4 Mayıs 2011 Çarşamba

'AKP Savaşı Sürdürmek İstiyor'


"Demokratik Açılım", "Barışçıl Çözüm" hoş bir hayal olarak geride kalmış görünüyor. Artık "Kürt sorunu yok"! 'Savaş' değil 'Barış'ta ısrar eden; silahlı eylemler yerine, demokratik eylem biçimlerini tercih ederek sivil direnişe geçen Kürt halkına adeta savaş açmış bir iktidar var. Halkın üzerine ateş açıldı, ölüleri tekmelendi ama kimse hakkında soruşturma açılmadı. Kimsenin kılı kıpırdamadı. Evet bu toplum bunu ilk kez yaşamıyor. Daha önceki iktidarlar döneminde de kitle katliamlarına, seri cinayetlere, yargısız infazlara kurban verdik. Ama AKP hükümetini diğerlerinden ayıran tek propaganda aracı, 'ileri demokrasi' vaadiydi.

AKP'nin Kürt meselesi konusunda bu keskin dönüşünün, yeni bir inkar sürecine girmesinin, özellikle KCK operasyonlarıyla imha politikasına hız vermesinin yarattığı kaotik ortamı Türkiyeli aydınlardan, hukukçu Ergin Cinmen'le konuştuk.      


Susurluk dönemini yakından izlemiş, sürekli aydınlık için bir dakika karanlık eylemleriyle kamuoyu baskısı yaratılmasında öncülük etmiştin. Ergenekon süreci ile  'derin devlet'in tasfiye edildiğini düşünüyor musun?


-Militarist yapının görünen bölümünü yargılıyor. Dolayısıyla derin devleti tasfiye edip etmediği henüz belli değil. Ben askeriye ve onun bürokrasisini kast ediyorum; tasfiye edildiği söylenemez. Ama militarist düşünce yapısına bir şekilde darbe vurdu. 200'e yakın, muvazzaflar da dahil, general ve subay var içerde şu anda. Yani askere dokunulabildiği gösterildi. Şu an itibariyle herkes farkında ki, kim darbeye tevessül ederse o takibata uğrar, dokunulur. Tabi bu arada bir sürü hukuki hata da yapıldı.


Nelere dokunulmadı?


-Bireysel suçlara dokunmuyorlar. Susurluk döneminde en fazla iddia altında kalan kişi Veli Küçük'tü. Veli Küçük şu anda içerde ama, bireysel suçlara dokunmuyorlar. Bu örgütlenme sadece örgütlenme olarak kalmadı ki. Pek çok suç işlendi. JİTEM'inkiler başta. Veli Küçük de bunların içindeydi ama bir tek somut öldürme eyleminden dava açılmadı. Bunlar hepsi bir örgüt ama örgüt olarak kalmışlar gibi.


Neden?


-Şunun için: Susurluk süreci bildiğiniz 'devlet'in (tırnak içinde) 'meşru', 'illegal' faaliyeti içinde yapıldığına ilişkin bir düşünce var. Özellikle 90'lı yıllarda uygulanan geleneksel devlet faaliyetleri içinde meşru sayılan bir şeydi. Veli Küçük, Abdullah Çatlı ve arkadaşlarına Genelkurmay'da, MGK'de görev verildiği konusunda gazetelerde yazılar çıkmıştı. Ama Susurluk sürecinde de örgüt davası açıldı, bireysel suçlarla ilgili hiçbir dava açılmadı.


Madem askeri vesayet devre dışı kaldı. Neden bu kez de dava derinleşemiyor?


-Belki oraya doğru da gelecektir. Ama Türkiye'de Kürt meselesi çok önemli. Korkarım, bu süreç içerisinde bu iktidar da eski yöntemlere ihtiyaç duyabilir. Bu hükümet eski yöntemlere başvurabilme olanağının kapısını kapamak istemiyor belki de. Neden olmasın? Bir KCK operasyonu yapılmış... KCK operasyonu dediğimiz olay, halkın seçtiği insanları siz alıyorsunuz, hapse tıkıyorsunuz. Arkasından anadilde savunma talebi nedeniyle tamamen davaları bir çıkmaza sokuyorsunuz, buradan ne kazanmayı umuyorsunuz? Anlaşılır bir şey değil. Hem Kürt meselesini çözmeyi amaçladığınızı söylüyorsunuz ama öbür taraftan da doğrudan halkın seçtiği insanları hapse atıyorsunuz. Bütün yöre halkının oy verdiği insanlar bunlar. O halka meydan okuyorsunuz, demektir. Ben o dosyayı biliyorum, bir tek tırnak çakısı yok. Dolayısıyla KCK davası gibi davalarda zorlama kanıt yaratmak mecburiyetindesiniz.


KCK davasında hukukun boşluklarından mı yararlanılıyor, yoksa tamamen hukuk dışı mı?


-1990 öncesi olsaydı, yasalar uygundur diyecektim. O sırada 141. madde vardı. 141. madde, sosyal bir sınıfın diğer bir sosyal sınıfın üstünde tahakküm tesis etmek için veya Türkiye'yi bölmek için oluşmuş silahsız yapılanmalara ceza getiriyordu. 141, 142, 163, Özal döneminde, Terörle Mücadele Yasası'nın geçici maddeleriyle ortadan kaldırıldı. Kaldırıldı ama onun ruhu Türkiye mahkemelerinde hep dolaştı. Bir türlü sindiremediler çünkü o maddelerin kaldırılmasını. Sonra da o maddeler fiilen Ceza Kanunun bir başka maddesinin içine, anlayış ve yorum itibarıyla sokulmak suretiyle KCK gibi davaların açılması mümkün kılındı. Bu bana göre yöre halkını yıldırma harekatı.

Siyasi iradenin dışında mı peki?


-Siyasi iktidarın iradesi dışında değil. Siyasi iktidar 'ne yapayım yargı yapıyor' diyemez. Çünkü soruşturma, savcılık ve polisle başlıyor. Savcı, siyasi iradeye bir şekilde bağlı. Ve onun emrindeki polis, doğrudan İçişleri Bakanlığı'nda bir bölüme bağlı. İçişleri Bakanlığı dediğin siyasi irade. Yani siyasi irade, bu KCK davalarını açma deseydi, bu davalar açılmayacaktı. Siyasi irade KCK davalarını açtırdı. Ve hala yeni dosyalar ekleniyor.


Mahkemeye bakan heyet de ilginç. Bu heyet aynı zamanda Habur'dan gelenleri belki Kürtçe de konuşturan heyetin içindeki hakimler var bu heyette. Orada, bence doğru bir şekilde gelenler salıverildi ama şimdi KCK davasında insanları resmen hapishaneye çaktılar. Dil meselesi yüzünden. Mahkemede şu anda Kürtçe savunmaya izin verilmemesi hukuka uygun değil. Çünkü ceza mahkemesi kanununu, uluslararası belgeleri de göz önüne alarak uygulayacaksın. AİHS ve AİHM'in vermiş olduğu kararları ve Lozan'la birlikte iç hukuku yorumlamak gerekir. Mahkeme büyük bir açmaza soktu davayı.


Davayı kilitlemekle hedeflenen ne?


-Türkiye'de geleneksel bir devlet anlayışı vardır. Bu anlayış; ben izin verirsem olur. Sen kendi kendine hak alamazsın, "hak verilir" anlayışı bu. Sanıklar, kendi kendilerine siyasi iktidar tarafından bir hak verilmediği halde Kürtçe savunma hakkını kullanmak istediler. Bu bizim devlet geleneğimize göre olamaz, hatta talep edilemez.


İktidar, neden geleneksel devlet anlayışına geri döndü?


-AKP, kendini korumak için militarizmin ortadan kaldırılması gerektiğini düşündü. Ama ileri demokrasi için değil. Hepimiz biliyoruz ki, 80'lerin, 90'ların, 2002'lerin askeri ile AKP iktidar olamazdı. Gerçekten de kaç tane darbe teşebbüsü olmuş. O nedenle de iki yola gitti. Bir, AB sürecini hızlandırmaya çalıştı. Çünkü darbeyi yapanlar da AB ile ilişkileri düşünmek zorunda. İki, Ergenekon soruşturmalarını başlattı. Kendisi için yaparken herkesin de lehine olan bir şey yaptı. Ama kendisi için yaptı. Bence bu çok çok önemli bir fark. Ergenekon soruşturmasında, ÇYDD'ne yapılan operasyonla beraber, bu soruşturmanın aslında gerçek yüzü ortaya çıktı. Hem kendisine düşman bir militarizme, arkasından da kendi ideolojisine düşman olanlara bir darbe vurmaya başladı. Her defasında bu oraya, bir buraya vurmaya başladı. En sonunda bizim Ahmet Şık ve Nedim Şener olayında kabak gibi ortaya çıktı bu.  Çünkü kendilerinin bir ideolojileri var, bu ideolojiyi de hayata egemen kılmak istiyorlar. Şu anda AKP'nin 2002'den 2011'e çizdikleri hat böyle bir hat.    


"İleri demokrasi nerede kalıyor bu hatta?


-Buna ileri demokrasi nasıl diyebiliriz ya... Şu anda basın davaları 4 binin üzerinde bir sayıya ulaşmış durumda. Kürt meselesinde en yapılmayacak şeyleri yapıyorlar, KCK davası bunun örneği. Hala köylerin, ilçelerin Kürtçe isimleri iade edilmedi. Bunun neresi ileri demokrasi? Buna klasik demokrasi bile denmez. Bunları oturalım kendileriyle konuşalım, geçsinler karşımıza. Bakın AB 2010 İlerleme Raporu'na.  Demokrasi, kriterleri tek tek sayılıyor. Ve eleştiriler sayılıyor. Koca bir liste var. Orada Türkiye'nin demokrasi sorunları tek tek sıralanıyor. Ve sayılanlar da AB'nin asgari kriterleri.


Mesela şunu söyleyeyim. "Aferin iyi yapmışsınız" dedikleri iki şey var: Biri Ahdamar'da, diğeri Sümela'da ayin yapılması. Yani buralarda ayin yapılması Türkiye için olumlu bir şey oluyor. Bizim standardımız da bu. AB de aslında Türkiye'ye ilişkin standardını indirmeye başladı. Bu iki olayı örnek göstermesi bile, demokrasiyle falan hiç alakamız olmadığının göstergesi.


AB hedefinden vazgeçti mi AKP?


-Şu andaki görünüme göre Evet. Çünkü "one minute" dedi. Arap alemi ayağa kalktı. Türki Cumhuriyetlerle arası fena değil. AB liginde sonuncu olacağıma K. Afrika ve Arap liginde şampiyonluğa oynarım, diye düşünüyorlar. Aşırı milliyetçi yapılar bunu zaten çok da dillendiriyor. Bunlar da aslında Türk- İslam sentezci. Türkiye'nin temel taşlarından birisidir Türk-İslam sentezi. Mesela Strasburg'da "azınlıkların teminatı benim" diyor. Hakların teminatı hukuk devletidir, hukuksal kurumlardır. İstediğin kadar 'ileri demokrasi' de. Hiçbir demokrasi de bir hakkın teminatı benim, denemez.


Demokrasilerde 'sivil itaatsizlik' şiddetle karşılanır mı?


-Zaten demokratik ülkelerde sivil itaatsizlik düşünülebilir. Sivil itaatsizlik, demokratik olmayan ülkelerde netice almaz. Herhangi bir demokratik ülkede olsaydı mesela bu çadır eylemi,  kimse kurulmasına müdahale etmezdi. Demokratik olmayan ülkelerde bu baskıyla karşılanır. Böylesi ülkelerde sivil itaatsizlik akamete uğruyor. Demokratik bir ülke olsa, iktidardakiler burada bir sorun olduğunu düşünür ve konuşmaya çalışır. Burada ise, önce çadırlar kaldı ama sonra yukardan birileri "çadırları yıkın" emri verdi.


Diyarbakır'da halkın üzerine ateş açıldı. Bir çocuk öldü, iki kişi ağır yaralandı. Ve o çocuklara herkesin gözü önünde işkence yapıldı. Buradaki suçun tanımı nedir? Ve bu suç yukarıya doğru silsile olarak yürümez mi?


-Bu ülkedeki geleneksel sorun sürüyor. Polis suç işler ve cezasız kalır. Devlet polisini -Süleyman Demirel'in lafıdır- aman eli soğumasın, diye kollar. AB ilerleme raporunda bu zaten eleştiri olarak yöneltiliyor. Oransız bir güç kullandığı ve oransız güç kullanan polisin yargılanmadığı, cezasız kaldığı tespiti yapılıyor. İçişleri Bakanı 'orantılı güç' demese, soruşturma açmak zorunda. Polis de olsa görev başında suç işleyemez. Hürriyeti tahdit suçunu ben işlesem bana verilecek cezadan daha ağırdır polise verilmesi gereken suç örneğin. Dövdüyse, müessir fiildir. Ama bunların yargılanması için önce iç mekanizmanın çalışması lazım. Ben avukat olarak gazete haberleriyle hukuki değerlendirme yapmayı doğru bulmuyorum. Ama eğer gazetede yazıldığı gibiyse, bu olayda TCK'nın bütün hükümleri ihlal edilmiş demektir.


AKP ne yapmak istiyor?


-AKP Kürt sorununu çözmek istemiyor. Çünkü geleneksel devlet anlayışı sürüyor. İşte TRT Şeş'i verdik diyor ve bunu yeterli sayıyor. Benden bu kadar diyor. Anladığımız kadarıyla attığı adım bu kadarmış. Seçim beyannamelerinde de Kürt meselesiyle ilgili hiçbir şey yok. Dolayısıyla bugüne kadar yaptıklarını yeterli görüyorlar belli ki. Niyetleri herhalde savaşı sürdürmek.


Burada BDP'ye çok önemli işler düşüyor. İyi adaylar çıkardı. Çünkü Kürt hareketinin milliyetçiliğe kayma tehlikesi vardı. Bu da doğaldır, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleneksel milliyetçiliği mutlaka milliyetçilik doğurur. Sanırım onlar da bunu gördükleri için sola açıldılar. Çok da doğru yaptılar. BDP'nin mecliste güçlü olması, sesinin daha gür çıkmasını sağlar ve uygun çözümleri dile getirirse kamuoyuna duyurabilir. Türklerde de çözüme yönelik kanaat oluşturabilir. Çünkü aslında bunun adı Kürt sorunu değil Türk sorunudur. Geleneksel Türk devleti mantığı doğurdu bu sorunu. Bütün toplumu kucaklayacak, Kürt meselesi ile bu toplumun artık yaşayamayacağını anlatacak yol ve yöntemleri BDP'nin de bulması lazım.


AKP'nin seçim beyannamesinde yeni anayasa sözü de var. Ancak, anayasa ile başkanlık sistemine yol açılmak isteniyor. Başkanlık sistemi Türkiye'yi nereye götürür?


-Diktaya götürür. Bu toplum ve bu toplumun ürettiği liderlere göre bir sistem oluşturmamız lazım. Eğer kalkıp da bir Başbakan AP'de  "Her şeyin teminatı benim" diyorsa, bu da bir Başkan olursa eğer, orada demokrasi falan olmaz. Başkanlık sistemine geçerseniz orası diktatörlüğe gider. Bu çok açık.  Demokratik gelenekleri fazla gelişmemiş ülkelerde kuvvetleri ayırmak lazım. Bu tam çözüm getirmeyebilir ama kuvvetlerin birliğini gözeten rejime göre daha az zarar verir. Demokratik ilkelerin gelişmemiş olması başkanlık rejiminde çok büyük sorunlar doğurur. Ama kalkar da yeni anayasayı başkanlık rejimine uygun bir halde ortaya koyar ise o zaman yeni anayasa olmaz Türkiye'de. Tayyip Erdoğan'ın aklında başkanlık istemi var, o çok açık ama orada uzlaşılmaz.


Kendi aklındaki anayasayı referanduma götürür ve onay da alırsa meşruiyet kazanmış sayılır mı?


-Olmaz. Dünyanın artık her yerinde anayasalar toplumsal mutabakatla kurulur. 12 Eylül darbe anayasası da onay almıştı ama meşruiyeti olmadı. Referandum meşruiyet sağlamaya yetmez. Referandumlar, aynı zamanda büyük baskıcı rejimlere de çok ciddi payanda olmuş, demokrasi araçlarıdır. Demokrasiyi de getirebilir, tam tersine faşizmi de getirebilir.

Toplumsal mutabakatı sağlayacak bir Meclis de yok. Baraj zaten mutabakatı mümkün kılmıyor. Bir kurucu meclis de iktidar tarafından hiç dillendirilmiyor. En fazla, anayasanın yapımı hakkında bir kanun çıkartırsınız, meclisteki partilerin dışında sivil toplum kuruluşlarının bu çalışmaya ne şekilde katılacaklarını da oraya yazarsınız. Böyle bir düzen içinde sivil toplumu da katabilirseniz. Öyle işaret ederek, istedikleri kurumları katmak değil, tüm sivil toplum kuruluşlarını katmak gerekir. Böyle bir şey olursa yüzde 10 barajına rağmen bir mutabakat sağlanabilir. Ama ben buna ilişkin bir işaret de görmüyorum. Yeni bir anayasa yapmaya niyetli olduklarını da sanmıyorum.


Yeni anayasanın olmadığı, barajın kalkmadığı, mutabakat aranmadığı, bölgede polis şiddetinin arttığı ve operasyonların yeniden başladığı bir seçim sürecinde, iktidar da değişmeyecek gibi göründüğüne göre Türkiye nereye sürükleniyor?


-Böyle giderse yine o savaş atmosferine, düşük yoğunluklu savaş atmosferine döneceğiz diye düşünüyorum. Öcalan'ın devletle görüşmeleri önemli. Bunu hem kendisi söylüyor hem de Başbakan söyledi. Bu nasıl sonuçlar doğurur, bu tamamen kapalı bir kutu. Görmediğimiz için onu bir kenara bırakalım Ama gördüğümüz şey, KCK operasyonları ortada. Halkın seçtiği insanları içeri atmanız açısından önemli. Hukuksuzlukları falan koyun bir yana. Bunun adı halka meydan okumadır. "Sen seçersin ama ben de hapse atarım kardeşim" diyor. Delil falan yok. İddianamesini okudum, dosyayı çok iyi biliyorum. Hepsi AİHM'e gidince dönecek olan dosyalar. Bunu yaparken, çözüm için de hiçbir öneri yok ortada. Seçim beyannamesinde söyle ki insanlar ona göre oy versin. Onu da söylemiyor. Anadilde eğitim, insanların somut talebidir. Türkiye'nin genel talebidir ademi merkeziyetçilik, sadece bu bölgenin derdi değil ki. Bütün belediyelerin derdi vardır, merkezi yönetimle. Buna yönelik de bir şey söylemiyorlar. Çünkü Güneydoğu Anadolu'da BDP'yi çok ciddi olarak bir rakip olarak görüyorlar. Sanki bu talepleri kabul ederlerse, onlara prim vermek olacak, diye düşünüyorlarsa bu çok geri bir düşünce. Bu sorunu en başta kendileri için çözmeleri lazım. Çünkü burası topraklarında savaş olan bir memleket. Topraklarında savaş olan bir memlekette iktidar olmayı kim ister ki?


Veli Küçük gibi isimler hakkında hiçbir somut öldürme olayından dava açılmaması ile bu meydan okuma ve savaş hali arasında bir ortaklaşma görüyor musunuz?


-Bu yöntemlere yine başvurabilirler. Çok net bir düşünce ileri sürmek mümkün değil. Ama eğriyi doğruyu ayırabilen, sağduyulu herkes "bir siyasi iktidar bunu niye çözmeye çalışmasın" sorusunu soruyor. Bunu devam ettirerek ülkeyi yönetemezsiniz. Bir anomali yaşanıyor şu an. Bunu da BDP ile mücadelesine bağlıyorum. Yani çözecek ama siyasal olarak da kaybetmek istemiyor.

İşte KCK Modeli

 
 
Çokça tartışılan KCK sistemini Yol Haritası'nda tarif eden PKK Lideri Öcalan, sistemi temel 4 boyut üzerinde somutlaştırarak Türkiye için olduğu kadar Ortadoğu çapında da bir çözüm modeli geliştiriyor

TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞLIĞI

KCK, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının demokratik, eşit ve özgür niteliğinin sadece anayasa ve yasalarda değil, kurumsal olarak pratikleşmesini önermektedir. Bunun için bireysel hak ve özgürlüklerle kolektif, ucu açık kültürel kimliklerin hak ve özgürlüklerinin birbirinden ayrılmazlığı vurgulanmakta ve önerilmektedir.

KCK DEVLET TARZINDA DÜŞÜNÜLMEMELİ

KCK'nin TC tarzında veya alternatifi olarak düşünülmemesi gerektiği sıkça vurgulanmaktadır... Tanımlanmasını Kürtlerin demokratik modernite unsurlarından (ekonomik-ekolojik topluluklar, demokratik yurttaş ve ucu açık kültürel kimliklerden oluşmuş demokratik ulus) oluşan çatı örgütlenmesi olarak ifade etmek mümkündür.

 

İşte KCK Modeli

4- Demokratik Çözümün Ad Düzeyinde Somutlaştırılması: 

KCK
KCK, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının demokratik, eşit ve özgür niteliğinin sadece anayasa ve yasalarda değil, kurumsal olarak pratikleşmesini önermektedir. Bunun için bireysel hak ve özgürlüklerle kolektif, ucu açık kültürel kimliklerin hak ve özgürlüklerinin birbirinden ayrılmazlığı vurgulanmakta ve önerilmektedir... KCK'nin TC tarzında veya alternatifi olarak düşünülmemesi gerektiği sıkça vurgulanmaktadır... Tanımlanmasını Kürtlerin demokratik modernite unsurlarından (ekonomik-ekolojik topluluklar, demokratik yurttaş ve ucu açık kültürel kimliklerden oluşmuş demokratik ulus) oluşan çatı örgütlenmesi olarak ifade etmek mümkündür
Demokratik çözümü ad düzeyinde de somutlaştırmak mümkündür. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumları ve mevcut sınırları meşru kabul edilmektedir. Üniterliği, federal veya konfederal olması gibi biçimlenme sorunları tartışılmamakta, gündeme getirilmesi bile önerilmemektedir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının demokratik, eşit ve özgür niteliğinin sadece anayasa ve yasalarda değil, kurumsal olarak pratikleşmesini önermektedir. Bunun için bireysel hak ve özgürlüklerle kolektif, ucu açık kültürel kimliklerin hak ve özgürlüklerinin birbirinden ayrılmazlığı vurgulanmakta ve önerilmektedir. Kürt sorununun çözümüne ilişkin hususların demokratikleşmenin ayrılmaz bir parçası, hatta mevcut haliyle temeli olarak değerlendirilmesi önerilmektedir. Çözüm, devlet odaklı olmayıp, tüm toplumu içeren demokratik sistemi esas almaktadır. Demokratik sistemden anlaşılması gereken temel hususlar, 'Kavram, Kuram ve İlkeler' bölümünde ve sonraki bölümlerde kapsamlıca çözümlendiğinden tekrarlama gereği yoktur. Fakat ilaveten ad düzeyindeki somutlaştırılmasını KCK (Koma Civakên Kurdistan) olarak belirlemek mümkündür. KCK'nin TC tarzında veya alternatifi olarak düşünülmemesi gerektiği sıkça vurgulanmaktadır. Hem içerik hem biçim olarak her ikisi farklı oluşumlardır. Türkiye Cumhuriyeti ilke ve kurumlarıyla, tarih ve güncelliğiyle çözümlenmeye çalışılmıştır. Tekrarına hiç gerek yoktur. KCK ise hem tanımlanma hem gelişim düzeyinde üzerinde durmayı gerektirmektedir. Tanımlanmasını Kürtlerin demokratik modernite unsurlarından (ekonomik-ekolojik topluluklar, demokratik yurttaş ve ucu açık kültürel kimliklerden oluşmuş demokratik ulus) oluşan çatı örgütlenmesi olarak ifade etmek mümkündür.

Türkiye Halkı Tanımı


Buradaki kritik kavramlar 'demokratik yurttaş' ve 'ulus' kavramlarıdır. Sanırım demokratik yurttaş üzerinde fazla tartışma gerekmez. Bireysel ve kolektif hak ve özgürlüklere sahip kişi olarak tanımlanmasına fazla itiraz olmaz. Demokratik ulus biraz daha karmaşık gözükebilir. Fakat unutmamak gerekir ki, Avrupa Birliği'nin son beş yüz yıllık modernitenin kanlı ulus kavgalarından çıkardığı ulus tanımı da buna yakındır. Devlet ulusçuluğu günümüzde bile yol açtığı tıkanma ve sorunlar nedeniyle hızla esnemekte ve aşılmaktadır. Geliştirilen yeni ulus kavramlarında vurgu hep demokratik karaktere yapılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti'nde Mustafa Kemal'in "Türkiye Halkına, Türk Milleti denilir" tanımını tek yönüyle değil çift yönüyle değerlendirirsek daha çözümleyici olacaktır. Özellikle Türk ulus kavramına yüklenen aşırı şoven, erkek egemen iktidarcı yargılar kullanımını zorlaştırmaktadır. Diğer kimliklerin katılımını gittikçe bizzat engelleyen bir kavrama dönüşmüş bulunmaktadır. Dolayısıyla 'Türkiye Halkı' benim önerdiğim açık uçlu kültürel kimliklerden ve demokratik, özgür ve eşit yurttaşlardan oluşan ulus tanımına çok yakındır, hatta onu ifade etmektedir. Çünkü o dönemde bile bu kavram çoklu etnisiteyi ifade ediyordu. Engel haline gelmiş bir kavramın bağnazca savunulması çözüme katkı sunmaz.


KCK Sivil Toplumun Demokratikleşmesidir


Kaldı ki, KCK Kürtler için sivil toplumun demokratikleştirilmesi olarak da tanımlanabilir. KCK, sivil toplumun çatı örgütü olarak, gerçekten ve özüne uygun biçimde 'Türkiye Halkı' veya 'Türkiye Ulusu'nun bütünselliği içerisine oturtulabilir. Daha doğrusu Kürtlerin Türkiye Halkı veya Ulusu içinde olması gerektiğine, olduğuna içtenlikle inanılıyor veya kabul ediliyorsa, en uygun ve esnek tanımının bu yönlü olması gerektiği de gayet açıktır. Ancak bu esnek ulus tanımı ile imhacı ve inkârcı yaklaşımlar ve federalist çözümlerin sorun üretme kapasitelerinin önüne geçilebilir. Ayrılıkçılık ve şiddet kapısının önünü uzun vadeli kapatacak olan da yine bu esnek ulus ve çatı örgütlenmesi olacaktır. Askeri güç ve federalist çözümlerin, sorun çözme kapasiteleri şurada kalsın, kendi başlarına sürekli savaş hallerine ve ayrılıkçılığa kapıyı açık tutacaklarını hem tarihten hem de güncel yaşamdan gayet iyi bilmekteyiz. Kürtler mevcut halleriyle zaten kolektivitelerini ilerletmiş, birey olarak da özgürleşmede gelişmiş bir konumu teşkil etmektedir. Bundan gerisini kabul etmelerini dayatmanın daha yoğun şiddet ve ayrılıkçılığa yol açacağını, daha doğrusu açık olan bu yolda daha hızlı ve yoğun koşuya geçeceklerini söylemek kehanet olmayacaktır. Kuzey Irak'taki Kürdistan Federe Yönetimi biraz da bu gerçeği ifade etmektedir. İmha ve inkâr politikalarının Cumhuriyet tarihindeki sonuçları ise gözler önündedir. Sosyal bilimin vardığı aşama göz önüne alınarak KCK çözümü üzerinde durulursa, bunun Demokratik Türkiye, Demokratik Cumhuriyet ve Demokratik Ulus gerçekliğine hem en uygun çözüm hem de gerçekleşmesi en güçlü olasılık olarak önemini ortaya koymaktadır.


KCK Sistemi Kurumsallaşıyor


KCK çözümünün pratikleşmesi halinde olası gelişmeleri öngörmek öğretici olacaktır. Bu durumda Cumhuriyet kurumları varlıklarını koruyarak sürdüreceklerdir. Fakat artık farklı bir durum doğmuştur. KCK'nin de kurumlaşması gelişmektedir. Devlet kendini idari birimler halinde uygulatırken, KCK kendini demokratik kurumlar olarak işletmektedir. Konuları ve konumları farklılık ve benzerlik arz edebilir. Farklılık olduğunda birbirlerini tamamlayıcı yan ağır basacaktır. Benzerlik olduğunda ise olumlu bir yarış başlayacaktır. Hangisi toplumsal sorunlara daha iyi yanıtlar buluyorsa, onun desteklenmesi önceliği alacaktır.


Bu çözüm modelinde en önemli husus, birbirlerinin reddini veya ötekileştirilmesini gerektirmemesidir. Geleneksel tüm çözümler, devletli veya bireysel hak'lı olanlar hep ret veya ötekileme üzerine kuruluydu. Biri yıkılmadan veya ötekileştirilmeden, yerine diğeri veya daha iyi varsayılanı uygulanamazdı.


Bunda dinsel ve pozitivist dogmatizmin payı belirleyici olup, hem tarihte hem de günümüzde toplumu sorunlar yumağı haline getirmekten başka sonuç vermemiştir. Sosyal bilimin yeni verileri, toplumsal doğanın esnekliğini ve yüksek zihniyet düzeyini vurgulamaktadır. Simbiotik (karşılıklı yararlılık) ilişkinin yaygınlığını belirlemektedir. Antagonist (çatışmalı) çelişkinin zorunlu olmadığını ortaya koymaktadır. Demokratik siyaset kurumlarının (KCK bu tip kurumların çatı örgütlenmesi olarak kavranmalı) devletle ilişkilerinin yıkıcı olmaktan çok, devleti en randımanlı ve gerekli konumlara ittiğinden bahsetmek daha doğrudur. Gerginlik süreçleri yaşansa bile, aradaki yoğun diyalog demokratik çözümleri üretebilecektir. Süreç ilerlerse, ayakta kalacak olan kurumsal biçimler içinde en gerekli ve yararlı olanların durumlarını koruyup geliştirerek sürdüreceğini, gerekli ve yararlı olmayanların ise aşılacağını belirtmek mümkündür. Zaten demokratik mekanizmalardan beklenen sonuç da budur.

 
KCK'nin 4 temel boyutu

5- KCK Çözümünün Olası Uygulanma Boyutları

KCK çözümünün olası uygulanma boyutlarını ortaya koyduğumuzda konular daha da aydınlatılmış olacaktır.
  1. Ekonomik Boyut: KCK'nin ekonomik alan üzerinde yoğun çalışması olacaktır. Kapitalist modernite unsurlarının azami kârcı ve çevreyi yıkıcı etkilerine karşı toplumu ve çevreyi savunma durumunda olacaktır. Bunu ekonomik ve ekolojik komünler başta olmak üzere kârı esas almayan, toplumun temel ihtiyaçlarına cevap veren, çevreyi koruyan birimlerle yürütecektir. Toplumsal piyasa üzerindeki tekelci vurgunu önleyecektir. Kapitalist unsurlar yok edilmeyecek ancak oldukça sınırlandırılacaktır. Çalışma bir angarya olmaktan çıkarılacak, yaşamın ibadeti haline getirilecektir. Yaşam ve çalışma arasına örülen yabancılaşma duvarları yıkılacaktır. Toplumun her şeyini metalaştıran ve toplumu metaya boğan sistem yerine, kullanım ve zorunlu değişim değerlerine dayalı ekonomik sisteme öncelik tanınacaktır. KCK'nin dayandığı ekoloji ve toplumsal zemin bu sistem için biçilmiş kaftandır. Yaygın işsizliğin ortadan kaldırılması kadar, çalışmayı özgürlük olarak değerlendiren bir ahlâk anlayışı, toplumun gereksinim duyduğu tüm asli özlem ve ihtiyaçlarını giderecektir.
  2. Sosyal Boyut: KCK sistemi eğitim, sağlık, spor, sanat, hukuk gibi alanlarda toplumun gereksinimlerine yanıt vermekte de elverişli bir yönetim tarzıdır. Devletle yarışın ve karşılıklı ilişkinin (simbiotik ilişki) yaşanacağı bu toplumsal alanlarda, Cumhuriyet kurumlarının şimdiye kadar, kendilerinden bekleneni veremediği göz önüne getirildiğinde, KCK'nin fonksiyonel konumu daha iyi anlaşılacaktır. Sanıldığının aksine, bu alanlarda dil ve etnisite fazla sorun teşkil etmeyecektir. Eğitimin çok dilli olması sosyal gereklilik açısından teşvik edilmesi gereken bir durumdur. Türkçe kadar Kürtçe'nin veya başka dillerin geliştirilmesi, eğitimde kullanımı gerçekten anlam zenginliğini üretecektir. Bu alanda şovenizme ve dayatmalara yer ve gerek yoktur. Kürtlerin kendi eğitim, sağlık, spor ve sanat kurumlarını geliştirmeleri demokratik ulus içerikli olup, ulusal bütünlüğü özde sağlayacak, buna zenginlik katacaktır. Aynı hususlar diğer kültürler için de belirtilebilir. Türkiye Halkını veya Ulusunu kültürel zenginliklerin bütünlüğü olarak yorumlarsak, "sakınca", 'kırmızı çizgi' sanılan birçok hususun dogmatik, tutucu, gelişime hizmet etmeyen önyargılardan oluştuğu görülecektir. Gönüllü ulusal bütünlükten daha güçlendirici başka bir tutum düşünülemez.
  3. Güvenlik Boyutu: Üzerinde en çok tartışılacak, karar ve yasalar gerektirecek boyut, güvenlik alanına ilişkin olacaktır. Kürtler özgürlük yoksunu olmanın ötesinde, varlık olarak hep tehlikelerin kıyısında ve içinde yaşadıklarından, sağlam güvence talep edecekler ve kurumsal çözümde ısrarlı olacaklardır. Cumhuriyet ordusu dış tehditlere karşı savunulur, ancak Kürtlerin varlığı ve özgürlüğü konusundaki tutumun radikal bir dönüşüm geçirmesi gerekir. Diğer güvenlik kurumları için de aynı hususlar geçerlidir. Bu dönüşümler sağlanıncaya kadar KCK öz savunma güçlerini muhafaza etmek durumundadır. Özellikle köy koruculuğu, mevcut durumuyla JİTEM ve diğer paramiliter gruplar (Ergenekon'a kısmen yansıyanlar dahil) varlığını sürdürdükçe, KCK öz savunma birlikleri demokratik yaşamın vazgeçilmezi olacaklardır. Ordunun Kürdistan'da konumlanmasının dış tehdit hedefli olması, bununla birlikte Kürtlerin devletin ve ulusal bütünlüğün asli bir unsuru kabul edilip tehdit kaynağı olarak görülmesinden vazgeçilmesi gerekir. Cumhuriyet tarihinde yaşanan bu yönlü acı anıların aşılmasına birlikte çaba harcanmalıdır. KCK öz savunma birlikleri için çeşitli çözümler üretilebilir. Geçici ve sürekli konumlar düşünülebilir. Ordu ve diğer güvenlik birimleri kapsamında, Irak Kürtlerindeki gibi olmasa da, yerel güvenliğin bir parçası biçiminde dönüşümü sağlanabilir.
  4. Diplomatik Boyut: Bu boyuttaki en önemli sorun, Misak-ı Milli'ye aykırılık temelinde Kürdistan'ın ve Kürtlerin parçalanmasına nasıl bakıldığına ve ne tür çözüm önerildiğine ilişkindir. Şüphesiz buna Türkmenler, hatta Ermeniler ve Süryaniler de dâhildir. Durumları hem iç hem dış politikayı yoğunca etkilemektedir. Irak ve Ermenistan'daki gelişmeler son derece açıklayıcıdır. Suriye'deki gelişmelerin önemi de küçümsenemez. Zaten İran tüm dünyayı ilgilendirmektedir. Aradaki Kasr-ı Şirin Antlaşması'na çok uzakta kalıyormuş gibi bakmamak gerekir. Zaman sıkışıklığını yaşıyoruz. Tüm bu konular Ortadoğu çapında düşünmeyi ve çözüm üretmeyi zorunlu kılmaktadır. KCK Ortadoğu çapında çözüm üretmenin mükemmel bir örneğini sunmaktadır. Etnisite ve ulus farkı gözetmeksizin, daha doğrusu çeşitli mezhep, etnisite ve ulus farkları kapsamında sorunları çözen bir sistemi önermektedir.
     
PKK Lideri Abdullah Öcalan, KCK sistemini temel 4 boyut üzerinde somutlaştırarak, Türkiye için olduğu kadar Ortadoğu çapında da bir çözüm modeli geliştiriyor
Burada düşünülen model siyasi sınırları kaldıran, askeri çözüme kapı aralayan, tek başına federalizmi dayatan bir sistem değildir. AB dâhil, dünyanın sunduğu birçok çözüm yöntemini göz önünde bulunduran ama özgünlüğü olan bir yöntemin geliştirilmesinden bahsediyoruz. KCK bu ihtiyacı göz önünde bulundurmaktadır. Türkiye'nin ulusal bütünlüğü kapsamında tüm Ortadoğu Kürtlerini, Ermenileri, Süryanileri ve Türkmenleri kapsayan bir çatı örgütlenmesi olarak genişletilebilir. Devletleri kapsaması şart değildir. Devletler kendi aralarında AB türü bir birlik geliştirebilir. Özellikle Türkiye, Suriye ve Irak için gevşek bir konfederasyon önerilebilir. Bu model giderek Ortadoğu'da genişlik kazanabilir, derinleşebilir. KCK çözüm modeli devletlerin birlik modelinin zıttı olarak değil, toplumsal ihtiyaçtan doğan paralel ve tamamlayıcı bir sivil toplum birliği, demokratik konfederalizmi olarak düşünülmelidir. Ortadoğu pratiği sadece devletlerin diplomatik faaliyetleriyle sorunların çözümlenmediğine dair sayısız ders vermektedir. AB'nin en az devletler konfederasyonu kadar sivil toplum konfederasyonlarını da eş düzeyde geliştirmesi boşuna değildir. Günümüz ulus ötesi toplum ihtiyacı bu yönlü dayanışma örgütlenmesini vazgeçilmez kılmaktadır. Ortadoğu somutunda devletlerin konfederalizmiyle sivil toplumun demokratik konfederalizmi eş düzeyde önemli ve gerekli olup, paralel ve tamamlayıcı yönde geliştirilmek, bu yönlü sorunları böylece çözmek durumundadır.

KCK açısından başka boyutlardan da bahsetmek mümkündür. Ancak olası pratikler, gelişmeler açısından bu boyutlar yeterince aydınlatıcı ve öneri sunucudur. Şüphesiz her boyut ve başka alanlar için anayasal, yasal sorunlar ve birçok yönetmelik sorunu var olup çözümü gerekecektir. Bu yönde devletin güvenlik birimleriyle yoğun diyaloglar gerekli olup, ortak çözümlere katkıda bulunacaktır. Hükümet ve TBMM düzeyindeki çalışmalar çözümde kilit rol oynayacaktır. Ayrıca sadece devlet kurumları düzeyindeki diyalog ve ortak çabalar yeterli olmayacaktır. Yine Hükümetin ve TBMM'nin çabaları da tek başına yeterli değildir. Sivil toplumun ve bunun bir parçası olarak muhalefet partilerinin de önemli rolleri olacaktır. Özellikle kamuoyu çalışmaları şarttır. Basın ve yayın kuruluşları bunda hayati rol oynayacaktır. Üniversiteler ve akademi dünyasının katkıları küçümsenemez. Başta ABD ve AB olmak üzere çözümün birçok boyutunda neredeyse taraf konumunda olan bu güçler ve katkı sunabilecek diğer deneyim sahibi uluslararası güçlerin de çözümde katkıları beklenebilir.

Türkiye'nin demokratik açılımı ve Kürt sorununun çözüm modeline ilişkin bu değerlendirmeler, taslak düşünceler ve öneriler olarak anlaşılmalıdır. İlgili tüm tarafların düşünce ve öneri geliştirmeleri için üzerime düşen sorumluluğun gereği olarak tarafımdan bu taslak sunulmaktadır. Tartışmalar ve öneriler geliştikçe daha farklı katkılarımız elbette söz konusu olabilecektir.

Geriye nereden ve nasıl başlamalı biçiminde pratikte yapılacak, uygulanacak bir eylem programına veya planına ihtiyaç bulunmaktadır. Bu yönlü plan önerimi bundan sonraki kısımda sunmaktayım.

Fransa'da Özerklik ; Merkezi Devletten Yerinden Yönetime

Bölgemizdeki birçok devletin, bunların arasında ve en önce Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda devlet modeli olarak aldığı, ne alması neredeyse a'dan z'ye kopyaladığı (1) Fransa Cumhuriyeti'nde 1980'lerin başından beri başlayan süreç içinde merkezi devlet kademe kademe, bir yıldan öbürüne yönetime ilişkin yetkilerini yerel karar mekanizmalarına devretti. Daha da önemlisi bu yetkilerin belli bir tutarlılık ve bütünlük içinde kullanımını garanti altına almak için " région "/ "bölge " isimli yeni idari ve siyasi birim yarattı.  Fransa'nın Avrupa kıtasındaki ve kıta dışında sömürgeci imparatorluk kalıntıları adalarda veya kara  parçalarındaki illerini toplam 26, evet tam yirmialtı, bölge arasında paylaştı. Bu gelişmeyi tarihi süreçi içinde burada kısaca irdelemek yararlı olacaktır sanıyorum.

Fransa Cumhuriyeti'nde resmi dil  Fransızcadır ama herkes kendi anadilinde konuşabiliyor, anadilinde yayın yapabiliyor, eğitimini anadilinde yürütebiliyor. (2) Evet Fransa'da birçok  anadil  " bölgesel dil " adı altında günlük yaşamda, basın ve yayın alanlarında, eğitim ve öğrenimde özgürce kullanılıyor. " Tek dil, tek kültür " tarihe çoktan karıştı. Buralarda artık çok kültürlülük geçerlidir. Çok  dillilik, çok seslilik.


Fransa'daki bu önemli değişimlerin ilk ciddi adımları 1981 ve hemen sonrasında atıldı. Fransa'da artık adem-i merkeziyet adını verdiğimiz yerinden yönetim geçerlidir. Böylesi bir modelin, merkezci, asimilasyonist, sıkı ve birçok derdin doğurganı devlet-ulus (3) ismini verdiğimiz devlet modelinin yaratıcısı ve yüzyıllar boyunca yılmaz savunucusu Fransa Cumhuriyeti tarafından 1980'lerin başından itibaren uygulanmaya konulması son derece çarpıcıdır ve ders çıkarıcı özellikler taşımaktadır.


10 Mayıs 1981'de François Mitterrand'ın Sol Birlik'in tek adayı olarak girdiği cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasından ve hemen haziran ayında düzenlenen milletvekili seçimlerinde de Sol Birlik'in çoğunluğu elde etmesinden sonra Sol Birlik, yıllarca üzerinde çalışıp, tartışıp kararlaştırdığı ve yıllardır sözünü ettiği vaatlerini uygulamaya koyabildi. Bunlardan biri merkezi devletin kimi yetkilerinin bölge adı altında yaratılan yerel karar  mekanizmalarına bırakılmasıdır.


Fransa'nın ilk sosyalist cumhurbaşkanı " décentralisation " (desantralizasyon), adem-i merkeziyet, yerinden yönetim için gerekli tüzel düzenlemelerin gerçekleştirilmesi ve bu işin bir an önce uygulamaya konulmasıyla " İçişleri ve Desantralizasyondan sorumlu Devlet Bakanı " Gaston Deferre'i görevlendirdi.


Dikkatinizi rica ediyorum : Desantralizasyona o kadar önem veriliyor ki bu terim bir bakanlığın adında yerini alıyor. Dahası bu iş İçişleri Bakanlığıyla birlikte Devlet Bakanı sıfatıyla ve o günkü hükümette ikinci sıradaki bir bakana bırakılıyor. Neredeyse bu iş için özel bir bakanlık yaratıldı demek bile mümkün. Nihayet Gaston Deferre'in öyle sıradan biri olmadığını da vurgulamak gerek : Sosyalist Parti'nin o tarihlerdeki en önemli birkaç isminden biridir ve Fransa'nın ikinci büyük kenti Marsilya'yı 1950'lerin başından beri belediye başkanı olarak yönetmektedir. Marsilya ve bölgesi öteden beri Sosyalist Parti'nin ikinci önemli kalesidir. Birinci kalesi kuzeydeki emekçi, işçi, madenci coğrafyası Lille kenti ve  çevresidir. Evet bütün bunlar yeni iktidarın desantralizasyona verdiği önemin görünenleridir.  


Nitekim Deferre görevine dört elle sarıldı ve 27 Temmuz 1981'de " Bölgeler, İller ve Komünlerin Özgürlükleri ve Hakları " yasa tasarısını Millet Mecisi'ne sundu... Sosyalist Parti aslında bu konudaki çalışmalarına 1979'da başlamıştı ve hazırlıklıydı, bunun sonucunda yasa tasarısının Meclis'e sunulması oldukca hızlı bir biçimde kotarılabildi. Millet Meclisi'nden sonra Senato'da da kabul edilen tasarı cumhurbaşkanı tarafından onaylandı ve Yasa 2 Mart 1982'de çıktı. Kısaca " Desantralizasyon Yasası " adı verilen bu tüzel düzenlemeyle Fransa'da yeni bir dönem başladı.


FRANSA : 26 BÖLGE/" RÉGİONS "


Böylece Fransa'da " bölge sistemi " adı verilen, merkezi devlete ait kimi yetkileri bölge adlı ve yeni yaratılan yerel karar ve yönetim mekanizmalarına bırakan yeni bir düzen kuruldu. Böylesi bir düzenin, merkezci, asimilasyonist, sıkı ve birçok derdin doğurganı devlet-ulus ismini verdiğimiz devlet modelinin yaratıcısı ve yüzyıllar boyunca yılmaz savunucusu Fransa Cumhuriyeti tarafından 1980'lerin başından itibaren uygulanmaya konulması son derece önemlidir. Aynı zamanda ders çıkarıcı özellikler taşımaktadır. Özellikle Fransa Cumhuriyeti'nin merkezci, jakoben milliyetçi, astığım astık kestiğim kestik devlet modelini kopyalayan bölgemiz devletleri  ve bu devletlerin yöneticileri açısından.


Fransa'daki adem-i merkeziyetci genel tüzel düzenleme yanında diğer bölgelere kıyasla farklı bir konumu bulunan " Korsika adası için özel statü kanunu " da 30 Temmuz 1982'de yayınlandı ve uygulamaya konuldu. Bu düzenleme içinde Korsika için " özel bir statü " tanındı, çünkü  Korsika'nın hem ada olması nedeniyle, hem de kendine özgü koşulları sonucu, yerinden yönetmesi gereken işleri daha çoktu, daha önemliydi ve bu işler bizzat  Ada'da alınacak kararlarla Adalılar tarafından yerine getirilmeliydi. Bu amaçla Korsika için özel bir kanun çıkarıldı ve bu kanun günümüze kadar birçok kez ve her seferinde adaya daha çok özerklik tanınması amacıyla yeniden düzenlendi. Şunu da eklemeli : 1981'deki seçimlerden önce Sol Birlik Korsika'ya özel statü verilmesini öngörmüştü. Bu konuyu aşağıda biraz daha ayrıntılı bir biçimde irdeleceğim.


Burada önce bölgenin anlamını, yetkilerini, yönetimini kısaca açıklamak istiyorum :


Avrupa kıtasındaki Fransa 22, yazıyla yirmiiki, bölgeye ayrıldı. Çoğu birçok vilayeten/ilden oluşuyor. Korsika da bu 22 bölgeden biri. Burada söz konusu olan sadece idari anlamda değil, siyasi ve birçok devletsel yetkilere sahip bölgedir. Merkezi devletin yasalar uyarınca devrettiği yetkilerle donatılmış, yönetimi seçimle gelen bir bölge yani.  


Bu yirmiiki bölgenin isimlerini tek tek ve sırayla ve Fransızca olarak veriyorum, böylece merak edenler bu isimleri " Google Baba "ya sorarak o bölgenin renklerini, bayrağını, dillerini, sınırlarını, yüzölçümünü, kaç ili kapsadığını, başkentini ve önemli kentlerini,  nüfusunu, nüfus yoğunluğunu, önemli ekonomik ugraşlarını ve benzeri birçok bilgiyi edinebilecektir:


Alsace, Aquitaine, Auvergne, Bourgogne, Bretagne, Centre, Champangne-Ardenne, Corse (Korsika), Franche-Comté, Île-de-France (Paris ve bölgesi), Languedoc-Roussillon, Limousin, Lorraine, Midi-Pyrénées, Nord-Pas-de-Calais, Basse-Normandie, Haute-Normandie, Pays de la Loire, Picardie, Poitou-Charentes, Provence-Alpes-Côte d'Azur, Rhône-Alpes.


Avrupa kıtasındaki Fransa'nın yirmiiki bölgesi yanında Fransa'nın " Deniz Ötesi Vilayetler " (" Départements d'Outre-Mer ") adını verdiği geçmiş yüzyılların sömürgeci imparatorluğu kalıntıları coğrafyalardaki dört il, il statüsü de devam etmek üzere, dört ayrı bölge biçiminde oluşturuldu : Her birine Deniz Ötesi Bölge (" Région d'Outre-Mer ", kısaca " ROM ") adı verilen ve her biri bir vilayetten oluşan bu dört birim şunlardır :


Guadolup (Fransızcasıyla Guadeloupe), Martinik (Martinique), Güyan (Guyane), Réunion.


İlk ikisi ABD'nin, Küba'nın, Haiti'nin komşusudur, Antilles ismi verilen bölgede. İkincisi Brezilya Federal Cumhuriyeti'nin kuzey komşusudur. Sonuncusu ise Hint Okyanusu'nda Madagaskar'ın hemen doğusundadır.


Bu bölgelerde bağımsızlık veya daha geniş özerklik yanlısı siyasi partiler, işçi sendikaları, öğrenci, kadın ve gençlik dernekler ve benzeri sivil toplum örgütlenmeleri  bulunuyor. Günümüzde bağımsızlık için tayin edici adım atılmıyorsa bunun altında siyasiden çok ekonomik nedenler yatmaktadır. Bu toprakların günümüzde metropolden gelecek paraya ihtiyacının olmasıdır. Ki o topraklarda yaşayanlardan bir kısmı bu paraya " argent facile " yani  " kolay para " adını takmıştır.


Sonuç olarak bugün Fransa'nın Avrupa kıtasında yirmiiki, daha ötelerinde ise dört olmak üzere toplam yirmialtı bölgesi bulunuyor. Fransa yirmialtı bölgeye bölünmüştür demiyorum. Hani ne olur ne olmaz, alınanlar filan olabilir. Bölünme söz konusu değil bölge söz konusudur.


28 Mart 2003'teki Anayasa değişiklikleri sırasında Fransa Cumhuriyeti'nin  " décentralisée " olduğu hükmü de Anayasa'ya eklendi. " La Republique est décentralisée " hükmü artık Anayasa'da yer alıyor :  Yani Fransa'da artık " Cumhuriyet desantralizedir", " Cumhuriyet adem-i merkeziyetçidir ", " Cumhuriyet yerinden yönetilir ". Böylece bu ilke, bu yönetim biçimi artık anayasal güvenceye kavuşmuştur.


ALTI " COM "


" Bölge " meselesine birazdan tekrar döneceğim ama burada izninizle Fransa Cumhuriyeti'nin çooookkkkk uzağındaki ve daha önce TOM (" Territoires d'Outre-Mer ") Deniz Ötesi Topraklar adını taşıyan ama artık " COM " (" Collectivités d'Outre-Mer ") " Deniz Ötesi Topluluklar " adı da verilen diğer parçalarına tanıdığı statüye ilişkin bir noktayı biraz açmam gerekiyor :


Her biri çok geniş özerklik sahibi altı COM şunlardır : Haklarında daha geniş bilgiye kolayca ulaşmak isteyenler için Fransızcalarını yazıyorum :


Polynésie Française (Fransız Polenezyası), Saint-Pierre-et-Miquelon, Mayotte, Sanit-Barthelemy, Saint-Martin, Wallis-et-Futuna.


YENİ KALEDONYA ÖRNEĞİ


Bu bölümü bitiririrken en son Avusturalya'nın doğusunda Yeni Zelanda'nın kuzeyindeki Yeni Kaledonya'dan, Fransızcasıyla La Nouvelle Calédonie'den de, söz etmeliyim : 1980'li yıllarda Fransa Cumhuriyeti'ne karşı silahlı mücadele yoluyla bağımsızlığını almak için başkaldıran ve birçok yurtseverini yitiren Yeni Kaledonya. 1988'de Michel Rocard hükümeti döneminde, Fransa Cumhuriyeti ve Yeni Kaledonya temsilcileri arasında imzalanan antlaşmalarla bugün kendine özgü statü ve çok geniş özerklik sahibidir.


Yeni Kaledonya yasama yetkisi de olan bir Mecis'e sahiptir. Meclis Yeni Kaledonya'da uygulanacak kanunları çıkarıyor.


Hükümeti de var. Bakanları da. Birçok kurumu da.


Fransa Cumhuriyeti ile Yeni Kaledonya temsilcileri arasında yapılan antlaşmaya göre 2014 ile 2019 arasında düzenlenecek yerel referandumla, bağımsızlık veya Fransa Cumhuriyeti bünyesinde kalma konusunda kararı oradaki seçmenler verecek. Yıllardan beri bu " seçmenlerin " nasıl  tayin edileceği, kimlerin oy kullanma hakkına sahip olacağı tartışılıyor...


Aynı zamanda yıllardan bu yana da Yeni Kaledonya'daki yerli halk ve Avrupa'dan gidip oraya yerleşmişler bu coğrafyayı bağımsızlığa yakın ölçüdeki geniş özerklik içinde yönetiyorlar.


Yeni Kaledonya takım adalarının yönetimi geleneksel yönetim biçimiyle modern hükümet yöntemlerinin birarada uygulanması açısından özel olarak incelenmeye değer nitelikte.


Tarihi açıdan ise Paris Komünü sonrasında birçok Komünarın sürgüne gönderildiği mekan olması vesilesiyle ilgi çekiyor. Louise Michel gibi kadın kahraman Komünarların orada yaptıkları ve birkaçının  nasıl firar ettiği de meraklı konular olarak ilgi çekebilir.

 

BÖLGELERİN YÖNETİCİLERİ, YETKİLERİ

Yeniden bölge meselesine dönüyorum. Daha önce yazdığım gibi, Avrupa kıtasındaki Fransa'da 22 bölge bulunuyor. Bunlardan biri de Korsika'dır. Korsika'nın diğer bölgelerden daha fazla ve kendine özgü yetkileri vardır. Bunu özel olarak birazdan inceleyeceğim. Burada genel olarak bölge meselesini ve bölge yetkilerini ele almak istiyorum :


Bölge bir Meclis (" Assemblée "), bir Başkan (" Président ") ve gerekli görülen " komisyonlar "la (" commission ") yönetiliyor.  Meclis üyeleri genel oyla ve altı yılda bir yapılan  seçimlerle saptanıyorlar. Bölge seçimlerinin ilki 16 Mart 1986'da düzenlendi. Korsika'da daha önce, Agustos 1982'de yapılmıştı.


Bölge seçimleriyle saptanan Bölge Meclisi üyeleri aralarından birini Başkan seçiyorlar. Başkan, Bölge Meclisi başkanlığını üstlendiği gibi Bölge'nin yürütme yetkilerini de kullanıyor. Ancak bunu Bölge Meclisi'nin saptadığı tüzük hükümlerine göre yapıyor. İşleri " bürosu " ve " komisyonlar " aracılığıyla veya onlarla birlikte yürütüyor. Başkan, " bürosunu ", Bölge Meclisi üyelerinden saptadığı başkan yardımcıları ve kendisine yardımcı olabilecek diğer üyelerden seçtikleriyle  oluşturuyor. Başkan, bölgeyi Bölge Meclisi kararlarına uygun biçimde yönetiyor.

Bölge Meclisi iç tüzüğünü bizzat saptıyor, komisyon sayısını, yetkilerini ve işleyiş biçimini tayin ediyor.


Bölgenin aynı zamanda " la commission permanente " (" sürekli komisyon ") ismi verilen bir organı da var. Başkandan, dörtten ona kadar saptanabilecek başkan yardımcılarından ve Bölge Meclisi'inin seçtiği belli sayıdaki üyeden oluşuyor. Bölge Meclisi, bütçe saptanması hariç, yetkilerinin bir bölümünü " sürekli komisyona " devredebiliyor.


Hükümet, bölge düzeyinde " préfet de région " (" bölge valisi ") tarafından temsil ediliyor. Bölge valisinin makamı bölgenin başkentindedir. Bölge valisinin yasalarla saptanmış kimi yetkileri bulunuyor. Ancak bölge yönetimi tümüyle Bölge Meclisi ve Başkanı'nın yetkisindedir.


Bölge'nin genel olarak yasama yetkisi yoktur. Korsika için kimi konularda yasa hükmünde tüzel düzenleme çıkarma yetkisi hariç. Ancak bölge yetkili makamları da kendilerini ilgilendiren konularda yönetmeliklerle (" règlement ") düzenlemeler yapmak yetkisine sahiptir.


Bölge'nin malî özerkliği vardır. Kendi bütçesini kendisi saptar. Merkezi devlet ülke düzeyinde toplanan vergilerden belli bir payı bölgelere öder. Bölge gelir ve giderleri Bölge Meclisi tarafından karar altına alınır. Ülke düzeyindeki kimi vergilerden ne kadarının bölgelere aktarılacağı yasalarla belirlenir.


Bölge Meclisi'nin ve bölgenin yetkili organlarının yetkilerini şu başlıklar etrafında toplayabiliriz :  Bölgenin ekonomik kalkınması, eğitim, mesleki eğitim ve kütürel etkinlikler.


Daha ayrıntılı bir biçimde ise şunlar söylenebilir :


Bölge kalkınmasını sağlamak, bunun için gerekenleri üstlenmek.


İşsizliğin önlenmesi, giderilmesi, azaltılması, işletmelere teşvik gibi konularda ekonomik müdaheleleri gerçekleştirmek.


Mesleki eğitim ve bilhassa çırakların yetiştirilmesinde gerekenleri yapmak.


Eğitimde, özellikle liselerin yönetimi, bakım ve onarımı ve yapımı alanlarında lokomotiflik rolünü üstlenmek. Yükseköğrenim ve bilimsel araştırma alanlarında üstüne düşen görevleri yerine getirmek. Bölgenin millî eğitim organları içinde temsili, kültürel etkinliklerin gerçekleştirilmesi.


Çevre korunması, çevrenin iyileştirilmesi.


Konut, özellikle toplumsal konut, yani ucuz kiralı apartman yapımını üstlenmek.


Şehircilik, toplu taşımacılık, bölgeler arasında işbirliği, kentler arasında ulaşım meselelerinin en iyi biçimde çözümü...


Bölgenin yine yasalarla tanınan bir yetkisi daha vardır : " Yerel referandum " (" référendum local ") yetkisi. Belli koşullarda bölgeyi ilgilendiren konularda bu yetkisini kullanabilir. Böylece bölgede oturanlar belirli konuda görüşlerini açıklamak ve kabul edilmesi halinde bunun gereğinin yapılmasını istemek olanağı bulacaktır.


Bu arada uygulama içinde  ve zamanın getirdiği bir yetki ise neredeyse kendiliğinden doğdu ve kendini de facto (fiilen) kabul ettirdi : Bu yetki bir bölgenin başka devletlerle ve/veya diğer devletlerdeki başka bölgeler ile, örneğin İspanya Krallığı'ndaki " özerk topluluklar "la, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki federe  devletlerle, Almanya Federal Cumhuriyeti'ndeki " land "larla doğrudan doğruya ilişkiye girmek, dış ticaret bağlantısı kurmak ve hatta bu konuda anlaşmalar yapmaktır. Bir örnekle yetineceğim : Fransa'nın doğu Akdeniz kıyısındaki Provence-Alpes-Cote d'Azur (Kısaltılmış biçimiyle " PACA ") isimli geniş ve en kalabalık ikinci bölgesi, Tunus'la, İspanya'nın Endülüs isimli özerk topluluğu ile Çin Halk Cumhuriyeti'yle, İsrail ile, ABD ve ABD'nin kimi federe devletiyle ve Portekiz'le ilişkiler kurdu ve geliştirdi...  


PAYLAŞMAK


Fransa Cumhuriyeti devlet bütçesi girdileri yuvarlak hesap 250-260 milyar öro kadar. Bunun 25 milyarı, yani genel bütçe gelirlerinin onda biri bölgelere devrediliyor. Bu tutar belki az, ama hiç yoktan iyi ve gelecekte artırılması bekleniyor, umut ediliyor, bunun için mücadele de ediliyor.


Fransa'daki toplam 26 bölgeye bölge başına bir milyar öro kadar bir pay düşüyor. Ancak bölgelere ayrılan pay o bölgenin nüfusuna göre saptandığı için kimi bölgeye bir milyardan daha fazla, kimine daha az veriliyor. Örneğin Paris ve çevresini kapsayan " Région İle-de-France "ın payı 3 milyara yakın. Bu bölge 12 milyon kadar nüfusuyla Fransa toplam nüfusunun % 20'ine sahip, en kentleşmiş, en kalabalık ve nüfus yoğunluğu en sık olan bölge. Dahası Paris, devletin ve bölgenin başkenti : Bu diğer bölgelere kıyasla daha çok memur, daha çok emekçi, daha çok öğrenci, daha çok polis, daha çok asker anlamına geliyor. Daha çok toplu taşımacılık, daha çok ulaşım/git-gel, daha çok otobüs, metro, tramvay ve tren... Bütün bunlar daha çok harcama gerektiriyor Dolayısıyla daha çok gelir de.


Bu arada her köy, kasaba ve kentin belediyesi, her vilayetin il özel idaresi (il meclisi ve il meclisi başkanı aracılığıyla) de kendi bütçelerine sahipler ve onlar da kendilerini ilgilendiren dallarda gerekli girişimleri, yatırımları yapıyorlar...


Bölgelerin belli bir mali özerkliği bulunuyor. Dolayısıyla bütçelerini yasaların belirlediği biçimde bizzat saptıyorlar. Gelirlerini yasalarla bölgelere tanınan belli yetki alanlarında ve yasalarla belirlenen yetkileri içinde gerektiği ve istediği gibi kullanabiliyorlar.


Bu alanların en başında kültürü saymak istiyorum : Bir bölgeden diğerine değişen oranlarda, ama bütçenin görece azınsanmayacak bir bölümü kültürel faaliyetlere ayrılıyor. Korsika'da örneğin bu oran % 4,6'dır.  Bölgenin geleneklerine, yakın veya uzak tarihine ilişkin kültürel işlere ve bilhassa bölge halklarının dillerine öncelik veriliyor. Böylece tarihten ve  coğrafyadan ikmale kalınmıyor. Bir bölgede masal anlatımı şenliği, bir diğerinde rock şenliği düzenleniyor, bölge halklarının dillerinde türküler seslendiriliyor, yöre çalgıları yeni bir anlayışla kullanılıyor örneğin. Bir başkasında bölgenin tarihi zenginliğini en iyi koşullarda sunan müzeler açılıyor. " Région Nord-Pas de Calais"nin önemli kentlerinden Lens'te kurulması için çalışılan Louvre Müzesi'nin yapım ve kuruluş giderlerinin % 60'ı bölge bütçesinden karşılanıyor. Bir diğerinde, " Région Midi-Pyrénées "deki Auch'da, sirkle ilgili eğitim, mesleki yetiştirme, gösteri ve benzeri eylemler CİRCA isimli kurum içinde gerçekleştiriliyor. Bütün bölgelerde spor klüplerine ve sporsal alt yapıya destekten kaçınılmıyor. Böylece bölgesel düzeyde son derece ciddi ve bölge halklarını ilgilendiren sergiler, konserler, şenlikler, gösteriler, seyirler düzenleniyor.

Bütün bu etkinlikler, girişimler, yatırımlar, işler, eylemler için "merkez"den gelecek veya gel(e)meyecek " izin " aylarca veya kimi kez yıllarca beklenmiyor. İhtiyaçlar bölgede saptanıyor. Kararlar bölgede alınıyor, bölge halklarınca uygulanıyor. Zamandan kazanılıyor. Yaratıcılık gelişiyor. Sorumluluk alınıyor ve sorumluluğun sonuçları bizzat ölçülebiliyor.

Bunların sonucunda bölge yaratıcılarına, emekçilerine, sanatçılarına kimsenin aklına getiremediği oranda iş olanağı yaratılıyor.


Yaratıcılar, sanatçılar Paris'te, tek merkezde, toplanıp, yarı aç yarı tok geçinebilmek umuduyla binbir iş yapmak yerine, kendi memleketlerinde, ocaklarında kalıp atalarının, nene ve dedelerinin, ana ve babalarının kültürünü günün yöntemleriyle kalıcılaştırıyorlar. Sanatcılarin iş güç sahibi olmaları sağlanıyor. Toplumsal dokunun zedelenmesi önleniyor. Kültürel miras bozuk para gibi harcanmıyor.


Bölgeler bölgede yerleşik ama değişik nedenler sonucu zora, dara düşen, iflas tehlikesi geçiren küçük veya orta boy şirketlerin dar boğazlardan çıkmaları için ellerini ceplerine atıyorlar. Karınca kararınca yardım ediyorlar. Örneğin iki milyara ihtiyacı olan bir şirkete 150 veya 200 bir öroluk yardım sunulabiliyor. Böylece sanayi, tarım, ticaret, zanaat alanlarındaki küçük ve orta boy şirketlerin batması önleniyor. İşsizlere yeni işsizlerin eklenmesi engelleniyor.


Bugün bölgeler iş bulma ve iş yaratmaya öncelik veriyorlar. Fransa'da son ekonomik krizin daha az sarsıntılı geçmesinde bu sorumluluğun etkisi yadsınamaz. Ekonomik beladan sonra bölgeler bu alana daha çok önem verir oldular. Bunda son altı yıldan bu yana bölge yönetimlerinin neredeyse tümüne yakınında sol birlik partilerinin ve bağımsızlık veya geniş özerklik yanlısı ve aynı zamanda toplumsal adalete öncelik veren yurtseverlerin bulunması belirleyicidir. Bu sonuç, aynı zamanda üç kağıtçı, yiyici takımlar yönetimlerden uzaklaştırılınca bölge kaynaklarının daha akıllıca kullanılabileceğini ispatlıyor.


Ekonomik yapı, ekonomik doku korunuyor. Örneğin " Région des Pays de La Loire " işsizlik oranının % 28,5'a (ülke ortalaması % 10) çıkışı üzerine 15 milyon öroyu değişik şirketlere kredi olarak sundu.


Bölgelerin isimlerini Google " Baba "ya sorduğunuzda ve siteleri çıktığında, lütfen dikkat ediniz, hepsinde iş, iş bulma, sanayi ve ekonomik kalkınma özel olarak belirtiliyor. Bunların tümüne öncelik verildiği bir de böyle belli oluyor. Aynı bağlamda bölgeye özgü mesleklerin yitip gitmesinin önü alınıyor. Kimi bölge belli alanlarda yatırım yapılması için teşvik edici kurallar saptıyorlar. Örneğin ormanı bol ve cömert olan bölgelerde kereste üretim şirketlerinin açılması için kolaylaştırıcı olanaklar sağlanıyor.


Mesleki eğitime ve genç zanatcılar yetiştirmeye öncelik tanınıyor. Çıraklık kurumu bölgeler sayesinde son derece önemli bir ivme kazandı. İlkokul, ortaokul veya lise bitirmiş gençlerin " duvarları tutmaları " yerine bir "baltaya sap olmaları " için gayret gösteriliyor. Olumlu ve çoşku verici sonuçlar da alınıyor.


Bölgeler liselerin yapımı, bakımı, ve onarımı ile ugraşıyor, gelirlerinin belli bir bölümünü de bu işe ayırıyorlar. Korsika'da 2011 bütçesinin % 15'i eğitim ve yetiştirmeye ayrıldı.  


Yeni teknolojilerin geniş kullanımı için ciddi yatırımlar yapılıyor. Korsika'da enformatik ve yeni teknoloji kulllanımı için bütçe  gelirlerinin % 4,8'i ayrıldı örneğin.


Bölge illerinin birbirleriyle ve bölgenin diğer bölgelerle titreşime girmesini sağlayacak en etkili yöntem olarak var olan karayolların geliştirilmesi, yeni ve daha kullanışlı karayolarının yapımı ile bilhassa demiryolu taşımacılığına ve benzeri her türlü toplu taşımacılığa yeni bir canlılık verilmesi için özel gayret gösteriliyor. Toplu taşımacılık alanında son yıllarda gerçekten önemli ve kalıcı işler yapılıyor : Örneğin " İle-de-France " Bölgesi bütçesinin % 25'ini toplu taşımacılığa ayırıyor. Korsika'da bu oran % 57,2 ile bütçenin birinci ve en çok pay sahibi bölümünü oluşturuyor.


Çevre konunmasına, tarıma ve kalıcı tarımsal yatırımlara da hem öncelik, hem kredi veriliyor hem de bu alanlarda teşvik edici önlemler alınıyor.


Bölge halkları son altı yılın yönetimlerinden memnun oldukları için, 14 ve  21 Mart 2010'da düzenlenen bölge seçimleri sonucunda, yine onları, yani sol birlik partilerini, bağımsızlık ve geniş özerklik yanlısı yurtseverleri Fransa'nın Avrupa kıtasındaki 22 bölgesinden 21'inin, toplam 26 bölgeden 23'ünün yönetimine getirdiler.


Toplam 26 bölgenin sadece üçü sağın elinde : Alsas, Reunion, Güyan bölgeleri. Fransa'nın Avrupa kıtasındaki 22 bölgesinden sadece Alsas Bölgesi sağın elinde kaldı.


Sol'un elindeki 21 bölgenin 18'i Sosyalist Parti'li başkanlarca yönetiliyor, kalan üçü ise diğer sol partiler tarafından.


Avrupa kıtası dışındaki dört bölgeden ikisi, Güyan ve Reunion, sağın elinde (Reunion'da Reunion Komünist Partisi lideri Paul Verges'in birkaç yönlü " oynaması " üzerine, kendisi de sol da başkanlığı yitirdi), Guadolup Sosyalist Parti'nin, Martinik ise geniş özerklik ve bağımsızlık yanlılarının sömrügeciliğe karşı, sosyal demokrat ve ilerici partisi PPM'in (Parti Progressiste Martiniquais. Martinik İlerici Parti).
 
KORSİKA " BÖLGE "Sİ

Korsika nüfusu 300 bin kadar olan küçük ve şirin bir Akdeniz adasıdır. Fransa'nın güneyinde, İtalya'nın batısında. Korsika Fransa Cumhuriyeti bünyesinde " özel statülü özerk bir bölge "dir. Özerkliği oldukça geniştir  ve kimi açılardan bazı federe devletleri bile kıskandırabilir. Bu açılardan özel olarak incelenmeyi hak ediyor. Sadece bu kadar da değil : Korsika'da yıllardır uygulanan özerklik modeli, biçimi  ve yaratılışı açılarından bir çözüm seçeneği ve ilginç bir çözüm örneği olabilir. İlle bu örnek alınsın ve aynen uygulansın  veya kopyalansın anlamında değil, bu alandaki birçok örnekten biri olarak bilinmesi için.


Hemen başta vurgulanması gereken ilk nokta Korsika'nın " özel özerklik " statüsünün anayasal ve yasal garanti altına alınmış olmasıdır.


1982'de  " décentralisation ", adem-i merkeziyet, yerinden yönetim adı takılan ilk kanunun yürürlüğe girmesini  Korsika için özel statü kanunu izledi.


Böylece her şey Anayasa, yasalarla ve bu yasalar uyarınca çıkarılan diğer tüzel düzenlemelerle açık bir biçimde uygulanır oldu.


Bu düzenlemeler sonucu Korsika artık " genel oyla seçilen 51 üyeli  Korsika Meclisi (Assemblée de Corse)  tarafından yönetilen kendi işlerini bizzat kendisi gören birleşik bir topluluk " olarak tanımlanıyor ve uygulaması bu yönde yapılıyor.


Korsika Meclisi için Ağustos 1982'de düzenlenen ilk seçimlerden günümüze her seçime bütün siyasi partiler katılabiliyor. Bağımsızlık yanlısı siyasi partiler de. Bağımsızlık yanlıları genel olarak ortalama % 20 kadar, bazen % 25, bazen biraz daha fazla oy kazanıyorlar. Bağımsızlık yanlılarının kimi kez protesto amacıyla seçimleri boykot ettikleri de oldu.


Meclis'in bizzat seçtiği Korsika Meclisi Başkanı bir anlamda adanın cumhurbaşkanı rolünü üstleniyor.


Ada'nın işlerini Korsika Meclisi tarafından seçilen bir Başkan ve sekiz üyeli " Le Conseil Exécutif " yürütüyor. Tam çevirisi ve anlamıyla " İcra Kurulu " veya " Yürütme Kurulu " yani Hükümet. Diğer bölgelerin Başkanı tarafından yürütülen yetkileri üstlenen bu birim tam anlamıyla bir hükümet gibi işliyor. Üyelerine Fransızcasıyla " conseiller " Türkçesiyle  " danışman " ismi verildi ama yaptıklarıyla tam anlamıyla bakanlık görevini yerine getiriyorlar.


" Korsika Hükümeti ", ekonomik kalkınma, kimi vergilerin toplanması, eğitim, kültür, taşıma, ulaşım, toplumsal, eğitsel ve kültürel kalkınma gibi konularda gerekli  bütün işleri üstleniyor, bunların en iyi biçimde gerçekleştirilmesi, yerine getirilmesi için çalışıyor.


Adanın sorunları, Korsikalılar tarafından altı yıllığına seçilen Korsika Meclisi tarafından görüşülüyor ve karara bağlanıyor. Yılda her biri üçer ay süren iki olağan toplantı yapan ve ayrıca olağanüstü de toplanabilen Meclis kendi iç tüzüğünü saptıyor, Korsika bütçesini ve Korsika gelişme planını görüşüyor ve kabul ediyor.


Korsika Meclisi'nin, İcra Kurulu'nu, yani hükümeti  denetlemek yetkisi vardır.


Ada'nın kıyılarını, denizini ve deniz hayvanlarını,  bitki örtüsünü, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini korumak, ekonomik kalkınma, mali işler, tarım, ormancılık, turizm, enerji, konut, her türlü ulaşım ve taşımacılık, eğitim, yükseköğretim, araştırma, meslekî eğitim, okul yapımı, bakımı ve onarımı, yerel kalkınma, Korsika dili ve kültürünün geliştirilmesi, sanat ve kültür, devlet malı olanların dışında kalan bütün tarihsel yapıların korunması gibi konularda Korsika Meclisi'nin adı, règlement (yönetmelik) bile olsa, kanun çıkarma yetkisine sahip olması, epey tartışma ve uzun diyaloglardan, karşılıklı görüşmelerden sonra, kabul edildi. Veya Fransa Cumhuriyeti parlamentosu (Millet Meclisi ve Senato'su) kabul etmek gereğini duydu diyelim.


Korsika denince sadece siyasi şiddetin anımsanması bu şirin Akdeniz adasının sakinlerine haksızlıktır. Çünkü 1970'lerin ortasından itibaren kendini gösteren sınırlı şiddetin nedeni, adanın sömürgeleştirilme oranının artırılmak ve ada kimliğinin ortadan kaldırılması için Korsika'nın Fransa'nın Avrupa kıtasından veya sömürgeci imparatorluk kalıntıları deniz ötesi başka coğrafyalardan getirilecek insanlarla " doldurulmak " isteğidir. Bu konuda ABD'li Hudson İnstitute'e hazırlatılan " Rapor "  " uyarıcı " oldu. (4) Adanın " ithal edilecek yabancı nüfusla " sömürgeleştirilmesini önlemek için Korsikalıların en akıllıları ve en yurtseverleri şiddete başvurmak zorunda bırakıldılar. Yoksa bu sakin insanlar özel olarak ille şiddet yanlısı değil(di)ler. Adanın kendine özgü kimliğini korumak, Ada yerlilerinin ikinci sınıf vatandaş durumuna düşürülmesi olası yöntemleri engellemek için siyasi şiddete gitmek zorunda bırakıldılar.


Ancak işin başından itibaren siyasi şiddet sınırlı bile olsa tek yol olarak benimsenmedi.  Diğer yollar da kullanıldı. Deyim yerindeyse amaçlarına ulaşmak için hiç bir şey ihmal edilmedi. Nitekim bağımsızlık yanlılarının, özerklik yanlılarının ve Korsika'nın bir ada ve bir halk bütünü olarak gelenek ve görenekleri, alışkanlıkları, kültür ve tarihiyle kendi kimliğini korumasından yana insanların aynı zamanda yasal düzeyde siyasi çalışmalar yaptıkları da görüldü.


Uzun yıllar süren çok yönlü çalışmalar sonucunda Korsika'nın kendine özgünlüğü ve kendi işlerini bizzat yönetmesi ilkesi özellikle sol siyasi partiler tarafından kabul edildi. Mayıs 1981'de François Mitterrand'ın Sol Birlik'in tek adayı olarak girdiği seçimlerden cumhurbaşkanı olarak çıkmasından sonra sol partilerin programlarında yer alan ilkeler yasal ve tüzel düzenlemelere konu oldular. 1982'de yerinden yönetim kanunu ve  hemen peşinden Korsika için özel statü kanunu bu gelişmeler sonucunda yaşama geçirilebildi. 1982'den itibaren yıllar boyunca yasalar ve tüzel düzenlemelerle Korsika'nın özerkliği gittikçe arttırıldı.  13 Mayıs 1991 tarihli ve adanın özel statüsünü genişleten yasayı 22 Ocak 2002'de Korsika Meclisi'nin yetkilerini artıran yeni bir kanun izledi...


1980'lerin başından beri süregelen bu süreç içinde benimsenen kanunlarla Korsika'nın özerklik alanı genişletildi. Bugün KORSİKA'DA BAĞIMSIZLIK İSTEYEN SİYASİ PARTİLER VE SİYASİ GRUPLAR kendi istekleri doğrultusunda siyasi çalışmalarını özgürce sürdürüyorlar. ANCAK SON YILLARDAKİ GELİŞMELER ÜZERİNE  bağımsızlık yanlıları, bugünkü özerkliğin genişletilmesini arzulayanlar ve Korsika'nın bir ada olarak kimliğini savunmasından yana olanlar yani neredeyse adada siyasetle ugraşan HERKES DAHA GENİŞ ÖZERKLİK İÇİN BİRARAYA GELMENİN VE AVRUPA BİRLİĞİ BÜNYESİNDE, " neredeyse bağımsız " ÖZERK BİR BÖLGE OLARAK BULUNMANIN DAHA AKILLICA OLACAĞI KONUSUNDA ANLAŞTI. TAM BAĞIMSIZLIKTAN TÜMÜYLE VAZGEÇİLMEDEN. Ama her şeye rağmen, ve burada maalesef demek lazım, Ada yurtseverleri, geniş özerklik yanlıları ile bağımsızlık yanlıları aralarındaki " uçurumu " aşıp tek çatı altında bir türlü toplanamıyorlar. Bu konuda tayin edici adımı atamıyorlar. En garibi de bugün bu.  


Korsika'nın bugünkü yönetim biçimi sadece devletten, " yukarıdan " gelen reformlar, anayasal ilkeler, anayasaya yeni hükümler eklenmesi, yeni kanunlar ve benzeri tüzel düzenlemelerle sağlanmadı. Bunlar Ada'nın hukuki statüsünü tayin etmek için elbette belirleyici oldu. Ama dahası da var :


Bugünkü özerk yapı aynı zamanda bir yandan sınırlı şiddetle elde edildi : Eylemlerde adam öldürülmemesine bilhassa dikkat edilmesi, can kaybı olmaması için azami özen gösterilmesi örneği çok iyi biliniyor : Örneğin kıyı güzelliğini ve doğal yapısını bozan bir villanın bombalanmasından önce varsa bekçisi, şusu busu o alandan uzaklaştırılıyor. Jandarma ve/veya polis merkezleri hedeflenince insanların bulunmadığı saatler seçiliyor, vb.


GÖRÜŞMELER İHMAL EDİLMEDİ


Öte yandan görüşmeler yoluyla. Fransa'daki her siyasi iktidar görüşmeden yana olmadı. Kimi siyasi iktidar veya iktidardaki fransız siyasi parti sadece Korsika'daki belli siyasi partilerle ve/veya kendisine yakın siyasi şahsiyetlerle ilişki kuruyor ve bu ilişkileri gizli kapaklı bir biçimde sürdürerek meseleyi çözmeye çabalıyordu... Ya da çabalıyor gibi görünüyordu... Ama dışlanan siyasi partiler, siyasi şahsiyetler o zaman değişik nedenlerle muhalefet ediyorlardı ve mesele çözülemiyordu... Ama görüşmeler siyasi şiddetin en yüksek ölçülerde yaşandığı zaman dilimleri de dahil mümkün olduğunca sürekli kılınmaya çalışıldı. Zaman zaman kesintilere ugrasa bile ilişki tamamen koparılmadı ve olumlu sonuç böyle elde edildi.


Diyalog konusunda Fransa'da ve çevresinde örnek olarak gösterilen, 13 Aralık 1999'da dönemin Başbakanı Lionel Jospin'in başkanlığında ve ilgili bakanlarıyla düzenlediği ve Korsika'daki bütün siyasi parti temsilcilerini davet ettiği Başbakanlık'taki yuvarlak masa toplantısıdır. Korsika'daki bağımsızlık yanlısı siyasi parti temsilcilerinin de davet edildikleri ve katıldıkları bu toplantıda herkes konuya ilişkin görüşlerini açıkladı... Karşılıklı siyasi diyalog yoluna yeniden  ve kalıcı bir biçimde böyle çıkıldı.


Aynı günlerde bağımsızlık yanlısı silahlı örgütler de ateşkes ilan etiler... Böylece Fransa'da Korsika konusunda kesin ve kalıcı çözüme gidecek yol açıldı...


Bu görüşmeler sonucunda, 1982 ve 1991'dekilerden sonra, nihayet 22 Ocak 2002'de benimsenen kanunla Korsika'nın özerklik alanı biraz daha genişletildi. Siyasi şiddet neredeyse tümüyle sona erdi.


Ada artık kendine özgü özerkliği içinde kendi işlerini bizzat yönetiyor ve geleceğini bizzat hazırlıyor.


Bu gelecek en geniş özerklik içinde Fransa Cumhuriyeti'nin önemli bir bölgesi olarak Avrupa Birliği içinde kendi yerini almaya doğru gidiyor.


14 VE 20 MART 2010 : FRANSA'DA BÖLGE SEÇİMLERİ :
KORSİKA'DA YURSEVERLERİN ZAFERİ
CORSİCA LİBERA


14 Mart 2010'da Fransa'da düzenlenen bölge seçimlerinin birinci turunda iktidar partileri sarı kart gördüler. Bu sarı kart 21 marttaki ikinci turda kırmızı karta dönüştü. Böylece cumhurbaşkanı Sarkozy'ye de iktidarının tamda yarı yolunda " Yeter beee ! " işareti verilmiş oldu. Son aylarda ve haftalarda yapılan kamuoyu yoklamaları, bölge seçimlerinde, seçmenlerin cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin partisine ve adamlarına acı birer kırmızı kart göstereceğini öngörmüştü, kamuoyu yoklamaları bu kez yanılmadılar.


Sarkozy bölge seçimlerinde partisinin ve adamlarının olası yenilgisini önlemek için seçimlere birkaç hafta kala " iç güvenlik ", " ulusal kimlik ", " asayiş " konularını yeniden gündemin en başına oturtmak için çabaladı ve daha da beteri ırkçı, faşist ve yabancı düşmanı partinin (ismini bu çakalların reklamını yapmamak için yazmıyorum) kimi " temalarını " kendisine ve partisine mal edip aşırı sağ seçmenlerin oylarını toplamak bile istedi. Ama ne yaparsa yapsın öngörülen yenilgisini önleyemedi.


Sosyalist Parti seçimlerde elde ettiği zaferin tadını çıkardı.


Yeşillerin elleri bir parça açık kaldı : Çünkü hiç bir bölgede Sosyalist Parti'yi geçemediler ve dolayısıyla herhangi bir bölgede Bölge Başkanlığı'nı isteyecek konumu elde edemediler. Sağlık olsun. Galip sayılır bu yolda mağlup.


Bölge seçimlerinin en çarpıcı yanı bu kez de sergilendi, bölgelerin her birinin kendine özgü partileri de seslerini duyurabildiler. Örneğin Korsika'dan yükselen çoksesli  özgürlük korosuna kulak kabartalım mı ? Haydi gelin kabartalım:


Korsika'daki seçim sonuçlarının iki önemli özelliği göze çarpıyor :


Birincisi seçime katılım oranının Fransa geneline göre 15 puan kadar yüksek olması. Korsika'da seçimlere katılım İçişleri Bakanlığı rakamlarına göre % 62,38. Böylece Korsikalılar kendi elleriyle kaderlerini değiştirebileceklerini dosta ve  düşmana gösterdiler. Güzel. " Güzellik Adası "na da bu yakışır.


İkincisi ise yurtseverlerin, yani bir taraftan geniş özerklik yanlılarının, diğer taraftan bağımsızlık yanlılarının tarihi bir zafer kazanmalarıdır : Milletvekili Gilles Simeoni'nin liderliğindeki geniş özerklik yanlılarının partisi, Femu a Corsica (Korsikaca : Korsika'yı Yaratalım) % 18,40, avukat Jean-Guy Talamoni'nin başını çektiği harbiden bağımsızlık yanlısı Corsica Libera (Korsikaca : Özgür Korsika) listesi ise % 9,44 oranında oy aldı. Bu iki listenin toplamı neredeyse % 28. Yurtseverler ilk kez bu kadar yüksek oranda oy topladılar. Tarihi bir seçim zaferidir söz konusu olan. Yurtseverler birleşebilseydiler, % 21,34 oy oranıyla birinci gelen sağcı takımı geride bırakmış olacaktılar.


Geniş özerklik ve bağımsızlık yanlısı iki liste birleşip ikinci tura birlikte girebilseydiler dengeler değişebilirdi. Dengeler değişince de yurtseverler,  2004'teki bölge seçimlerinden beri sağın yönetimindeki iki bölgeden biri olan Korsika'da Bölge Başkanlığı'nı ve hükümet yönetimini alabilirdi.


İkinci tur öncesinde birkaç bilinmeyenli Korsika denklemini çözmek çok zordu.


Denklemi çözene kadar birinci turda elde edilen zaferin çoşkusuyla Ajaccio ve Bastia'da Korsika'nın sevimli insanları, kadın, erkek, genç, yaşlı, çocuk ve moruklar otomobiller dolusu turlar attılar. Havai fişekler de şenlikte bolca kullanıldı. Hani doğrusunu isterseniz havan  topu ve kaleşnikoflardansa havai fişekler  tercih edilir.  Bizden söylemesi. Bir şey daha : Korsikalı yurtseverlerin başarısının altında, siyasi lider kadrolarını gençleştirmeleri, kadınlara birincil roller vermeleri, çok sıkı ve gerçekten etkili bir seçim kampanyası yapmaları yatıyor. Çalışan demir ışıldar.  Ustalarımızın söylediği gibi.


Ancak iki tur arasındaki görüşmeler iki listenin birleşmesi için yeterli olamadı ve her iki liste ikinci tura kendi takımıyla girdi.


Korsika, kendine özgü olduğunu ikinci turda  ve hemen sonrasında bir kez daha sergiledi :


21 Mart 2010'daki ikinci turda, tek liste bünyesinde biraraya gelemeseler de, yurtseverler şaşırtıcı bir sonuç aldılar : Geniş, en geniş özerklik yanlılarının Femu a Corsica (Korsikayı Yaratalım) listesi oyların yüzde 25,89'unu kazandı. Bağımsızlık yanlılarının listesi Corsica Libera (Özgür Korsika) yüzde 9, 85'ini. İki ayrı listeyle aldıkları oyların toplamı neredeyse yüzde 36. Böylece ilk turdaki oy oranlarını artırdıkları gibi siyasi tarihlerine de yeni bir damga vurdular.


Yurtseverler ikinci tur için tek listede buluşamadılar ama sosyal-demokratlar, sosyalistler, komünistler ve daha radikal sol takımlar, kısacası bütün sol partiler, tek liste çıkardılar ve ikinci turda oyların % 36,62'sini alarak birinciliği elde etttiler.


Bu sonuçlara göre yurtseverler ikinci turda dört ayrı sol ve radikal sol listenin biraraya gelerek oluşturduğu Sol Birlik ile at başı durumunda kaldı. Ama listeleri tek olmadığı için oyları ve güçleri dağıldı.  


Oysa bağımsızlık ve geniş özerklik yanlıları, iki tur arasındaki görüşmelerini olumlu bir biçimde sonuçlandırabilseler ve seçime ortak listeyle girebilselerdi, birinci liste olarak ipi göğüsleyebilirdiler. Çünkü birleşmenin doğuracağı heyecanla biraz daha fazla oy alacaklarına kesin gözüyle bakılıyordu. Her listenin kendisine özgü ama özünde birbirinden çok farklı olmayan programlarına rağmen, fakat bilhassa liste başıların egolarının ve " eski hesapların " engellemesiyle bir türlü anlaşamadılar ve ortak listeyi kotaramadılar. Ama 2004'te Unione Naziunale (Ulusal Birlik) adı altında tek liste olarak girdikleri seçimlerdeki oylarının üç katından fazlasını iki ayrı listeyle olsa da elde edebildiler.


Dahası her liste birinci turdaki oy oranını da artırabildi. Özellikle Femu a Corsica oy oranını 7 puandan fazla artırdı.


Bütün bunlar yurtseverlerin programlarının Korsika halkından, oy verenlerin üçte birinden fazlasından, sıkı ve hakiki bir destek gördüğünü ispat ediyor. Hele bir de seçim başarısının silahların susturulduğu bir döneme rastlıyor olması son derece önemli ve gelecek için umut verici. Evet Korsika'da birkaç zamandır silahlı mücadeleye ara verildi ve bu seçim zaferiyle taçlandırıldı.


Korsikalıların sürprizleri bunlarla bitmiyor :


25 Mart perşembe ve 26 Mart cuma günleri Korsika Meclisi yeni seçilen 51 temsilcisiyle toplandı. Bu elli bir temsilcinin gruplara göre dağılımı şöyle :

" Korsika İçin Birlik " (klasik sağ), 12 temsilci,

Femu a Corsica, 11 temsilci,


" Demokratlar, Sosyalistler, Radikaller ", 10 temsilci,


Komünistler ve Sol Cephe, 6 temsilci,


Corsica Libera, 4 temsilci,


Cumhurietçi Sol, 4 temsilci,


Sosyal-Demokratlar, 4 temsilci.


Sol Birlik'in toplam 24 temsilcisi bulunuyor. Yurtseverlerin 15. Klasik sağın 12.


Korsika Meclisi toplantısının ilk gününde Korsika Meclisi başkanı seçimi yapıldı. İlk iki tura Sol Birlik, yurtseverlerin iki ayrı listesi ve seçimleri kaybeden ve böylece 26 yıldır Ada'yı yönetme işi elinden alınan sağ, herkes kendi adayıyla katıldı. Herkes kendi adayına oy verdi. Sol Birlik 24, Femu a Corsica 11, Corsica Libera 4, sağ 12 oy topladı. Üçüncü turda basit çoğunluk yettiği için Sol Birlik adayı Korsika Meclis'i başkanlığına seçildi.


İşin ilginç tarafı şurada elbette : Seçilen her hangi biri değil : Dominique Bucchini, Ada'nın en tanınan seçilmişlerinden, temsilcilerinden biridir. Sartene'in değişmez belediye başkanı, Fransız Komünist Partisi'nin (FKP) Ada'daki en iyi ve en tanınan militanlarından. Böylece Korsika bu bakımdan da bir özgünlük sergiledi :


FKP, Fransa'nın tümünde, birkaç radikal sol partiyle oluşturduğu Sol Cephe adı altında seçimlere girdi ve birinci turda başarılı sonuçlar aldı. İkinci tura ise Sosyalist Parti ile Avrupa-Çevreciler'le ortak listeler yaparak katıldı ve birçok bölgede birçok temsilcisini bölge meclislerine seçtirebildi. Ama hiçbir bölgede başkanlık seçimini kazanamadı. Oysa Korsika'da Meclis başkanlığını bir komünist kazandı. Bu da az şey değil. FKP tarihine baktığımız zaman görebileceğimiz gibi, Korsika halkı FKP'nin en iyi militanlarından birkaçını bağrından çıkarmıştır.


Korsika Meclisi cuma günü yapılan ikinci toplantısında ise " Yürütme Kurulu ", bir anlamda Ada'nın hükümeti, başkanlığına, yani başbakanlığına Sol Birlik listesinin bir numarasını, Sol Radikal Parti'nin önemli isimlerinden Paul Giacobbi'yi seçti. Giacobbi ailesi Korsika'nın kuzeyindeki ve ikinci önemli kenti Bastia ve çevresinde 15. Yüzyıldan bu yana etkili büyük bir ailenin üyesidir.


" İngilizceyi Korsikacadan daha iyi konuşuyor " diye alaya alınan Paul Giacobbi'nin, Ada'nın Fransa Cumhuriyeti ile ilişkilerini fazla dara ve zora sokmadan, Ada'nın şu an sahip olduğu ve Fransa'nın Avrupa kıtasındaki diğer bölgelerine kıyasla epeyce geniş özerklik düzeyini daha artıracak girişimler yapması bekleniyor. Yürüteceği siyaset sadece geleneksel sol siyaset değil, Korsika'ya özgü ve Ada halkının bu seçimlerde ifade ettiği daha çok özerklik yanlısı bir siyaset olmayı gerektiriyor. Korsika halkı konuştu ve siyasetcilerin onu dinlediği ve söylediğini gerçekleştirmeye niyetli olduğu tahmin ediliyor. Bu defa böyle olması lazım.


Seçimlerden hezimetle çıkan sağ, Ada'nın güneyindeki etkin büyük ailelerin temsilcisi olarak yıllarca yönetimi elinde tuttmuştu. Ama anlaşılan bu dönem artık sona erdi. Korsika halkı kendi kaderini kendi ellerine almakta kararlı.


Korsika Napolyoncuları tanıdı. De Gaulle'cüleri tanıdı. Chirac'cılarla dirsek temasını hiç eksik etmedi. Chirac'ın her döneminde yakınında birçok Korsikalı önemli görevlerde bulundular. Ama büyük olasılıkla artık " eski düzen " sona erdi ve yeni bir dönem başlıyor : Bu yeni dönemde Sol, Ada'nın yönetimindedir ve yurtseverler Meclis'teki etkili varlıklarıyla önemli kararların alınmasında güçlerini göstermek olanağına geçmişe oranla biraz daha fazla sahiptirler. Bu defa silahların dili yerine oyların dilini tercih eden Korsika halkının sevimli ve şirin çocuklarına, kadın ve erkeklerine selam gönderelim mi? Haydi gönderelim ve darısı bizim de başımıza diyelim.


KISSADAN HİSSE


Daha 1950'lerde Korsika'daki ilk ve orta okulların ve ender sayıdaki lisenin duvarlarına çakılı levhalarda kırmızıyla " Yerlere tükürmek ve Korsikaca konuşmak yasaktır " yazılıydı. Aradan geçen zaman o levhaları çakılı oldukları duvarlardan aldı, yere çaldı. Şimdi o ilk ve orta okullarda okuyanlar kendi liselerinde sürdürebiliyorlar eğitimlerini, ve isteyen on yıllar boyunca verilen kavgalar sonucunda, nihayet 1981'de Corte'de (Tarihi Korsika'ın efsane başkenti) kapılarını yeniden açabilen Universita di Corsica Pasquale Paoli'ye kaydını yaptırabiliyor. (1725-1807 arasında yaşayan Pasquale Paoli, Korsika'nın bağımsızlığı ve kurtuluşu için çok zorlu mücadeleler  verdi. Korsikalıların en büyük tarihi lideridir. Sadece Korsikalılar tarafından değil, Rousseau, Voltaire, Robespierre, Lafayette, Mirabeau tarafından da döneminin en önemli siyasi kişiliği olarak övülmüştür.)


Evet işte böyle, 1790'lardan, 1800'lerden beri aşırı boyutta merkezci, sıkı, asimilasyonist (eritici, zorla benzeştirici), kıyımcı, kıyıcı, öldürücü ve benzeri dertlerin ve dramların doğurucusu devlet-ulusun yaratıcısı Fransa Cumhuriyeti örneğinde görüyoruz, akıllı devlet yöneticileri, işleri karşılıklı görüşmelerle bizzat düzeltmeyi, bu konularda bizzat reforma gitmeyi seçebiliyorlar. Bunun Fransa Cumhuriyeti'nin yarattığı devlet-ulus modelini gözü kapalı kopyalayan diğer devletlerin yöneticilerine de örnek olabileceğini umut etmek  hakkımız var.


1920'lerin sonunda ve 1930'larda Fransa modelini kopyalayanlar bugün iflastan kurtulmak, devlet modellerinin arızalarını gidermek, devletlerini bakım ve onarıma sokmak, sorunlarına çözümler bulmak istiyorlarsa,  yeniden Fransa örneğine dönebilirler ve orada karşılarına adem-i merkeziyetci, merkezden kaçıcı, yerinden yönetici modelin merhaba diyeceğini görecekler. Belki o zaman, " Yahu biz şimdiye kadar hatada neden ısrar ettik ? " sorusunu bile sorabileceklerdir. Yarınlardan umut kesilmez çünkü.


Fransa'da olduğu gibi başka yerlerde de akıllı yöneticiler reformu bizzat yapabilirler. Bundan hem onlar, hem devletleri, hem halkları, hem yurttaşları yararlı çıkacaktır. Bu kesin.


Avrupa Birliği bünyesinde konfederal veya federal bir devlet yapılanmasına gidildiği de göz önüne alınırsa décentralisation, yerinden yönetim trenine geç bile olsa binmekte, bir an önce binmekte, yarar var. Geç olması hiç olmamasından iyidir. Malum. Bu Fransızların ve onları taklit edenlerin çok iyi bildiği bir deyiştir.


NOTLAR :


(1)
Yeri gelmişken şu noktayı anımsatmama lütfen izin veriniz : Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş aşamasında Mustafa Kemal'in resmi dil olarak bir ara Fransızcayı benimsemeyi düşündüğünü iyi gazeteci Cengiz Çandar yeri gelince söyler. Tarihi olarak ve bilhassa Mustafa Kemal'in Çankaya Köşkü Kütüphanesi'ndeki kitapları ve onların kenar notları üzerinde araştırma yapanların ve bu  konularda çalışanların ispat ettiği bu gerçeği burada yinelemiş olayım. Böylece aynı zamanda Fransa Cumhuriyeti devlet modelinin Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda ne denli etkin olduğunu da saptama olanağı buluyoruz.

(2)
Burada ayrıntısına girmiyorum çünkü bu konuları daha önce şu kitaplarımda anlatmak olanağı buldum : Devlet-Ulus (Alan Yayıncılık, İstanbul, 1995), Cezayir ve Berberiler (Doruk Yayıncılık, Ankara, 1997), Kürtler Kendilerini Anlatıyor (APEC Yayınları, Stockholm, 1999), İspanya ve Bask Gerçeği (Pêrî Yayınları, İstanbul, 2004),  Avrupa Birliği'nde Devlet ve Fransa'da Korsika (Pêrî Yayınları, İstanbul, 2006).

(3)
Lütfen ve sakın " ulus-devlet " diye yazılmasın. Bu terimin, bu kavramın doğrusunun devlet-ulus olduğunu, Fransızcasının État-Nation,  İngilizcesinin State-Nation olduğunu öteden beri sürekli ve ısrarlı bir biçimde yazıyorum. Nedenlerini yukarıda andığım kitaplarımda ve değişik makalelerimde defalarca yineledim. Burada artık tekrar etmiyorum.

(4) Ayrıntısı için  Avrupa Birliği'nde Devlet ve Fransa'da Korsika isimli kitabıma bakılabilir : s. 62'den itibaren ve s. 79, 82 ve sonrası. Korsika ve yönetimi konusunda şu iki siteye bakmanızı da bilhassa önermek istiyorum : www.corse.fr   ile  www.univ-corse.fr

M. Şehmus GÜZEL