29 Eylül 2012 Cumartesi

Yalan

 AHMET KAHRAMAN
 
Okullarda, körpecik Kürt çocuklarının beynine de "Türkün ateşiyle dünya ufku ağardı - Türk olmasa tarihe yazılacak ne vardı?" yalanı çakıla dursun, resmi yalanlar hiç bir dönemde, bu kadar hayatın hakiki yüzü olmadı.

Utanmanın yelkenleri de fora oldu, günümüzde.


Bir sonraki yalan bir öncekini siliyor, başarının yeni belgesi oluyor.


Türk ırkçılığının ruhuna hayat suyu verme yarışlarında, Kürt kanı üzerinde yalanlar uyduruluyordu. Üç gün önce, Kürtlerin ölüleriyle Türk ırkçılığına ferahlık serpmeye çıkan Başbakan Recep Erdoğan, "500 terörist (Kürt gerilla) öldürdük" diyordu.  Aynı adam, dün rakamı 144’in indiriyor, kimsecik yalanlardan hangisi doğru diye sormuyordu.


Nasıl olsa 'Türk üşümüyor, acıkmıyor, uyku nedir bilmiyor ve asla korkmuyor'du. Yani, yalan hayatın gıdasıdı. Yaşamanın derinliklerinden fırlayan başarı, "hakiki mürşit" (yol gösterici) idi. Karşısındakini kandırmayı başaran her zaman, en birinciydi.


Onun için, hayatı boyunca cami avlusundan bile geçmemiş Alevi Neşet Ertaş ölünce, cenazesi cami bahçesine yatırılıyor, Alevileri aşağılayarak oylarını artırma dümenini çeviren Recep Başbakan, "tutmayın beni lan, fırsat bu fırsattır" dercesine cenazeye hamle edip sırtına alıyor, görenlere "ah sevgini sevsinler" dedirtiyordu.


Yalanın Kürdistan boyutu ise, nasıl olsa 'Kürdün sesi çıkmaz, çıksa bile duyulmaz' hesabıyla, atalarından miras ve bin tanesi de bir paraya idi.

Yalanlarla başı dönmüş Türk ne bilsin, Kürdistan ulusal kurtuluş hareketinin, anayasası, yasaları da olan bir devlet olarak işlediğini!..


Onun için, her türlü yalan mübah, atış serbestti.


Türk medyasında dün yer alan ortak yalan metnine göre, 'Kürdistan ulusal kurtuluş hareketi içinde, TC ve Suriye’ye hizmetkarlık konusunda derin anlaşmazlık belirmiş, almış başını gidiyor'du.


Taraflardan biri, "Kürdistan’ı bırak, gidip Suriye için ölelim", kuzeyli rehine, esir ve köle Kürtler de, "TC zordayken, bize hayat haram, kardeşlik için ölmeye ileri" diyorlarmış. Hatta, 'bu noktada birleşip bütünleşemedikleri için dövüştü, dövüşecek duruma gelmişler'di.


Kendi halkını kurtarmak için ölüme koşmaların, öte yandan can düşmanlarına muhafızlık, hizmet erliği…


Bu, uydurma da bir ilktir, yer yüzünde.


Kaç Türk’ü inandırıp, AKP yani devlet yanlısı yapabildiler, bilemiyorum, ama böylesi bir yalan, ancak bunlara yakışır.


Yalan içinde entrika, bununla da kalmıyor, Öcalan'lı boyutlarla uzuyor, onu kurucusu ve lideri olduğu yapıyla karşı karşıya getirme tüfekleri atılıyordu.


Recep Erdoğan, 20011 yılını, Kürdistan ulusal hareketini kırarak bitirme yılı olarak ilan etmiş, kış boyunca kara ve havadan taarruzlar tazelemiş, bir başka misillemeyle ellerinde esir olan Abdullah Öcalan’ın dünya ile irtibatını da kesmişti.


Fakat yaz aylarında savaşın kaderi evrilmiş, TC’nin kara orduları kıpırdayamaz halde, kışlaları koruma derdine düşmüştü. Şaşkına dönen Recep Erdoğan, bundan sonra Amerika, NATO ve Güney Kürdistan’dan yardım istemiş, aradığını bulamayınca, daha bir kaç ay önce, asılmasını savunduğu ve terörist başı olarak aşağıladığı Öcalan’a sığınmış, kendi deyimiyle "kardeşinin oraya gitmesini istedik, gitti görüştü" yapmıştı.


Mehmet Öcalan’ın üyesi olduğu parti liderinin açıklamasından anlaşıldığına göre partinin haberi yok, ama  devlet Kürtler arasında çatlaklık yaratma çabasıyla görüşmenin içeriği adı altında yalanlar üretip yayıyordu. Başbakanlığın servis ettiği paket haberlere göre, 'Öcalan TC’ye gerekli desteği vermiş ve polis ile asker ölümlerinden rahatsızlığını' söylemiş, hatta kardeşine, "bu saldırılar halklar arasındaki köprüleri ortadan kaldırmaya yönelik" demişti.


Bu satırların yazıldığı ana kadar, haberin kaynağı olarak gösterilen Mehmet Öcalan suskundu. Ancak, yalanı dokuyan tezgah bir yana, Abdullah Öcalan "halklar arasındaki köprü" ortadan kalktığı, olanı da devlet eliyle yıkıldığı için isyan etmişti.


Onun için, bu bir söz etmesi mümkün değildir.


Ortak bağ mı vardı? Köprü vardı da, biz mi görmedik ki yıkılmasından bahsetsin Öcalan!..


Kürt kendi ülkesinde esir, davranışlarına karşılık rehineydi. Recep Erdoğan’ın "sev ya da terk et" narası, Kürtlere dağ yolunu göstermesi, şehirlerde linç taarruzları, mezarlık tahribatı, Roboskî katliamı, Kürtlerin topluca tutuklanmasıyla bütünüyle yıkılmış, enkaz olmuştu.


Kürt için ortakta hukuk yok, adalet sonsuz ölüydü. Kürt çocuklarına ölümün sesi kurşunla dur deniyor, şehirler zehirli gazlarla teslim alınıyordu. Demokrasi, Kürdistan’da teslimiyetin adıydı. Kürdün köy, ülke adı yasak, anadiliyle eğitimse hak değildir.


Kürt statüsüz, resmi olarak yoktur. Öcalan buna isyan ederek, ayağa kalkmış, alınan kanlı merhalelerden sonra Kürdistan, bu gün yalnız bölgenin değil, dünyanın gerçeğidir.


Öcalan, betonların gerisine gömülüdür bugün. Güç olan Kürtleri arasına nifak sokmak isteyen yeminli düşmanlarının yalan entrikaları şaşırtıcı değildir. Ama boş çaba…

Hiç yorum yok: