17 Mart 2010 Çarşamba

Yasakli Harfler ; Q, W, X

Düşüncelerin,Harflerin, kelimelerin, cümlelerin ve nihayet dillerin bütünüyle yasaklanabıldığı ve siyasallaştığı bir toplumda yaşamaktayız;bu durum özel olarak Kürt dilinin yasaklanmasını ve yok sayılmasının sonucunu beraberinde getirmektedir...

Düşünceler,Kelimeler bir nesneyi,olguyu ifade ettiği için siyasileşmesine anlam yüklemek mümkün olarak algılanabilse bile harflerin sıyasılaşması ve beraberinde yasaklama getirilmesi Türk tarzı ve Şifası bulunmayan ırkçılığın siyasalaşmaya hakım olma başarısı olarak değerlendirmek gerek.

Malum Türkiyede Demokrasi,Hukuk kağıt üzerinde mükemmel olmasada vardır.Ancak o hukuka pratikte yön veren Şifasız ırkçılıkla donanmış hasta kafalar yürütmektedir.  Kağıt üzerinde olan Hukuk bile hayat bulmadığı için yasaklanan Düşünceler,

Kelimeler,harfler siyasi baskı,inkar ve yok saymaya malzemesi olarak kulanmaktadır.

Q, W, X harflerinin yasaklanmasının gerekçesinde bu harflerin Türkçe alfabede olmaması olarak gösterilmektedir.

Oysa Q, W, X harflerinin,Türk alfabesinin de kulanlığı Latinceye ait olmakla beraber Türkiye'de kabul görmediği yönü Kürtçe dilinde kulanılmasıdır.

Dünyanın bir çok dilinde var olan Q, W, X harfleri Türkçe alfabesinde yok diye yasaklanabilmektedir.

Ama yanlış anlaşilımasın bu harfleri almancada,ingilizcede,Fransızcada,italyancada veya başka dillerde kulanmak serbest sadece kurtçe’de kulanıldığı zaman o malum harf kanunu devreye giriyor ve yasaklanılıyor.

Hatta Türk iyede (km) harfinin okunuşu, söylenişi bile başlı başına bir olay olarak karşımızda durmaktadır.

(Be),(ce),(fm),(he), gibi sessiz harflerin okunmasında bu sesleri çıkarırken iş (ke) sesine gelince bambaşka bir okunma tarzı ortaya çıkıyor ki bu okuma tarzı Türkçe dil yapılanmasına ters bir okuma yöntemi olmasına rağmen Şifası bulunmayan ırkçılığın pençesine düşmüşlerin icadı olsa gerek.

Ağızla zıkır edilmeyen ama her resmi düşünce esirinin karnında söylediği (ke), Kürdistan özgürlük mücadelesini yürüten Pe.Ke.Ke.nin adıyla da bir özdeşlik kurulabilen ses olduğu için yasak kapsamındadır.

Bütün resmi kaynaklarda,kurumlarda bu sesi daima vurgulu ve baskılı olarak "Ka" biçimiyle söylerler, okurlar.

Doğru okuma biçimi Türkiye’yi böleceği için ısrarla yanlış okumayı tercih ederler.

Resmi Türkçü yaklaşım Q, W, X harfler için de (ke) harfine benzer bir hezeyan mevcuttur.

İçinde (W) barındırdığı,Kürt ve Mezopotamya halklarının Kutsal bayrami NEWROZ yıllarca yasaklandı.Kürt halkının inançlı direnişi

karşısında “Nevruz“olarak kutlamalara izin verildi. Ama halk"Newroz" biçimiyle Fiili bir kararlılıkla kutlamaya davam etti.

Yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi Türkçe'de olmayan harfleri bir mecburiyet,baskı yöntemiyle dayatmak,harflerin varlığını ve doğruluğunu ortadan kaldırmaz;hele  Türkçe'de kulanılan harflerle yerini doldurmak mümkün değildir.

Tipli bunca yildir yatılı bölge okulları ve kışlada Kürt gençlerini asimile etmeye başaramadıkları gibi bu harf psikolojisinden’de başarı sağlanması mumkun olmayacaktır.

Türkçü ırkçı Bölücüler ısrarla Türkçe alfabeden söz etmektedirler oysa doğrusu Türkçe diye bir alfabe yoktur ve hiç bir zamanda olmadı.

Bu gün Türkçe bir alfabeden bahsetmek, Latinlerin de Türk olduğunu söylemekle eş anlamlıdır.

Bu doğru görüş Bölücü Türkçü ırkçıları hayal kırıklığına uğratsa ve Türkçülük teorileri ayaklar altına alın sada kulanılan alfabe Latin alfabesidir ve Türkçe ile bir ilgisinin bulunmadığı ortadadır.


Mahmut Aslan

Batı uygarlığının temeli doğuda atıldı

Mısır, Hint ve Çin’in uygarlık ana nehrine katkılarını tartışmak büyük bir çalışma ister. Neden daha çok tarım ağırlıklı olduklarını, kendi bölgelerini aşma irade ve gücünü niye gösteremediklerini özce sorgulamak öğretici olabilir. Kendi içlerinde oldukça gelişkin oldukları, çok uzun süreli ayakta kalışlarını ekonomik tekele, özellikle uzun alan ticaret tekelciliğine başvurmamalarına borçlu oldukları kanısındayım. Üçünün de dış ticareti yok gibidir. Tarım ve ticaretin iç yapısında da tekele fazla şans tanınmadığı görülüyor. Mevcut siyasi tekel ekonomik tekelcilikten uzak kaldığı oranda uzun ömürlü oluyor. Siyasi ve askeri güç dışta tehlikeleri, içte kaosu önleme anlamında daha az itiraz topluyor. Dolayısıyla ömrü uzuyor. Son tahlilde bunlar da ekonomik rant tekelleridir.

Mısır, Greko-Romen kültürünü etkilediği oranda, Avrupa kültür ve uygarlığına katkısını vermiştir. Afrika için sanki olmamış bir kültür konumunda kalmıştır. Ticarete el atmamıştır. Ortadoğu’dan da kendini soyutlamıştır. Belki de devlet eliyle sosyalizm için ilk örneklerdendir. Benzer örneklerden hiçbiri Mısır kadar etkileyici değildir. Mısır tümüyle, Hint ve Çin ise kısmen ortaçağ uygarlığına Ortadoğu üzerinden katılmışlardır. İslamiyet hepsini kendi havuzuna akıtıp Avrupa’ya sunmada temel bir rol oynamıştır.

Hititler, Hurri-Mitanni müttefiki olarak uygarlığı Anadolu’ya yaymıştır. Ege kıyılarındaki etkisiyle Yunan Yarımadasındaki yeni uygarlıksal gelişmeye en az Mısır ve Fenikeliler kadar katkıda bulunmuştur.

Mısır’ın yapamadığı ve boş bıraktığı uzun alan ticaretini Doğu Akdeniz’de üslenmiş Fenike adlı kavim gerçekleştirmiştir. Ortadoğu ve Mısır kültürünü Avrupa’ya ilk yaygınlaştıranlar da Fenikelilerdir. Yunanlılara alfabeyi onlar öğretmiştir. Manevi kültürün taşınmasında da rolleri önemlidir.

İsrail Krallığının etkisi daha çok manevi alandadır. Daha önemlisi, İbrani geleneğinin tek tanrılı dinleri üretmesidir. Sanki Mısır ve Sümer maddi devleti karşısına manevi devleti çıkarmak gibi tarihsel bir gerekçeleri varmış gibi. İbrani geleneğine dar Yahudi penceresinden bakmamak gerekir. Yahudi bu geleneğin daha çok maddi para kolunda yükselirken, manevi kolunda peygamberler, yazarlar ve aydınlar, entelektüeller vardır. Her iki kolda da etkili olmaları dünya uygarlık tarihini derinliğine etkilemiştir. Uygarlığı tam olarak tanımak için Sümer, Mısır ve İbrani geleneği bütün yönleriyle çözümlenmek durumundadır. Bu açıdan Avrupa’yı sadece ortaçağ ve kısmen antik Greko-Romen kültürüne dayanarak izah etmek ayakları havada kalan bir anlatım tarzıdır.

Medlerin henüz tam gün yüzüne çıkmamış bir uygarlık etkisi vardır. Bilinen en önemli özellikleri Zagroslarda yaşayan Hurri kökenli oldukları, Farslarla akrabalıklarının bulunduğu ve Aryen kabileler biçiminde bir kol oluşturduklarıdır. Asur’un yoğun baskısı altında direnişçi bir kimlik kazanmışlardır. Esas eğitici ve örgütleyicileri olarak Mağ adı verilen rahipleri vardır. M.Ö. 700’lere doğru konfederatif bir birlik oluşturdukları, Medya denilen bugünkü Batı İran ve bugünkü İran, Irak ve Türkiye sınırlarının yakınlaştığı alanda yaşadıkları kesindir. Kafkaslardan inen İskitlerle bazen dost, bazen çatışmalı oluyorlar. 612’de Asurları yenmeleri ünlerini artırıyor ve önlerini açıyor. M.Ö. 585’te Frigyalıları Kızılırmak kıyısında yendikleri bilinmektedir. Bu arada Mağlardan Zerdüşt adında yetkin bir bilge çıkıyor. Ahlaki ağırlıklı bir dinsellik oluşuyor. Ne tam din, ne tam felsefedir. İbrani geleneğinden farklı olmakla birlikte, karşılıklı etkileşimleri yoğun olmuştur.

Yunan uygarlığı Medleri Perslerden daha önemli ve üstün sayar. Herodot Tarihinde en çok bahsedilen halktır. M.Ö. 559’da bir iç ihanet sonucu Pers Akamenitler Med siyasi oluşumunun başına geçer. Kurucusu olan Kiros, Med saraylarında büyütülmüştür. Persler ve Medler imparatorluğun ortak kurucu unsurlarıdır. Sadece Pers İmparatorluğu eksik bir adlandırmadır.

Pers-Med imparatorluğu yaklaşık üç yüz yıllık zaman diliminde Mısır’dan Hindistan içlerine, Çin sınırından Yunan Yarımadasına kadar dönemin en geniş siyasi birliğini sağlamışlardır. Yirmi iki eyalete bölünüp bir nevi yarım devlet oluşturmuşlardır. Uygarlıktaki katkıları bürokrasiyi, iyi bir yol ve posta sistemini, dönemin ihtişamlı en büyük ordu güçlerini yaratmak olmuştur. Ahlaki geleneğe önem vermişlerdir.

Yunan uygarlığı birçok kültür öğesini Medler ve Perslerden almıştır. Doğu-batı ayrışması bu dönemde belirginleşmiştir. Aralarında yoğun bir etkileşim vardır. Birçok Yunanlı, Pers saraylarında paralı asker olmuştur. Büyük bir zenginlik biriktirmiş olmaları, 200 yıl Ege’yi egemenlikleri altında tutmaları Perslere karşı tutku derecesinde bir karşı-akım geliştirmiştir. Hem Perslerin baskılarını kırmak, hem zenginliklerini ele geçirmek adeta milli amaç haline gelmiştir. Yeni Herkül olarak İskender’in çıkması tesadüfi değildir. Bu iklimden payını almış ve Aristo’nun özel eğitiminden geçmiştir. Yunan felsefesi bile bu baskıya karşı çıkış sorunlarıyla boğuşmanın etkilerini taşır. Zaten mitolojik etkilenmeler çok daha fazladır. Bir nevi direniş kültürü oluşturulmuştur. Medlerin Asur’a karşı deneyimini Yunanlılar Perslere karşı uygulamışlardır. Makedonyalı ama Yunan kültürünün çocuğu olan İskender’in kâğıttan şato gibi Pers İmparatorluğunu parçalamasının arkasındaki güç yüzlerce yıllık direniş kültürü, özellikle felsefi aydınlanma ve özgür Makedon kabile ruhunun sentezidir.

Demokratik Uygarlık Manifestosu kitabından alınmıştır

Terörist Kim, Terörizmi Uygulayan Kim?

Birkaç gün önce askeri kışlada terörizme karşı uluslar arası çapta katılımların yer aldığı bir sempozyum verildi. Katılımcılar asker kökenli.

Esas konuşmayı Türk Genelkurmay Başkanı yaptı. Terörizme karşı mücadeleyi ağırlıklı olarak tek başlarına yürüttüklerini ve yıllar sonra çok acılar yaşayarak önemli bir tecrübe kazandıklarını çok ‘açık yüreklilikle’; terörizme karşı uluslar arası destek ya da ortak mücadelenin şart olduğunu belirtti.

Sempozyumun katılımcıları askerlerdi. 80 ülkeden yaklaşık 500 üst düzey subay. Kimisi genelkurmay başkanı. Her gün Filistin ve Lübnan halkının başına fosfor bombaları yağdıran İsrail genelkurmay başkanı da bu çok kıymetli subayların içerindeydi. Ve bu sempozyumda Türk genelkurmay başkanının birlikte en sıcak ve samimi poz verdiği kişi yine bu zat oluyordu.

Bu sempozyum sürerken Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı ya da ait 211 üst düzey subayın Ergenekon terör örgütüne üyeliğinden dolayı isminin iddianamelerde geçtiğini öğreniyoruz. Daha birkaç hafta önce aynı ordu üyelerinin nasıl camileri, kendi uçaklarını, halkını bombalayacaklarını da basının eline geçen belgelerden biliyoruz. Yine insanları ölüm kuyularına atanları, insanlara dışkı yedirenleri, gündüzün ortasında çocukların ellerini kıranları, coplarla silah dipçikleriyle çocukları linç edenleri, katilere ‘iyi çocuktur’ diyenleri ve yine terör örgütüne üyeliğinden dolayı dava açılanlarla nasıl şimdiki Türk genelkurmayının flört ederek kol kola kış tatbikatlarında birlikte olduğunu yine herkes gördü.

Size bir şeyler ters gelmiyor mu? Ağırlıklı olarak sicili temiz olmayanlar terörizmi tartışıyorlar. Binlerce insanın kanına girenler demokrasi üzerine, ahlak üzerine konuşuyorlar. İnsanlık düşmanlığı yapanlar insan haklarını dillerinde düşürmüyorlar.

Terörizm, sözcük kavramı ile Latince Terör (korku) kelimesinden türer. Sözcükler onu kısaca, siyasal düşmanları fiziksel olarak yok etmeye kadar varan korkutma politikasıdır. Başka bir yerde ise “Terörizm genellikle; terör tohumlarını atmak yani kurbanlar kategorisindeki diğer insanların aşırı korkması amacıyla, kurbanlar kategorisindeki insanlara karşı yapılan eylemler olarak tanımlanır. Bu, ‘diğer insanların’ gelecekteki davranışlarını değiştirmek amacıyla yapılır.“ başka bir anlatımla; insanları yıldırmak, sindirmek yoluyla onlara belli düşünce ve davranışları benimsetmek için zor kullanma ya da tehdit etme eylemidir denir.

Herkesin kabul edeceği bu tanımlamalardan yola çıkacak olursak terörist kimdir? Terörizmi uygulayanlar kimlerdir diye sormak herhalde yanlış bir soru olmamalıdır?

Bugün Kürdistan’da kime sorarsanız sorun en korkulan güç hangi güçtür? Verilecek tek bir cevap vardır; asker, polis, jandarma. Daha detaya inerseniz size JİTEM, Özel Kuvvet, Özel Tim diyeceklerdir.

Kitleleri zor uygulayarak sindiren güç Kürdistan’da kimdir diye de sorulabilir? Höd diye çıkıp bağıran ve halkları sindirmek için tehdit eden güç kimdir? Halkların başına havan toplarını yağdıranlar, Ceylanları katledenler, Uğurlara kurşunlar yağdıranların kimler oldukları da sorulabilir?

Evet, devam edelim. Teröristlerin başı olduğunu her Ergenekoncu katillere sahip çıktıkça gösteren Türk genelkurmay başkanı ‘teröristlerin Eko sistemini değiştirerek, müdahale ederek amaçlarına ulaşmak istediklerini’ söylemeden de edemiyor.

Şimdi birkaç soru daha soralım; kim kimin yaşadığı eko sisteme müdahale ediyor? Eko sistemi de bırakalım bir halkın kültürünü kendi kültürel yayılma sahası olarak gören kimdir? Kim kimin diline yasaklar koyuyor? Kim kimin siyasal örgütlenmesine ket vuruyor? Kim kimin iradesine hem de zoraki müdahale ediyor? Kim meydanlarda bir halkın öz iradesine sahip çıktığı için coplardan geçiriyor?

Şunu demiyorlar mı; Her kültür, sürmekte olan evrensel yaşam diyalektiği için değerlidir. Her kültürün var olma, varlığını gösterme, gelişme, ilerleme hakkı vardır. Kim egemen bir kültürel zihniyetle buna ket vuruyor? Bunun adı kültür emperyalizmi olmuyor mu? Bunu yapana ya da yapanlara ulus süstü terörist demek yerinde olmaz mı? Kültür emperyalizmini, asimilasyonu; jenosidi uygulayan ülkelerin çoğu güçlü konumda olduğunu biz elbette biliyoruz. Biz ‘baskıcı siyasal rejimlerin denetimleri altındaki bölgelerde farklı kültürlerin kültürel haklarının kullanılmasını engellediklerinde, yok olmaya karşı var olma-yaşama bilincinden hareketle meşru “direnişler” gösterdiklerini de biliyoruz. Bu durum egemenler tarafından “terörist” bir faaliyet biçiminde yansıtılabilmekte’ olduklarını da biliyoruz.

Peki yeniden sorumuzu soralım: Halkları askeri, siyasi, psikolojik, kültürel ve ekonomik zorla sindirenler kimlerdir? Başka bir deyimle terörist, teröristler kimdir kimlerdir? Terörizmi uygulayanlar kimlerdir?



Kasım Engin

Suç Örgütü Mü İlham Kaynağı mı?

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, koruculuk sisteminin dünyaya ilham olduğunu ve 3-5 hata ile bu sistemi suçlamanın PKK’nin amaçlarına hizmet edeceğini ileri sürdü.

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, koruculuk sisteminin dünyaya ilham olduğunu ve 3-5 hata ile bu sistemi suçlamanın PKK’nin amaçlarına hizmet edeceğini ileri sürdü. Oysa veriler, korucuların ne öyle 3-5 hata yaptıklarını nede ilham verici olduğunu gösteriyor. Bölgede rant kapısına dönüşen koruculuk bir suç örgütüne dönüş durumda.
1985'te PKK'nin kırsal kesimdeki etkinliğini sonlandırmak için devreye sokulan "koruculuk" sistemi, güvenliği sağlamaktan çok, keyfi uygulama ve cinayetleriyle bir suç örgütüne dönüştü.

22 BİN KÖY KORUCUSUNUN GÖREVİNE SON VERİLDİ
İçişleri Bakanlığı kayıtlarına göre, 1985'ten 1996'ya kadar, yaklaşık 22 bin köy korucusunun görevine, karıştıkları olaylar nedeniyle son verildi.
2000 yılında sayıları 95 bine yaklaşan koruculardan yaşları 45'in üstünde olanlar emekliye sevk edildi. Ancak halen 22 ilde toplam 47 bin 819 geçici köy korucusu ve 32 ilde 24 bin 88 gönüllü köy korucusu olmak üzere toplam 71 bin 907 korucu görev yapıyor.

RESMİ VERİLERE GÖRE 5139 SUÇ İŞLEDİLER
Bakanlığın kayıtlarına göre, son yıllarda toplam 975 korucunun görevi de karıştıkları olaylar nedeniyle son buldu. Bakanlık kayıtları, 1985-2006 yılları arasında korucuların 5139 suç işlediklerini, bunlardan 1341'inin şahsa karşı işlendiğini, 264 korucunun işlediği suçlardan dolayı hüküm giydiğini ortaya koyuyor.

ÇARPICI RAKAMLAR
İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi'nin Mayıs 2009'da açıkladığı rapor ise daha çarpıcı rakamlar içeriyor. İHD'nin raporuna göre, Ocak 1990-Mart 2009 arasında korucuların karıştıkları olayların dökümü şöyle:
* 38 köy yakma,
* 14 köy boşaltma
* 12 taciz ve tecavüz
* 22 adam kaçırma
* 294 silahlı saldırı
* 183 cinayet
* 259 yaralama
* 2 kayıp
* 50 infaz
* 70 gasp
* 562 işkence ve kötü muamele
* 59 yetkisiz biçimde gözaltına alma
* 9 intihara sebebiyet
* 17 ormanlık alanı yakma

ÖRNEK OLAYLAR
İHD'nin raporunda yer alan, adliyeye yada medyaya yansıyan olaylardan seçilerek derlenen bazı örnek olaylar şunlar:
* 1991'de Batman Kozluk Tosunpınar'da, koyun otlatmaya giden 11 yaşındaki Ş.P. adlı kız çocuğu, tecavüz edildikten sonra boğularak öldürüldü.
* 1992'de Van-Hakkari yolunda İran'dan gelen otobüsün önünü kesen korucular, yolcuları soydu. Otobüsteki İranlı iki kadına da tecavüz etti.
* 1992'de Hakkari Çukurca'da PKK ile girilen çatışmada ölen korucunun kardeşleri, yanlarındaki 70 kişiyle ilçe merkezini taradı.
* 1993'te OHAL Valiliği'nin PKK tarafından öldürüldüğünü açıkladığı 2 kişinin, korucular tarafından öldürüldüğü anlaşıldı.
* 1996'da, Van Başkale'de kardeşleriyle birlikte 9 kişiyi öldürmekten yargılanan korucu, kendisini cinayetle suçlayan karısını öldürdü.
* 1997'de Şanlıurfa Hilvan İlçe Kaymakamı'nın evi korucular tarafından kurşunlandı.
* 1999'da Batman Yanıkkaya'da evlerinin yakınında oynayan çocuklara ateş açıldı. 10 yaşındaki B.B. öldü.

CİNAYET, İNTİHAR, YARALAMA
* 2000'de Muş Korkut'a bağlı bir köyde, arazi nedeniyle aileler arasında kavga çıktı. Olaya müdahale eden korucuların açtığı ateş sonucu 3 kadın yaşamını yitirdi.
* 2002'de, Bingöl Karlıova'da korucu olan babası tarafından zorla evlendirilmek istenen 14 yaşındaki kız, babasının silahıyla intihar etti.
* 2004'te, korucular Şırnak'ta tehdit ettikleri belediye meclis üyesinin dükkanını ateşe verdi.
* 2006'da, Iğdır'da korucu ağabeyinin silahını alan genç, ağabeyini, kardeşini, annesini ve yengesini öldürdükten sonra intihar etti.
* 2007'de yapılan seçimde, Diyarbakır'a bağlı bir köydeki sandığın yanına oturan korucubaşı, kendisini uyaran görevliyi dövdürdü.

BİLGE KÖY KATLİAMI
Koruculuk sistemi, özellikle 4 Mayıs 2009'da Mardin Mazıdağ'a bağlı Bilge köyde, korucuların, kendileriyle aynı aileden 7'si çocuk 44 kişiyi devletin verdiği silahlarla öldürmeleri ile yeniden gündeme geldi.
Aynı dönemde, AB'nin de talepleri doğrultusunda, koruculuk konusunda hazırlanan bir raporun, Terörle Mücadele Yüksek Kurulu'nda tartışıldığı kamuoyuna yansıdı. Raporda, koruculuğun kademeli olarak tasfiye edilmesinin önerilmişti. Ancak özellikle Türk Genelkurmay Başkanlığı'nın korucuların PKK ile mücadele konusunda caydırıcı biçimde görev yaptıkları yönündeki açıklamalarının da etkisiyle koruculuk sisteminin daha uzun yıllar varlığını sürdüreceğe benziyor. -ANF

İsmet Kayhan

Türkiye Pontus halkından özür dilesin

ATİNA - İsveç Parlamentosu’nu Pontus soykırımını kabul etmesinden dolayı selamlayan Yunanistan'daki Florina Üniversitesi, sosyoloji ve tarih bölümü dekanı Prof. Dr. Konstantinos Fotiaclis, ‘’Karadeniz bizim de toprağımız Türkiye Pontus halkından özür dilemelidir’’ dedi.

Birinci dünya savaşında Ermeni, Asuri ve Kürtler gibi Pontus halkının da katliam ve sürgünleri yaşadığını belirten Fotiaclis, Türkiye’nin Pontus halkından özür dilemesi gerektiğini kaydetti.

ANF’nin sorularını yanıtlayan Fotiaclis, Türkiye kendi tarihiyle yüzleşmenin zamanı geldiğini belirterek, ‘’Birinci dünya savaşı sırasında Pontus halkı büyük bir katliamdan geçirildi. Şu anda dünyanın bir çok ülkesinde yaşamını sürdüren onbinlerce Pontuslu var. Bu halkın yüreği ve kalbi daha önce atalarının yaşadığı topraklarda atıyor. Hiç bir Pontuslu geçmişte yaşadığı acıları unutmaz ve unutmak istemez’’ dedi.

KARADENİZ BİZİM DE TOPRAĞIMIZ

Karadeniz’in toprakları olduğunu ve yüzlerce yıl o topraklarda yaşadıklarını hatırlatan Fotiaclis, ‘’Bizim tarihimiz Türklerin tarihine benzemiyor. Türkler çok sonradan o bölgeye geldiler. O toprakların gerçek sahibi biziz’’ şeklinde konuştu.

Pontus halkına yapılan ‘’katliamın’’ gündemleştirilmesine yönelik Amerika, Kanada ve birçok Avrupa ülkesinde çalışmalarının olduğunu anlatan Fotiaclis şöyle dedi: ‘’Biz Türkiye’nin kendi tarihiyle yüzleşmesini istiyoruz. Türkiye’de sadece Türkler yaşamıyor ve herkes Türk değil. Önce bunun kabul edilmesi gerekiyor. Bin yıllardır o topraklarda yaşayan ve o toprakların gerçek sahipleri vardır. Türkiye Cumhuriyeti hala inkara dayalı politikalar geliştiriyor.’’

Bir Pontuslu olarak köklerinin Türkiye’de olduğunu söyleyen Fotiaclis, ‘’Benim çocuklarım, atalarının doğduğu ve daha önce yaşadığı toprakları gezmek istiyor ve benim köklerim bu topraklardır diyebilmelidirler. Türkiye’de böyle bir imkan olmalı ve Pontus halkı ‘benim köklerim buradadır’ diyebilmeli’’ ifadelerini kullandı.

Fotiaclis şöyle konuştu: ‘’Biz bu halklarla olarak barışçıl bir şekilde yaşamak istiyoruz. Ama bunun için Türk rejiminin o bölgenin tek hakimi olmadığını kabul etmesi gerekir. Hakimiyet sadece Türklerin değil tüm halklardadır. Ve bu halklar demokratik bir şekilde yaşamalıdır. Bunun için de Türklerin, Ermeniler, Rumlar, Kürtler üzerinde tarihte ve bugün uyguladıkları katliamları tarihsel bir gerçeklik olarak tanımaları gerekir.

‘’Biz Pontuslular Topal Osman’ın 1921’de Koçgiri’de Kürtlere neler yaptığını da çok iyi biliyoruz’’ diyen Fotiaclis, Kürtlerin yaşadıkları sorunlara ilişkin ise şu değerlendirmelerde bulundu: ‘’1925 Şeyh Said isyanında, 1938 Dersim isyanında Kürtlerin neler yaşadıklarını çok iyi biliyoruz. Biz kendimizi Kürt sorununa ve yaşanan Kürt dramına çok yakın hissediyoruz. Umut ediyoruz ve inanıyoruz ki bir gün gelecek Kürtler de tüm diğer halklar gibi, tüm haklarını elde edecekler.’’

Aslen Sivas doğumlu olan Yunanistan’ın Florina kentinde bulunan Üniversitesi, Sosyoloji ve Tarih bölümü dekanı Prof. Dr. Konstantinon Fotiaclis’in, Pontus tarihi, kültürü ve trajedisini anlatan 14 ciltlik bir araştırma kitabı bulunuyor.

Türk Devleti ve ABD’nin Savaş Planları

PKK’nin üst düzey gerilla komutanlarına yönelik suikast planları ve ABD ve Türk özel birliklerinin gerilla sahalarına yönelik ani nokta operasyonlarına yönelik hazırlıklar yapılmaktadır. 



Irak seçim sonuçları işgal demokrasinin bir başarısı olarak gösterilmeye çalışılsa da gizli ittifak ve planlarla sandıktan çıkan oylar ABD’nin istediği biçimde olmuştur. ABD, Irak seçim sonuçlarıyla Irak merkezli Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme planını devreye soktuğu görülmektedir. Bu planın en önemli figüranları olan aynı zamanda  ‘her şekilde kullanılabilir Türk devleti ve Güney Kürdistan yönetimini’ ABD’nin aynı çatı altında bir araya getirme çabaları bu plan kapsamında öne çıkmaktadır. 
Güney Kürdistan ile Türk devleti arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi ABD’nin çıkarları açısından bir zorunluluktur. Bu nedenle PKK’nin bölge politikalarında belirleyici bir güç konumunda olmasını istememektedir ve bu sorundan bir an önce kurtulmayı savunmaktadır.
Seçim sonuçları üzerinde oynanan oyunlarla Kerkük ve Musul, Kürtlerin elinden alınmıştır. KDP ve YNK’nin dar aşiretsel çıkarlarına Kerkük ve Musul feda edilmiştir. Plan gereği Hewler, Duhok ve Süleymaniye ile sınırlandırılmış ve Sünni ve Şiiler tarafından çepe çevre kuşatılmış Güney Kürdistan yönetimi, Türk devletine daha fazla yakınlaştırılmıştır. ABD’nin Kürt planı şimdilik başarıyla sürmektedir. Türk devletinin kucağına itilen Güney Kürdistan yönetimi, kendi soyuna ihanet eden keklik misali diğer parçalardaki Kürtlerin avlanması için kandırılmaya çalışılmaktadır. PKK konusunda Türk devletinin istediği biçimde “daha net tutum” göstermesi istenmektedir.
Güney Kürdistan yönetiminin son dönemlerde yaptığı açıklamalarda ve Türk devleti ile geliştirdikleri ilişkilerde bu oynanan oyunun bir figüranı haline getirildiği görülmektedir. Kerkük ve Musul’u kaybeden Güney Kürdistan yönetimi kendi varlığını Türk devleti ile geliştireceği ilişkilerde görmektedir. Bu nedenle PKK’nin varlığını Türk devleti ile geliştireceği ilişkiler önünde büyük bir engel olarak görmektedir. Şii ve Sunilere karşı Kerkük ve Musul konusunda, Türk devleti ile de PKK’nin tasfiyesi konusunda gizli anlaşmalar içerisindedir.
Güneyli Kürt örgütleri, PKK ve Kuzey Kürdistan Kürtlerinin tasfiyesini hedefleyen Türk devletinin “Yeşil Türkçü partisi” AKP’nin açılım politikalarına destek verdiklerine yönelik açıklamaları oynanan oyunların ne kadar büyük ve tehlikeli olduğunu göstermektedir. Bir süre önce Neçirvan Barzani’nin Türk devletine, “Irak hükümeti bize % 17’lik petrol hakkımızı vermiyor. Gelin % 50’sini sizinle paylaşalım, bizi koruyun” dediği hatırlanırsa, ABD ve Türk devletinin planlarına Güney Kürdistan yönetiminin ne derecede istekli ve kararlı olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
PKK’nin tasfiyesi konusunda oluşturulan 4’lü mekanizma çerçevesinde tırmanan Türk devleti ve Güney Kürdistan yönetiminin ilişkileri, Hewler’de Türk konsolosluğunun açılması, karşılıklı ziyaretlerle önemli bir düzeye gelmiştir. Tüm bu politikalar Güney Kürdistan’ın Türk devleti tarafından tanınması anlamındadır. Tabiî ki bu resmi olmayan tanıma Türk devletinin isteklerine boyun eğmiş, kafesteki keklik haline getirilmiş Kürdün tanınması anlamına gelmektedir.
KDP ve YNK’nin aşiret kültürüne dayalı sahip olduğu ‘tek tip siyaseti’ ve ‘tek tip Kürt anlayışı ile AKP hükümetinin  ‘tek tip Yeşil renkli Türkçü’ siyaseti ve yaratmaya çalıştığı ‘tek tip yeşil Kürtçülüğü’ ortak noktalarda bir araya gelmektedir.
Güney Kürdistan hükümetinin kendi içyapısından kaynaklı gittikçe iradesizleşen ve başka güçlerin özellikle Türk devletinin piyonu haline gelen durumu oldukça tehlikelidir. Kendi Kürdünü inkâr eden, katleden bir devletin başka bir Kürt iradesini muhatap alması hangi koşullarda mümkün olabilmektedir, bir araya gelinen ortak noktalar, varılan anlaşmalar neler olabilir? Elbette bu soruların cevapları oynanan oyunların anlaşılmasında önem taşımaktadır.
Bir süre önce KDP genel başkan yardımcılığı dışında resmi bir görevi bulunmayan Neçirvan Barzani’nin “siyasi ve ticari ilişkileri geliştirmek” yalanıyla Petrol Bakanı Dr. Aşti Hewrami ve yerel hükümet dış ilişkiler sorumlusu Felah Mustafa ile birlikte Türkiye’ye getirilmesi nasıl izah edilebilir. Bu hükümetin başbakanı, varken Neçirvan Barzani’nin hangi sıfatla Türkiye’ye gittiği merak konusudur. Neçirvan Barzani’ye birinci sınıf devlet protokolü uygulanmıştır. Türk devletinin başbakanı Tayyip Erdoğan, Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu ve MİT yetkilileri ile görüşmüştür. Peki, neyin karşılığında bu devlet protokolü uygulanmış ve üst düzeyde görüşmeler olmuştur?
Tek gündemin PKK olduğu bu ziyarette neler konuşulmuş, hangi konularda anlaşmalar yapılmıştır?
•             Maxmur kampının boşaltılması için kamp içinde provokasyon hazırlama bu çerçevede ABD askerlerinin BM gücü olarak kampa müdahale etme planları yapılmış mıdır? 
•             Neçirvan Barzani’nin Türkiye’ye getirildiği sırada Maxmur kampında yaratılmak istenen provokasyonun tesadüf olması mümkün müdür? 
•             Kampı hedef alan bu olaylarda KDP ve Türk istihbaratının, PKK’den kaçanların işbirliği açık bir şekilde açığa çıkmamış mıdır?
•             Neçirvan Barzani’nin planları arasında Güney Kürdistan sınırlarında HPG gerillalarının konumlandığı alanların Türk ordusu tarafından işgal edilmesi, ardından buralara Peşmergelerin tampon bölge işleviyle yerleştirilmesi, Türk ordusunun gerekli gördüğü durumlarda medya savunma alanlarına operasyon yapmasına göz yumulması planları var mıdır?
•             KDP’nin kendi denetimindeki şehir ve köylerde MİT’in faaliyetlerine izin verilmesi,  olanak sağlanması ve medya savunma alanlarındaki köylülerin Türk istihbaratına çalışması için projeler sunulmuş mudur?
•             Görüşmeler sonrasında basına yapılan açıklamada, ziyaretin ekonomik ve siyasi ilişkilerin geliştirilmesi çerçevesinde olduğu söylenmiştir. Güney Kürdistan hükümetinin başbakanı olduğu halde bir partinin genel başkan yardımcısı olan Neçirvan Barzani’nin Türk devleti ile resmi düzeyde bir ilişki kurması bu temelde anlaşmalar yapması nasıl mümkün olmaktadır. Bu ilişkilerin geliştirilmesi Neçirvan Barzani’ye mi kalmıştır?
Güneyli Kürt örgütlerinin yapısını az çok bilenler şu gerçeğin asla değişmeyeceğini de bilirler: Güney Kürdistan’da demokrasi görünümlü bir hükümet kurulsa da asla aşiretler konfederasyonu olan ‘partiler’ üstü olamayacaktır. Son sözü hükümetin başbakanı değil parti başkanı söyler. Neçirvan Barzani’nin KDP genel başkan yardımcısı sıfatıyla Türk devleti tarafından Türkiye’ye getirilmesi, hükümeti ilgilendiren her türlü konuda muhatabın KDP olduğunu, sözde kurulan Güney Kürdistan hükümetinin hiçbir ciddiyetinin olmadığını göstermiş olması açısından önemlidir. 
Türk devleti, Neçirvan Barzani’yi neyin karşılığında muhatap almaktadır. PKK dışında hiçbir konuda Güneyli Kürt örgütlerini muhatap alması mümkün değildir. 
Suni ve Şii’ler ile 36. paralele sıkıştırılan KDP ve YNK aynı zamanda Güney Kürdistan’da yine Türk devletinin destek verdiği Goran ve Yekgurtu İslami ile KDP ve YNK’yi iradesizleştirmiştir.  Türk devleti, Neçirvan Barzani'ye 'Kerkük ve Musul’u kaybettiniz. Irak seçimlerinde yenilgiye uğradınız. Artık elinizde pazarlık yapacak hiçbir gücünüz yok. PKK'ye karşı ortak tutum dışında bir seçeneğiniz yok' demektedir.
Neçirvan Barzani’nin Türkiye’ye getirilmesi ve yapılan pazarlıklarda en dikkat çeken ve tehlikeli olan ise Güney Kürdistan bölge başkanı aynı zamanda bu görevde olmasına rağmen KDP genel başkanlığı görevini de sürdüren Mesut Barzani’nin Türkiye’ye davet edilmesidir. 
Yakın bir zamana kadar Mesut Barzani hakkında Türk devlet yetkililerinin aşağılayıcı açıklamaları yanında Türk basının da hakaret dolusu haberler unutulmuş görünmektedir. Mesut Barzani’nin Türkiye’ye davet edilmesi PKK karşıtlığında oynanan oyunun son perdesidir. Bu davet Neçirvan'ın hazırladığı plana resmiyet kazandırma girişimidir. PKK'ye karşı yapılan anlaşmaların uygulanabilmesi Güney Kürdistan bölge başkanı Mesut Barzani'nin tavrına bağlıdır. Ziyaretin kabul edilmesi ve Mesut Barzani'nin bu plan karşısında takınacağı tutum gelişmelerin yönünü belirleyecek ve netleştirecektir. 
Türk devletinin başbakanı Tayip Erdoğan’ın, ABD ziyareti, Güney Kürdistanlı Kürt örgütlerinin Türkiye’ye getirilmesi kapsamlı bir saldırı planının ön görüşmeleri olarak değerlendirilmektedir.
5 Kasım 2007 yılında da benzeri bir diplomasi trafiği yaşanmıştı. Güneyli örgütlerle Zaxo ve Silopi’de görüşmeler yapılmıştı. Ayrıca TC başbakanı Tayip Erdoğan ABD’ye giderek George Bush ile görüşme yapmıştı. Bu görüşmelerde PKK’nin tasfiyesi için bir dizi eylem planı hazırlanmıştı. 21 Şubat 2008’de TC ordusunun ABD’den aldığı izin ve destek doğrultusunda Güney Kürdistan’ı işgal etmişti. 8 gün süren savaşta TC ordusu HPG gerillaları karşısında büyük bir hezimet yaşayarak geri çekilmek zorunda kalmıştı.
Türk devleti bir yıldır Türkiye ve Kürdistan’da sürdürdüğü siyasi soykırım operasyonlarıyla tasfiye planın ilk aşamasını uygulamaya koymuştu. Şimdi ise yapılan tüm hazırlıklar, son darbenin vurulacağı askeri operasyon kapsamında yapılmaktadır.
PKK’ye vurulması düşünülen son darbe,  para kaynaklarının kurutulması, propaganda kanallarının etkisizleştirilerek devre dışı bırakılması ve yapılan askeri hazırlıklar çerçevesinde sürdürülmektedir. Demokrasi ve insan haklarını dillerinden düşürmeyen Avrupa devletleri PKK ve Kürtler söz konusu olduğunda ABD politikalarına alet olmaktan geri durmamışlar ya da bizzat içinde yer almışlardır.
Bu devletler tarafından PKK’nin Kürt halkı tarafından desteklendiği gizlenmeye çalışılarak yardımlar “zorla gasp” olarak gösterilmekte, PKK yöneticilerinin uyuşturucu işiyle uğraştığı şeklinde kirli bir propaganda yapılmaktadır. 
ABD ve Türk devleti Güney Kürdistan ve Doğu Kürdistan sınırında uyuşturucu ticareti yapan bazı kişileri tutuklayarak, PKK ile ilişkili olduklarını gösterme arayışını sürmektedirler. Yakalananlar. MİT ve CIA elemanları tarafından sorgulanarak, ele geçen uyuşturucuların PKK’ye ait olduğunu söylemeleri halinde serbest bırakılacakları teminatı verilmektedir.
Avrupa ülkelerinin de içinde yer aldığı Türk devleti ve ABD’nin PKK’ye karşı geniş bir alanda yürüttüğü tasfiye konsepti çerçevesindeki işbirliği, askeri ve istihbarat alanında da sürdürülmektedir.
Kuzey ve Güney Kürdistan’da casus uçaklar ve insana dayalı istihbarat ağı güçlendirilerek PKK’nin üst düzey gerilla komutanlarına yönelik suikast planları ve ABD ve Türk özel birliklerinin gerilla sahalarına yönelik ani nokta operasyonlarına yönelik hazırlıklar yapılmaktadır. 
İsrail’den kiralanan Heron insansız keşif uçakları Kuzey Kürdistan dağlarında gerillanın denetiminde olan alanlarda bir süredir keşif-istihbarat faaliyetini yürütüyordu. Birkaç ay önce İsrail’den alınan 10 Heron uçağı daha getirildi. Motorları güçlendirilen ve havada kalış süreleri uzatılan bu uçaklara Aselsan tarafından lazer güdümlü füzelerin takılması planlanmaktadır.

İsrail’den alınan Heronlar yanında, ABD’nin Afganistan ve Pakistan’da Taliban’a karşı kullandığı MQ-9 Reaper” modeli Pradatör insansız keşif ve suikast uçaklarını Türk devletine satacağını açıklanmıştı. MQ-9 Reaper Pradatör uçakları iki adet lazer güdümlü Hellfire füzesi taşıyor. Görülen hedef savaş uçaklarına gerek kalmadan anında füzeler tarafından vurulmaktadır. ABD’ye ait MQ-9 Reaper Pradatör uçakları medya savunma alanları üzerinde 2007 yılı ortalarından beri uçurulmaktadır. Bu uçaklardan alınan istihbarat görüntüleri “anlık istihbarat” olarak Türk ordusuna veriliyordu. Türk devleti ABD’den, anlık istihbaratla birlikte Pradatörler tarafından görülen PKK gerillalarının vurulmasını istemektedir. Daha çok da PKK’nin üst düzey kadrolarının hedeflenmesi istenmiştir.
Bunun yanında Türk ve ABD uçakları tarafından medya savunma alanlarına küçük paraşütlerle GPS (Global Positioning System) özelliği olan yer bildirim cihazları atılmaktadır. Bu cihazlar atıldığı alanda tarama yaparak her türlü ses ve telsiz frekanslarını tespit ederek yerlerinin bulunmasında role görevi görmekte elde edilen bilgiler uydu üzerinden Süleymaniye ve Duhok’ta bulunan ABD üslerine aktarılmaktadır.
ABD ve İsrail tarafından havadan keşif istihbaratının Türk ordusuna sağlandığı 2007 tarihinden itibaren Türk ordusunun elinde olan 40 km menzili olan obüs topları modernize edilerek mekanik olan mesafe ayarları bilgisayar sistemli otomatik koordinat sistemleriyle değiştirilmiştir. Keşif uçaklarından verilen koordinatlara göre nokta atışları yapabilecek düzeye getirilmiştir.
Türk ordusu tarafından kullanılan ve operasyon bölgelerine gönderilen 120 ve 81 mm’lik havanların başlıklarına, 40 km’lik obüslere, süper kobra helikopterlerinin füzelerine kimyasal içerikli başlıkların takılarak gerilla alanların vurulmasının hedeflendiği bu temelde ABD’nin Türk devletine izin verdiği söylenmektedir.
Medya savunma alanlarında PKK’ye karşı hava ve yerden yürütülen istihbarat çalışmalarının yanında Güney ve Kuzey Kürdistan sınırlarına 16 yeni karakolun inşa edilmesine başlanmıştır. Karakol inşaatının sürdüğü alanlara 3.500 civarında uzman çavuş, astsubay ve subaylardan oluşan özel kuvvetlerle birlikte 13 bin askerin konuşlandırılacağı ifade edilmektedir.
Topyekûn imhanın, savaş hazırlıklarının sürdürüldüğü, sınır kesimlerine askeri yığınakların yapıldığı bu şartlarda  “açılım” adı altında ifade edilenlerin tasfiyeden başka bir anlama gelmediği yapılan askeri ve diplomatik hazırlıklara bakılarak çok daha iyi anlaşılmaktadır. Bu saatten sonra AKP hükümetinin ‘açılım’ yalanı daha fazla sürdüremeyeceği açığa çıkmıştır. Ya diyalog ve çözüm olacaktır ya da savaş..!
Kürtlerin de artık ara bir seçeneği ve sabrı kalmamıştır. Diyalog ve çözüm çabaları siyasi ve askeri soykırım operasyonlarıyla engellendiği sürece savaş kaçınılmaz hale gelecektir.

Yasin Kılıçkaya