26 Haziran 2012 Salı

ARD Gülen'i Eleştiren Programı Yayından Kaldırdı

Alman devlet televizyonu ARD'ye bağlı WDR kanalında bu akşam ekranlara gelmesi planlanan "İmamın sessiz ordusu- Fethullah Gülen Hareketi" adlı belgesel program yayından kaldırıldı. ANF'nin ulaştığı program yapımcıları kanalın hiç bir şekilde kendilerine gerekçe bildirmediğini söylerken, engellemenin Gülen hareketini eleştirdiği için yapıldığı tahmin ediliyor.

Haftalık televizyon programlarında ve günler öncesinde WDR'nin resmi internet sitesinde "İmamın sessiz ordusu- Fethullah Gülen Hareketi" isimli belgesel programın bu akşam saat 22.00'de ekranlarda geleceği duyurulmuştu. Aynı programın tekrarı ise ertesi gün saat 08.00'de ARD Plus kanalında ekranlara gelecekti. Ancak WDR, yayın akışında değişiklik yaparak, programı yayından kaldırdı.

WDR'nin bağlı olduğu devlet televizyon kuruluşu ARD, programın neden kaldırıldığına ilişkin her hangi bir açıklama yapmazken, değişikliliğe ilişkin belgesel yapımcılarına kısa bir bilgi verildiği öğrenildi. Cornelia Uebel ve Yüksel Uğurlu'nun hazırladığı belgeselde Gülen hareketinin Almanya'daki faaliyetleri anlatılıyordu.

Gülen hareketine eleştirisel gözle bakıldığı için belgeselin kaldırıldığı tahmin ediliyor. Programın yayından kaldırıldığını doğrulayan yapımcı Uğurlu, konuya ilişkin açıklamayı önümüzdeki günlerde yapacaklarını söyledi.

GÜLEN HAREKETİ ALMANYA'NIN GÜNDEMİNDE

Birçok kentte değişik dernek ve okullar adı altında örgütlenen Gülen Hareketi, bir süredir Almanya'nın da gündeminde. Geçtiğimiz Kasım ayında Sol Parti'nin bir soru önerisine yanıt veren Alman hükümeti, cemaatin Anayasayı Koruma Örgütü tarafından izlenmeye değer olmadığını savunmuştu. Alman hükümeti ayrıca Türkiye’de cemaati araştıran gazetecilerin izlenmesini spekülasyon olarak yorumlamıştı.

Geçtiğimiz Nisan ayında ise cemaatin Frankfurt düzenlediği "Kültür olimpiyatları" etkinliğine Hessen Eyaleti'nin Uyum, Göç ve Avrupa İlişkileri Bakanı Jörg-Uwe Hahn katılmıştı. Bakan Hahn'ın hem organizenin destekleyeni olması ve hem de etkinlikte ödül törenlerine katılması başta ülkedeki göçmen kuruluşlar olmak üzere çok sayıda parti ve politikacının tepkisine neden olmuştu.

Gülen hareketinin Almanya'daki varlığına ilişkin Sol Parti dışında muhalefet ve hükümet partilerinden değişik sesler yükseliyor. Başta başbakan Merkel'in partisi CDU'dan olmak üzere Sosyal Demokratlar Partisi (SPD) ve Yeşiller Partisi'nden kimi politikacalar, hareketle ilişkilerin iyi tutulmasından yana.


ANF

Hewler, Batı Kürdistan'ı Göçertmek mi İstiyor?

Hewler - Federal Kürdistan Bölgesi, Batı Kürdistanlı mülteciler için 2 milyon dolar bütçe ayırdı. Türk devleti ile ortak bir planın yürütüldüğü iddiaları gündemden düşmezken, Kürt mülteciler insanlık dışı koşullar altında yaşıyor. Peşmergelerin tehditlerine ve askeri eğitimlere konu olan Kürt mültecilerin dramı ile kimse ilgilenmiyor.

Her şey, bir gün önce ANF’de yayımlanan ve Türk Dışişleri Bakanlığı’na ait olduğu ileri sürülen belgedeki gibi işliyor. Belgenin doğruluğu veya sahteliği bir yana, Hewler Konsolosluğu’na yazılmış belgedeki Suriye konseptinin Federal Kürdistan üzerinden yürütüldüğünü gösteren gelişmeler yaşanmaya devam ediyor. Bu arada sözkonusu belgeyi yalanlayan herhangi bir açıklama ne Hewler’de, ne de Ankara’dan gelmedi.

MÜLTECİ KAMPLARINI DENETLEYEN YOK!

Federal Kürdistan Bölgesi’ne sığınan Suriyeli Kürt mültecilerin durumu da belgedeki konseptle uygunluk arzediyor. Kamplarda nelerin yaşandığı ile kimse ilgilenmiyor. Mülteci olmalarına rağmen, hangi koşullarda yaşadıklarını denetleyen yok. Sanki savaştan kaçan mülteciler değil, askeri bir kamp alanı.

ANF Kürtçe servisine konuşan Batı Kürdistanlı gençlerden biri olan E. M. Başına gelenleri şöyle anlatıyor: “Biz Derîk üzerinden yola koyulduk. Bizi dört kişi getirdi. Silahları vardı, bizi saatlerce yürüttüler. Bir akşam vakti bir köye ulaştık. Saat 18.00’de yola koyulduk, sabah saat 06.00’da sınıra ulaştık. Saatlerce yürüdük. Yeri bilmememiz için bizi Kürdistan Bölgesi sınırında bıraktılar ve geri döndüler. Bize, ‘köyü gidin, muhtar sizi görecek’ dediler. Biz o gece, o evde kaldık. Sabah bizi asayişe götürdüler, kimlik bilgilerimizi ve nerden geldiğimizi kaydettiler. Bizi sınıra kadar geçirenler bizden 35-40 bin Suriye parası aldılar. Bize, ‘Güney Kürdistan’a gidin, orası çok iyidir ve para vardır, iş vardır, orada yaşayın, beraberinizde bir şey almanıza gerek yok, orada herşey var’ dediler.”

