12 Şubat 2011 Cumartesi

Öcalan Ideolojik Mücadele ile Komployu Geriletti

Türk devletinin PKK ile mücadelesinde bir dönüm noktası olan 15 Şubat 1999 uluslararası komplo birçok yönü ile hala tartışılıyor. Uluslararası komplo PKK'nin kurucusu ve lideri olan Abdullah Öcalan'ı örgütünden koparıp, Öcalan'ı etkisiz PKK'yi de başarısız kılmayı hedefliyordu.

Komplo, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 1979'dan beri kaldığı Suriye'den çıkarılması üzerine kuruluydu. Çünkü sistemin bölgedeki politikalarına Öcalan’ın ortaya çıkardığı ve öncülük ettiği PKK engeldi. Öcalan'ın kurduğu ve önderlik ettiği PKK hareketi, sadece Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ı değil, Kürdistan’ın dört parçasını, bölge devletlerini etkileyen temel bir dinamik oldu.

PKK'nin örgütlenmesinin yaygınlığı, etkilediği toplumsal dinamikler ve ideolojik kimliği sistem tarafından kabul edilmiyordu. Türkiye Cumhuriyeti devleti PKK’ye karşı NATO başta olmak üzere Avrupa Birliği ve Arap devletlerini de yanına alarak mücadele etme hedefindeydi. NATO ve Avrupa Birliği üyesi birçok devlet başkanı, politikacı ve istihbaratçı ise dolaylı olarak bu komploda yer aldı.

Çünkü Kürtlere ilişkin bölgesel ve uluslararası politikalar Öcalan’ın ve dolayısıyla PKK’nin egemen sistem için tasfiyesini gerektiriyordu. Eylül 1998 tarihli Washington anlaşmasıyla Güneyli Kürt partilerin Güney Kürdistan’da Öcalan’a yer verilmemesini istemişti. İşte bütün karmaşık siyasal ve ekonomik çıkarlar devletler arasında PKK liderine karşı komplo ağı oluşturuldu. Öcalan 9 Ekim 1998’de Suriye’den çıktı.

Yunanistan, İtalya, Rusya ve Kenya’da kalma çabaları komployu ören devletler tarafından engellendi. Hollanda ve Almanya devleti Öcalan’ın bu ülkelere girmesini istemedi. Devletlerin çıkarları, egemen siyasetin anti-Kürt cephesinin ördüğü komplo Öcalan’ı 15 Şubat 1999da Kenya’dan kaçırarak Türkiye’ye verdi.

16 Şubat 1999’da dönemin Türkiye başbakanı Bülent Ecevit olağandışı bir basın toplantısı ile PKKnin kurucusu ve lideri Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiğini açıkladı.

Egemen güçler ve Türk devleti Öcalan’ın komplo ile yakalanması ve Türkiye’ye verilmesi ile PKK’nin hemen dağılacağı ve etkisizleşeceğini hedefliyordu.

Oysa hiç de öyle olmadı. Öcalan yakalanmadan önce başlayan protesto gösterileri Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinin duyulmasıyla birlikte bütün dünyaya yayıldı.

Kürtler bir bütün olarak Kürdistan’ın dört parçasında, yaşadıkları her ülkede görkemli protesto gösterileri yaptı.

Gösterilere sadece Kürtler değil Türkler, Araplar, Avrupa halklarından da kitlesel katılımlar gerçekleşiyordu. Dönemin ABD’li dışişleri bakanı Madelaine Albright, Öcalan için yapılan gösterilerin bu boyutta olabileceğini düşünemediklerini itiraf etti. Albright’in bu ifadesi aslında komplonun daha o dönemde başarısızlığa uğradığının iftiraydı. Çünkü PKK 6 ayda dağılmak yerine daha da güçlü bir pozisyona girdi.

Öcalan’ın İmralı’daki tek kişilik cezaevindeki düşünsel üretimi, politik taktikleri ve örgütü için geliştirdiği ideolojik strateji hattı PKK’nin kesintisiz gelişmesini sağlarken, PKK karşıtı politik güçlerin ve aktörlerin ise eriyip gittiğini zaman gösterdi.

PKK'nin dağılması için uluslararası komployu ören ağ içindeki devletler ve devlet yetkilileri PKK'nin dağılacağını hesap ediyorlardı.

Ama devletlerin kapalı kapılar ardında yaptığı hesaplar tutmadı. ABD, İngiltere gibi sistemin egemen devletlerinin desteklediği uluslararası komplonun birçok aktörü artık yerinde değil. Çoğu etkisiz bir durumda. Birçoğu emekli edildi. Ve şimdi siyaset sahnesinde yoklar.

Kısacası komplo tarafından temel hedef seçilen ve etkisizleştirilmek istenen Abdullah Öcalan ise hala Kürdistan ve Ortadoğu'da siyasal gündemi oluşturan, ortaya koyduğu düşüncelerle gündemi sürükleyen ve PKK'yi etkili bir hareket olarak siyaset alanında tutan bir lider konumunda.

ÖCALAN’DAN YENİ DEVRİMCİ TEORİ

Öcalan'ın liderlik ettiği PKK artık sadece Kürtler açısından değil bölgesel ve uluslararası alanda bir siyasal hareket olarak gelişmeleri belirleyen ve gelişmelere yön veren siyasal, toplumsal bir hareket. Kürdistan'ın dört parçasında örgütlenen, bölge devletlerinin politikalarını şekillendiren, toplumu örgütleyen ve ortaya koyduğu siyasal projelerle Türkiye başta olmak üzere Irak, İran ve Suriye'yi demokratikleşme lehine siyasal dönüşüme zorlayan bir güç.

Komploya karşı mücadele eden PKK'nin bu gücü, Öcalan'ın yarattığı ideolojik değişim ve dönüşüm çabasında gizli. 1990'lardan itibaren içine girdiği değişim çabalarını İmralı'da bir sisteme kavuşturan Öcalan, PKK için yeni bir paradigma oluşturdu.

Ve bu paradigmayı Demokratik, ekolojik kadın özgürlükçü toplum paradigması olarak tanımladı. Bu paradigmayı da Demokratik Konfederalizm adıyla sistem örgütlenmesi olarak projelendiren Öcalan, yeni paradigma ile ulus devlet misyonuna radikal eleştiriler getirdi.

Ayrıca Kürt etnisitesi yeniden kurgulanarak, reform ve rönesans öğelerini de içerecek şekilde demokratikleştirilmek, milliyetçi öğelerden arındırılarak demokratik ulus kavramını geliştirdi. Öcalan’ın geliştirdiği yeni paradigma, Kürtlerin dünyada etkili siyasallaşması sonucunu doğurdu.

Kürt siyasal aktörleri, Kürt kurumsallaşması için sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel kurumlaşmalara gitti, siyasal dilin dışında yerel yönetimlerin kazanılması ile birlikte toplumsal hizmet dili de oluştu.

Öcalan’ın Demokratik Ekolojik Toplum ve Demokratik Konfederalizm önerileri ile toplumsal yeniden inşa süreci başladı, Kürt dil, kültür ve kimliğini bir özne olarak talep edecek kurum ve yapılar oluştu. (Kürt Sorununda Demokratik Çözüm Bildirgesi, Mem Yayınları, İstanbul, Haziran 1999.)

Öcalan’ın yeni paradigma yolculuğunda ilk durak Kürt Sorununda Demokratik Çözüm Bildirgesi isimli kitap oldu. İmralı Adasında görülen mahkemeye sunulan savunmayı içeren 168 sayfalık kitap, Haziran 1999'da Mem Yayınları tarafından basıldı.

Kitapta, Demokratik Cumhuriyet kavramı adı altında sorunun aşılması ve barış ortamının tesis edilmesine yönelik çözüm önerilerine yer verildi. Öcalanın Kürt sorununda ideolojik ikna, psikolojik telkin yöntemleri kullanarak barış savunuculuğu stratejisi izlediği kitap, yayınlandıktan sonra büyük ses getirdi. (Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa (AİHM Savunmaları) I.-2 Cilt, Mezopotamya Yayınları, Köln, Mart 2002. )

Öcalan'ın İmralı'da yazdığı İkinci kitap ise AİHM sunulan Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru isimli savunma oldu. Türkiye'de Mem avrupa'da ise Mezopotamya Yayınları tarafından Ekim 2001'de yayımlanan ve toplam 800 sayfayı aşan kitap, iki ciltten oluştu.

PKK 8. Kongresinde politik rapor olarak kabul edilen kitap, PKK ve Kürtler açısından bir dönüm noktası oldu. Bu savunma ile PKK ideolojik ve politik değişim dönüşümü tarihsel zeminde tartışmaya başladı.

Öcalan bu kitapta yeni PKK tanımını yaparak örgütün programını belirledi, örgüt ve Kürtlerin önüne yeni hedefler koyarak geleceğe dair ortak amaç duygusu yarattı.

11 Eylül 2001'de ikiz kulelere saldırının yapıldığı ve Irak Müdahalesinin ise ön aşamasında yazılan bu savunmada, Dünyadaki sistem karşıtı hareketler bütünlüklü olarak analiz ediliyor. Sisteme karşı yeni bir paradigmanın düşünsel temelleri oluşturuluyordu. (Urfa Savunması)

Öcalan bu dönemde kendisine karşı açılan ve "Urfa Davası" olarak tanımlanan davaya karşı savunmasını da "kutsallık ve lanetlilik kıskacında Urfa" adıyla kitaplaştı.

Bu savunmada Öcalan, doğduğu kentin tarihi ve kültürel yapısını analiz ediyordu.

Özgür İnsan Savunması isimli kitap ise Öcalan'ın yeni paradigmasının örgütsel ve toplumsal sisteme kavuşturulması anlamına geliyordu.

Atina’da görülen Öcalan Davasına sunulan kitap, Haziran 2003 yılında Türkiye ve Avrupa'da yayımlandı. (Atina Mahkemesi için ÖZGÜR İNSAN SAVUNMASI)

Öcalan’ın Suriye’den sonra gittiği Avrupa sürecini anlattığı kitap, toplam 152 sayfaydı. Kitapta somut Kürt demokratik kurumlaşması için Kürdistan Halk Kongresi (KHK) önerildi.

Öcalan'ın İmralı'da ortaya koyduğu savunmalar, yeni örgütsel sistemin inşaa edilmesi sürecini derinleştiriyordu. Ancak uluslararası komplo bölgedeki siyasal konjonktürü de kullanarak PKK üzerinde etkili olmak istedi. PKK'deki değişimi kendi lehine çevirmek isteyen uluslararası komplo PKK içinde kendi işbirlikçilerini örgütlemek istedi.

Tam da bu süreçte Öcalan Bir Halkı Savunmak isimli kitabı yazdı.

PKK içinde işbirlikçi/tasfiyeci olarak tanımlanan bu güçler PKK'yi sisteme eklemlemek istedi. Ancak Öcalan'ın ideolojik mücadelesi ve PKK içindeki Öcalan çizgisi bu tasfiyeciliği etkisiz kıldı.(Bir Halk Savunmak, Wêşanen Serxwebûn 135, Haziran 2004.)

2004 yılında Avrupa ve Türkiye’de yayımlanan bu kitap PKK'nin kendi sistemini yenileyerek siyaset sahnesinde daha etkili bir rol almasını sağladı.

392 sayfalık kitapta devlet, kadın, toplumsal gerçeklik ve birey, PKK, Kürt sorunu, Kürt tarihi, Kürt sorununa çözüm, meşru savunma, savaş, çatışma, AB, ABD, Büyük Ortadoğu Projesi, Ortadoğu, din ve tarikat gibi konular ayrıntılı şekilde irdelendi.

Öcalan Bir Halkı Savunmak isimli kitapla da teorik değerlendirmeleri somut görevlere dönüştürerek Kürt siyasal hareketinin tüzük ve programını yazdı. Kitabı önemli kılan bir diğer faktör de, sürecin aşılması için ortaya konulan temel taktikleri içermesiydi. 1 Haziran 2004 yılında Kürt siyasetinin yeniden çıkışı için gerçekleştirilen hamlelerde bu eserin çok büyük etkisi oldu.

Bu döneme kadar Türkçe ve Kürtçe yayımlanan Öcalan'ın kitapları Arapça, Farsça, İngilizce ve Almanca'ya da çevrildi. Uluslararası alanda da düşünceleri tartışılan Öcalan bölgedeki gelişmelere sadece teorik alanda değil pratik politika konularında da etkide bulundu. ( Demokratik Toplum Manifestosu, Mezopotamya Yayınevi, Haziran 2009.)

Öcalan’ın dört ciltlik seri halinde yayınlanan Demokratik Uygarlık Manifestosu ise Bir Halkı Savunmak adlı eserindeki düşüncelerin daha da detaylandırılmasıydı.

Eser sistem karşısında tıkanan hareketler için yeni bir devrimci teorinin nasıl inşaa edilmesi gerektiğini de ortaya koyuyordu. Seri halde çıkan kitaplar şu isimleri taşıyor:

Birinci Kitap Maskeli Tanrılar ve Örtük Krallar Çağı

İkinci Kitap Maskesiz Tanrılar ve Çıplak Krallar Çağı

Üçüncü Kitap Özgürlük Sosyolojisi

Dördüncü Kitap Ortadoğu'da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü

Bu kitaplarda ağırlıklı olarak insanlığın 5 bin yıllık uygarlık tarihi, pozitivizm, iktidar, sol, toplumsal inşa programı ve sorunları, Ortadoğu gibi konular ele alındı, kapitalist moderniteye karşılık demokratik modernite paradigması önerildi. Savunmalarında günümüzün çağ ve uygarlığıyla hesaplaşan Öcalan, yeni bir ideolojik kültür ve ahlak sistemi önererek, 'başka bir dünya mümkün' dedi.

Kitap serilerinde bilimsel yöntem ve pozitivizmle hesaplaşan Öcalan, kapitalizmin günümüzde verdiği fotoğrafı da analiz etti. Öcalan Kapitalist modernitenin üç sacayağına dayandığını, bunun da kapitalist üretim, endüstricilik ve ulus devlet, diğer üç saç ayağının ise seks, spor ve sanat olduğunu belirtti.

Öcalan, kapitalist moderniteye karşı yeni tez olarak demokratik modernite tezini ileri sürdü, demokratik modernitenin sistemleşmiş modeli olarak demokratik özerklik önerisi yaptı.

Bu süreçte Öcalan'ın Kürt Sorununun çözümü için hazırladığı devlet yetkililerine yazdığı bazı mektuplar "Yol Haritası" ve "Kürdistan ve PKK'yi konu edinen" yeni savunması ise hala avukatlarına verilmedi. Öcalan avukatları ile yaptığı görüşmelerde de hem pratik politikayı hem de ideolojik alandaki çalışmalarını yorumladı.

Öcalan uluslararası komploya karşı ürettiği düşüncelerle mücadele etmeyi temel aldı. Bu düşüncelerin siyasal alanda örgüt sistemine kavuşturması PKK ile oldu. Kürt toplumu ise bu sistemde kendi özgürlüğünü gördüğü için ortaya konulan projelere toplumsal olarak sahip çıktı.

Tahrir Meydanı Mucizesi


Mısır’daki gelişmelerin mucizevi doğasını farketmemek mümkün değil: çok az kişinin öngörebildiği, uzmanların görüşlerini boşa çıkaran bir şey oldu. Sanki ayaklanma sadece toplumsal nedenlerden kaynaklanmadı da, Platonik bir şekilde, ebedi özgürlük, adalet ve haysiyet fikri diye adlandırabileceğimiz gizemli bir faktörün müdahelesiyle meydana geldi.

Ayaklanma evrenseldi: dünyanın dört bir yanına dağılmış olan hepimiz derhal,Mısır toplumunun çeşitli yönlerinin kültürel analizine falan gerek duymadan, kendimizi bu ayaklanmayla özdeşleştirebildik, onun ne anlama geldiğini anlayabildik. İran’daki Humeyni devriminin tam tersine (orada solcular kendi mesajlarını, ağırlıkla İslami bir çerçevenin içine zorla sıkıştırmak durumunda kalmışlardı) burada çerçeve, evrensel laik özgürlük ve adalet talebiydi, öyle ki Müslüman Kardeşler, laik taleplerin dilini benimsemek zorunda kaldı.

En olağanüstü an Kahire’nin Tahrir meydanında Müslümanlar ve Kıpti Hristiyanların birlikte “Hepimiz biriz” sloganlarıyla ibadet edişiydi- bu, dini ayrılık temelindeki şiddete verilmiş en güzel cevaptı. Evrensel özgürlük ve demokrasinin değerleri adına çok kültürlülüğü eleştiren yeni muhafazarlar açısından zurnanın zırt dediği yer gelmiştir: evrensel özgürlük ve demokrasi istiyordunuz değil mi? Mısır halkının da talebi bu işte, niye bu kadar rahatsızsınız? Acaba Mısır’daki göstericiler, özgürlük ve onurla beraber, bir nefeste toplumsal ve ekonomik adaletten de söz ettikleri için mi?

Başından beri göstericilerin şiddeti tamamen sembolikti, radikal ve kollektif bir sivil itaatsizlik eylemiydi. Devletin otoritesini askıya aldılar – bu yalnızca bir iç özgürleşme değil, aynı zamanda tabiyet zincirlerini kırma anlamına gelen bir toplumsal eylemdi. Fiziksel şiddet Tahrir meydanına atlar ve develerle girip insanlara saldıran Mübarek’in kiralık kabadayıları tarafından uygulandı; protestocuların çoğunun yaptığı kendilerini savunmaktı.

Göstericilerin mesajı kavga ama öldürme değil. Talep Mübarek’in gitmesi, ve böylelikle Mısır’da özgürlük için bir alan açılması, hiç kimsenin dışlanmadığı bir özgürlük. Protestocuların orduya hatta nefret edilen polise karşı attıkları slogan, “Orduya, polise ölüm” değil, “Biz kardeşiz, gelin katılın!” Bu özellik, kurtuluş için yapılan bir gösteriyi popülist sağcı bir gösteriden açıkça ayırıyor: sağ hareketler halkın organik birliğini sağladıkları iddiasıyla ortaya çıksalar da bu, tespit edilmiş düşmanı yok etme çağrısıyla sürdürülen bir birliktir (yahudiler, hainler).

Peki şimdi hangi noktadayız? Otoriter bir rejim nihai krizine doğru yaklaşırken, çözülme sırasında genellikle iki aşama yaşanır. Rejim tam olarak çökmeden önce bir kopuş olur: birden insanlar oyunun bittiğini farkeder, artık korkmaz olurlar. Bu yalnızca rejimin meşruiyetini kaybetmiş olması değildir; gücünü kullanma çabası da artık kifayetsiz panik hamleleri olarak görülür. Çizgi filmlerdeki klasik sahneyi hepimiz biliriz: kedi uçurumun kenarına kadar gelir ve farkına varmadan boşlukta yürümeye devam eder; ancak aşağıya bakıp da uçurumu gördüğü zaman düşmeye başlar. Rejim de otoritesini kaybettiği zaman boşlukta yürüyen kedi gibidir işte: düşmesi için kendisini “aşağıya bak” diye uyarmak gerekir…

Ryszard Kapuscinski Humeyni devrimini çok iyi anlattığı Shah of Shahs adlı kitabında, bu kopuş anını tespit etmiştir: Tahran’daki bir yol kavşağında bir gösterici kendisine “çekil” diye bağıran polisin emrine uymayı reddeder ve utanan polis geri çekilir. Bir kaç saat içinde olay bütün Tahran’da duyulmuştur. Sokak çatışmaları haftalarca devam ettiği halde, herkes o andan sonra artık oyunun bittiğini bir şekilde bilmektedir.

Mısır’da da benzer bir şey yaşanıyor mu? Daha başlangıçta bir kaç gün, Mübarek çizgi filmdeki kedinin durumundaydı. Ondan sonra devrimi etkisiz hale getirmek için çok iyi planlanmış bir harekat devreye sokuldu. Utanmazlık nefes kesiciydi: Yeni devlet başkan yardımcısı, yığınla insana yapılan işkencelerden sorumlu eski gizli polis şefi Ömer Süleyman kendisini rejimin insani yüzü ve demokrasiye geçişe nezaret edecek kişi olarak sundu.

Mısır’daki “kim daha uzun dayanacak” mücadelesi farklı görüşler arası bir çatışma değil. Bu, özgürlük vizyonu ile, mümkün olan bütün yolları –terör, aç bırakma, yorma, rüşvet, ücret artırma – kullanarak kör bir tutkuyla iktidara yapışma arasındaki çatışma.

Başkan Obama ayaklanmayı meşru bir görüş ifadesi olarak memnuniyetle karşıladığı ve hükümetin bunu dinlemesi gerektiğini söylediği zaman, ortalık tamamen karıştı. Kahire’deki ve İskenderiye’deki kalabalıklar taleplerinin hükümet tarafından dinlenmesini istemiyorlardı, onlar hükümetin meşruiyetini reddediyorlardı. Mübarek rejimiyle diyaloğa girmek istemiyorlardı, Mübarek’in gitmesini istiyorlardı. Yalnızca onların görüşlerini dinleyecek yeni bir hükümet kurulmasını değil, devletin tamamının yeniden şekillendirilmesini istiyorlardı.

Bir görüş ifade etmeye çalışmıyorlar, Mısır’ın gerçekliğinin ta kendisi onlar. Mübarek bunu Obama’dan çok daha iyi anlıyor: burada uzlaşmaya yer yok, tıpkı 1980′lerin sonlarında Komünist rejimlere karşı yaşanan ayaklanmalarda olduğu gibi. Ya Mübarek’in iktidar yapısı bütünüyle çökecek, ya da isyan rejim tarafından yutulacak ve ihaneye uğrayacak.

Peki Mübarek’in çöküşünden sonra yeni hükümetin İsrail’e hasmane davranacağı korkusuna ne demeli? Eğer yeni hükümet gerçekten özgürlüğünün gururla tadına varan bir halkı temsil edecekse, o zaman korkacak bir şey yok: Anti-semitizm yalnızca çaresizlik ve baskı koşullarında yaygınlaşabilir. (Mısır’ın bir bölgesinden CNN tarafından yayınlanan bir haber hükümetin, gösterileri örgütleyenlerle yabancı gazetecilerin, Mısır’ı zayıflatmak isteyen yahudiler tarafından gönderilmiş olduğu yolunda söylentiler yaydığını gösterdi – işte Mübarek, yahudilerin bu kadar dostudur.)

Mevcut durumdaki en acı ironilerden biri de batının Mısır’da değişimin “hukuki” yollardan gerçekleşmesi konusundaki kaygısı. Sanki Mısır şimdiye kadar hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir ülkeymiş gibi. Mısır’ın çok uzun yıllar olağanüstü hal ile yönetildiğini unutuyor muyuz? Mübarek hukukun üstünlüğünü askıya alıp, gerçek siyasi faaliyetleri boğarak, bütün bir ülkeyi tam bir siyasi hareketsizliğe mahkum etmişti. Bugün Kahire sokaklarındaki bir çok kişinin “hayatımda ilk defa yaşadığımı hissediyorum” demesinin anlamı budur. Bundan sonra ne olursa olsun, en önemli şey, bu “yaşadığını hissetme” duygusunun, sinik bir reel-politika anlayışıyla mezara yollanmamasıdır

Slavoj Zizek


Kaynak: The Guardian Çeviren: Kumru Başer/SolDefter