3 Ağustos 2012 Cuma

Karayılan: Sınırın Ötesi Berisi Hikaye Oldu

KANDİL - KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan HPG gerillalarının artık Kuzey Kürdistan’da mevzilendiğini ifade ederek “Şimdi sınırın 35 km içerisindeki Şemdinli’nin etrafında gerilla vardır. Böylece artık sınır ötesi sınır berisi de hikayeye dönüşmüştür” dedi.

Karayılan verdiği özel röportajda son dönemde Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde yaşanan çatışmaları değerlendirdi. Gerillanın artık birçok yerde vurup orada mevzilenme ve alan hakimiyeti geliştirme gibi bir tarzı esas alacağını ifade eden Karayılan, bütün Botan-Zagros alanında gerillanın hakim olduğunu belirtti.

Karayılan’ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

HPG, Şemdinli’de geniş bir alanın 23 Temmuz’dan beri gerillanın denetiminde olduğunu bildirirken, sürekli bir çatışma hali var. Gerillanın şuan Şemdinli’de içinde bulunduğu pozisyon nedir? Bu eylem neyi ifade ediyor?

Türk devletinin Kürdistan’da gelişen saldırılarına karşı 19 Haziran Şitazin-Oramar operasyonuyla gerilla yeni bir mücadele dönemini pratiğe koymuş bulunmaktadır. Şimdiye kadar Türk devleti ve Türk ordusu Kürdistan’ın her tarafında sürekli operasyonlar, özellikle tekniğe dayalı sürekli saldırılar geliştirmektedir. Artık bu sürece bir biçimde dur diyen, cevap olmaya çalışan bir gerilla hamlesine ihtiyaç doğmuştur. Gerillanın 2012 yılı itibarıyla içine girmiş olduğu yeni bir mücadele tarzı ve aşaması söz konusudur. Bu yeni mücadele aşaması bir üst aşamadır. Yani gerillanın temel taktiği olan vur-kaç taktiğiyle birlikte, birçok yerde vurup orada mevzilenme, alan hakimiyetini geliştirme biçimindeki bir taktik süreç gündemdedir. Bu çerçevede şimdi Kürdistan’da yaşanan yoğun bir savaş durumu vardır.

Ancak Türk devleti ve Türk basını ısrarlı bir biçimde, büyük bir çabayla bu savaşı yansıtmamakta, münferit bir takım olaylar gibi göstermeye çalışmaktadır. Oysa durum öyle değildir. Durum, arazi üzerinde yoğun bir çarpışma, mücadele ve savaş durumudur. Bu açıdan Türk devleti ve Türk basını gerçekleri kamuoyundan ve toplumdan gizlediği için Şemdinli olayı farklı şekillerde yorumlanmaktadır.

“PKK Şemdinli’yi ve Çukurca’yı basacaktı da, basamadı” biçimindeki iddia kesinlikle yalandır. PKK’nin nasıl bir planlamasının olduğunu burada söyleyecek değilim ama şunu net söyleyeyim ki şu ana kadar öyle bir planlaması söz konusu olmamıştır.

SADECE ŞEMDİNLİ DEĞİL, BÜTÜN BOTAN-ZAGROS SÖZKONUSU

Peki, bölgede neler oluyor?

Bakın; sorun sadece Şemdinli değil; mevcut durumda bütün Botan-Zagros alanı söz konusudur. Şitazin ve Oramar eylemi 19 Haziran’da yapıldı. O tarihten bugüne Türk ordusu karadan Oramar’a gitmiş midir? Gidin bunu sorun, karadan 3 bin askerin bulunduğu Dağlıca dedikleri Oramar alanına herhangi bir gidiş olmuş mudur? Olmuşsa nasıl olmuştur? Bakın, geçen hafta 3 gün boyunca Gever-Oramar hattında çatışmalar yaşandı; 2 skorsky tipi helikopter düşürüldü, 2’si darbe aldı.

DAĞLICA’YA GİDEN YOL ÖNEMLİ ORANDA GERİLLA DENETİMİNDE

Bu yoğun çatışmalarla ancak bir konvoy Şitazin’a yarı yarıya darbe alarak ulaşabildi. Bunun dışında bu askeri merkezlere karadan herhangi bir ulaşım olmamıştır. Çünkü o tarihten bu yana Dağlıca’ya giden yol önemli oranda gerillanın denetimindedir. Yine koskoca Cîlo Dağı’nda, Çarçela Dağı’nda, Oramar’ın etrafında herhangi bir devlet denetimi söz konusu olmuş mudur? Hayır. Çünkü uçaklarla ve kobralarla günlerce bir savaş yürütüldü ama girilemedi. Türk ordusu orada püskürtüldü ve şimdi Oramar-Şitazin alanları neredeyse gerillanın kuşatması altındadır.

ORAMAR VE ŞITAZİN’DEKİ KÖYLER BOŞALTILSIN ÇAĞRISI

Şimdi devlet Oramar ve Şitazin köyleri dışındaki tüm köylerin boşaltılmasını istemektedir. Doskî Vadisi boyunca bulunan 9-10 köye dönük devletin yoğun baskısı var ve buraların boşalmasını istemektedir. Sadece Oramar ve Şitazin’ın kalmasını istemesi, onlardan yararlanarak kendi savunmasını yapmak istediği içindir. Bu durumda ben de bu iki köydeki halkımıza şunu söylemek istiyorum: Hem Türk devletinin çifte standartlı bir biçimde diğer köyleri boşaltma politikasına karşı bir tutum, hem de sömürgeci Türk devletinin kendisinden yararlanmaması için ben bu insanlarımızı köylerini boşaltmaya çağırıyorum. Buradaki yurtsever halkımızın alacağı en iyi ve doğru tutum budur. Çünkü devlet hem işine geldiğinde halkımızı kullanmak istemekte hem de işine gelmediğindeyse tümden boşaltmaya yönelmektedir. Buna karşı tüm yöre halkımızın tavır alması gerektiği, en başta Oramar ve Şitazin’da yaşayan halkımızın tutum geliştirmesi gerekmektedir. Mevcut durumda Oramar, Çarçela ve Cîlo alanları etrafında zaman zaman sürdürülen çatışmalarda Türk devletinin tutunamaması ve başarısızlığı yaşama durumu vardır.

35 KİLOMETRE SINIR İÇERİSİNDE GERİLLA VAR

Aynı şekilde Şemdinli’de de şuan benzer bir durum yaşanmaktadır. Orada öyle şehri ele geçirme gibi bir durum söz konusu değil. Orada, her gün halkımıza zulüm eden, her gün köylülere top atan o tugaya dönük gerillanın ileri mevzilenme hareketini geliştirmesi söz konusudur. Yani sen gelip, sınır üzerinde, sınırın her iki tarafındaki halkımızı bu kadar top atışına tabii tutacaksan o zaman gerilla senin yanına gelir. Şimdi sınırın 35 km içerisindeki Şemdinli’nin etrafında gerilla vardır. Böylece artık sınır ötesi sınır berisi de hikayeye dönüşmüştür. Zaten gerilla Şemdinli’nin yakın zeminlerinde mevzilenmiş durumdadır. Buna karşı Türk ordusunun gerillayı oradan sökme müdahaleleri şimdiye kadar bozguna uğramış durumdadır. Durum budur. Çokça bahsettikleri Goman Dağı Şemdinli şehir merkezinin üstündeki tepedir. Yani 1 km bilemedin 2 km mesafedeki bir yerdir. Dolayısıyla yine o civar tepelerde gerilla mevzilenmiş bulunmaktadır.

ZULME KARŞI BİR DEVRİMCİ OPERASYONDUR

Henüz Genelkurmay’dan konuya ilişkin bir açıklama gelmediği gibi, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da gazetecilerin kendisine sorduğu soruyu yanıtlamadı. Türk tarafından niye resmi bir açıklama gelmiyor?

Çünkü şuan orada yaşanan olay, gerillanın sömürgeci baskıya ve zulme karşı bir devrimci operasyonudur. Gerillanın gelişen askeri performansını ortaya koyan bir duruştur. İşte Türk devletinin ve Türk basınının bahsetmek istemediği şey budur. Bülent Arınç cevap vermemiş. Neye cevap verecek ki? Yine Genelkurmay açıklama yapmıyor. Yani sorun sadece Şemdinli değil, onu söyleyeyim; Şemdinli’den Hakkari merkeze kadar bu çerçevede yürütülen bir mücadele ve savaş durumu vardır. Kaldı ki ülkenin diğer alanlarında da yer yer benzer durumlar söz konusudur. Şunu söyleyeyim; bir gazetede “gece uçaklar, gündüz kobralar Goman dağına karşı bombardıman yaptı” diye manşet yapıldı. Şimdi bu Goman Dağı nerededir, Şemdinli’nin dibindeki bir dağdır. Eğer Türk ordusu o dağa gidebiliyorsa ve operasyon yapabiliyorsa niye uçaklar gece kobralar da gündüz bombalıyor ki? Eğer öyle gerilla kuşatılmışsa niye onlar o kadar bombalıyor? Bir ordu gidemediği yere uçak gönderir. 2 aydan beri Türk uçakları Cîlo Dağı’nı niye bombalıyor? Niye Çukurca dağlarını ve Goman’ı ve Gostê’yi bombalıyor? Bütün bu alanların hepsi TC sınırları içerisindeki yerler değil midir? Kendisi giremediği için bombalıyor. Gerçek budur.

Gerçek bu olmasına rağmen bunu çarpıtarak işte “PKK şehre girecekti de püskürtüldü, PKK’liler kuşatıldı, bu kadar kişi öldürüldü” demektedirler. Bunların hepsi yalan. Bu Şemdinli operasyonu boyunca bugün şehit düşen Şahin Zap arkadaşla birlikte toplam 5 arkadaş şehit düşmüş, 3 arkadaş ise yaralanmıştır. Gerillanın başka hiçbir kaybı yoktur. Buna karşın Türk ordusunun onlarca kaybı var her gün HPG bunu kamuoyuna açıklamaktadır ancak Türk devleti bütün bu durumları kamuoyundan ve toplumdan gizlemektedir.

AKP MEDYASI NEYİ GİZLİYOR?

Türk ordusu bu ağır kayıplarını nasıl gizliyor?

Özellikle gerek Şitazin-Oramar çatışma sürecinde ve gerekse de bu 9 günlük Şemdinli çatışma sürecinde onlarca yeni örgütlenen paralı özel ordu mensubu yaşamını yitirmiştir. AKP hükümeti bunların hiçbirisini vermemektedir. Kamuoyu, “bu kadar çatışma yaşanıyor, bazen normal askerlerin yaşamını yitirdiği belirtiliyor da, bu özel askerler özel ordu nerede? Niye bu paralı askerler hiç kayıp vermiyor?” diye sorabilir. Tabii bunu sorsa ve peşine düşseler gerçeği öğrenirler. Çünkü özellikle bu son dönemde yaşanan savaş sürecinde en çok ölenler paralı askerlerdir. Fakat onların ölümleri verilmiyor. Nereye kadar gerçekler Türkiye halkından, Türk toplumundan ve dünyadan gizlenecek?

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Kürtlere ve Kürdistan’a ilişkin her şey Türk halkından gizlenerek bu biçimde Türk halkının gerçekleri öğrenmesi önlenmiştir. Türk halkının PKK’ye Kürt halkına karşı düşmanlık beslemesinin kaynağında da bu vardır. Eğer gerçekler açık bir biçimde Türk halkına aktarılsaydı Türk halkının bu biçimde düşmanlığı olmazdı. Çünkü burada haklı bir mücadele vardır, burada bir güç vardır. Burada bir gerilla vardır.

Geçen yıl Oslo diyalog sürecini bozma kararını alan AKP temsilcileri ve çevresindeki yazar-çizer takımı Sri Lanka’nın Tamil gerillalarına yaptığı gibi Kürdistan gerillasını da tasfiye edeceklerini sıkça dillendirdiler. Birçok kişi uzman kesilerek nasıl tasfiye edileceğini izah etmeye çalıştı. Bunda en çok rol biçtikleri yeni kurulan paralı-özel askerler idi. Şimdi bu paralı-özel askerlerin darbeler yemesiyle birlikte bu tür dut yemiş bülbüle dönmüşler. Hani ABD’nin verdiği istihbarat ve ileri teknolojiyle yine uzman özel orduyla sonuç alacaktınız? Gerillayı yenecektiniz? Bu gerçek dışı teorilerle diyalog sürecini bozarak savaş sürecini başlattınız ama sonuç ortadadır. Tıpkı Tansu Çiller döneminde özel tim örgütlenmesinin yaşadığı bozguna benzer bir bozgunu da uzman-özel ordu yaşamış bulunmaktadır. İşte özellikle AKP’nin ve basın-yayın çevresinin gizlemek istediği gerçek budur. Çünkü büyük umutlar bağlanan özel-uzman ordunun bozgunu aslında AKP’nin Kürdistan’da yürüttüğü bu savaşta yaşadığı bozgundur. Bunun için özel olarak darbe yiyen bu güçlerle ilgili haber vermemektedirler.


ŞEMDİNLİ-RUBAROK YOLUNDA GERİLLA DENETİM KURDU

Şemdinli-Rûbarok yolu Türk devleti tarafından trafiğe kapatılmış ve Şemdinli’den çıkışlara izin verilmiyor…

Aslında Şemdinli-Rûbarok yolunda gerilla denetim kurdu. Gerilla, “gerilla bölgesidir, biz denetim kurarız” dedi. Devlet ise buradaki yol denetimini engellemek istedi ama engelleyemedi. Esas çatışmaların temel nedeni de budur. 3 günden buyana yolu kesmiş durumda. Şemdinli’den bu yola gelen tüm araçları engellemektedir. Çünkü yol üzerinde gerillanın kurduğu kontrol noktasını sökemedi. Mesele budur. Yani mesele gerillanın bu hat üzerinde kurduğu kontrol noktasıdır ve Türk devletinin de bunu sökememesidir. Aynı şekilde başka yollarda da gerillanın denetimi gelişiyor, daha da gelişecektir. Yani bu temelde yükselen bir mücadele durumu söz konusudur. Onların tüm çabası bunu gizlemektir. Ama ne kadar gerçekleri çarpıtsalar ve gerçeklerin kamuoyuna yansımasını önleseler de Kürt halkının ve gerillasının yürüttüğü özgürlük mücadelesinin yükselişini önleyemeyeceklerdir.

Hemen burada şunu da söyleyeyim: Bu civardaki değerli yurtsever halkımızın Türk ordusunun sürdürdüğü uçak saldırıları ve obüs-havan atışları sonucu büyük zayiat vermesi durumu vardır. Yurtsever halkımızın bu konuda yıllardan beri çektiği sıkıntılar bugün daha da artmıştır ama oradaki tüm yurtsever halkımız bilmeli ki bu acıların son bulması ve Türk devletinin saldırılarına sürekli maruz kalınmaması, el birliğiyle, bu sömürgeci işgal güçlerine karşı tavır geliştirmemizle mümkün olacaktır. Bölgedeki tüm yurtsever halkımızın bunun bilincinde olduğunu düşünüyorum. Yine halkımız, Türk devletinin Kürt halkını nasıl hedeflediğini ve bağ-bahçe demeden her tarafı nasıl bombaladığını bizzat gözleriyle görmektedir. Buna karşı bölgedeki tüm yurtsever halkımızın bilinçli hareket etmesi, kendini saldırılara karşı korumaya alması temelinde mücadelesini yükseltmesi gerekmektedir.

IRKÇI SALDIRILAR

Son günlerin gündemde olan diğer bir konusu ise yaşanan ırkçı saldırılar. Geçtiğimiz günlerde Malatya-Sürgü’de yaşayan Kürt ve Alevi olan bir aileye dönük kentteki ırkçıların bir saldırısı oldu. Oruç tutmadığı gerekçesiyle bahsi geçen ailenin evi taşlandı ve evin yanındaki ahır ateşe verildi. Yine Bursa’da faşistler tarafından BDP ve EMEP il binalarına saldırılar yapılırken, son olarak İstanbul Ayazağa’da parkta oturan Kürt işçilere “siz teröristsiniz, sizi barındırmayacağız” denilerek linç girişiminde bulunuldu. Bütün bu olaylar göz önüne alındığında siz bu atmosferi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bilindiği gibi bu saldırılar ilk değildir. Fakat gittikçe bu saldırıların yaygınlaştığı ve daha da yaygınlaşabileceği tehlikesi vardır. Tabii ki bunun kaynağı mevcut iktidar zihniyetidir. AKP’nin yürüttüğü politika Milliyetçi-Sünni egemenlik politikasıdır. Bu politika nedeniyle hem Kürtler hem de Aleviler ikinci sınıf vatandaş olarak görülmektedir. Her fırsatta onlar, vatana ihanet eden, terörist ya da İslam düşmanı gibi gösterilmeye çalışılarak hedeflenmişlerdir. Hele bir de hem Kürt hem de Alevi oldu mu saldırılar daha katmerli olmaktadır. Malatya’daki olay öyledir, o aile Alevi bir Kürt ailesidir. Dolayısıyla hem Kürtlere hem de Alevilere karşı linç psikolojisinin geliştirilme durumu söz konusu olmuştur.

Bazı yetkililer bu saldırının provokasyon olduğunu söylüyorlar ama bu provokasyonda bizzat bu yetkililerin rolü nedir, bu önemli bir husus olmaktadır. Bu toplum nasıl böyle provoke edilme noktasına getirildi? Fakat mevcut iktidar bunu araştıracağına ve sorgulayacağına, yaşanan her bir olayda, “anlık bir tepkidir, vahim bir olay değildir, olay büyütülüyor” diyerek geçiştirmektedir. Bunun için de bu saldırıları gerçekleştirenler herhangi bir sorguya tabi tutulmamaktadır. Mesela Malatya’daki ailemize hunharca saldıran, evini taşlayan, camlarını kıran, ahırı yakan kişiler tutuklandı mı? Hayır. Devletin denetiminin o kadar üst düzeyde olduğu, o kadar kameranın olduğu, o kadar güçlü iletişim ve dinleme sisteminin olduğu bir yerde niye bunları yapanlar açığa çıkarılmıyor? Çünkü açığa çıkarmak istemiyor, zaten hakkında doğru dürüst açılmış soruşturma da yok. Böyle olduğu için bu tür olaylar daha da gelişebilir. Aynı biçimde İstanbul’da da benzer bir linç saldırısı da dün görüldü işte.

SALDIRILARA KARŞI ÖRGÜTLÜ YAPILAR GELİŞTİRİLMELİ

Alevi ve Kürtlere yönelik saldırıların önüne nasıl geçilebilir?

Bu saldırıların kaynağında şovenist Türk egemenliğinin yarattığı ortam ve ezilen kesimleri linç etme psikolojisi vardır. Önemli olan bunun görülmesidir. Bu konuda tüm Kürt halkının bu tür saldırılara karşı uyanık olması, kendini savunacak şekilde örgütlü hale getirmesi gerekmektedir. Yine gerek Türk gerekse de Kürt olsun tüm Alevi halkımızın bu egemenlikçi faşist saldırılara karşı kendini savunmaya alması gerekmektedir. Mevcut durumda AKP rejiminin yürüttüğü sömürgeci egemenlik anlayışı ve Sünniliğe dayalı yarattığı toplum psikolojisi karşısında Alevilerle Kürtlerin ortaklaşarak mücadele yürütmesi artık ertelenemez bir görev haline gelmiştir. Ben bu konuda özellikle tüm Alevi halkımıza çağrı yapıyorum: AKP’nin şekillendirdiği ve oluşturduğu bu hiçleştirici linç politikası karşısında daha fazla örgütlenelim, daha fazla dayanışma içerisine girelim. Bu saldırılar karşısında irade olursak saldırıları kırabilir, geri adım attırabiliriz. Aksi takdirde yine Sivasların, Maraşların, Çorumların yaşanması bile gündeme gelebilir. Özellikle Malatya-Sivas-Erzincan hattındaki Alevi halkımızın gelişmelere karşı daha duyarlı ve dayanışma içerisinde olması gereklidir. Bu alanlardaki Alevi halkının Kürt halkıyla dayanışma içerisinde olması olası saldırıları geriletmede güç birliği halinde olması önemli olacaktır.

Bu nedenle bu linç saldırılarına, tüm Kürt ve Alevi halkımızın, bulunduğu her yerde örgütlü yapılarını geliştirerek, birbirleriyle dayanışma içerisinde mücadele vererek kendilerini savunmaya almaları ve aynı zamanda ortak örgütlü mücadelelerle bu zihniyetin geriletilmesi, yaşanılır, özgür-demokratik bir ülke yolunda mücadelede birlik içinde dayanışmayı geliştirmesiyle cevap olunabilir. Daha güvenilir, daha demokratik ve özgür bir ortam yaratma koşulları ancak başta Aleviler ve Kürtler olmak üzere bütün ezilenlerin bu faşizan linç siyasetine karşı ortak tavır alması ve mücadelelerini yükseltmesiyle doğabilir. Aksi takdirde sürekli toplumu parçalayarak, Alevi-Sünni, Kürt-Türk diye ayırarak bu tür egemen-faşist zihniyetlerin baskıcı uygulamalarının gelişmesinin önüne geçilemeyecektir.


GÜL BAYRAMI MESAJI

2 Ağustos Gül Bayramı, diğer bir ifadeyle 2 Ağustos 1999’da PKK lideri Abdullah Öcalan’ın perspektifiyle gerillanın Kuzey Kürdistan’dan çekilmesinin yıldönümü. Bu geri çekilme sürecinde yüzlerce gerilla yaşamını yitirmişti. Gül Bayramı’na ilişkin mesajınız nedir?

Evet, Önderliğimiz uluslararası komplo saldırısını boşa çıkarmak, Kürt ve Türk halkları arasında yaşanabilecek bir iç çatışmanın önüne geçmek ve Kürt sorununda mutlak bir barışçıl-demokratik çözüm sürecinin önünü açmak için 2 Ağustos 1999 günü yeni bir süreci ilan etmiştir. Silahlı mücadelenin durdurulduğunu, kalıcı bir ateşkese dönüşmesi için önemli bir adımın atıldığını kamuoyuna duyurmuştur. Bu temelde 1 Eylül 1999’dan itibaren de Kuzey Kürdistan sınırları içerisindeki güçlerimizin sınırların dışına çıkma kararı uygulamaya geçirilmiştir. Maalesef Türk devleti geri çekilmekte olan güçlerimiz önünde tuzaklar kurarak, çok sayıda arkadaşımızı şehit ettirmiştir. Ancak buna rağmen Önderliğimiz ve hareketimiz kararından vazgeçmemiş ve kararlı bir biçimde kararını uygulamıştır.

Süreç geliştikçe Türk devletinin Kürt sorununu çözme niyetinin olmadığı da açığa çıktı. İşte o tarihten 2004 Haziranı’na kadar tek bir mermi patlamamasına rağmen ve Kürt tarafı olarak Önderliğimiz ve hareketimiz barışçıl çözüm için her türlü çabayı sergilemesine, çözüm çıtasını oldukça aşağıya çekerek makul ölçülere getirmesine rağmen Türk tarafında zafer naraları atıldı. “Başardık, tasfiye ettik” düşüncesine kapılarak, Kürt sorununun varlığı inkar edildi. Bizzat Başbakan Erdoğan o tarihlerde Rusya’da sorulan bir soruya “düşünmezsen Kürt sorunu yoktur” diye yanıt verdi. Yani “böyle bir sorun yoktur” dedi. Üstüne üstlük 2003’ten itibaren de askeri operasyonlar yeniden başlatıldı. Halkımız ve hareketimizin yok edilmesi hedeflendi. Düşmanlık siyasetinden vazgeçilmedi. Bunun karşısında hareketimiz ise gelişen saldırıları durdurmak, uluslararası komployu boşa çıkartmak ve mücadeleyi yükseltmek için 1 Haziran 2004’te yeni bir mücadele sürecini ilan etmek zorunda kaldı.

Evet. Biz bugüne Gül Bayramı dedik. Biz, Türk devletine gül atmak istedik, güller attık ama onlar bu güller karşısında bize gülle attılar. Havan güllesi attılar, top güllesi attılar ve bizi yok etmek istediler. Güle gülle ile cevap verdiler. Bunun için yeni bir savaş süreci tekrardan Kürdistan’da gündeme konuldu. Bunun sorumlusu kesinlikle TC devleti ve hükümetidir. Özellikle bugün halen iktidarda bulunan AKP hükümetinin politikaları bugünkü savaş sürecinin gelişmesinde önemli bir rol sahibi olmuştur. AKP’nin tasfiyeyi esas alan politikalarından vaz geçmemesi nedeniyle 2004’ten itibaren başlayan ve bugünlere kadar gelen bir saldırı, savaş ve direniş süreci yeniden gündeme sokulmuştur.

Aslında samimi bir yaklaşım olsaydı, Kürt halkına ve hareketimize karşı düşmanlık değil de dostluk eli uzatılsaydı Önderliğimizin 2 Ağustos 1999’da başlattığı süreç, kesin bir barış ve çözümü yaratacak bir süreçti. Onun etkili adımları atılmıştı ama ne yazık ki o kör sömürgeci zihniyet bütün bu olanakları değerlendirmedi, bunları görmedi, Kürt halkını tümüyle asimile etme, irade olarak tanımama ve mutlak surette köleleştirme sürecine tabi tutma anlayışından ötürü yeniden bir savaş durumu gündeme girmek zorunda kaldı. Çünkü halkımız onurlu bir halktır, hiçbir biçimde köleliği ve teslim olmayı kabul etmeyecek ve özgür geleceği için her türlü fedakarlığı yapabilecek bir halktır.

Bu temelde özellikle 1999 geri çekilme sürecinde şehit düşen, yine “Güneşimizi Karartamazsınız!” şiarıyla bedenini ateşe vererek şehit düşen ve uluslararası komployu boşa çıkarma mücadelesinde büyük fedakarlıklar göstererek sergiledikleri direnişleriyle destanlar yaratan kahraman şehitlerimizi bir kez daha anıyor, onların anıları önünde saygıyla eğiliyor ve o kahramanlara verdiğimiz sözü bir kez daha tekrarlıyorum. 


ANF

PYD Eşbaşkanı: Hewler'deki Toplantı Haberimiz Olmadan Yapıldı



Federal Kürdistan Bölgesi’nin başkenti Hewler’de Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye Ulusal Konseyi (SUK) ve Yüksek Kürt Konseyi’nin beş üyesi arasında yapılan toplantının diğer beş üyeden habersiz yapıldığı ortaya çıktı. Aralarında PYD Eşbaşkanı Salih Müslüm’ün de olduğu Batı Kürdistan Halk Meclisi (BKHM) üyeleri, olay açıklığa kavuşana kadar ortak görüşmelerde bulunmama kararı aldı.

Hewler’e ziyarette bulunan Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Ankara ve Batı destekli SUK Başkanı Abdulbasıt Seyda ve Yüksek Kürt Konseyi’nin beş üyesi ile bir araya geldi. Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi’nin (SKUM) bu beş üyesinin, görüşmeye katılmadan önce konseyin diğer beş üyesini bilgilendirmedikleri ortaya çıktı. Bunun üzerine Konseyin en güçlü bileşeni olan BKHM, olay açıklığa kavuşana kadar ortak görüşmelerde bulunmama kararı alarak tepkisini ortaya koydu.

ANF’ye konuşan PYD Eşbaşkanı ve Yüksek Kürt Konseyi üyesi Salih Müslüm, “Haberimiz olmadan böyle bir görüşme gerçekleşti. Ortak alınan bir karar sözkonusu değil” dedi. Görüşmeye Federal Kürdistan Bölgesi eski başbakanı Berham Salih’in de katıldığını ifade eden Müslüm, “Biz ortak çalışmalarımızı durdurduk, olay netleşene kadar toplantılarımızı Qamişlo’da yapacağız” diye belirtti.

2 Ağustos günü yapılan toplantı sürecinin netleşmesini isteyen Müslüm, “Herşey şeffaf olmalı. Olacaksa bir görüşme hepimizin kararı olsun. Ama bize hiç danışılmadan diğer beş üye toplantıya katılmış. Bunu kim ayarladı, kim öncülük etti, açıklığa kavuşturmak istiyoruz” şeklinde konuştu.

Her şeye rağmen Yüksek Kürt Konseyi’nin sonuna kadar koruyacaklarını sözlerine ekleyen Müslüm, “Ama bunun sağlam temellerinin olması gerekiyor. Yoksa herkes bir yana çekebilir. Durumun açıklığa kavuşması gerekiyor. İhmal ise, maksatlı ise, bunun açığa çıkması gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Batı Kürdistan’da kurulan Kürt Yüksek Konseyi üyesi Aldar Halil de DİHA’ya yaptığı açıklamada, "Bu görüşme sonrasında görüşmeye katılan Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi (SKUM) üyelerinden arkadaşlarımızla bir toplantı yaptık. Bu toplantı sonucunda böyle bir görüşmenin Hewler Anlaşması'na aykırı olduğunu söyledik. Kendileri de yanlış yaptıklarını kabul ettiler. Ama neden böyle bir görüşme yaptıklarını ve içeriğine ilişkin olarak tatmin edici bir izahat yapmadıklarından dolayı, biz de Batı Kürdistan Halk Konseyi olarak bundan sonra Kürdistan bölgesindeki ortak görüşmelere katılmayacağımızı kendilerine bildirdik” dedi.

Hewler’de 9-10 Temmuz tarihlerinde Bölge Başkanı Mesut Barzani başkanlığında bir araya gelen BKHM ile SKUM, Yüksek Konsey’in kurulmasına karar vermişti. Kamuoyunda ‘Hewler Anlaşması’ olarak bilinen 7 maddelik anlaşma ardından, 24 Temmuz günü 10 kişiden oluşan Konseyin kuruluşu Batı Kürdistan’ın en büyük kenti Qamişlo’da ilan edildi. Öncesinde 19-22 Temmuz arasında Kobani, Afrin, Dêrka Hemko ve Amude kentlerinin yönetimleri halk tarafından ele geçirildi ve Halk Savunma Birlikleri (YPG) kuruldu.

Federal Kürdistan Bölgesi yetkilileri, Davutoğlu ile yapılan görüşme konusunda herhangi bir açıklama yapmadı. 1 Ağustos günü Hewler’e ziyarette bulunan Davutoğlu, Barzani ile bir araya gelmişti. Toplantıya YNK ve KDP’den üst düzey yöneticiler de katılmıştı. 2 Ağustos günü ise Davutoğlu, Kerkük’e tartışmalı bir ziyarette bulundu. Irak hükümeti, bu ziyaretin bilgileri dahilinde olmadığını belirterek Türkiye’yi uyardı. Kürt hükümeti de ziyaret konusunda açıklamada bulunmadı. PYD Eşbaşkanı, Davutoğlu’nun Kerkük ziyareti konusunda yorum yapmak istemedi ancak “masum bir ziyaret” olmadığına dikkat çekti. 


ANF

Karayılan'dan Türk Hükümetine Sert Uyarı!

Behdinan - KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Türk devletinin Batı Kürdistan’a müdahale koşullarının olmadığını belirtirken, ancak olası bir müdahalede "tüm parçalardaki Kürtlerin Türk devletine savaş açacağı” uyarısında bulundu. Şehirlerdeki Kürt gençlerine "hazır olun" çağrısı yapan Karayılan, "Bilinmeli ki böylesi bir durumda tüm Türkiye ve Kuzey Kürdistan keskin bir savaş sahasına dönüşür" dedi.

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Batı Kürdistan’da yaşanan gelişmelere ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı. Karayılan, Kürtler arası birliğe karşı AKP hükümetinin tepkisini “Kürt düşmanlığı” olarak tanımlarken, olası bir müdahaleye karşı sert uyarılarda bulundu.

* Temmuz ayı ortalarında Hewlêr’de biraraya gelen Suriye Kürt Ulusal Meclisi ile Batı Kürdistan Halk Meclisi birleşerek Yüksek Kürt Konseyi’ni kurdular. Batı Kürdistan’la ilgili diğer sorularımıza geçmeden önce sizin bu birlikle ilgili görüşleriniz nelerdir?

Bölgemiz Ortadoğu’nun köklü bir değişimi yaşadığı ve yeni bir yapılanma sürecine girdiği tarihin bu önemli aşamasında, ayrı ayrı Kürdistan’ın tüm parçalarında ve tüm parçalar arasında ulusal birliği geliştirmek, parçalığı aşmak temel bir görev haline gelmiş bulunmaktadır. Haklı özgürlük davamızın başarısı için bu gereklidir. Biz hareket olarak bu bilinçten yola çıkarak ulusal birliğin gelişmesi için tüm parçalarda ve bütün Kürdistan’da birlik zemininin güçlenmesi için ciddi çabalar sergilemekteyiz. Çünkü Kürt halkı, bugünkü sistemin temelinin atıldığı Lozan Antlaşması’nda yok sayılmış, ülkesi parçalanmış ve büyük bir haksızlığa uğramış bir halktır. Halkımız bu haksızlığa karşı hiçbir zaman boyun eğmedi, her fırsatta hakkını aramak üzere çeşitli biçimlerde mücadele etti, buna karşı sömürgeci saldırılara, yine baskı, şiddet ve katliamlara uğradı. Kürdistan’da büyük trajediler yaşandı.

Ancak Kürdistan’ı yok sayan bu sistem, bugün yıkılış sürecini yaşıyor. Artık dünyada ve bölgede her şey değişiyor. Her şey değişirken Kürt halkının içinde tutulduğu kölelik sistemi de değişmek zorundadır. Mücadelemizin yükselişi ve tarihin akışı bu seyirdedir. Yani bölgede her şey değişecek, her şey yeniden yapılanacak ama Kürtler yine statüsüz, en temel insan hakları olan anadil eğitiminden mahrum, kültürel ve fiziki soykırıma maruz kalmış bir halde mi kalacaktır? Hayır. Her şey değişiyorsa Kürtlere karşı uygulanan bu haksız, insanlık dışı, zorba, sömürgeci politikaların da artık değişme zamanı gelmiştir. Kürt halkı bunun için bugüne kadar verdiği mücadelesini tabii ki bu dönemde daha üst bir aşamada vermek durumunda olacaktır. İşte bunun için ulusal birlik çok önemli bir konudur.

SURİYE KÜRTLERİNİN ORTAK ÇATI ALTINDA BULUŞMASI ÇOK ÖNEMLİ

Bu çerçevede Batı Kürdistan’daki halkımızın başarısı için ulusal birlikleri çok gerekli bir husustu. Biz de bu parçamızda tüm siyasi yapıların biraraya gelerek ortaklaşmaları, birliklerini kurmaları ve bu temelde haklı özgürlük mücadelelerini daha yetkin bir biçimde sürdürmeleri için çeşitli çabalar sergiledik. Nihayetinde bizim ve diğer güçlerin de çabası Rojava’da olumlu sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Bu temelde Kürt Ulusal Meclisi ile Batı Kürdistan Halk Meclisi’nin bir araya gelerek ulusal bir çatı altında birleşmiş olmaları çok önemli bir gelişmedir. Bu adım daha sonra ortak bir yüksek konseyin oluşmasıyla pekiştirilmiş, yine onun alt komitelerinin oluşturulmasıyla giderek kesinlik kazanan bir sürece doğru gelişme kaydetmiştir. Bu adımı Kürt siyasetinin, Kürt halkının bir başarısı olarak görüyor ve takdir ediyorum.

ASKERİ VE SİYASİ BÜTÜN GÜÇLER YÜKSEK KONSEY İRADESİNE DAHİL OLMALI


Ama atılan bu ulusal birlik adımının doğru pratikleştirilmesi çok önemlidir. Bütün tarafların bu önemin farkında olarak sürece yaklaşmaları ve buradaki halkımızın başarısı ve haklı davasının kazanılması için gereken tüm fedakarlığı ve çabayı göstermeleri gerekmektedir. Öncelikle Batı Kürdistan’daki halkımız ve siyasi temsilcileri geleceklerine ilişkin kendileri karar vereceklerdir. Ancak bizim önerimiz madem ki halkımızın iradesini temsil eden ortak bir oluşum olarak Kürt Yüksek Konseyi kurulmuşsa o zaman her şey bu konseyin inisiyatifi dahilinde gelişmelidir. Bizce, siyasi olsun, askeri olsun, bütün güçler Yüksek Konsey’in iradesine dahil olmalı ve böylece güçlü bir ulusal birlik duruşu sergilenmesi gerekir. Özellikle başta PYD olmak üzere hiçbir parti kendine ayrıcalıklı bir yer talep etmeden, büyük-küçük demeden herkes gücü oranında katılarak ulusal yapıyı güçlendirirse halkımızın gelecekteki başarısı garanti altına alınmış olur. Biz hareket olarak Batı Kürdistan’daki hiçbir parti arasına ayrım koymadan, ulusal demokratik birlik çerçevesinde duran tüm partilere eşit mesafede yaklaşıyor ve hepsini destekliyoruz. Bu parçadaki halkımızın sayısal yoğunluğu azdır. Dolayısıyla başarılı olması için mutlaka birliğini güçlendirmelidir. Buradaki parçalı duruşların halkın çıkarına hizmet etmeyeceği açıktır. Halkın çıkarına hizmet eden şey, ulusal-demokratik ve birlikçi duruşu sergilemektir. Bugün tüm Kürtler bu birliğin arkasında durmaktadır. Çünkü çok yerinde ve çok isabetli bir adım olmuştur. Önemli olan bunu pratikte de başarılı bir biçimde uygulamaktadır.

Bugün Suriye’de yoğun bir savaş ve çatışma ortamı vardır. Köklü bir değişimin kendisini dayattığı bu ülkede Kürtlerin varolması da bir gerçektir. Diğer parçalarda olduğu gibi bu parçadaki Kürt halkı da sömürgeciliğin çeşitli saldırılarına ve katliamlarına maruz kalmıştır. Bu parçadaki halkımız bugüne kadar çok acılar çekti. İşkencelere maruz kaldı. Topraklarına zorla el koyma, kimliksiz bırakılma gibi değişik uygulamalar altında zor koşulları yaşadı. Ama yurtseverlik bilincini ve örgütlü yapısını diğer parçalara nazaran daha yetkin bir biçimde geliştirmeyi de hep esas aldı. Bu nedenle Suriye’de geçen yılın başından bu yana gelişen sürece bilinçli ve doğru bir yaklaşımı geliştirebildi. Burada ana akım Kürt siyaseti çok doğru bir politikayla, fazla öne atılmadan, kendini örgütleme, kendi gücünü ve halkını koruma yine güçlendirme faaliyetini esas aldı. Çeşitli çevrelerin tahriklerine kapılmadan, çok örgütlü, bilinçli, öngörülü bir siyasi doğrultuyu geliştirdi. Bu siyasi doğrultu olmasaydı belki bugün Kürt alanları savaş alanlarına dönüşür, başkalarının çatışma sahası haline gelirdi ve Kürtler bundan büyük zararlar görürdü. İşte ana akım Kürt siyaseti buna yol vermeyen bir tarzda mücadelesini yürüttü. Rejimin değişimini istedi, bunun için tavır sahibi oldu ve mücadele geliştirdi ama öte yandan muhalefetin Kürt haklarına ilişkin somut bir programsal yaklaşımının gelişmesini istedi. Muhalefetten yana bunu görmeyince adeta üçüncü bir çizgi gibi bir doğrultuyu esas alarak kendisini güç haline getirdi. Mücadeleci bir güç olarak Suriye siyasetinde ve kendi toplumu içerisinde yetkinlik kazandı. Bu, onun doğru politikası ve yine doğru çalışma perspektifi temelinde gelişen bir sonuç oldu. Bazı farklı grupların farklı arayışları olmuş olsa da sonuçta herkesin geldiği nokta, kitle gücüne dayanma ve başkasının yedeğine girme değil, Suriye’nin birliğini ve eşit özgürlüğünü esas alan bir politik çerçeve temelinde, Demokratik Suriye içerisinde Kürt halkının Demokratik Özerkliğini savunan ve genel anlamda Kürt halkı için statü belirlenmesini isteyen bir politik çizgi izledi. Bu, Kürt siyasetini güçlü hale getirdi. Aralarında birlik oluşturmaları da kesinlikle bu parçadaki Kürt halkının sonuç alıcı bir doğrultuya girmesini sağladı.


BATI KÜRDİSTAN’DAKİ GELİŞMELER BİR DEVRİM DURUMUDUR

* Bu ittifakın üzerinden daha birkaç gün geçmeden Kobanî’yle başlayıp, Afrîn, Amûde ve Dêrîk’le devam eden, bir çok şehirde halk yönetimlere el koydu. Batı Kürdistan’da yaşanan bu gelişme nasıl okunmalı?

Demin belirttiğimiz gibi Kürt halkı kendisini örgütleyip güç haline getirirken aynı zamanda gelişen çatışma ortamından kendini koruyarak savunma araçlarını da geliştirdi. Saldırgan değil ama kendisine saldırı geldi mi kendisini savunabilen bir yeteneği kazanan gerekli örgütlenmelere kendisini kavuşturdu. Bugün Kürt halkının Suriye siyasetinde etkin bir konum kazanmasının en temel nedenlerinden birisi de budur. Şimdi giderek rejimin çözülüş yaşadığı bir süreçte, çeşitli yerlerde muhalif güçlerin kasabaları, şehirleri ele geçirmesi paralelinde, Kürtler de başta Kobanî, daha sonra Afrîn, ardından Amûde ve Derîk alanlarındaki yönetime el koymuştur. “Biz burada kendi kendimizi yöneteceğiz” diyerek çok önemli bir adım atmıştır. Bu elbette ki bir devrim durumudur. Kürt halkının yüz yıllık baskıdan, şiddetten kurtularak kendi öz yönetimine, gücüne ve özgürlüğüne kavuşma sürecidir.

Yalnız bu yaşananlar bu amaca ulaşmak için bir ilkadımdır. Süreç henüz devam ediyor. Buradaki halkımızın atılan bu önemli adımla ne zafer sarhoşluğunu yaşaması gerekiyor, ne de bu adımı edilgen-önemsiz bir adımmış gibi ele alması gerekiyor. Bu önemli bir adımdır, fakat henüz Suriye’de çatışma süreci devam etmektedir. Her türlü olasılığa karşı halkımızın kazanımlarını pekiştirmesi ve giderek kendi özgürlüğünü kalıcı hale getirebilecek bir siyasi doğrultu ve mücadeleyi güçlendirmesi gerekmektedir. Atılan bu adım çok önemli bir adımdır. Kürt halkının burada kendi kimliğiyle kendini temsil edebilecek bir olanağı yakalaması durumu elbette ki sıradan bir gelişme değildir.

* Batı Kürdistan halkının savunma gücü olarak YPG (Halk Savunma Birlikleri) de kuruluşunu duyurdu. YPG’nin ilanını nasıl değerlendiriyorsunuz?


YPG’nin ilanı gösterdi ki belli bir planlama, doğru bir doğrultuda bir çalışma var. Atılan adım oldukça yerinde ve isabetli olurken, aynı zamanda bunun gerekli savunma araçlarının da bulunmuş olması, bu adımların pekişeceği ve kalıcı kazanımlara dönüşeceği yönünde güçlü izlenimler bırakmaktadır. Bu açıdan elbette ki olumlu ve yerinde olmuştur.
HANİ AKP DEVLETİ SURİYE’DE DEMOKRASİDEN YANAYDI?

*Bu gelişmeler karşısında Türk devletinin birçok yetkilisi çeşitli açıklamalarla rahatsızlıklarını ortaya koydu. Erdoğan, “PKK-PYD güdümündeki bir yapılanmaya kabul etmeyiz’’ diyerek müdahale edebileceklerini ima etti. Siz bu tür açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türk devleti ve AKP temsilcilerinin Suriye’deki halkımızın çıkışına sert tepkiler göstermesi, çeşitli biçimlerde dil uzatması, yine halkımızın buradaki kazanımına karşı tahammülsüzlük gösteren demeç ve çabalar içerisine girmesi başlı başına ayrı bir konudur. Hani AKP devleti Suriye’de demokrasiden yanaydı? Hani Erdoğan, Suriye halkının özgürlüğünden yanaydı? Bu Suriye halkının bir parçası da Kürt halkıdır. Herkes özgürleşecekse Kürtler de böyle özgürleşecektir. Niye bundan gocunuyor? Niye, Azaz, Carablus, Mımuc ve Bab’ın muhalefet güçleri tarafından alınmasına ses çıkarılmıyor da Afrîn ve Kobanî alınınca feryat koparıyorlar? Bunun izahı nedir?

TEK BİR İZAHI VAR: KÜRT DÜŞMANLIĞI

Suriye’de bir devrim süreci yaşanıyorsa tabii ki Kürtler de bundan yararlanacaktır. “Yok, herkes yararlansın ama Kürtler eskisi gibi kalsın” türünden çağdışı ve tarihin akışına ters bir dayatmada bulunmak neyle izah edilebilir ki? Tek bir şeyle; Kürt düşmanlığı. Bunun başka izahatı yoktur. Herkesin özgürlük hakkı varsa orada Kürtlerin de özgürlük hakkı vardır. Herkes kendi yerel yönetimini ele geçiriyor, oradaki devlet organlarını denetimine alıyorsa, Kürtler de bunu yapacaktır. Yok, burada PKK ve PYD varmış ve onlar bu PYD-PKK yapılanmasına müsaade etmeyeceklermiş. Orada olan bir örgüt veya kurumlaşma değildir, orada olan bir halktır, bir toplumdur ve bu halk yüzbinlerle sokaklara dökülerek devlet organlarına el koyuyor. Bu, Suriye’den ayrılma, başka bir yerle birleşme veya ayrı bir devlet kurma amacıyla yapılmıyor. Bu parçadaki hiçbir siyasi organizasyon böyle bir açıklama yapmış değil. Yapılan açıklamalar Suriye’nin birliği çerçevesinde kendini yönetme hakkını kullanma, bu temelde öz yönetimini geliştirme biçimindedir.

KİMİN KÜRTLERİ TEMSİL ETTİĞİNİ ERDOĞAN DEĞİL, KÜRTLER BELİRLER!

Bugün PYD, halkın çoğunluğunun sempati duyduğu ya da üyesi olduğu, Batı Kürdistan’ın en büyük kitlesel siyasal yapılanmasıdır. Peki, bahsi geçen tavır alınırken siz insanların kafasının içindeki düşünceleri okuyarak mı tavır alacaksınız? Farkı nasıl koyacaksınız? Bir de şuan Batı Kürdistan’da bütün Kürtler birleşmiştir, ortak bir organizasyon oluşturmuştur. Başbakan, “Suriye Kürt Yüksek Konseyi’nin kurulması yanlıştır” diyor. Yine “Yüksek Kürt Konseyi Kürt halkını temsil etmiyor” demiştir. Bu nasıl oluyor? Nasıl bu kadar ezberci bir yaklaşım gösteriliyor. Kuzey’de BDP için söylediğin aynısını hakkında hiçbir bilgisinin olmadığı anlaşılan PYD içinde söylüyor. Üstelik tüm Kürt siyasi yapılarının ortak örgütlenmesi olan Suriye Kürtleri Yüksek Konseyi için de söylemek açıkça önyargılı, ezberci ve düşmanca bir tutumun sonucudur. Kimin Kürt halkını temsil ettiğini siz mi tayin edeceksiniz? Bunu siz değil Kürt halkı belirler. Demokratik zihniyete sahip olmayan, toplumların iradesine saygı duymayan zorba egemenlikçi bir zihniyet ancak böyle söyleyebilir. Nitekim Türk devletinin Kürt halkına yaklaşımı da baştan beri bu temelde olmuştur. Yani oldukça önyargılı, “Kürtler hiçbir yerde haklarına kavuşmayacak, her yerde köle olacaklar; Türkiye’de bulunanlar Türk olacak, Suriye’de bulunanlar Arap olacak, İran’da bulunanlar Fars olacaklardır; böyle davranmak zorunda olacaklar” gibi bir dayatma içinde bulunmaktadırlar.

TC ORTADOĞU’DA ROL OYNAYACAKSA, KÜRT KARŞITLIĞINA SON VERMELİ

Aslında daha İttihat Terakki döneminde şekillenen ve daha sonra da Cumhuriyet döneminde somutlaşan Türk milliyetçiliği, özü itibarıyla Kürt karşıtlığı temelinde şekillenmiş bir milliyetçiliktir. İncelendiğinde başka toplumların milliyetçiliğinin çoğunlukla dış hegemonik-emperyal güçlere karşı mücadele içerisinde şekillenen bir milliyetçilik olduğu görülecektir. Ama Türkiye’deki milliyetçilik, daha çok ezilen komşu Ermenilere, Rumlara Asurilere ve Kürtlere karşı gelişmiş olan bir milliyetçiliktir. Diğerlerini bir biçimde kırımdan geçirdikten sonra giderek zamana yayılmış bir biçimde Kürt karşıtlığı temelinde şekillenmiş olan bir milliyetçiliktir. Bu nedenle bugün Türkiye’deki Türk milliyetçiliği bir yerde Kürt karşıtlığı anlamına gelmektedir. Bu biçimdeki bir milliyetçilikle Türkiye bugün Ortadoğu’da hiçbir yere varamaz. Çünkü Kürt Halkı Ortadoğu’nun en temel halkıdır. Buna düşmanlıkla hiçbir yere varamaz. Nasıl ki, Yavuz Sultan Selim Ortadoğu’ya açılacağı vakit ilk önce Kürtlerle uzlaşarak bu açılımı yapmış ve başarmışsa, bugünkü TC devleti ve hükümeti de eğer Ortadoğu’da bir rol oynayacaksa ve bir misyonun gereğini yerine getirecekse, bunu ancak Kürt karşıtlığını bırakarak yapabilir. Bunu Kürt halkına düşmanlık değil de dostluk yaparak yapabilir. Bunun dışında yapamaz. Bu, bir kez daha açığa çıkmış bir gerçekliktir.

Lafta demokrat, yine dışa karşı demokrat olacaksın ama içte de baskıcı olacaksın. Herkese özgürlük isteyeceksin ama yanıbaşında yaşayan bir Kürt halkı var, ona karşı da zorbaca yaklaşacaksın. Türkiye bununla hiçbir yere varamaz. 19. ve 20. yüzyılın bakış açısıyla, bu biçimde Kürt karşıtlığı temelinde şekillenmiş milliyetçi bir zihniyetle Türkiye’nin bir yere varması mümkün değildir.

AKP’NİN DAYANDIĞI ÇİZGİ KEMALİST MİLLİYETÇİ ÇİZGİNİN BAŞKA BİR VERSİYONU

Batı Kürdistan’da halkımızın gerçekleştirdiği bu özgürlük çıkışı en fazla AKP gerçeğini de açığa çıkarmıştır. AKP’nin Kürt halkını kandırmak için şimdiye kadar söylediği tüm yalanlarını gözler önüne sermiştir. AKP’nin dayandığı milliyetçi çizginin İttihat Terakki’nin ve daha sonra şekillenen Kemalist milliyetçi çizginin bir başka versiyonu olduğunu açığa vurmuştur.

Bugün Erdoğan’ın sürdürdüğü milliyetçi çizgiyle aslında ulusalcı-Kemalist bakış açısının sürdürdüğü çizgi arasında Kürtler için bir fark yoktur. Bu tutum, ırkçı-ulusalcı bir tutumdur. Bu tutumla ve Kürt karşıtlığıyla sonuç almaları mümkün değildir. Neymiş, orada Kürt halkına karşı değilmiş, PKK’ye karşıymış. PKK orada yok ki? Nereden çıkarıyorsunuz?


HALKIMIZIN EZİCİ ÇOĞUNLUĞU ÖCALAN’I ULUSAL ÖNDER OLARAK GÖRÜYOR


* Ancak Türk tarafı olası müdahalenin gerekçesi olarak sürekli PKK’nin bölgedeki varlığını gösteriyor. Hatta sık sık Batı Kürdistan’a silahlı militanlarınızı gönderdiğiniz belirtiliyor…

Tüm parçalardaki Kürtlerin ulusal liderlikleri ortaktır. Bir Kürt nerede olursa olsun herhangi bir lideri kendisi için bir ulusal lider olarak görürler ama her parçanın kendisine ait partisi, örgütlenmesi ve çalışması da vardır. Batı Kürdistan’daki halkımızın da çeşitli partileri var, çeşitli önderlikleri kendileri için önderlik olarak görebilirler,görmektedirler. Fakat bu parçadaki halkımızın ezici bir çoğunluğu Önder Apo’yu kendisi için ulusal önder olarak görmektedir. Önder Apo’nun çabasına, emeğine tanık olmuş ve onu en yakından tanıyan bir halktır. Ama Kendisinin partisi, sivil toplum kuruluşları var, bir toplumsal realiteyi temsil etme gerçekliği vardır. Bu bir hakikattir ama bizim PKK olarak orada ne bir çalışmamız, ne de herhangi bir gücümüz vardır. Buradaki halkımızın örgütlülüğü ve bilinç düzeyi zaten yüksek; bizim ayrıca oraya gidip güç aktarmamıza ihtiyaçları yoktur. Zaten şimdiye kadar zaman zaman bizden değil oradan bize katılımlar oluyordu. Kaldı ki bu halk tüm siyasi oluşumların içinde yer aldığı bir ulusal birlik kurmuştur. Onlar için belirleyici olan odur. Önder Apo bir düşünce sistemidir, 200’ün üzerinde bilimsel kitabı vardır. Her Ülkeden bunları okuyanlar paradigmasını benimsedikleri takdirde kendi ülke koşullarına uygun partiler kurabilirler.

PKK’NİN SURİYE’DE KAMP KURMA İHTİYACI YOK

Fakat PKK ayrı bir gerçekliktir. Şurası açık ki, bugün Suriye Kürdistanı’nda gelişen süreç tamamen Kürt halkının ve siyasal yapılarının iradesi temelinde gelişen bir süreçtir. Orada PKK’nin üslendiğini söylemek, PKK’nin iktidar kurduğunu belirtmek büyük bir çarpıtmadır. Bizim Suriye’nin herhangi bir yerinde yeniden kamp kurmaya ihtiyacımız yoktur. Gerillanın bizzat üs alanlarında binlerce kamp kurulacak yeri mevcuttur. Dolayısıyla Suriye toprakları içerisinde kesinlikle herhangi bir PKK gücü yoktur.
AKP HÜKÜMETİ, PKK DÜŞMANLIĞI ADI ALTINDA KÜRT DÜŞMANLIĞINI GİZLİYOR


Şimdi AKP hükümeti birçok yerde işte “orada PKK var, PKK düşmanımdır” demektedir. Aslında PKK düşmanlığı adı altında Kürt düşmanlığını gizlemeye çalışıyor. Bu birinci husus. İkinci husus ise PKK’nin kendisi Kürt halkının önemli bir ekseriyetinin sempati duyduğu bir harekettir. Milyonlarca insanın sempati duyduğu bir harekete sen açıkça düşmanlık ilan etmişsen, bu, ona sempati duyan tüm topluma da düşmanlık ilan etme anlamına gelmektedir. Yani Kürt halkına düşmanlık anlamına gelmektedir. Yoksa bir şehirde kim PKK sempatizanı, kim değil ayrımını nasıl yapacaksın? Açık ki PKK düşmanlığı adı altında aslında Kürt halkına karşı açıkça bir düşmanlık siyaseti güdülmektedir. Toplumu kandırmak için de “hayır PKK ayrı, Kürt halkı ayrı; biz Kürt halkına dostuz, Kürt halkına karşı bir husumetimiz yoktur ama PKK düşmanımızdır” demektedirler ama bu işin hikayesidir, gerçek öyle değildir. Gerçek Kürt halkına bir karşıtlık olduğu ve hiçbir parçada irade olmasını istememe, statü kazanmasını ve özgürlüğüne kavuşmasını istememe tutumu vardır.

YARIN İRAN KÜRDİSTAN’INDA DA BENZER GELİŞME YAŞANABİLİR?


TC Devleti adına hareket eden temsilcilerin gelinen noktada bir gerçeği görmeleri gerekiyor. Artık bu siyasetten vazgeçme zamanı gelmiştir. Yürüttükleri bu siyaset çağ dışı bir siyasettir. Bu siyaset bir topluma karşı önyargılarla dolu, düşmanlık besleyen bir siyasettir. Siz geçmişte aynı biçimde Irak Kürtlerine karşı yıllarca bu dili kullandınız, düşmanlık yaptınız ama sonuçta kabul etmek zorunda kaldınız. Şimdi Suriye Kürtlerine karşı da aynı dili kullanıyorsunuz, önyargılarla yaklaşıyorsunuz; yarın onu da kabul etmek zorunda kalacaksınız. Çünkü bu bir hakikattir. Yarın öbür gün İran Kürdistanı’nda da benzer bir gelişme yaşanabilir, oraya karşı da mı tavır alacaksınız?

* Bu tutum, kaynağını nereden almaktadır?

Bunun kaynağında Türkiye’nin kendi ülkesindeki Kürt sorununu çözmeme vardır. Bugün Türkiye bunu tartışıyor. Türkiye gerçek anlamda demokratik bir ülke olmak istiyorsa, bölgede rol üstlenen bir ülke olmak istiyorsa evvela Kürt sorununa ilişkin bu önyargılı, milliyetçi-ırkçı ve Kürt halkının haklarını tanımayan siyasetten vazgeçmesi gerekir. Kürt fobisinden ancak böyle kurtulabilir. Önce Kürt halkını bir halk olarak tanımak zorundadır. Kürt halkı bölgenin en eski halklarından biridir. Suriye’de de, Irak’ta da, İran’da da, Türkiye’de de vardır. Ancak AKP Kürtleri bir halk olarak tanımıyor. İşte sorun buradan kaynaklanıyor. Önceki iktidarlar nasıl ki Kürtleri bir halk olarak tanımıyorduysalar, AKP de bugün aynı tanımama tutumundan dolayı böyle bir durumu yaşamaktadır. AKP’nin geçmiş Kemalist-ulusalcı politikalardan tek farkı kullanmış olduğu dil farkıdır. Yani aynı şeyi biraz daha farklı bir dille ifadeye kavuşturmasıdır. Yoksa özü itibarıyla aynı şeyleri konuşmaktadır. O da Kürt halkı üzerindeki inkar ve imha siyasetini savunmaktadır; yaptığı başka bir şey değildir. Ancak gelinen nokta Türkiye’nin bu siyaseti terk etmesini dayatmış bulunmaktadır. Suriye’deki bu gelişme bunu bir kez daha ortaya koymuştur.
* Türk basını ve Türk devlet yetkilileri, halkın devlet kurumlarına el koymasını, özünde “Esad’ın bölgedeki iktidarı PYD’ye devretmesi” olarak göstermeye çalışıyorlar. Bu düşünceyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet. Bu sözü bazı Türk devlet yetkilileri ve yine bazı basın-yayın organları dile getirdiği gibi bunu Suriye muhalefetine de söylettiler. Bu söylem, başlı başına bir inkarcılıktır ve düpedüz çamura yatmaktır. Bir kere 2004 yılından bu yana Suriye’nin Türkiye’yle ortaklaşa bir biçimde en çok uğraştığı örgüt PYD örgütüdür. O kadar PYD üyesi işkencelerde yaşamını yitirdi. Şehit Osman Hoca, Şehit Ebu Cûdî işkencede yaşamlarını yitirdi ve daha niceleri ağır işkencelerden geçti. Bizim bildiğimiz ve gözler önünde olan şey, PYD’nin yıllarca direniş yürüten bir hareket olduğudur.
Yine bu alanların birçoğu çatışmalarla alınmıştır. PYD’nin verdiği şehitler vardır, yine karşı taraftan yaşanan ölümler vardır. Belki Suriye devleti, politik yaklaşımı gereği tüm gücüyle yönelmiyor olabilir. Elbette ki Kürtler de az önce izah ettiğim gibi tüm gücüyle rejimle kıyasıya bir savaşa girmeyi çıkarlarına uygun görmüyor. Bu doğru. Bu sadece PYD ile alakalı bir şey değil ki, tüm Kürtler için geçerli bir husus. Yani açık ki burada bir mücadele verilmiş, direniş gösterilmiş ve çözülüş süreci ile birlikte buradaki yerel iktidara el konulmuştur. Yani bu, halkımızın emeği temelinde elde edilmiş bir sonuçtur. Buna da inkarcı yaklaşarak o tür şeyleri söylüyorlar ama herkes biliyor ki gerçek öyle değildir.

MÜDAHALE OLURSA KÜRT HALKI TÜRK DEVLETİNE SAVAŞ AÇAR!

*Türkiye’nin ya da başka bir gücün Batı Kürdistan’da halkın şuanda elde etmiş olduğu kazanımlara dönük herhangi bir saldırısı olursa sizin tutumunuz ne olur?

Eğer Türkiye, Batı Kürdistan’a yani Suriye Kürdistanı’na herhangi bir biçimde müdahale ederse, bu artık Kürt halkı için tahammül sınırlarını aşan bir durum olur. Yani kendi ülkesinde bu kadar Kürt siyasetçisini tutuklayan, Kürt Halk Önderliği’ne karşı bir yıldan fazla bir zamandır ağırlaştırılmış tecrit ve işkenceyi sistematik yürüten, Kuzey’de Kürtlere karşı topyekun savaş yürüten bir devletin kalkıp da sınırı aşarak Batı Kürdistan’daki halka da saldırması halinde sadece Batı Kürdistan’daki Kürt halkının değil, tüm parçalardaki Kürt halkının Türk devletine karşı savaş açmasına neden olur. Bir zamanlar tüm Araplar için Filistin ne idiyse, bugün tüm Kürtler için Suriye Kürdistanı da odur. Bu açıdan gerek mevcut rejim, gerek Suriye muhalefeti ve gerekse de Türk devleti şunu iyi görmeli: Orada az sayıda bulunan Kürt halkının en meşru hakkı olan kendi kendini yönetme ve Demokratik Suriye birliği çerçevesinde doğal haklarına kavuşma tutumuna karşı olabilecek bir müdahale, düşmanlık anlamına gelecektir ve bu müdahaleye karşı tüm Kürtler var gücüyle savaşacaklardır. Bu anlamda yani saldırıyı kim yaparsa yapsın, -çünkü zaman zaman görüyoruz orada bazı örgütler ve rejim oradaki Kürtlere hemen dil uzatıyor- herkes bilmeli ki oradaki halkımız sahipsiz değildir.

SINIRA GÜÇ YIĞILMASI BLÖF VE TEHDİT AMAÇLI

* Türk devleti sınıra askeri güç yığmış durumda. Sizce bir müdahale durumu olabilir mi?

Türk devletinin sınıra güç yığması daha çok blöf ve tehdit amaçlıdır. Aslında çok kuru bir biçimde güç gösterisi yapmak ve zorbalığını göstermek istiyor. Bir taraftan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu Güney Kürdistan’a gönderiyor, öbür taraftan ise Nusaybin’de tanklarla tatbikat yapıyor. Bu basit bir politikadır. Ciddi bir gücün başvuracağı bir şey değildir.

Bu aşamada müdahale koşulları henüz yoktur. Türk devleti ABD’den habersiz tek bir adım bile atamaz. Bunun için sağı solu korkutmaya çalışıyor ama kimse korkmamalıdır. Türk devleti halkımızın korkacağını sanıyorsa yanılıyor. Kürt halkı Türk devletine karşı genel bir direniş için hazırlıklara sahiptir. Halkımız bu tür blöflere kulak asmayacaktır. Ama yine de her türlü olasılığa hazır olmak gerekmektedir.


MÜDAHALE KOŞULLARI YOK, AMA ŞEHİRLERDEKİ GENÇLER HAZIR OLSUN!


Ben Türk devletinin bir müdahaleden ziyade çeşitli çevreleri baskılamak, yine oradaki Kürt halkını ürkütmek, geri adım attırmak için aslında bir tehdit dilini kullandığını, yani bir tehdit politikasını esas aldığını düşünüyorum. Pratikte müdahale etmenin koşulları farklı olur. Böyle bir şey çılgınlık olur. Ancak bu çılgınlığın vuku bulması durumunda tüm Kürtler devreye girmelidir. Ben şimdiden belirtiyorum; özellikle Türkiye metropollerindeki ve Kuzey’deki tüm Kürtler ve yurtsever Kürdistan gençliği böyle bir sürece karşı duyarlı ve hazır olsunlar.

KESKİN BİR SAVAŞ SAHASINA DÖNÜŞÜR


Bilinmeli ki böylesi bir durumda tüm Türkiye ve Kuzey Kürdistan keskin bir savaş sahasına dönüşür. Yani en doğal hakkı olan anadil hakkını, yine kendini yönetme hakkını elde etmek için mücadele eden bir halka karşı böyle saldırgan bir politikayla yaklaşılırsa, buna hiçbir Türkiyeli demokratın ve Kürdistanlı yurtseverin sessiz kalmaması gerekiyor. Bu açıdan böyle bir müdahalenin kendisiyle birlikte çok farklı, yeni gelişmeleri yaratacağını düşünmekteyim.
Yarın:Şemdinli'de neler oluyor?