cezalandıracak', Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın da, 'BDP seçmeninin en az yüzde 50'si referandumda bize oy verecek' açıklamaları iddiaları doğruluyor.

BDP'yi bitirme planı!

AKP'nin anayasa paketinin parti kapatma yetkisini Anayasa Mahkemesi'nden alarak Meclis'te kurulacak bir komisyona verilmesini öngören 8. maddesinin düşmesi ardından BDP'ye karşı saldırı furyası başlatıldı. Siyasi gözlemciler, saldırıların ve maddenin düşürülmesinin planlı bir politika çerçevesinde geliştirildiği görüşünde birleşiyor.

AKP'li 12 milletvekilinin planlı bir şekilde 8. maddeye destek vermediği, bu nedenle maddenin 327 oyla düştüğü iddia ediliyor. Siyasi gözlemciler söz konusu vekillerin 8. maddeyi tamamlayan ve Anayasa Mahkemesi'nin üye sayısının belirlenmesini öngören 17. maddenin 337 oyla geçmesinde oy kullandığına dikkat çekerek, şunları dile getiriyor: 'Eğer gerçekten tutarlı olsalardı 17. maddede de karşı oy kullanırlardı. Ancak aksine 17. madde rekor oyla kabul edildi. Bu da 8. maddede olumsuz oy kullananların aslında amaçlarını gözler önüne seriyor. 8. maddenin düşmesi çok da bir şey ifade etmiyor. Çünkü bu maddeyi tamamlayan 17. madde var. Parti kapatma yetkisi tekrar Anayasa Mahkemesi'nde kalsa bile, yapısı hükümet tarafından değiştirilmiş bir Anayasa Mahkemesi, artık geçmişteki gibi hükümeti hedef almayacak. Dolayısıyla hükümet parti kapatmalara karşı Meclis'te elde etmek istediği gücü Anayasa Mahkemesi'nin yapısını değiştirerek elde ediyor zaten. 17. madde 8. Maddeyi telafi ediyor.'

17'Yİ GEÇİREN 8'İ DE GEÇİRİRDİ

Bu durumda hükümetin amacının ne olduğu sorusu daha da netleşmiş görünüyor. 8. maddenin bilinçli bir şekilde düşürülerek BDP ve Kürt seçmenin hedef alınması amacının güdüldüğüne dikkat çekiliyor. Kulislerde dolaşan şu söylemler, bu duruma şöyle açıklık getiriyor: 'AKP 8. maddede doğan boşluğu 17. maddeyle zaten telafi edeceğini biliyordu. Bu nedenle milliyetçi görünen 12 milletvekili aksi oy kullanarak 8. maddeyi düşürdü. Böylece ilk turda destek oyu veren BDP daha kolay hedef haline getirilmiş oldu. Bu madde doğrudan BDP'yi ilgilendirdiği için hükümetin işine geliyordu. Çünkü birçok partileri kapatılmış olan BDP'lilerdi. Ancak hükümetin yaptığı tam anlamıyla bir şark kurnazlığı oldu. Bir yandan 17. maddeyle düşürdüğü 8. maddeyi her halükarda garantiye aldı, öbür yandan ise 8. maddeye ikinci turda destek vermedi diye BDP'ye yüklendi. Bu da gösteriyor ki, hükümet yaklaşan seçimler öncesinde BDP'yi 8. madde üzerinden karalayarak seçmenlerinden oy almayı hesaplıyor. Eğer hükümetin amacı bu olmasaydı, nasıl ki, 17. maddeyi rahatlıkla 337 oyla geçirdiyse 8. maddeyi de rahatlıkla bu şekilde geçirirdi. Ama tutarlılıktan ziyade, hesapları BDP'ye yönelik.'

AÇIKLAMALAR DOĞRULUYOR

Ankara kulislerinde konuşulan bu iddiaları doğrulayan gelişmelere de iki günden beri tanık oluyoruz. Başbakan Erdoğan, önceki gün yaptığı açıklamalarda, BDP'yi MHP ve CHP ile aynı kefeye koyarak 'ruh üçüzü' olmakla suçladı ve ardından asıl amacını ortaya koydu: 'Seçmenleri BDP'yi cezalandıracak.' Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da, BDP seçmenin en az yüzde 50'sinin kendilerine referandumda oy vereceğini söyledi. Bu açıklamalar, 'hükümetin hem referandum hem de seçim öncesinde 8. Maddeyi bilinçli bir şekilde düşürerek BDP'yi karalamayı ve seçmenini kazanmayı hedeflediği' yönündeki iddiaları doğruluyor.