Ortaya çıkan gizli belgede Federal Kürdistan bölgesine göç eden Batı Kürdistanlı Kürt gençlerinin eğitilmesi ve silahlandırılması, olası bir iç savaş durumunda “Kürtler için savaşan ordu” şeklinde propagandasının yapılması yer alıyordu. Konsept dahilinde Federal Kürdistan Bölgesi’ndeki istihbarata bağlı inşaat şirketleri üzerinden yürütülecek faaliyetlere de dikkat çekiliyordu. Belgede ayrıca, “Olası çatışma durumlarında Suriye Kürtlerinin bir göç durumunu yaşaması halinde Türkiye topraklarına yönlendirmek, bir kısmının da Kuzey Irak’a özellikle KDP denetimindeki kentlere göçlerini teşvik etmek” ifadeleri yer alıyordu.

KAMPTA ASKERİ EĞİTİM DAYATMASI

E.M.’nin anlatımları da bu konsepti doğruluyor: “Kampa geldiğimizde, yine gelip ‘askeri eğitim göreceksiniz ve 45 gün sürecek’ dediler. Peşmergeler de her şeyimizi elimizden aldılar. Telefon, kimlik ve üzerimizdeki paralara el koydular. Başımıza gelen bunca şeyden sonra, artık Suriye’ye de dönemiyorduk. Çünkü her şeyimizi elimizden aldılar. Ama bizim bulunduğumuz kampta battaniye de yoktu. Ben ayakkabıların arasında uyuyordum.”

KAMPTA YAŞANANLAR

E.M. şöyle devam ediyor: “Önceden söylediler: ‘Rojava’yı (Batı Kürdistan) özgürleştirmeniz için siz askeri eğitim alacaksınız. Domis’ten (Mülteci kampı) çıktık. Bize dediler ki, ‘askeri eğitim göreceksiniz, size silah kullanmayı öğreteceğiz. Askeri eğitimden sonra, şirketlerde çalışacaksınız ve size kimliklerinizi verecekler. Artık her yerde dolaşabilirsiniz.”

Belgede de istihbarata bağlı inşaat şirketleri üzerinden yürütülecek faaliyetlere konusunda şu ifadeler yer alıyordu: “Gelen gençlerin tekrar dönmemeleri için ilgili genel müdürlüklerimizle anlaşmaları bulunan ‘İYİ YAPI-UYK-‘ ve “KURAN-CML-‘ kod inşaat şirketleri ve bağlı şantiyelerde ve diğer duyarlı hizmet sektörlerinde işe alınmalarına yardımcı olmak, öncelik vermek. Değişik etkinliklerde bölgede kalmalarını sağlamak, aileleri ile geleneksel ilişkilerinin sürdürülmesi ve maddi destek olmalarının teşvik edilerek güven yaratılmasını sağlamak.”

BU MUAMELE HAYVANLARA BİLE YAPILMAZ

E.M.,anlatımlarını şöyle sürdürüyor: “3 ay geçtikten sonra ‘telefonlarımızı verin, en azından annelerimizle konuşalım’ dedik. Bize, ‘ailelerinizi ve evlerinizi unutun, artık siz buraya bağlısınız’ dediler. Dört ay burada kaldım. Bize yaptıkları muamele hayvanlara yapılmaz. Çok soğuktu. Kıyafetlerimiz yoktu, halen üzerimizde geldiğimiz kıyafetleri taşıyorduk.”

İSYAN ETTİLER, ‘HAİN’ İLAN EDİLDİLER

Kamptaki kötü koşullara tepki gösterdiklerini anlatan E. M. Şöyle diyor: “300 genç ‘Rojava’ya döneceğiz’ dediler. Biz de onların içerisindeydik. İsyan ettik. Hepimizi bir yere toplayarak, ‘Burası şeref ve namus yeridir. Buradan kaçan şerefsiz ve namussuzdur. Haindir’ dediler. Biz gençleri birbirine düşüyorlardı. Hatta akşam ‘kampa dönmeyeceğimizi’ söyledikten sonra, altı ay sonra bizi serbest bırakacaklarını belirttiler. Bizi bırakana kadar eğitime ve yemeklerini yememeye karar verdik.”

PEŞMERGELER MÜLTECİLERİ DÖVDÜ, SAÇLARINI KAZIDI

E.M. maruz kaldıkları şiddeti de anlattı: “Tüm söyledikleri yalan çıktı. Bunları söyledikten sonra peşmergeler biz gençleri sopalarla dövdü, bir çok arkadaşımızın kafaları kırıldı. Silah sıktılar ve saçlarımızı da sıfıra vurdular.

HAKARETLER

Maruz kaldıkları hakaretleri de anlatan E. M. şunları söyledi: “Bize ‘sizi bırakalım da Hewler’e, Duhok’a gidip hırsızlık mı yapasınız. Orayı da mı bozasınız’ dediler. Bazı peşmergeler de, ‘siz buraya gelerek şeref ve namusunuzu geride bıraktınız. Siz de insan mısınız?’ diyordu. Bunu bize söyledikten sonra biz de aramızda birleşip kaçmak istedik. Ama silahları vardı. Bize, ‘bir adım atan olursa kuşuna dizeriz’ dediler. Bir peşmerge de ‘gitsinler de Araplar annelerini alsın...’ dedi."

Sonra bir mülteci öne çıkarak göğsünü açıp, “Öldürecekseniz öldürün” dedi. E.M. şöyle devam etti: “Sonra o kişiyi alıp zindana attılar. Ayrıca 200 ila 400 kişi de kaçtı. Yakananları cezaevlerine atıyorlardı. Zindanda da onlara dövüyorlardı.”

YA BİZ KÜRT DEĞİLİZ, YA DA BUNLAR!

Kürt mülteci, kamptaki eğitim sonucunda kendilerini PKK’ye karşı savaştırmak istediklerini de anlatırken, “Biz yaşadığımız bu koşullar karşısında şunu anladık: ‘Ya biz Kürt değiliz, ya da bunlar Kürt değil. Bize böyle davranıyorlardı. Bizden yüzlercesi bu topraklar için kanını verdi. Şimdi de bize böyleyaklaşıyorlar.”

Suriye ordusundan kaçarak Güney Kürdistan’a sığınan K. M. isimli genç ise Humus’taki çocuk ölümlerine tanık olduktan sonra kaçtığını söylerken, Kürdistan’da her şeylerinin karşılanacağı vaat edildikten sonra böyle Suriye’den kaçtığını anlattı.

BOŞ BİR ARAZİYİ İNSANLA DOLDURMUŞLAR

Ancak kampa gelince “hiçbir şey olmadığını” gördüğünü ifade eden K.M, “Ne yiyecek, ne de yatacak yer vardı. Boş bir araziyi, insanla doldurmuşlar. Her taraflarında peşmerge var. Biz burada Kürtlüğümüzü unuttuk. Biz bunların elinde Kürt olduğumuzu bilmiyorduk” diye anlattı.

Kendilerine “askeri eğitim göreceksiniz ve Qamişlo’nun özgürlüğü için savaşacaksınız” denildiğini belirten K.M., “Üç ay askeri alanda kaldık. Bize neden bu askeri eğitimi verdiklerini bilmiyorduk” dedi.

Kaçanları Suriye’ye teslim edecekleri tehdidinde bulunduklarını belirten K.M. “Korkuyorduk. Çünkü biz askerlikten kaçtık, teslim ederlerse idam edilirdik. Bizi onlarca kez tehdit ettiler, dövdüler, hakaret ettiler, saçlarımızı sıfıra vurdular. Birçok genç kaçtı. BKC silahlarla ateş açıyorlardı arkalarından” şeklinde anlattı. 


ANF

Abdüllatif Şener: Erdoğan Taşerondur, İşi Bitince Çöpe Atılır!

Abdüllatif Şener’le söyleşimizin üçüncü ve son bölümünde Büyük Ortadoğu Projesi’nden Arap Baharı’na, Türkiye-Suriye ilişkilerinden füze kalkanına, anayasa çalışmalarından PKK konusuna, Dersim konusundan başkanlık sistemine değin pek çok konuda merak edilenleri Gazete A24 okurları için konuştuk. 

“Başbakan, Büyük Ortadoğu Projesi’nin taşeronudur” diyen Şener, AKP’nin Türkiye’deki İslami duyarlılığı yok ettiğini de söylüyor. Başbakan Erdoğan’ın, Türkiye’de demokrasinin standardını aşağı çektiğini ifade eden Şener’e göre, basın Erdoğan’dan korktuğu için, Erdoğan’ın WikiLeaks belgelerinde yer alan İsviçre’deki hesaplarının üzerine gitmedi… İşte röportajımızın son bölümü…

Türkiye’nin dış politikası ile devam edelim isterseniz… 

Türkiye’de küresel güçler tarafından en önemli karşı çıkışlar, Erbakan hareketi ile ortaya çıkmıştır. O hareket tümüyle tasviye olmuş, bugün mutlak anlamda küresel güçlerin, arzularına, isteklerine göre, hem ülkeyi yöneten hem de çevre ülkelerdeki dönüşümün taşeronluğunu üstlenen bir siyasi iktidar yapısı ortaya çıkmıştır.

Türkiye’nin, Suriye ile karşı karşıya gelmesi gibi… 

Evet.

Ve şimdi füze kalkanı gibi bir bela var. Doğru mudur? 

Evet. Türkiye’de bir siyasi iktidar var. Bu siyasi iktidar nasıl geldi, düşünebiliyor musun?

“ERDOĞAN NE SÖYLÜYORSA, TERSİNİ YAPIYORDUR” 

Nasıl? 

2002 öncesi partilerin, küresel güçlerle uyum tutmadığı ihtimali zaten görülmüştü. Çok da kötü bir konjonktüre geldiler tabii… 2001 krizi, 1999 depremi… Kamuoyunda da itibarları tasviyeye uğradı ve meclis dışı kaldılar. Onun yerine AKP geldi. Arkasından Irak işgali yaşandı. Şimdi ise, Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da birtakım hadiseler meydana geliyor. Ve Başbakan 30’dan fazla farklı yerde “Ben Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanıyım” demiştir. Kendi ağzından… Hatta bir ara internet sitelerine düştü.

Konuşmalarında var. İki, üç sene önce bilhassa çok kullanıyordu. Sonra bıraktı bu cümleyi söylemeyi. “Bu ne demek acaba? Bu, Büyük Ortadoğu Projesi ne olacak?” diye hepimiz merak ediyorduk. Şimdi öğreniyoruz… Baktık ki, Kuzey Afrika’dan uzanıp giden bir değişim rüzgarı… Nasıl bir değişim bu biliyor musun? Başbakan arada bir İsrail ile ağız kavgası yapıyor ya… Ama yaptığı her iş de İsrail’in işine yarıyor. Ağzı ile kavga ediyor ama icraatlar hep İsrail’in menfaatine… Onun için, Başbakan’ın laflarına değil, icraatlarına bakmamız lazım…


“One minute” halk tarafından alkışlanıyor ama? 

O ağızdan çıkan kavga kelimelerin amacı, halkın görmesini, anlamasını zorlaştırmak… Başbakan, ne söylüyorsa, yaptıklarının tersini söylüyor. Böyle bileceksiniz Başbakan’ı…

“DERSİM DE ÖZÜR VARSA, TAZMİNAT DA VAR” 

Dersim Özrü… 

Bir başbakanın özrü “Dersim’den özür diliyorum” diye olmaz. O zaman orada mağdurlar var. Tazminatlar ödenecekse ödeyeceksin, yükümlülüklerin varsa yerine getireceksin. Devlet adına ne kadar sorumluluğun varsa, hepsini gidereceksin. Bunu ortaya atarak, ortalığı karıştırmanın anlamı yok. Ortalığı dağıtmak için kullanılmaz bunlar…

Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı olarak, Erdoğan’ın niyeti bölgede tek adam olmak mı? 

Hayır. Görevini yapıyor. Ne tek adam olacakmış… Oradan bir kahraman çıkmaz. Görev bittiği zaman atarlar insanı çöpe… Kahraman olamayacağı bir yerde, taşeronluk üstleniyor. Onun ‘eş başkanlık’ dediğine ben ‘taşeronluk’ diyorum. Nedir bu değişim rüzgârları? Küresel güçlerin çıkarları ile özellikle de İsrail ile uyumlu politika, uygulamayan ülkelerin yönetimleri tasviye oluyor.

Birincisi bu. Libya… Suriye… Ve İran’a sıçramayı düşünüyorlar. İkincisi, küresel güçlerin politikalarına ve özellikle de İsrail’in politikalarına uyumlu politika uygulayan yönetimler de, halka yabancılaşmış olmaları, diktatörvari yönetimleri nedeniyle, önümüzdeki yeni süreçleri yönetebilecek yetenekleri, ve güçleri olmadığından, değiştiriliyor.


Yani, uyum sağlamayanlar ve uyum sağladığı halde yeni süreçleri kaldıramayacak olanlar değiştiriliyor. Mısır, bunun en tipik örneğidir. Eskiden, küresel güçler laik liderler arardı, işbirliği için… Şimdi bundan vazgeçti. Kullanabileceği, kendi çıkarlarını sürdürebileceği, dindar görünümlüler daha makbul hale geldi. Bu da, bölgemizde olup biten olayları yorumlamak açısından önemlidir. Ana çizgi değişimidir. Bunun altını çizmeniz gerekir.


Eskiden ‘eş başkanlar’ laik olanlar mıydı, bunu mu anlayalım? 

Mesela Mısır’da Mübarek, halkın inançlarına, değerlerine uyumlu biri değildi. Muteber adam buydu. İsrail ile Camp David Anlaşması gibi süreçleri yöneten, daha sonraki dönemlerde de uygun politikaları uygulayan O’ydu. Ama şimdi bu tür insanların çok da yararlı olmadığı veya zor süreçlerde dayanıklılık testinden geçemeyecek insanlar olduğu görüldüğü için, “Bunlara ihtiyaç yoktur. Biraz halkı ile barışık, dindar görünümlü, Müslüman görünümlü insanlar daha faydalı” denilmeye başlanmıştır.

“TÜRKİYE, ORTADOĞU’DAKİ DÖNÜŞÜMÜN İLK AYAĞI” 

Bu Türkiye için de geçerli… 

Elbette. Türkiye de böyle. Zaten bu küresel politikalardaki dönüşümün ilk ayağı Türkiye’dir. AKP bunun sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Şimdi, bu dönüşümde ‘eş başkan’ın yani Başbakan’ın rolüne tekrar dönmek istiyorum. Düşünebiliyor musun, Libya’ya gitti. Kaddafi’nin elinden ödül aldı. ‘Kardeşim Kaddafi’ dedi. Dostluk görüntüleri verdiler. Ardından geldi, “NATO’nun ne işi var Libya’da” dedi. Ve aradan bir hafta geçmedi…

Kendisiyle çeliştiğini mi kastediyorsunuz? 

Evet, çark etti ve Başbakan imzasıyla, TBMM’ye bir Bakanlar Kurulu tezkeresi gönderdi. Meclis’te oylandı ve grubuna da baskı yaptığı için topyekûn ‘evet’ oyu verdiler. Türkiye, Libya’yı vuran NATO güçleri içerisine girdi. Ne değişti Allah aşkına!.. Günlerce değil, aylarca Türkiye’nin de içinde bulunduğu NATO uçakları Libya’da sivil halkı da, Kaddafi yanlılarını da vurdu durdu… Kaç çocuk, kaç kadın, kaç yaşlı hayatını kaybetti bilmiyoruz.

Böyle bir hadise, şu mevcut iktidar döneminde değil de, başka bir iktidar döneminde olsaydı, size garanti veriyorum, hâlâ cuma namazından sonra, başta Beyazıt Camii’si olmak üzere, camilerin önünde gösteriler devam ediyor olurdu. “Bir Müslüman ülkeyi Türkiye vuramaz” diye… Demek ki küresel güçlerle işbirliği halinde olan siyasi gücün, laik görüntülü değil de, Müslüman görüntülü olmasının böyle bir faydası varmış… Kimin için? Bizim için değil, güç merkezleri için…


“AKP, İSLAMİ DUYARLILIĞI YOK ETMİŞTİR” 

Bu bahsettiğiniz protestoları da sorguluyorsunuz o zaman burada? 

Türkiye’de, bu mevcut iktidar yapısı nedeniyle İslami duyarlılık yok edilmiştir. Onu söylemeye çalışıyorum.

Peki komşularla sıfır sorun politikası? 

Yıllardır, Dışişleri Bakanı her yerde nutuklar attı. Şimdi komşularının hepsi ile sorunlusun… Onu bırak, Suriye, İran füze rampalarını Türkiye’ye çevirmiş, “Türk halkı kusura bakmasın, eğer sıcak bir çatışma olursa, İsrail’den önce Malatya’yı vurmak zorundayım. Beni mazur görsün” diyor. Yine Rusya, füze rampalarını Türkiye’ye çevirmiş… ‘Sıfır sorun’ diyorsunuz, Güney’den, Doğu’dan ve Kuzey’den komşularımızın füze rampaları, Türkiye’yi hedef almış vaziyette, hazır bekliyor.

Bu nasıl dış politikadır ya… Bundan daha başarısız dış politika olur mu?.. 80 yıldır bu ülkedeki en başarısız dış politika, mevcut dış politikadır. Bu dış politikanın başındaki Başbakan ve Dışişleri bakanı da, Türkiye’de en popüler iki insandır. Kamuoyu yoklaması yaptığınızda da, halkın böyle algıladığınızı anlıyorsunuz.


Ve Time’a kapak oluyor. Öyle mi?

Kim birilerini itibarlı hale getiriyor, kim birilerini itibarsız hale getiriyor. Hangi mekanizmalarla birileri itibarlı hale geliyor, hangi mekanizmalarla birileri itibarsızlaştırılıyor. Benim asıl sorgulamak istediğim nokta bu.

Suriye konusuna gelecek olursak… 

Suriye ile sınırları, vizeleri kaldıran bu mevcut iktidar değil mi? ‘Kardeşim dostum Esad’ diyen… Ortak bakanlar kurulu toplantısı düzenleyen… Var mı Türkiye’nin tarihinde bir başka ülkenin Bakanlar Kurulu ile müşterek toplantı? Yok! Başbakan, Suriyeli bakanlar ile ortak Bakanlar Kurulu düzenlemiştir. Aradan bir ay geçmeden de, kim yönlendirdi, kim talimatı verdi bilmiyoruz, Suriye’de, mevcut yönetim aleyhtarı, daha önceden oluşturulmuş bir grup, Türkiye’de organize edilmeye başlandı. Türkiye, Suriye’yi karıştıran ülke konumuna geldi.

Bir de Suriye’deki olaylara baktığınızda, 40-50 kişilik silahlı gruplar çatışıyor. Büyük bir kitle yok. Suriye’deki gösterilerde gördüğünüz kitleler, Esad yanlıları… Yüz binlerce hatta milyonlarca, insanın sel gibi Esad’ı desteklediğini görüyoruz ama muhalifler diye görünen kısım 30-40 kişi… Büyük bir kısmı da ordunun içinden nasıl olduysa satın alınmış, orayı karıştırmak için kurulan yapılar…


Suriye’den gelenleri Hatay’daki çadır kente yerleştirdiler. Çadır kentte kalanlar “Üşüyoruz” deyince, Kilis’teki Hac konaklama tesislerine yerleştirildiler. Hâlbuki Hatay sıcak bir yerdir. Van depreminin ardından, insanlar soğuktan donuyorlar. Sen kendi depremzedelerini çadırlarda dondur ama Suriye’yi karıştırmak için, muhalefeti örgütlemeye sarf et enerjini…

Suriye’den yapılması beklenen reformlar için ne diyorsunuz?

Türkiye, bu konuda “Şam yönetimi tavsiyelerimiz tutmadı” diye itiraz ediyor. Esad yönetimi, zaten birkaç yıldır demokratikleşme yönünde reformlar yapıyor. Ama nerede görülmüş bir ayda yönetim biçiminin baştan sona değiştiği… Türkiye ilk anayasayı 1876’da yaptı. O günden bugüne kadar, 150 yıldır önce Meşrutiyet, sonra Cumhuriyet, sonra çok partili sistem…

Hâlâ demokratikleşmeye çalışıyor… Ve hâlâ demokrasinin standardı bugün Türkiye’de yerde sürünüyor. Türkiye’nin ulaştığı demokrasi standardını yok etmeye çalışan, medyayı, sivil toplumu susturan Başbakan, Suriye’de demokratikleşeme yolunda reformlar bekliyor…


Esad dedi ki, “Kendileri 30 yıldır bir sivil anayasa yapamıyorlar, benden bir ayda tüm Suriye’yi değiştirmemi bekliyorlar. Böyle bir şey olmaz.” Peki ne oldu da, eski dostlarınızı bu kadar hızlı terk ettiniz? Uluslararası ilişkilerde böyle güvensiz, arkadan hançerler görüntüler verirseniz, şu anda size dost gözüyle bakanlar da güvenini yitirirler.


Bunu Türkiye’ye nasıl yaparsınız? Böyle bir dış politika mı olur? Ama Türkiyemizdeki ve bölgemizdeki dönüşüm, itibarsızlaşanlar, ama öte yandan itibarı, gücü artanlar… Hepsi aynı senaryonun ayakları olarak yoluna devam ediyor.


PKK konusunda ne söyleyeceksiniz? 

Şu anda Türkiye, komşuları ile çok meşgul ama PKK konusu açısından da çok yanlış bir dış politikanın içerisinde. Suriye karışırsa, bundan en büyük zararı Türkiye çeker. Hem PKK faktörü nedeniyle hem de bu ayrışmanın derinleşmesi nedeniyle. Suriye, burnumuzun dibindeki komşumuz… Türkiye’nin Güneydoğu’suna yakın bir yer karışacak ama Türkiye huzur içerisinde olacak. İnsan kendi ayağını kurşunlar mı? Bu hükümet, bunu yapıyor.

Siz bu nedenler yüzünden mi ayrıldınız AKP’den?

Ben pek çok şeyi gördüm…

WikiLeaks belgelerinde de geçiyordu. Bir bakan yolsuzluk nedeniyle AKP’den ayrılacak diye… O zaman da yöneltilmişti bu soru size… 

Şu anda yolsuzluk meselesine girmek istemiyorum. Çünkü toplum duyarlılığını kaybetti.

“BASIN KORKTUĞU İÇİN, ERDOĞAN’IN İSVİÇRE’DEKİ HESAPLARINI YAZMADI” 

Deniz Feneri? 

Onu sonra anlatırım ama şunu söylemek istiyorum. WikiLeaks belgeleri ile Başbakan’ın İsviçre’de, sekiz bankada hesabının olduğu yazıldı. Bu, belgelerde var. Ve bütün basın, korkusundan bunu veremedi. Belgelerde ortaya çıktı ama basın korkusundan bunu yazamadı. İki gün bekledim, ‘Neden yazılmıyor?’ diye ama korktular. Hâlbuki bütün kanalların bunu konuşması lazımdı. Sonra Başbakan, hileli bir cümle kullandı. “Tek bir Allah kuruşum yoktur” dedi. İsviçre bankasında kuruş olmaz. ‘Türk lirası mı hesap açtırdın oraya?’ derler.

Ayrıca ‘Allah kuruşu’ tabiri nereden çıkıyor? Bu böyle ama Suriye ve Libya konusunda yüz seksen derece ters istikamette, bir politikaya dönen Başbakan’ı acaba ne sıkıştırıyor, ne zorda bırakıyor? O Türkiye’yi kapattı da biri de O’nu mu kapattı bir yerlerde? Bunu, her sorumlu vatandaşın sorgulaması lazım…


“HÜKÜMET ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ YAPAMAZ” 

‘Eş başkanlık’ demişken, başkanlık sistemi tartışmasını sormak istiyorum. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Oslo görüşmeleri metninde, PKK temsilcisine söylediği bir söz vardı. “Bazı işleri yerele bırakalım ki, merkez daha anlamlı işlerle uğraşsın” Sizce, buradan yola çıkarak, Başkanlık sistemi ile Kürt meselesi arasında bir bağ kurulabilir mi?

Bu hükümetin anayasa değişikliği yapabileceğini düşünmüyorum aslında. Yani kamuoyunu oyalayarak, hiçbir şey üretmeden konuyu ortada bırakacaklar gibi geliyor.

Neden? 

Görüntü onu gösteriyor. Ben öyle görüyorum. Bunu yaz bir yere dursun, günü geldiğinde konuşacağız. İkincisi de şu; başkanlık sisteminden endişe etmiyorum. Başkanlık sistemi çok ayrıntılara sahiptir. Sırf, devlet başkanının halk tarafından seçilmesi, onun bakanlar kurulunun da hükümetin de başı olması değildir.

Başbakan’ın anladığı başkanlık sistemi böyle bir şey… Hâlbuki O’nun alt ayakları, ayrıntıları var. O alt ayrıntılar oluşmadan, cumhurbaşkanlığı ile başbakanı birleştirdiğinde başkanlık sistemi olmaz. Ortaya bir ‘ucube’ çıkar. Sivil anayasayı yapabileceklerini düşünmüyorum ancak eskaza yapar da, başkanlık sistemine geçtik diye, ucube bir şey ortaya çıkarırlarsa, bundan endişe ederim.


Bu ‘eş başkanlık’ hizmeti mi oluyor. Onu mu anlayalım söylediklerinizden? 

Onu etkinleştiren bir sonuç olur.

Onun için mi yapılmıştır? 

Tabii… Bir adamı idare etmek her zaman daha kolaydır. Çünkü biliyorsun, idare ettiğin adam ne kadar güçlü olursa, O’nu o kadar hızlı yönlendirirsin.

Güç başını döndürür öyle mi? 

Bin kişiyi ikna etmektense, bir kişiyi ikna etmek daha kolaydır. Bin kişiye şantaj yapmaktansa, bir kişiye şantaj yapmak daha kolaydır.

Teşekkür ederim… 

Başarılar diliyorum…

Röportaj: Dilek KARAGÖZ

http://www.gazetea24.com/haber/abdullatif-sener-erdogan-taserondur-isi-bitince-cope-atilir_74608.html

Gırgır Dergisi'nden 'Uçak ve Erdoğan' Kapağı!





Suriye tarafından düşürülen Türk savaş uçağının, "Suriye karasularında ne işi olduğu" sorusuna yanıt verilememesi, mizah dergisi Gırgır tarafından kapağa taşındı.

Suriye tarafından düşürülen Türk savaş uçağı hakkında "uçak orada ne yapıyordu" sorusuna yanıt veremeyen Başbakan Erdoğan, Gırgır dergisinin bu haftaki kapağında yer aldı.

NATO Pilotu: ‘Türk Uçağı Muhtemelen Suriye Hava Savunma Sistemlerini Test Ediyordu’

Havacılık sitesi The Aviationist’te yayımlanan makalede görüşüne başvurulan bir NATO pilotu, Cuma günü düşürülen Türk uçağının büyük bir ihtimalle Suriye hava savunma sistemlerini test etmekte olduğunu söyledi.

David Cenciotti’nin yayına hazırladığı The Aviationist adlı havacılık bloğunda dün yer alan bir makale, önemli bir iddiaya yer verdi. Cenciotti tarafından kaleme alınan makalede Suriye açıklarında düşürülen Türk uçağının Suriye hava savunma sistemlerini test etmek üzere uçarken düşürülmüş olmasının yüksek bir ihtimal olduğuna değinildi. Bu iddia ise daha önce bir Türk F-16’sında ikinci pilot olarak görev yapmış bir NATO pilotuna dayandırıldı.

Cenciotti, “Türk Fantom’u hava savunma sistemlerinin savaşa hazırlığını sınamak için Suriye hava sahasını ihlal etti” başlığını taşıyan makalesinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun açıklamalarına da değindi.

Davutoğlu’nun yaptığı “Uçak Türkiye radar sistemini test ediyordu" açıklamasını hatırlatan Cenciotti, “Hala açıklanamamış bir şey var ki o da, bir (R)F-4'ün Suriye kıyılarından sadece 1 kilometre açıkta neden yüksek hızda alçak uçuş yaptığı... Önümüzde 3 seçenek var: Sürüş hatası, hava durumu veya hava savunma sistemleri hazırlık seviyesini test etmek için kasıtlı hava sahası ihlali... diye yazdı.

Makaleye yapılan yorumlardan bazılarında uçağın Lazkiye kıyısına 1 kilometre mesafede vurulduğu iddiasının Suriye tarafından dile getirildiği ve bunun doğru olmayabileceği belirtildi. 

Cenciotti makalesinde uçağın vurulduğu sıradaki hızına ve irtifasına işaret ederek, "Uçağın Suriye hava sahasını ihlal ettiğindeki irtifası oldukça ilginç. Uçak aşırı alçaktan uçuyordu (ve muhtemelen optik olarak, radar kilidi olmaksızın vuruldu)” diye yazdı. 

Pilotlar pozisyonlarının farkındaydı

Cenciotti pilotların pozisyonlarının farkında olduğunu da şu şekilde savundu:

“Sürüş hatası ihtimali hiçbir zaman yanlışlanamayacak olsa da, uçağın taşıdığı ekipmanlar, uçağın 2 pilot tarafından uçurulduğu gerçeği ve uçağın "tehlike bölgesi' yakınında uçtuğunu göz önüne aldığımızda, uçaktaki iki pilotun pozisyonlarının gayet farkında olduklarına inanmamız için yeterli neden var.”
Uçak Suriye hava savunma sistemlerini sınıyordu

Makalede görüşüne yer verilen bir NATO pilotu ise şunları söyledi:

“Yüksek hız-alçak uçuş yaptığınızda, ya düşman hava sahasına girip uçak üstündeki sensörleri (kayıt cihazlarını) kullanmak için garip bir deneme yapıyorsunuzdur, ya da bulutlar aracılığıyla gizlenmeye çalışıyorsunuzdur. Öte yandan, İstihbari Gözlem Keşif Uçuşu yaptığınızda 12 deniz mili mesafede uçmak oldukça saçma olsa da, bence Suriye hava savunma sistemlerini test ediyorlardı. Sanırım şimdi net bir fikre sahipler ve olaydan öğrendiğimiz en ilgi çekici ayrıntı da bu.”
Suriye uçağın kaçtığını düşünmüş olabilir

Cenciotti uçağın Suriye’den kaçan bir pilot zannedilerek vurulmuş olabileceğini ileri sürerek, geçtiğimiz hafta Ürdün'e kaçan uçak gibi “yeni bir utanç yaşamamak için uçağı Türkiye'ye varmadan düşürmek istemiş olabilirler" dedi. 


Cenciotti’nin görüşüne başvurduğu NATO pilotunun, "İnsanlar, radar sistemini veya tepki süresini test etmek için hava sahasını ihlal etmeyi nadir görülecek bir olay olarak düşünse de, Türkiye ve Suriye için bu pek de nadir değil" sözlerini de aktardı.

(soL-Dış Haberler)

‘F4 Uçak Krizi’nde Gündeme Gelmeyen Ayrıntılar

Cuma günü Suriye’nin bir Türk savaş uçağını düşürmesiyle ilgili tartışmalar sürüyor. Ahmet 
Davutoğlu’nun olayla ilgili yaptığı açıklamanın yanıtsız bıraktığı çok sayıda soru bulunuyor. 

Cuma günü Türk hava kuvvetlerine bağlı RF F4 tipi savaş uçağının keşif uçuşu yaptığı esnada Suriye tarafından düşürülmesiyle ilgili tartışmalar devam ediyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu dün yaptığı açıklamada uçağın uluslararası karasularında, Suriye hava sahasının 1 mil dışında düşürüldüğünü ileri sürdü. Uçağın enkazının Suriye karasularının içerisinde, Lazkiye kıyısına 8 mil mesafede bulunmasına ilişkin ise uzmanlar, bunun uçağın süratinden kaynaklanabileceği görüşünü dile getiriyor. Ancak bu durumda dahi dikkat çeken bir ayrıntı, uçağın Suriye karasularının 1 mil dışındayken yönünün Suriye’ye dönük olması... Zira uçak vurulduktan sonra eğer bir manevra yaparak yönünü ters çevirmediyse Suriye’ye doğru hızlanarak düşüyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise açıklamasında, uçağın vurulduktan sonra düzensiz hareketlerle uçtuğunu ve bu nedenle Suriye karasularına düştüğünü söyledi. Suriye tarafı uçağın Lazkiye kıyısına 1 kilometre mesafede vurulduğunu öne sürüyor.

Davutoğlu’nun açıklamasına göre uçak Türkiye’nin kendi radar sistemini test etmek ve eğitim amacıyla havalandı ve Suriye’ye ilişkin herhangi bir misyonu bulunmuyordu. Dışişleri Bakanı uçağın herhangi bir uyarıda bulunulmadan düşürülmüş olmasını ise kabul edilemez olarak niteledi.

Türkiye, kendi içinde tutarlı görünen bu anlatı çerçevesinde olayı yarın NATO gündemine taşıyacağını ilan etti. Ancak olayla ilgili ayrıntılar konusunda iki ülkenin söyledikleri arasındaki farklılıklar bir yana, hiç gündeme gelmeyen bazı sorular da yanıtsız kalmış bulunuyor. 

Gündeme gelmeyen üç konu

Açıklamalarda hiç değinilmeyen üç başlık şöyle sıralanabilir:


- Türkiye’nin Suriye’yle değişik zamanlarda yapmış olduğu ikili gizli veya kısmen gizli askeri anlaşmalar bulunuyor.

- Bu anlaşmalar çerçevesinde hava savunma sisteminin de parçası olduğu silahlarda, düşman-dost tanıma sistemi bulunuyor.


- Olayın tamamı irdelendiğinde taktik olarak amacın ne olduğu konusunda bir belirsizlik bulunuyor.


Türkiye ile Suriye arasında iptal olduğu konusunda emare olmayan, taraflarca bazı maddeleri dostane toplantılarda kamuoyuna açıklanmış gizli askeri anlaşmalar bulunuyor. 1998’de imzalanan ve Adana Mutabakatı olarak bilinen anlaşma, Abdullah Öcalan’ın Suriye dışına çıkartılması sonrasında Lübnan’ı da kapsayacak şekilde yapılmış bir askeri anlaşmaydı. Anlaşmanın TSK’nın tek taraflı ve sınırsız yetki ve olanaklarla kontrol edebileceği şartları da içeren maddelerinden bazıları şu başlıkları öngörmekteydi:

- TSK özel kuvvetlerinden iki tim, Suriye sınır kapılarından önceden haber vermeksizin girebilecek, Suriye içindeki her noktayı zamansızca kontrol edebilecek… 

Şu anda Ergenekon davasından tutuklu, zamanın Özel Kuvvetler Komutanlığı Muharebe Arama Kurtarma komutanı Albay Levent Göktaş, emekli olana kadar bu timlerin başında bulunuyordu. Göktaş’ın komuta ettiği timler, Suriye’ye sayısız geçiş ve kontrol gerçekleştirdi.

- Suriye derinliklerindeki ve Lübnan’daki PKK kamp veya barınma/eğitim yerlerinin kontrolü için, kara timlerinin yetersiz veya etkili olmayacağı durumlarda hava unsurlarının da kullanılabilmesi. 

Bu durumda keşif uçaklarının, koordinatları daha önceden belirlenmiş yerlerde, güzergahı sabit olmak üzere kontroller yapması öngörülüyordu.

Öncelikli olan ABD ve İsrail’in çıkarları

Bölgede askeri gizli anlaşmaların yapıldığı bir diğer ülke ise İsrail… İsrail ile yapılan gizli anlaşmaların çerçevesi, bölgesel kurtarma, arama ve insani amaçlı müdahalelerin koordine edilmesi olarak çizilmekteydi. 


Her iki ülke ile yapılan askeri gizli anlaşmalarda üçüncü ülkeleri kapsayan, “bu anlaşma maddeleri ve içeriği üçüncü ülkelerle yapılacak benzeri gizli anlaşmaların hükümlerini engelleyicidir” veya “…değildir” gibi standart bazı maddeler bulunuyor. Bu diplomatik olarak, “başka ülkelerle yapılacak gizli anlaşmaların içeriği benim aleyhime olamaz” anlamını taşıyor.

Askeri anlaşmaların -Türkiye bakımından- hiyerarşisinde en üst düzeyde olanlarının ABD ve eşdeğer içerikte olan İsrail ile yapılan anlaşmalar olduğu biliniyor. Dolayısıyla başka ülkelerle yapılan anlaşmalar şu ibareyi içeriyor: “Ülkeler ile yapılacak olan askeri anlaşmaların ABD ve İsrail'in lehine olması gözetilir ve olanaklarından faydalanması sağlanacak tedbirler birlikte alınır…”

Bu anlaşmaların bazı dönemlerde yenilenmesi, yalnızca propaganda veya güven tazeleme amaçlı olmayıp şunları da hedefliyor:

- Özellikle hava savunma sistemleri, füze sistemleri ve savaş uçaklarının sahip olduğu dost-düşman tanıma sistemlerinin bazı periyotlarla değişen kodlarının ve kapsamlarının güncellenmesi…

- Bütün sistemlerde günlük, haftalık vs. sürelerde, eşzamanlı olarak değişen kodlar bulunuyor. Bu kodlar birkaç şekilde işlevlendiriliyor ve kullanıcıların kontrolü dışında işliyor. Örneğin bir ABD savaş uçağı bir başka ABD uçağını düşman olarak tanımlayamıyor ve her iki pilot istese bile birbirine ateş edemiyor. Diğer yandan bir TSK uçağı ABD uçağını düşman olarak tanıyamaz ve ateş edemezken, ABD uçağı TSK uçağını dost olarak tanımlasa bile, pilotu TSK uçağına ateş edebiliyor. 

- Günlük veya periyodu belirlenmiş sürelerde tanıma kodlarını otomatik olarak değiştiren kartuşlar, üretici veya modernize edici ülke tarafından tek elden imal ediliyor ve silahlara/sistemlere yine tek elden takılıyor. Aralıklarla yenilenen işbirliği ve eğitim vs. anlaşmaları, donanımların sürekliliğini de kapsıyor.

Kesişim kümesi: İsrail

Suriye ordusunun bütün ana sistemi ve muharebe silahları SSCB kökenli olup, modernleştirilmesi Rusya tarafından yapılıyor. Suriye, bu tek yönlü bağımlılığı kırmak adına özellikle Lübnan boşaltıldıktan sonra ana muharebe silahlarını –dolayısıyla yazılımları- Fransa’dan temin etmeye başladı.


Gizli askeri anlaşmalar bazı Bağımsız Devletler Topluluğu üyeleri ile İsrail arasında da yapıldı ve bu kapsamda bölgesel kod kullanımı –silah satışları ve modernizasyon dahil- anlaşmaları imzalandı.


Ortadoğu’da silah, savunma sistemi, savaş uçağı, deniz üstü ve altı deniz araçlarından atılan füzelerin düşman-dost tanıma kodları üç öbekte yer alıyor: ABD, Rusya ve İsrail. Bu üç öbeğin kesişim kümesinde İsrail bulunuyor.

Silah ve sistem satışlarında, “aldığım silah ve sistemi mevcut konsept ve gizli anlaşmalara uyduracaksın” gibi şartlar bulunuyor ve hava savunma sistemi bütün savunma silah ve donanımlarını içeriyor. Tek bir erin kullandığı omuzdan atılan tek kullanımlık füzeler, uçaksavar silahları, akıllı füzeler, radarlar vesaire de buna dahil… Bu sistemlerin uyumluluğu ise taktik ve teknolojik bütünlük arz ediyor.

Suriye nasıl vurdu ya da Türk uçağı neden vuruldu?

Hava savunma silahları üç nesilden oluşuyor:


- Silahı kullananın uçağı sürekli görerek silahtan atılan mühimmatı yönlendirmesi gereken nesil,

- Silahı kullananın mühimmatı attıktan sonra bir lazer noktalayıcı uçağı işaret etmesi gereken nesil,


- At-unut, mühimmatın-füzenin atıldıktan sonra takip-işaret istemeyen ısı algılayıcılarıyla otomatik olarak bulduğu ve vurduğu nesil.


Bu nesillerden sadece sonuncusunda kod, yani dost-düşman tanıma özelliği bulunuyor ve füze, belli süre içinde düşman uçağı bulamazsa, dost uçakları ısı algılayıcısı özelliği ile vurmasın diye kendisini imha eden bir mekanizmaya sahip oluyor… Yani muharebe sırasında füze düşmanı tanır ve ateşlenir, ama uçuş süresi vurmak için yetmeyebilir ve bu arada başka bir silahın ısısını algılar ve onu imha edebilir. Bu süreci geri döndürecek bir komut olamayacağı için füze önlem olarak kendisini imha eder… 

Buraya kadar sıralanan veriler alt alta yazıldığında karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor:

- Suriye savunma konsept ve donanımı Rusya Federasyonu tarafından modernize ediliyor.

- Türk uçağını vuran füzenin menzil nedeniyle at-unut nesli olma ihtimali yüksek bulunuyor.


- Suriye hava savunma sisteminin dost-düşman tanıma kodları Rusya tarafından oluşturuluyor.


- TSK uçağının silah kod sistemi ise ABD kaynaklı, İsrail modernizasyonu…


- İsrail’in eski Sovyet cumhuriyetlerinden bazılarıyla (Azerbaycan vb.) veya Rusya hava savunma sistemi kullanan ülkelerle (Güney Kıbrıs) silah modernizasyonu anlaşmaları ve askeri işbirliği anlaşmaları bulunuyor.
- Türkiye ile Suriye arasında askıya alındığı ya da iptal edildiği ilan edilmeyen veya bu yönde bir işaret bulunmayan askeri gizli anlaşmalar bulunuyor.


- Benzeri gizli askeri anlaşmaların İsrail ile yapılmış olması ve “üçüncü ülke” olarak İsrail’in lehine işlemesi söz konusu…


Dışişleri Bakanı, Türk uçağının radar sistemini denemek ve eğitim amacıyla uçuş yaptığını açıkladı. Bu uçakların dost-düşman tanıma yazılımlarının modernizasyonu İsrail tarafından yapılıyor. Türkiye ise bir süredir yazılım kodlarını kendi ihtiyaçları çerçevesinde değiştirdiğini ileri sürüyor. 

Türkiye'nin mevcut anlaşmalar çerçevesinde bölgede rutin kontrol yapabileceği de göz önünde bulundurulduğunda, bazı noktalar dikkat çekiyor. 

Öncelikle, Davutoğlu mevcut anlaşmalar çerçevesinde Türkiye'nin bu tür rutin kontroller yapabileceğinden hiç söz etmedi. Bu anlaşmaların halen yürürlükte olup olmadığının ve kapsamının kamuoyundan gizli tutulması, bu koşullarda, daha yakıcı bir tartışma konusu. Zira hangi tarafın, diplomatik olarak ne tür konuları ihlal ettiği konusunda kamuoyu kasıtlı olarak bilgilendirilmemiş oluyor.

İkinci konu ise Suriye hava savunma sisteminin Türk uçağını “dost” olarak tanımamış olması ile ilgili ihtimaller... Burada iki ihtimal ortaya çıkıyor: Ya uçağın bu şekilde algılanmasını engelleyen bir müdahale gerçekleşti ya da füze sisteminde gerekli yazılım ve kod değişimi işleminin yapılmadı...

Dışişleri Bakanlığı ise yaptığı açıklamada bu önemli soruyu yanıtsız bırakarak, apar topar konuyu NATO gündemine sokmaya hazırlanıyor. Her durumda Türkiye'nin aylardır Suriye'ye karşı yürüttüğü tacizkar politikanın iki ülke halkları açısından yarattığı tehlikelerin kanlı canlı bir başka örneği ile karşı karşıya bulunduğumuz söylenebilir.

(soL-Dış Haberler)