19 Ekim 2011 Çarşamba

Çukurca Mesajları

Cahit Mervan


Oramar ve Bezele baskınından sonra ilk kez gerillalar bu kadar geniş çaplı bir eylem gerçekleştirdiler. Türk ordusunun verdiği kayıp sayısından öte HPG’nin Çukurca saldırısı birden fazla çağrışıma yol açıyor.

HABUR’DAN-ÇUKURCA’YA 


 Bilindiği gibi iki yıl önce 19 Ekim günü PKK lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine Kürt sorunun demokratik çözümüne katkı sunmak için Kandil ve Maxmur’dan iki grup Habur’dan giriş yapmıştı. Barış grupları Kürt halkı tarafından büyük bir coşkuyla karşılanmıştı. Ancak devlet verdiği sözü tutmadı. Barış elçilerini zindana tıktı. Haklarında yüzlerce yıla varan cezalar kesti. Kürtlerin uzattığı barış elini tutmadı. Ret ve inkar politikasına devam dedi. Barış yerine savaş, çözüm yerine tasfiye politikalarında karar kılan hükümet son iki yıl boyunca askeri ve siyasi operasyonlarını artırarak devam ettirdi. HPG’nin Çukurca saldırısı tamda barış gruplarının Habur’dan giriş yaptıkları günün ikinci yılına denk geldi.

ÖCALAN’A TECRİT  


Kürt tarafı defalarca Öcalan’a yaklaşımın kendileri açısından savaş-barış sorununda stratejik öneme sahip olduğunu açıkladılar. Bu konudaki yaklaşımdan dolayı, hükümeti ve devlet erkini uyardılar. Bütün bunlara rağmen Türk devleti Kürt tarafının hassasiyetini hiçe saydı. Öcalan ile avukatların görüşmesini kesti. Tecritti ‘kabul edilebilinir’ bir noktaya çekmek için ‘hava muhalefeti’, ‘koster bozuk’ gibi sudan bahaneler yaratma başladı. Çukurca PKK’nin Öcalan konusundaki hassasiyetinin nerdeyse sınıra dayandığı bir döneme denk geldi.

KCK OPERASYONLARI  


Erdoğan iktidara geldiğinden beri sıkıştığı zaman PKK’nin kapısının direkt veya dolaylı olarak çaldı. Özelliklede seçim dönelerinde PKK’den tek taraflı ‘ateşkes’ yapmasını talep etti. 2007 genel, 2009 yerel, 2010 Anayasa referandumu ve 2011 genel seçimlerinden önce PKK riskleri göze alarak tek taraflı eylemsizlik kararları aldı. Hükümet Kürt tarafının bu iyi niyetini her fırsatta kullanmaya, Kürt hareketine karşı kurduğu tuzak ve oyunlara malzeme yapmaya çalıştı. Örneğin 13 Nisan 2009’de KCK ateşkes ilan etti. Bir gün sonra hükümet ‘KCK operasyonları’ adı altında Kürtlere karşı adeta sürek avı başattı. 2 yıl boyunca 20 bin kişiyi gözaltına aldı. Aralarında belediye başkanı, başkan vekilleri, belediye meclis üyeleri, il genel meclis başkan ve üyeleri, milletvekili ve sıradan Kürtler olmak üzere 4 bin kişiyi tutukladı. En son Şırnak’ta bütün belediye başkanlarını tutuklamakla kalmadı. Seçilmişlerin büyük bir çoğunluğunu ‘görevden aldı’. Resmen Şırnak’ta askeri darbe yaptı. İşte Çukurca ‘KCK operasyonları’ adı altında süren siyasi soykırım operasyonlarının zirve yaptığı, Kürtler açısından bıçağın kemiğe değil, saplandığı döneme denk geldi.

ASKERİ İMHA OPERASYONLARI  


Türk devleti son iki yılda defalarca PKK ile görüşmesine, İmralı’da esir tutulan Kürt lideri Abdullah Öcalan ile müzakere yürütmesine rağmen askeri imha operasyonlarına hiç ara vermedi. Her fırsatta sadece savunma amaçlı olarak üstlenen gerilla gruplarına, Hatay’da olduğu gibi, pusu kurarak katletti. Kürt tarafının diyalog ve müzakere sürecine katkı için aldığı eylemsizlik karırını kötüye kullandı. Sadece 2011 yılının ilk altı ayında 100 yakın HPG gerillası katledildi. Son iki ayda ise her gün savaş uçakları, helikopteri Güney Kürdistan’ı bombalamaya aralıksız devam etti. Siviller bilerek hedef alındı. Her gün Kürdistan’a ölüm bombaları taşıdılar. Hükümet ve ordu bununda yetinmedi. Çukurca saldırısı içte legal Kürt hareketini gözaltı ve tutuklamalarla bastıra bileceğini düşünen hükümetin geniş çaplı, Sri Lanka modeli olarak adlandırdıkları, binlerce Kürdün öldürülmesini, sürgün edilmesini hedefleyen yeni bir operasyonu için düğmeye bastığı, hazırlıklarını tamamladığı harekatın son günlere denk geldi.

MEDYA’NIN HAYALİ OPERASYONLARI 


 Kürdistan Özgürlük hareketini askeri-siyasi, adli ve polisiye yöntemlerle tasfiye edemeyen, hatta onun gelişip güçlenmesini engelleyemeyen hükümet son iki yıl içinde, özellikle de ‘KCK operasyonlarıyla’ birlikte Türkiye tarihinin en kirli ve en kara propagandasını devreye koydu. BDP ve DTK üye ve yöneticilerini yıpratma, hükümetin siyasi soykırım ve askeri operasyonlarına uygun psikolojik zemin hazırlamak için AKP karargahlarında özel haberler hazırlanmaya, üretilmeye başlandı. Güney Kürdistan’a yönelik yapılan hava saldırısında medya genelkurmay eşgüdümüyle defalarca ‘yüzlerce PKK’li’ gazete sayfalarında, TV ekranlarında öldürüldü. En son PKK’nin Hakkari’de üst kurduğu, BDP ve DTK yöneticilerini buralarda sorguladığı yalan haberiyle birlikte hayali bir kamp algısı yaratıldı. Bu hayali PKK kampına hükümetin tetikçisi Star gazetesi tarafından hayali bir baskın dahi düzenlendi. Ve bu baskına göre ‘500 PKK’li’ bertaraf edildi. Halbuki bu açıktan atılmış bir yalandı. Amaç kamuoyunda sorun bittiği imajını yaratmaktı. Olan bitenin bir ‘terör’ algısı içine hapsedip, Kürt hareketini tasfiye için bütün yönleriyle saldırıya geçmenin koşullarını hazırlamaktı İşte Çukurca saldırısı bu psikolojik savaşın zirve yaptığı döneme denk geldi.

ANTİ-KÜRT İTTİFAK  


Türkiye Kürt halkının meşru haklarını kabul edip, Kürtlerle sorunu diyalog ve müzakere ile çözeceğine klasik politikada ısrar etti. Ankara, aslında 2003 yılında Saddam rejimin çökmesiyle parçalan Kürt inkarı statükoyu yeniden kurmak için Tahran, Şam, Bağdat nezninde yeni girişimlerde bulundu. Suriye’de ki Esat rejimiyle birkaç gizli anlaşma imzaladı. Benzeri bir anti-Kürt anlaşmanın Bağdat ile yapıldığı daha geçenlerde bizzat Irak Parlamentosunda bulunan Dr. Mahmut Osman tarafından deşifre edildi. İran’la daha geniş çaplı bir ittifak kurmaya çalışıldı yer yer gerillaya karşı ortak koordineli saldırılar gerçekleştirdi. Erdoğan hükümeti ABD il yeni pazarlıklara oturdu. Almanya, Fransa, İngiltere başta olmak üzere AB devletleri nezninde Kürtlerin baskı altına alınması için destek istedi.. Federal Kürdistan Bölge yönetimi üzerinde baskı kurarak Kürtler ararsı bir savaş için kışkırtıcı yol izledi. Ancak istediği sonucu alamadı. Bütünlüklü bir anti-Kürt ittifak oluşturamadı. Aslında Çukurca saldırısı hem bu anti-Kürt ittifakın çöktüğü, hem de Türkiye’nin tekrardan bunu canlandırmak için her yol ve yöntemi kullanmakta bahis görmediği bir döneme denk geldi.

KÜRTLERE KARŞI TEHDİT 


Abdullah Gül daha birkaç gün önce askeri üniforma ile Kürdistan ikiye bölen sınırda askeri birlikleri ‘başkomutan’ olarak denetledi. Parmağını sallayarak bütün tehdit etti. Bir Türk gazetesinin yazdığına göre -ki bu şuana kadar genelkurmay yalanlamadı- bir HPG’li gerillanın öldürüldüğü operasyonu Abdullah Gül bizzat izledi. Gül barış gezisi yerine Kürtlere karşı savaş ilanı anlamına gelen bu çıkışıyla aslında Çukurca saldırısına ön bir davetiye çıkarmış oldu.

PKK’NİN SAVAŞMA KABİLYETİ  


Son iki ayda olup bitenler, en son Norşin ve Çukurca saldırısıyla PKK bir kez daha askeri olarak tasfiye edilemeyeceğini göstermiş oldu. Birileri, özelliklede AKP’nin kara propaganda karargahında çalışanlar, istedikleri kadar komplo teorileri üretsinler, bu ve benzeri saldırıların arkasında Başbakan Erdoğan gibi ABD’den, İran’a, Suriye’den AB ülkelerine, İsrail’den Rusya’ya kadar ‘dış güçler’ arsınlar PKK Çukurca ile bu işin ‘içte’ olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. PKK son Çukurca eylemiyle eğer isterse Kürt gerillasının büyük çaplı askeri vuruşlar yapabileceğini, iki aydır süren hava hareketlerinin işe yaramadığını, Oramar baskını üzerinde ‘Heron hikayeleriyle’ yaratılmak istenen kuşkuların kara propaganda olduğu göstermiş oldu.

Çukurca saldırısı sivil alanın Kürtlere kapatılmasıyla savaşın kaçınılmaz olarak gündeme geleceğini, Türkiye’yi yönetenlerin bu gerçekten kaçmasının mümkün olmadığını, meselenin ‘dış’ta değil ‘içte’ Kürtlerin kolektif haklarıyla alakalı olduğunu, bununda ancak her iki tarafı tatmin eden, onurlu bir barışla mümkün olacağını acı bir şekilde gösterdi. Ankara’ya yeni bir travma yaratan son Çukurca eylemi ‘açılım’ adı altında dayatılan tasfiye politikalarının sökmeyeceği göstermiş oldu.

Hiç yorum yok: