4 Mayıs 2011 Çarşamba

Arap Baharının Üzerindeki Bulutlar


Bulutların yoğunlaştığı ve hareketin durağanlaştığı bu günlerde, Hegel'in 1789 devrimi için sonradan söylediği meşhur selam geliyor aklıma: ''Muhteşem bir güneş doğumu oldu.''

Despotlarını dışarı püskürtmek için evvela Tunus sonra da Mısırlıların sarf ettikleri çabalar, hem başarıyla sonuçlandı, hem de büyük dalgalar halinde, Gaza da dahil olmak üzere tüm Arap dünyasını çalkalayarak Çin' e kadar uzanmakta ve muhteşem bir güneş doğumuna sebep olmaktadır.

Bu güneş Avrupa'da ve daha geniş bir kapsamda tüm dünyada, Arap dünyasını, aşağı yukarı laikleşmiş asker-polis diktatörlüklerden veya islami teokrasilerden başka bir idareye layık görmeyen birçok zihin karanlıklarını ve önyargılarını sildi süpürdü.

Gençliğin başlattığı muazzam bir özgürlük ve haysiyet ayaklanması, bilhassa despotlarının etrafında gelişen yolsuzluklara karşı tiksinti ve isyan, bize, demokratik beklentilerin sadece Batı'nın tekelinde bulunmadığını, 1989 yılında daha ilk başında bastırılmadan, ezilmeden evvel Çin'de bile doğrulanan -ve hala normalizasyon satihinin altında varlığını devam ettiren- küresel bir beklenti olduğunu gösterdi.

Tunus ve Mısır ayaklanmalarını selamlamak için düzenlenen bir toplantıda heyecanla söylediğim ''Araplar bizim gibi, biz de Araplar gibiyiz'' haykırışım geldi aklıma; bununla beraber aramızdaki tarihi ve kültürel farklılıkları bilmiyor değilim.

Bu muazzam demokratik dalganın Batı demokrasilerine hiçbir borcu yok; aksine, Batı, devamını istediği bu diktatörlükleri her zaman destekledi; bununla beraber Batı'da gün gören demokratik fikirlere çok şey borçlu.

Bundan evvel, Batı'da doğan, halkların kendi kaderlerini tayin etme fikrini benimseyerek aynı Batı'nın sömürgecilik sistemine son vererek siyasi olarak sömürge olmaktan kurtulmuşlardı. Bu sefer özgürlük fikirlerine sahiplenerek zihinlerini sömürgelikten kurtarmak istiyorlar; geriye ekonomik sömürgelikten kurtulmak kalıyor... Bu ise geleceğin şantiyesi.

Fakat, demokratik beklentilerden demokratik gerçekleştirmelere, bir despotun kulluğundan yurttaşlığa giden yol zor ve bilinmezlerle dolu. Partilerin yasaklandığı, gerçek demokratların hapse atıldıkları veya sürgün edildikleri ülkelerdeki siyasi zayıflık halkın ayaklanmasının gerçek gücü haline geldi.

Bu aniden ortaya çıkan, tabii olarak barışçı, iletişimini cep telefonu ve internet sayesinde sağlayan, kendi kendini örgütleyen bir kendiliğindenlik sayesinde baskı rejimlerini şaşkınlığa uğrattı. Zira bu ayaklanmaların, sürgün edilebilecek, hapse atılabilecek bir başı yoktu, aksine sayısız başı vardı. Şiddeti değil zekayı öne çıkaran bu barışçı hareket, tüm sosyal sınıfları ve nesilleri gençlik etrafında toplamasını bildi; toplum, genelinde, azla yetinme anlayışından böylece yavaş yavaş uzaklaşmaktadır.

Arap gençliğinin, tüm dünya gençliğinin enerji ve beklentilerini ifadede oynadığı bu yönlendirici rolün, tarihteki tüm direniş ve devrimlerin maddesini oluşturduğunu hatırlayalım. Fakat yukarıda bahsettiğimiz, diktatörlükleri yıkmakta eşi olmayan kendiliğindenliğin gücü, demokrasiyi inşaa etmek söz konusu olduğunda zayıflık haline gelmektedir. Haliyle diktatörlüklerin üretip geliştirdiği, kurum, yapı, fikir ve düşünce boşluğu kendini iyice hissettirmektedir.

Şüphesiz, ayaklanan gençlikte yaratıcı bir kaynamanın varlığı inkar edilemezse de, bunun, bölünmelere, yanlış yollara sapmalara, bazen kabuğuna çekilmelere, bazen da acele neticeler elde etmeye yönelik maceraperestliklere iten müsvedde bir düzensizliği de içerdiğini unutmamak gerek.

Avrupa'da olduğu gibi tüm dünyada, insan ve toplum muğlaklığı, küreselleşmenin tarihi süreci üzerine belirgin bir bakış açısının bulunmayışı, yerküremizin doludizgin yöneldiği yokolma yarışına bir cevap ve kurtarıcı bir yol bulmamıza engel olmaktadır.

Tunus ve Mısır diktatörlüklerinin hızlı yıkılışı, diğer diktatörlüklerin kendi halklarını çalkalayan özgürlük beklentilerine karşı aşırı zor kullanmaya ittiğini görüyoruz.

Cezayir'de daha olgunlaşma sürecinde boğma teşebbüsleri, Yemen, Bahreyn ve Suriye gibi ülkelerde, bazı demokratik açılım vaatleriyle birlikte aşırı şiddete de başvuruldu. Örneğin, değişim ve devrim dalgası, özgürlük beklentilerinin ağırlıklarını korudukları deprem merkezinden uzaklaştıkça, Bahreyn' de olduğu gibi, etnik ve dini beklentilere yöneldi. Batı'nın tepkisi çok değişik biçimlere büründü. Obama'nın etkisiyle, ABD, evvela Tunus ve Mısır' da sonra da, Libya' da demokrasi şampiyonlarını oynadı.

Sonra, Suriye ile ilgili olarak temkinli bir tavır aldılar; Suudi Arabistan rejimini hiçbir zaman sorgulamadılar. Fransa, Tunus ilkbaharını geç selamladı, sonra da Bingazi direnenlerinin yardımına koştu.

Libya, kompleks bir paradoks, çelişki ve belirsizlik arz etmektedir.

Birinci paradoks, Fransız cumhurbaşkanı ile Libya despotu arasında sıkı ilişkilerden sonra açık çatışmaya girilmesi, ve aynı zamanda eski sömürgeci güçlerin ayaklanan halkların imdadına yetişmeleri oldu.

Bu müdahale insani midir?

Demokratik midir?

Ekonomik (petrol) bir yönü var mıdır?

Yemen ve Suriye' de iktidarlar halka karşı şiddet kullanırken, Batı müdahalesi sadece Libya ile kısıtlı kalmaktadır; daha evvel de İsrail'in Gaza harekatına karşı gösterilen Batı pasifliği göz önünde bulundurulursa, Arap dünyası kamuoyunun neden kararsız ve bölünmüş olduğu kolay anlaşılır. Gerçi, bir müdahale hiç müdahale etmemekten daha iyi olsa da, bir defa daha Batı'nın ayrım yaptığının kanıtını görmekteyiz.

Siyasi ve askeri belirsizlikler çok büyük: Bundan böyle tamamen şehirleşmiş milletlerde, kabileleşmelerin önemi nedir ?

Ayaklanmalarda, demokratik beklentilerin yeri nedir?

Kaddafi'ye Cezayir ve başka ülkelerin yaptıkları yardım nedir?

Nihayet, bu ayaklanmaların giderek çamura batmaları ihtimalinin büyük olduğunu da söylemek gerek.

Haliyle, büyük bir belirsizlikten bahsedebiliriz: Başlangıçta kurtarıcı bir görünümü olan Batı müdahalesi büyük bir felakete dönüşebilir mi?

Bazı eylemlerin yapısı incelendiğinde, başlangıç beklentilerinin çoğu zaman ters yönde geliştikleri gözlemlenmektedir.

Fas'a gelince, diğer Arap ülkelerinden hem farklı, hem de büyük benzerlikler göstermektedir. Büyük fark, monarşinin ülke tarihini derin bağlarla bağlı ve önemli demokratik ve liberal reformların gerçekleştirilmiş olmasında; ayrıca halkının çok kavimli ve çok kültürlülüğü uzun zamandan bu yana kabul edilmiştir. Benzerlikler ise daha çok sosyal eşitsizlikler ve ekonomik gelişmeye bağlı yolsuzlukların çoğalması diyebiliriz.

Arap dünyasının demokratik ilkbaharı, Avrupa demokrasilerinin canlılıklarını kaybettikleri ve de geriledikleri bir döneme rastgelmektedir. Avrupa, geç de olsa Arap ilkbaharını selamlarken, hasta ve bölünmüş olduğunu bilmektedir. Demokratik başarısızlık endişesi Avrupa'yı felce uğratmaktadır.

Destek olmak, ekonomik sömürgeciliğin devamı şeklinde olmamalı; Batı, her Arap kültürünün, kendi değerlerinin en iyisiyle Batının en iyisini, yani insan haklarıyla kadın haklarını birleştirmeyi öngören sembiyotik gelişme modellerini terk ederek, yeni bir Marshall planı gerçekleştirmelidir. Göçmen korkusu, İslamcılığın hortlaması endişesi sadece demokratik serüvenin desteklenmesiyle mümkün olabilir.

2011 yılının ilk aylarının muhteşem hamleleri tarih kitaplarına girdi. Tüm özgürlük hamleleri gibi bu bir bahistir; ve her bahis gibi, engelleri aşabilmek, ve yeni gelişmeler karşısında yeni yollar alabilmek için belirli bir stratejiye, esneklik ve yaratıcılığa ihtiyacı vardır.

Mutlaka yenilgiler ve bahtsızlıklarla karşılaşacaktır. Fakat her şeye rağmen, bünyesinde, yeni güneş doğumlarına sebep olabilecek üreme ve yeniden üreme prensibini içermektedir.

Edgar Morin


* Le Monde'dan çeviren İkinciGrup

Hiç yorum yok: