29 Eylül 2012 Cumartesi

Öcalan Halktır, Halk Öcalan


VEYSİ SARISÖZEN

Dün ne yazdık? AKP’ye “samimiyet” dedik.  Daha bir gün geçmedi, “samimiyetsizliğin” şahikalarında dolaşan ve artık ne dediği bile anlaşılamayan bir Başbakan’la yüz yüze geldik.

Başbakan Oslo görüşme masasını, geçtiğimiz gün itiraf ettiği gibi, görüşmeleri “keserek” devirdikten sonra, bir tekerlemeyi piyasaya sürdü: “Teröristle mücadele, uzantısıyla müzakere…”


İki sandalyede oturma üstadı “ortacı” sözde aydınlar bu tekerlemeyi çok sevdi. Çözümü “dağda” aramak yerine “mecliste” aramak onlara pek “liberal” bir icat olarak göründü. Ve koro halinde bu sloganın gereği olarak Hükümeti, 'PKK’ye ve Öcalan’a boş verip, BDP’yle müzakere etmeye' çağırmaya başladı. Sandılar ki, böyle olacak…


İşte geçtiğimiz gün başbakan bu tekerlemeyi ters yüz ediverdi. “Teröristlere emir verenlerle müzakere, teröristlerle kucaklaşanlarla mücadele” gibi deli saçması bir “siyasi çizgi” ile milletin karşısına çıktı. 


“Kan dökülmesin diye gerillayla, PKK’yle ve onların önderiyle gerekirse aynı masada oturabilirmiş” ama 'gerillayla kucaklaşan, PKK’yle arasına mesafe koymayan BDP’li vekillerle aynı Meclis çatısı altında olamazmış…'


Böylece, iki üç gündür tüm “liberal-demokrat” çevrelerin yüreğini ağzına getiren, hatta bunlardan birisini “Başbakanı destekleyelim” diye bağırtan lafların, “Oslo ve Öcalan” hakkındaki karmakarışık açıklamaların tuhaf sonucu şöyle: ''PKK ve Öcalan'la müzakere, BDP ve Gültan Kışanakla mücadele…”


Kürt sorunu bizzat devlet ve onu destekleyen “dış güçler” tarafından bir labirent haline getirildi. Şimdi Başbakan bu labirentin çıkmaz koridorlarında bir kobay gibi o duvardan bu duvara yalpalayarak, çarparak, düşüp kalkarak çıkış yolu arıyor.


Başbakan’ın şaşkınlığı, akıl almaz laflar etmesi, Kürt sorununun aldığı yeni veçheyle ilgili. Savaşın tırmanışından söz etmiyorum. Elbette savaşın yeni aşaması tüm devleti şaşırttı. Ama ortada yeni bir olgu daha var. Psikolojik savaş mekanizması felce uğradı.


Ne demek bu?


Şu demek:


Birincisi, Öcalan’ı, Adalet Bakanı'nın uygunsuz tabiriyle bir “enstrüman” olarak kullanma umudu artık hem Öcalan’ın akıllara durgunluk veren direnişi, hem de Kürt kamuoyunun “neyin Öcalan’a ait, neyin Öcalan adına uydurulmuş” olduğunu anlayacak büyük bir olgunluğa, uyanıklığa, zekaya ve sezgiye sahip olmasıyla birlikte yok olup gitti. Devlet ve AKP, Öcalan’ın bir “enstrüman” olmadığını, onun her hangi bir “alet” gibi kulanılamayacağını, PKK’nin önderi olduğunu ve halkın Öcalan “gerçeğini” çok iyi tanıdığını gördü. Öcalan’ı kendi arkadaşlarına karşı koyma yeltenişi iflas etti. Kürtler, Öcalan’ın PKK ve PKK’nin Öcalan olduğunu, aynı zamanda bu ikisinin Kürt halkı anlamına geldiğini çoktan anladı ve kendi varlığının bilincine varan halk Öcalan’ın her sözünü en doğru “yorumlama” yeteneğini kazandı. İzolasyon işe yaramadı. Senkronizasyon devrimi yaşanıyor: Öcalan ne düşünüyorsa, örgüt ve halk onu düşünüyor; örgüt ve halk ne düşünüyorsa Öcalan onu düşünüyor… Bu Öcalan’ın büyük direnişi ve iradesi sayesinde gerçekleşti.


İkincisi, psikolojik savaşın en büyük, en kurnaz, en ahlaksız, en iki yüzlü, en sinsi, en rezil ve en berbat yöntemi iflas etti. Bu yöntem, Kürt halkının “barış beklentisiyle oynama” yöntemidir. Bu yöntem “ataerkil, paternalist, vesayetçi” sistemin yöntemidir. Bu yöntemin en basit uygulaması, kışladaki uygulamadır. En etkili şekilde askere zorla alınan, Türkçe bilmeyen, “Ali Okulu”na giden Kürdün üstünde denenmiştir. Sille tokat, falaka zorla Türkçe öğrenmiştir, “Ali Okulundan mezun” olduğu gün, onu insanlığından çıkaran “komutan”, ensesine şöyle “babayani” bir şaplak vurduktan sonra, alnından öpmüş ve “şimdi mutlu bir Türk askeri oldun” demiştir. O Kürt nesilden nesile, bu “komutanı” anlatıp durmuş, “bir şamar attığında, bir de duvar vururdu, ama baba adamdı” lafı “askerlik hatıralarının” baş köşesinde yer almıştır. 


AKP şu son on yıl içinde bu yöntemi defalarca uyguladı. Her “inkar ve imha kampanyasından” sonra “şimdi Açılım yapıyorum”, “şimdi müzakere sürecini başlatıyorum” diyerek, kitlelerin sivil ve barışçı direniş gücünü zaman zaman başarıyla etkisiz hale getirdi. Halkın “barış beklentisiyle oynama” yöntemi, önce onu “canından bezdirme, barıştan umutsuz hale getirme”, ardından da çölde susuz kalmış insana uzaklardan vahayı gösterir gibi “sahte barış umutlarını” yeşertme, ardından yeniden umutsuzluğa sürükleme yöntemidir.


İşte artık bu yöntem, halkın ağır kayıplar pahasına elde ettiği dersler sayesinde çöpe atılmıştır. Düne kadar Başbakanın ağzından çıkan her “barış ve müzakere” lafı kitleleri büyük bir “beklentiye” sokarken, artık etkisini büyük ölçüde yitirmiş bulunuyor.


Halk artık ne Başbakan’ın bu tür içi boş “açılım” laflarına güveniyor, ne de onun bu laflarını allayıp pullayıp, Kürt halkının bilincinde AKP’ye dair boş umutlar yaratmaya çalışan siyasetçi, yazar ya da aydn çevrelerin “pazarlamacı” sözlerini ciddiye alıyor.


Kürtler artık “lafa değil, işe” bakıyor.


Ne Öcalan sizin kullanabıleceğiniz bir “enstrümandır”, ne de Kürt halkı, bir elinizle şamar atıp, öteki elinizi öptüreceğiniz “Ali Okulu”nun eski Kürdüdür.

Yalan

 AHMET KAHRAMAN
 
Okullarda, körpecik Kürt çocuklarının beynine de "Türkün ateşiyle dünya ufku ağardı - Türk olmasa tarihe yazılacak ne vardı?" yalanı çakıla dursun, resmi yalanlar hiç bir dönemde, bu kadar hayatın hakiki yüzü olmadı.

Utanmanın yelkenleri de fora oldu, günümüzde.


Bir sonraki yalan bir öncekini siliyor, başarının yeni belgesi oluyor.


Türk ırkçılığının ruhuna hayat suyu verme yarışlarında, Kürt kanı üzerinde yalanlar uyduruluyordu. Üç gün önce, Kürtlerin ölüleriyle Türk ırkçılığına ferahlık serpmeye çıkan Başbakan Recep Erdoğan, "500 terörist (Kürt gerilla) öldürdük" diyordu.  Aynı adam, dün rakamı 144’in indiriyor, kimsecik yalanlardan hangisi doğru diye sormuyordu.


Nasıl olsa 'Türk üşümüyor, acıkmıyor, uyku nedir bilmiyor ve asla korkmuyor'du. Yani, yalan hayatın gıdasıdı. Yaşamanın derinliklerinden fırlayan başarı, "hakiki mürşit" (yol gösterici) idi. Karşısındakini kandırmayı başaran her zaman, en birinciydi.


Onun için, hayatı boyunca cami avlusundan bile geçmemiş Alevi Neşet Ertaş ölünce, cenazesi cami bahçesine yatırılıyor, Alevileri aşağılayarak oylarını artırma dümenini çeviren Recep Başbakan, "tutmayın beni lan, fırsat bu fırsattır" dercesine cenazeye hamle edip sırtına alıyor, görenlere "ah sevgini sevsinler" dedirtiyordu.


Yalanın Kürdistan boyutu ise, nasıl olsa 'Kürdün sesi çıkmaz, çıksa bile duyulmaz' hesabıyla, atalarından miras ve bin tanesi de bir paraya idi.

Yalanlarla başı dönmüş Türk ne bilsin, Kürdistan ulusal kurtuluş hareketinin, anayasası, yasaları da olan bir devlet olarak işlediğini!..


Onun için, her türlü yalan mübah, atış serbestti.


Türk medyasında dün yer alan ortak yalan metnine göre, 'Kürdistan ulusal kurtuluş hareketi içinde, TC ve Suriye’ye hizmetkarlık konusunda derin anlaşmazlık belirmiş, almış başını gidiyor'du.


Taraflardan biri, "Kürdistan’ı bırak, gidip Suriye için ölelim", kuzeyli rehine, esir ve köle Kürtler de, "TC zordayken, bize hayat haram, kardeşlik için ölmeye ileri" diyorlarmış. Hatta, 'bu noktada birleşip bütünleşemedikleri için dövüştü, dövüşecek duruma gelmişler'di.


Kendi halkını kurtarmak için ölüme koşmaların, öte yandan can düşmanlarına muhafızlık, hizmet erliği…


Bu, uydurma da bir ilktir, yer yüzünde.


Kaç Türk’ü inandırıp, AKP yani devlet yanlısı yapabildiler, bilemiyorum, ama böylesi bir yalan, ancak bunlara yakışır.


Yalan içinde entrika, bununla da kalmıyor, Öcalan'lı boyutlarla uzuyor, onu kurucusu ve lideri olduğu yapıyla karşı karşıya getirme tüfekleri atılıyordu.


Recep Erdoğan, 20011 yılını, Kürdistan ulusal hareketini kırarak bitirme yılı olarak ilan etmiş, kış boyunca kara ve havadan taarruzlar tazelemiş, bir başka misillemeyle ellerinde esir olan Abdullah Öcalan’ın dünya ile irtibatını da kesmişti.


Fakat yaz aylarında savaşın kaderi evrilmiş, TC’nin kara orduları kıpırdayamaz halde, kışlaları koruma derdine düşmüştü. Şaşkına dönen Recep Erdoğan, bundan sonra Amerika, NATO ve Güney Kürdistan’dan yardım istemiş, aradığını bulamayınca, daha bir kaç ay önce, asılmasını savunduğu ve terörist başı olarak aşağıladığı Öcalan’a sığınmış, kendi deyimiyle "kardeşinin oraya gitmesini istedik, gitti görüştü" yapmıştı.


Mehmet Öcalan’ın üyesi olduğu parti liderinin açıklamasından anlaşıldığına göre partinin haberi yok, ama  devlet Kürtler arasında çatlaklık yaratma çabasıyla görüşmenin içeriği adı altında yalanlar üretip yayıyordu. Başbakanlığın servis ettiği paket haberlere göre, 'Öcalan TC’ye gerekli desteği vermiş ve polis ile asker ölümlerinden rahatsızlığını' söylemiş, hatta kardeşine, "bu saldırılar halklar arasındaki köprüleri ortadan kaldırmaya yönelik" demişti.


Bu satırların yazıldığı ana kadar, haberin kaynağı olarak gösterilen Mehmet Öcalan suskundu. Ancak, yalanı dokuyan tezgah bir yana, Abdullah Öcalan "halklar arasındaki köprü" ortadan kalktığı, olanı da devlet eliyle yıkıldığı için isyan etmişti.


Onun için, bu bir söz etmesi mümkün değildir.


Ortak bağ mı vardı? Köprü vardı da, biz mi görmedik ki yıkılmasından bahsetsin Öcalan!..


Kürt kendi ülkesinde esir, davranışlarına karşılık rehineydi. Recep Erdoğan’ın "sev ya da terk et" narası, Kürtlere dağ yolunu göstermesi, şehirlerde linç taarruzları, mezarlık tahribatı, Roboskî katliamı, Kürtlerin topluca tutuklanmasıyla bütünüyle yıkılmış, enkaz olmuştu.


Kürt için ortakta hukuk yok, adalet sonsuz ölüydü. Kürt çocuklarına ölümün sesi kurşunla dur deniyor, şehirler zehirli gazlarla teslim alınıyordu. Demokrasi, Kürdistan’da teslimiyetin adıydı. Kürdün köy, ülke adı yasak, anadiliyle eğitimse hak değildir.


Kürt statüsüz, resmi olarak yoktur. Öcalan buna isyan ederek, ayağa kalkmış, alınan kanlı merhalelerden sonra Kürdistan, bu gün yalnız bölgenin değil, dünyanın gerçeğidir.


Öcalan, betonların gerisine gömülüdür bugün. Güç olan Kürtleri arasına nifak sokmak isteyen yeminli düşmanlarının yalan entrikaları şaşırtıcı değildir. Ama boş çaba…

Fransa’da Alarm Zilleri Çalıyor

Fransa’da kamu borcu üç ayda 43,2 milyar Euro arttı. Kamu borcu toplamda 1 trilyon 832 milyar Euro’ya ulaşırken, hükümet kara kara nereden kesinti yapacağını düşünüyor. Dün kesintiler için toplanan hükümet ilk olarak vergileri arttırmayı düşünüyor.

Fransa Ulusal İstatistik Enstitüsü (INSEE) ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durumu verilerle açıkladı. Buna göre ülkenin kamu borcu yılın ikinci çeyreğinde ilk çeyreğe göre 43,2 milyar Euro arttı. INSSE, böylelikle Fransa’nın kamu borcunun 1 trilyon 832 milyar Euro’ya yükseldiğini söyledi.

INSEE verilerine göre, ekonomik büyüme hızı yılın ikinci çeyreğinde ilk çeyreğe göre yüzde 0’da kaldı.

Ekonomik krizde çanların çalması üzerine hükümet harekete geçti. Yine krizin faturasını emekçilere yükleyecek olan hükümet göz boyamak için 'ülkenin en zengin kesimin yüzde 10’unundan alacak vergiyi attıracağını' duyurdu. Ancak ne kadar artacağı konusunda herhangi bir bilgi verilmedi.

Yapacağı kesintilerle yaklaşık 30 milyar Euro tasarruf yapmayı planlayan hükümet, 'yılda 1 milyon Euro’dan fazla kazananlardan %75 vergi almakta ısrarlı' olduğunu belirtti.

'Kesintileri halka yansıtmayacaklarını' ileri süren Fransa Başbakanı Jean-Marc Ayrault, 'bütçede kamu açığının kapatılmasına yönelik adımlar olacağı, bunun da kamu harcamalarını kısmaya değil, vergileri artırmaya ağırlık vererek yapılacağını' söyledi. Jean-Marc Ayrault, „cesur ve sorumluluk sahibi bir bütçe, bir fetih bütçesi“ diye nitelediği planlarda 'zenginlere vergi artışının temel politikalardan biri olduğunu' söyledi.

Başbakan 'önceliklerinin gençler, mesleki eğitim ve kamu harcamalarını 10 milyar Euro azaltmak olacağını' da sözlerine ekledi.

Ayrault, 'orta ve küçük ölçekli işletmelere teşvikler vereceklerini, risk almayı teşvik edeceklerini' de belirtti.

İspanya Tasarruf Paketini Açıkladı

İspanya’da Bakanlar Kurulu, büyük miktarda tasarruf öngören 2013 bütçe tasarısını kabul etti. Madrid yönetimi, ülke tarihin en sıkı tasarruf programıyla alacağı uluslararası yardım için gerekecek koşulları, daha önce kendiliğinden yerine getirecek.

Euro bölgesinin en büyük bütçe açıklarından birini taşıyan İspanya’da Başbakan Mariano Rajoy hükümeti gelecek yıl bakanlık bütçelerini yüzde 8.9 daraltacağını, iki yıldan beri dondurulmuş olan kamu ücretlerinin gelecek yıl da açılmayacağını açıkladı.

Altı saat süren kabine toplantısından sonra kararları açıklayan Başbakan Yardımcısı Soraya Saenz de Santamaria, „Bu kriz bütçesinin amacı krizden çıkmaktır. Bu bütçede gelirlerden çok, harcamalar üzerinde ayarlamalar yapıldı“ dedi.

Hükümet, gelecek yıl yeni yürürlüğe konulan vergi ve kesintilerle 4 trilyon 375 milyar euro gelir elde etmeyi planlıyor. Özellikle şans oyunlarına yeni vergiler getirilmesi planlanıyor. Hükümet, 2013 yılında, harcamaları yüzde 7.3 düşürerek 13 milyar Euro tasarruf öngörüyor. Buna sosyal güvenlik ve sigorta ödemeleri dahil değil. KDV oranlarında yapılacak yüzde 15’lik artış ile de gelirlerde yüzde 4 artış sağlanacak.

Kabul edilen tasarruf programı bugün parlamentoya getirilecek. Görüşmelerin haftalar alabileceği belirtiliyor.   

İspanya’nın 17 özerk bölgesi de kendi bütçesini sunacak. Bu bölgeler bütçe açıklarını azaltma hedeflerini karşılayabilmek için 5 milyar Euroluk ayarlama yapmak zorundalar.

İspanya hükümeti, AB ile bir kurtarma yardımı paketinin koşullarına ilişkin müzakereyi sürdürüyor. Bu adımla Avrupa Merkez Bankası’nın tahvil alım programı da başlamış olacak.

Yürürlüğe konulan yeni tasarruf tedbirlerinin gelecek günlerde İspanya’da protesto gösterilerine yol açması bekleniyor. Salı günü yapılan protestolarda göstericiler erken seçim talebinde bulunmuş ve iktidardaki Halk Partisi’ni tasarruf tedbirleri nedeniyle halkı kandırmakla suçlamıştı.

Yeni Özgür Politika