VEYSİ SARISÖZEN
Dün ne yazdık? AKP’ye “samimiyet” dedik. Daha bir gün geçmedi,
“samimiyetsizliğin” şahikalarında dolaşan ve artık ne dediği bile
anlaşılamayan bir Başbakan’la yüz yüze geldik.
Başbakan Oslo görüşme
masasını, geçtiğimiz gün itiraf ettiği gibi, görüşmeleri “keserek”
devirdikten sonra, bir tekerlemeyi piyasaya sürdü: “Teröristle mücadele,
uzantısıyla müzakere…”
İki sandalyede oturma üstadı “ortacı” sözde
aydınlar bu tekerlemeyi çok sevdi. Çözümü “dağda” aramak yerine
“mecliste” aramak onlara pek “liberal” bir icat olarak göründü. Ve koro
halinde bu sloganın gereği olarak Hükümeti, 'PKK’ye ve Öcalan’a boş verip,
BDP’yle müzakere etmeye' çağırmaya başladı. Sandılar ki, böyle olacak…
İşte
geçtiğimiz gün başbakan bu tekerlemeyi ters yüz ediverdi. “Teröristlere
emir verenlerle müzakere, teröristlerle kucaklaşanlarla mücadele” gibi
deli saçması bir “siyasi çizgi” ile milletin karşısına çıktı.
“Kan
dökülmesin diye gerillayla, PKK’yle ve onların önderiyle gerekirse aynı
masada oturabilirmiş” ama 'gerillayla kucaklaşan, PKK’yle arasına mesafe
koymayan BDP’li vekillerle aynı Meclis çatısı altında olamazmış…'
Böylece,
iki üç gündür tüm “liberal-demokrat” çevrelerin yüreğini ağzına
getiren, hatta bunlardan birisini “Başbakanı destekleyelim” diye
bağırtan lafların, “Oslo ve Öcalan” hakkındaki karmakarışık
açıklamaların tuhaf sonucu şöyle: ''PKK ve Öcalan'la müzakere, BDP ve
Gültan Kışanakla mücadele…”
Kürt sorunu bizzat devlet ve onu
destekleyen “dış güçler” tarafından bir labirent haline getirildi. Şimdi
Başbakan bu labirentin çıkmaz koridorlarında bir kobay gibi o duvardan
bu duvara yalpalayarak, çarparak, düşüp kalkarak çıkış yolu arıyor.
Başbakan’ın
şaşkınlığı, akıl almaz laflar etmesi, Kürt sorununun aldığı yeni
veçheyle ilgili. Savaşın tırmanışından söz etmiyorum. Elbette savaşın
yeni aşaması tüm devleti şaşırttı. Ama ortada yeni bir olgu daha var.
Psikolojik savaş mekanizması felce uğradı.
Ne demek bu?
Şu demek:
Birincisi,
Öcalan’ı, Adalet Bakanı'nın uygunsuz tabiriyle bir “enstrüman” olarak
kullanma umudu artık hem Öcalan’ın akıllara durgunluk veren direnişi,
hem de Kürt kamuoyunun “neyin Öcalan’a ait, neyin Öcalan adına
uydurulmuş” olduğunu anlayacak büyük bir olgunluğa, uyanıklığa, zekaya
ve sezgiye sahip olmasıyla birlikte yok olup gitti. Devlet ve AKP,
Öcalan’ın bir “enstrüman” olmadığını, onun her hangi bir “alet” gibi
kulanılamayacağını, PKK’nin önderi olduğunu ve halkın Öcalan “gerçeğini”
çok iyi tanıdığını gördü. Öcalan’ı kendi arkadaşlarına karşı koyma
yeltenişi iflas etti. Kürtler, Öcalan’ın PKK ve PKK’nin Öcalan olduğunu,
aynı zamanda bu ikisinin Kürt halkı anlamına geldiğini çoktan anladı ve
kendi varlığının bilincine varan halk Öcalan’ın her sözünü en doğru
“yorumlama” yeteneğini kazandı. İzolasyon işe yaramadı. Senkronizasyon
devrimi yaşanıyor: Öcalan ne düşünüyorsa, örgüt ve halk onu düşünüyor;
örgüt ve halk ne düşünüyorsa Öcalan onu düşünüyor… Bu Öcalan’ın büyük
direnişi ve iradesi sayesinde gerçekleşti.
İkincisi, psikolojik
savaşın en büyük, en kurnaz, en ahlaksız, en iki yüzlü, en sinsi, en
rezil ve en berbat yöntemi iflas etti. Bu yöntem, Kürt halkının “barış
beklentisiyle oynama” yöntemidir. Bu yöntem “ataerkil, paternalist,
vesayetçi” sistemin yöntemidir. Bu yöntemin en basit uygulaması,
kışladaki uygulamadır. En etkili şekilde askere zorla alınan, Türkçe
bilmeyen, “Ali Okulu”na giden Kürdün üstünde denenmiştir. Sille tokat,
falaka zorla Türkçe öğrenmiştir, “Ali Okulundan mezun” olduğu gün, onu
insanlığından çıkaran “komutan”, ensesine şöyle “babayani” bir şaplak
vurduktan sonra, alnından öpmüş ve “şimdi mutlu bir Türk askeri oldun”
demiştir. O Kürt nesilden nesile, bu “komutanı” anlatıp durmuş, “bir
şamar attığında, bir de duvar vururdu, ama baba adamdı” lafı “askerlik
hatıralarının” baş köşesinde yer almıştır.
AKP şu son on yıl içinde
bu yöntemi defalarca uyguladı. Her “inkar ve imha kampanyasından” sonra
“şimdi Açılım yapıyorum”, “şimdi müzakere sürecini başlatıyorum”
diyerek, kitlelerin sivil ve barışçı direniş gücünü zaman zaman
başarıyla etkisiz hale getirdi. Halkın “barış beklentisiyle oynama”
yöntemi, önce onu “canından bezdirme, barıştan umutsuz hale getirme”,
ardından da çölde susuz kalmış insana uzaklardan vahayı gösterir gibi
“sahte barış umutlarını” yeşertme, ardından yeniden umutsuzluğa
sürükleme yöntemidir.
İşte artık bu yöntem, halkın ağır kayıplar
pahasına elde ettiği dersler sayesinde çöpe atılmıştır. Düne kadar
Başbakanın ağzından çıkan her “barış ve müzakere” lafı kitleleri büyük
bir “beklentiye” sokarken, artık etkisini büyük ölçüde yitirmiş
bulunuyor.
Halk artık ne Başbakan’ın bu tür içi boş “açılım”
laflarına güveniyor, ne de onun bu laflarını allayıp pullayıp, Kürt
halkının bilincinde AKP’ye dair boş umutlar yaratmaya çalışan siyasetçi,
yazar ya da aydn çevrelerin “pazarlamacı” sözlerini ciddiye alıyor.
Kürtler artık “lafa değil, işe” bakıyor.
Ne
Öcalan sizin kullanabıleceğiniz bir “enstrümandır”, ne de Kürt halkı,
bir elinizle şamar atıp, öteki elinizi öptüreceğiniz “Ali Okulu”nun eski
Kürdüdür.
AHMET KAHRAMAN
Okullarda, körpecik Kürt çocuklarının beynine de "Türkün ateşiyle dünya
ufku ağardı - Türk olmasa tarihe yazılacak ne vardı?" yalanı çakıla
dursun, resmi yalanlar hiç bir dönemde, bu kadar hayatın hakiki yüzü
olmadı.
Utanmanın yelkenleri de fora oldu, günümüzde.
Bir sonraki yalan bir öncekini siliyor, başarının yeni belgesi oluyor.
Türk
ırkçılığının ruhuna hayat suyu verme yarışlarında, Kürt kanı üzerinde
yalanlar uyduruluyordu. Üç gün önce, Kürtlerin ölüleriyle Türk
ırkçılığına ferahlık serpmeye çıkan Başbakan Recep Erdoğan, "500
terörist (Kürt gerilla) öldürdük" diyordu. Aynı adam, dün rakamı 144’in
indiriyor, kimsecik yalanlardan hangisi doğru diye sormuyordu.
Nasıl
olsa 'Türk üşümüyor, acıkmıyor, uyku nedir bilmiyor ve asla korkmuyor'du.
Yani, yalan hayatın gıdasıdı. Yaşamanın derinliklerinden fırlayan
başarı, "hakiki mürşit" (yol gösterici) idi. Karşısındakini kandırmayı
başaran her zaman, en birinciydi.
Onun için, hayatı boyunca cami
avlusundan bile geçmemiş Alevi Neşet Ertaş ölünce, cenazesi cami
bahçesine yatırılıyor, Alevileri aşağılayarak oylarını artırma dümenini
çeviren Recep Başbakan, "tutmayın beni lan, fırsat bu fırsattır"
dercesine cenazeye hamle edip sırtına alıyor, görenlere "ah sevgini
sevsinler" dedirtiyordu.
Yalanın Kürdistan boyutu ise, nasıl olsa
'Kürdün sesi çıkmaz, çıksa bile duyulmaz' hesabıyla, atalarından miras ve
bin tanesi de bir paraya idi.
Yalanlarla başı dönmüş Türk ne bilsin,
Kürdistan ulusal kurtuluş hareketinin, anayasası, yasaları da olan bir
devlet olarak işlediğini!..
Onun için, her türlü yalan mübah, atış serbestti.
Türk
medyasında dün yer alan ortak yalan metnine göre, 'Kürdistan ulusal
kurtuluş hareketi içinde, TC ve Suriye’ye hizmetkarlık konusunda derin
anlaşmazlık belirmiş, almış başını gidiyor'du.
Taraflardan biri,
"Kürdistan’ı bırak, gidip Suriye için ölelim", kuzeyli rehine, esir ve
köle Kürtler de, "TC zordayken, bize hayat haram, kardeşlik için ölmeye
ileri" diyorlarmış. Hatta, 'bu noktada birleşip bütünleşemedikleri için
dövüştü, dövüşecek duruma gelmişler'di.
Kendi halkını kurtarmak için ölüme koşmaların, öte yandan can düşmanlarına muhafızlık, hizmet erliği…
Bu, uydurma da bir ilktir, yer yüzünde.
Kaç Türk’ü inandırıp, AKP yani devlet yanlısı yapabildiler, bilemiyorum, ama böylesi bir yalan, ancak bunlara yakışır.
Yalan
içinde entrika, bununla da kalmıyor, Öcalan'lı boyutlarla uzuyor, onu
kurucusu ve lideri olduğu yapıyla karşı karşıya getirme tüfekleri
atılıyordu.
Recep Erdoğan, 20011 yılını, Kürdistan ulusal hareketini
kırarak bitirme yılı olarak ilan etmiş, kış boyunca kara ve havadan
taarruzlar tazelemiş, bir başka misillemeyle ellerinde esir olan
Abdullah Öcalan’ın dünya ile irtibatını da kesmişti.
Fakat yaz
aylarında savaşın kaderi evrilmiş, TC’nin kara orduları kıpırdayamaz
halde, kışlaları koruma derdine düşmüştü. Şaşkına dönen Recep Erdoğan,
bundan sonra Amerika, NATO ve Güney Kürdistan’dan yardım istemiş,
aradığını bulamayınca, daha bir kaç ay önce, asılmasını savunduğu ve
terörist başı olarak aşağıladığı Öcalan’a sığınmış, kendi deyimiyle
"kardeşinin oraya gitmesini istedik, gitti görüştü" yapmıştı.
Mehmet
Öcalan’ın üyesi olduğu parti liderinin açıklamasından anlaşıldığına göre
partinin haberi yok, ama devlet Kürtler arasında çatlaklık yaratma
çabasıyla görüşmenin içeriği adı altında yalanlar üretip yayıyordu.
Başbakanlığın servis ettiği paket haberlere göre, 'Öcalan TC’ye gerekli
desteği vermiş ve polis ile asker ölümlerinden rahatsızlığını' söylemiş,
hatta kardeşine, "bu saldırılar halklar arasındaki köprüleri ortadan
kaldırmaya yönelik" demişti.
Bu satırların yazıldığı ana kadar,
haberin kaynağı olarak gösterilen Mehmet Öcalan suskundu. Ancak, yalanı
dokuyan tezgah bir yana, Abdullah Öcalan "halklar arasındaki köprü"
ortadan kalktığı, olanı da devlet eliyle yıkıldığı için isyan etmişti.
Onun için, bu bir söz etmesi mümkün değildir.
Ortak bağ mı vardı? Köprü vardı da, biz mi görmedik ki yıkılmasından bahsetsin Öcalan!..
Kürt
kendi ülkesinde esir, davranışlarına karşılık rehineydi. Recep
Erdoğan’ın "sev ya da terk et" narası, Kürtlere dağ yolunu göstermesi,
şehirlerde linç taarruzları, mezarlık tahribatı, Roboskî katliamı,
Kürtlerin topluca tutuklanmasıyla bütünüyle yıkılmış, enkaz olmuştu.
Kürt
için ortakta hukuk yok, adalet sonsuz ölüydü. Kürt çocuklarına ölümün
sesi kurşunla dur deniyor, şehirler zehirli gazlarla teslim alınıyordu.
Demokrasi, Kürdistan’da teslimiyetin adıydı. Kürdün köy, ülke adı yasak,
anadiliyle eğitimse hak değildir.
Kürt statüsüz, resmi olarak yoktur.
Öcalan buna isyan ederek, ayağa kalkmış, alınan kanlı merhalelerden
sonra Kürdistan, bu gün yalnız bölgenin değil, dünyanın gerçeğidir.
Öcalan,
betonların gerisine gömülüdür bugün. Güç olan Kürtleri arasına nifak
sokmak isteyen yeminli düşmanlarının yalan entrikaları şaşırtıcı
değildir. Ama boş çaba…
Fransa’da kamu borcu üç ayda 43,2 milyar Euro arttı. Kamu borcu
toplamda 1 trilyon 832 milyar Euro’ya ulaşırken, hükümet kara kara
nereden kesinti yapacağını düşünüyor. Dün kesintiler için toplanan
hükümet ilk olarak vergileri arttırmayı düşünüyor.
Fransa Ulusal
İstatistik Enstitüsü (INSEE) ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durumu
verilerle açıkladı. Buna göre ülkenin kamu borcu yılın ikinci çeyreğinde
ilk çeyreğe göre 43,2 milyar Euro arttı. INSSE, böylelikle Fransa’nın
kamu borcunun 1 trilyon 832 milyar Euro’ya yükseldiğini söyledi.
INSEE verilerine göre, ekonomik büyüme hızı yılın ikinci çeyreğinde ilk çeyreğe göre yüzde 0’da kaldı.
Ekonomik
krizde çanların çalması üzerine hükümet harekete geçti. Yine krizin
faturasını emekçilere yükleyecek olan hükümet göz boyamak için 'ülkenin
en zengin kesimin yüzde 10’unundan alacak vergiyi attıracağını' duyurdu.
Ancak ne kadar artacağı konusunda herhangi bir bilgi verilmedi.
Yapacağı
kesintilerle yaklaşık 30 milyar Euro tasarruf yapmayı planlayan
hükümet, 'yılda 1 milyon Euro’dan fazla kazananlardan %75 vergi almakta
ısrarlı' olduğunu belirtti.
'Kesintileri halka yansıtmayacaklarını'
ileri süren Fransa Başbakanı Jean-Marc Ayrault, 'bütçede kamu açığının
kapatılmasına yönelik adımlar olacağı, bunun da kamu harcamalarını
kısmaya değil, vergileri artırmaya ağırlık vererek yapılacağını' söyledi.
Jean-Marc Ayrault, „cesur ve sorumluluk sahibi bir bütçe, bir fetih
bütçesi“ diye nitelediği planlarda 'zenginlere vergi artışının temel
politikalardan biri olduğunu' söyledi.
Başbakan 'önceliklerinin gençler, mesleki eğitim ve kamu harcamalarını 10 milyar Euro azaltmak olacağını' da sözlerine ekledi.
Ayrault, 'orta ve küçük ölçekli işletmelere teşvikler vereceklerini, risk almayı teşvik edeceklerini' de belirtti.
İspanya Tasarruf Paketini Açıkladı
İspanya’da Bakanlar Kurulu, büyük miktarda tasarruf öngören 2013 bütçe
tasarısını kabul etti. Madrid yönetimi, ülke tarihin en sıkı tasarruf
programıyla alacağı uluslararası yardım için gerekecek koşulları, daha
önce kendiliğinden yerine getirecek.
Euro bölgesinin en büyük bütçe
açıklarından birini taşıyan İspanya’da Başbakan Mariano Rajoy hükümeti
gelecek yıl bakanlık bütçelerini yüzde 8.9 daraltacağını, iki yıldan
beri dondurulmuş olan kamu ücretlerinin gelecek yıl da açılmayacağını
açıkladı.
Altı saat süren kabine toplantısından sonra kararları
açıklayan Başbakan Yardımcısı Soraya Saenz de Santamaria, „Bu kriz
bütçesinin amacı krizden çıkmaktır. Bu bütçede gelirlerden çok,
harcamalar üzerinde ayarlamalar yapıldı“ dedi.
Hükümet, gelecek yıl
yeni yürürlüğe konulan vergi ve kesintilerle 4 trilyon 375 milyar euro
gelir elde etmeyi planlıyor. Özellikle şans oyunlarına yeni vergiler
getirilmesi planlanıyor. Hükümet, 2013 yılında, harcamaları yüzde 7.3
düşürerek 13 milyar Euro tasarruf öngörüyor. Buna sosyal güvenlik ve
sigorta ödemeleri dahil değil. KDV oranlarında yapılacak yüzde 15’lik
artış ile de gelirlerde yüzde 4 artış sağlanacak.
Kabul edilen tasarruf programı bugün parlamentoya getirilecek. Görüşmelerin haftalar alabileceği belirtiliyor.
İspanya’nın
17 özerk bölgesi de kendi bütçesini sunacak. Bu bölgeler bütçe
açıklarını azaltma hedeflerini karşılayabilmek için 5 milyar Euroluk
ayarlama yapmak zorundalar.
İspanya hükümeti, AB ile bir kurtarma
yardımı paketinin koşullarına ilişkin müzakereyi sürdürüyor. Bu adımla Avrupa
Merkez Bankası’nın tahvil alım programı da başlamış olacak.
Yürürlüğe
konulan yeni tasarruf tedbirlerinin gelecek günlerde İspanya’da
protesto gösterilerine yol açması bekleniyor. Salı günü yapılan
protestolarda göstericiler erken seçim talebinde bulunmuş ve iktidardaki
Halk Partisi’ni tasarruf tedbirleri nedeniyle halkı kandırmakla
suçlamıştı.
Yeni Özgür Politika