31 Temmuz 2012 Salı

Marksizm Penceresinden Dünya Tarihi / Bölüm 6: İlk Yönetici Sınıf

Neil Faulkner bu bölümde insan emeğinin artan üretkenliği ile birlikte ortaya çıkan artı değerin toplumun bir kesimine çalışmadan yaşama fırsatı vermesi ve böylece ilk yönetici sınıfın ortaya çıkmasının üzerinde duruyor.

Irak’ın güneyinde Dicle-Fırat deltasında bir kara parçası olan tarihöncesi Sümer, bataklık ve çölün bir karışımıydı. Neolitik öncüler, milattan önce 3000 dolaylarında burada gerçek “Cennet Bahçesi”ni yaratmışlar.

Bataklıkları sudan arındırmışlar ve bunların arasındaki kumsal sığlıkları sulamışlar. Bu şekilde olağanüstü verimli alanlar yaratmışlar. Milattan önce 2500’de bir arpa tarlasındaki ortalama verim, ekimin 86 katıymış.


Bunları, pişmiş kile kazınmış yazılı kayıtlardan biliyoruz. Sümerler yazıyı icat etmişlerdir, çünkü yarattıkları karmaşık şehir toplumu detaylı kayıt tutmayı gerektirmiştir.


Antik Sümer, yaklaşık olarak günümüz Danimarka’sı kadardı. Zengin toprakları işlenir işlenmez çok büyük tarımsal arz fazlası üretebildi. Bu durum, köylerde yaşamaktan kentlerde yaşamaya doğru nitelikli bir değişimi olanaklı kıldı. Sümer, bir “kent devrimi” başardı.


Sümer höyükleri binlerce yıllık çökelme ile şekillenmiş yassı başlı yapay tepeciklerdir. Yassılaştırılmış kerpiçten yapıları sunan toprak katmanları, yerleşik halkın birbirini izleyen nesillerinin öyküsünü anlatır. Bunlar, milattan önce dördüncü ve üçüncü bin yıllar arasında Bakır Çağı köylerinin Bronz Çağı kentlerine dönüştüğünü gösterir.


Kazılar, büyük tapınakların hâkimiyetindeki şehirleri ve “ziggurat” olarak bilinen yapay tepecikleri ortaya çıkarmıştır. Erek şehrinde bulunan “Erken Hanedan” dönemine (M.Ö. 2900-2300) ait ziggurat 10 metre yüksekliğindeki ve güneşte kurutulmuş tuğlalarla yapılmıştı, burada binlerce topraktan yapılma kadeh ile karşılaşılmıştı ve üstü zift ile kaplanmıştı.


Şehir, ikamet ve üretim bölgeleriyle birlikte bir bütün olarak iki mil kare bir alanı kaplıyordu.


Tapınaklar –ve bunları desteklemek için kendisini çevreleyen kırlık araziler- tanrılara aitti. Lagaş bölgesi, 20 kadar tanrı arasında bölünmüştü.


Tanrıça Bau (Tanrı Ningirsu’nun eşi olan ve bazı kaynaklarda “Ba” diye de anılan şifa tanrıçası; ç.n.) , 17 mil kare alana sahipti. Bunu bir kısmı münferit ailelere tahsis edilmişti. Bir kısmı da ücretli işçiler, yarıcılar ya da örfi işçi hizmetliler tarafından Bau’nun kişisel mülkü olarak işletiliyordu.


Bau’nun yokluğunda mal varlığı tapınak rahipleri tarafından yönetilirdi. Bau’nun halkı sadece 08 ila 2.5 akre (Bir akre 4047 metrekareye denktir; ç.n.) arası toprağa sahipti. Ancak üst düzey bir tapınak yetkilisinin 35.5 akre araziye sahip olduğu bilinir.


Rahipler, kendi mülklerinden elde ettikleri şahsi servetle ve tapınak varlıklarının yarattığı zenginliğin kolektif idaresi ile bir seçkin tabakası oluşturdular.


Malvarlığı, rahipleri güçlü kıldı ve güç daha fazla zenginlik biriktirmek için kullanıldı. Bir Lagaş buyruğu, eski düzenin “başlangıçtan beri olduğu gibi” yeniden tesis edilmesini emretmekteydi. Buyruk, rahiplerin fakirlerden çaldıklarını, zorla almanın çeşitli biçimlerini icra ettiklerini ve tapınağın toprağına, hayvanlarına, ekipmanlarına ve hizmetlilerine kendi özel mülkleriymiş ya da köleleriymiş gibi davrandıklarını tescil ediyordu.


Terfi eden rahipler “şehir yöneticisi” oldular (sonrasında kral şeklini aldı). Lagaş’da şehir yöneticisi, baş tanrının ve yurttaş ordusunun başkomutanının başrahibiydi. Bau’nun arazisinin 608 akresini kullanma hakkına sahipti.


Lagaş şehir yöneticisi, ayrı şehir devletlere bölünmüş Sümer’de birçok yöneticiden biriydi. Bu devletler çoğu zaman birbirleriyle savaş halindeydi. Ur Sancağı (Ur şehrinde bir kral mezarından çıkan ve Sümer toplumunu anlatan levha; ç.n.), düşmanları çiğneyen dört tekerlekli savaş arabalarını, miğfer ve metal işlemeli pelerin içindeki mızrakçıları ve kralın önündeki çıplak mahkûmları betimler.


Her devlet, komşularının korkusu içinde yaşardı. Her birinin savunulacak toprağı, sürüleri, tahıl ambarları, hazineleri ve işgücü vardı. Askeri güç, savunma için kaçınılmazdı.


Ancak askeri güç bir kere edinildi mi proaktif olarak kullanılabilirdi. Engelleyici saldırı, geleceğin güvenliği için en iyi garanti olabilirdi. Yağmacı saldırı, bir hükümdarın zenginlik ve iktidarını arttırabilirdi.


Askeri gücün aynı zamanda ülke içine dönük bir fonksiyonu da vardı. Devlet, -hükümdar, rahipler, memurlar ve kâtipler bürokrasisi, yönettikleri silahlı erkekler topluluğu- şehirdeki yeni toplumsal düzenin sürdürülmesi için bir mekanizmaydı.


Bürokrasinin kendisi, sınıf iktidarının bir aracıydı. Kent toplumunun karmaşıklığı, kayıtları tutmak için yazıyı, ticaret için standartlaştırılmış ağırlık ve ölçüleri, arazi ölçümü için geometri ve aritmetiği gerektiriyordu.


Yeni uzmanlık kategorileri ustalıklar alanlarında eğitimliydi. Eğitimleri gizli ve kişiye özeldi. Devlet hiyerarşisi onları otorite ve statü ile dolduruşa getirmişti.


Daha eski uzmanlık kategorileri de –tüccarlar ve zanaatkârlar- yeni sınıf yapısını ağ gibi sarmıştı. Serbest piyasa yoktu. Antik kentin ekonomisi, siyasi düzene “gömülmüş”tü. Neyin ticaretinin yapılacağını, bunun nerede satılacağını ve kim tarafından satılacağını hükümdarlar kontrol ederdi. Bilhassa metallere dair tekeli, özellikle de bronz ve altın tekelini korurlardı.


Erken Hanedan Sümer, dünyada oluşumunu tamamlamış ilk sınıflı toplumuydu. En altta köleler vardı. Bunların üzerinde önemsiz konumdaki halk tabakası bulunuyordu. Bunların üzerinde ise özgür yurttaşlar vardı.


Bir pişmiş tablet, 205 köle kız ve çocuğun muhtemelen merkezi dokuma tesisinde çalıştırıldığına işaret eder. Bir diğeri, Lagaş’taki Bau tapınağındaki mesleki hiyerarşiyi betimler. En üstte ise kâtipler, memurlar ve rahipler vardı. En altta fırıncılar, bira yapımcıları, tekstil işçileri vardı ve bunların çoğu kadındı, köleydi.


Eşunna’daki kazılarda ortaya çıkan evler açık sınıfsal farklılıkları ortaya koymuştur. Ana caddelerdeki daha büyük evler 200 metrekare ya da daha fazla alan işgal etmektedir. Ancak çoğu kez 50 metrekare olan ve dar ara sokaklarda bulunan daha küçük evler ise çok daha fazladır.


Sınıfsal eşitsizliklere öfke duyulmuş ve direnilmiştir. Sümer tabletleri bu gerginlikleri ima etmektedir. Bu eşitsizlik uzlaşma temelli değildir. Zor yoluyla uygulanmak ve sürdürülmek zorundadır.


Bir azınlık, kendisini çoğunluğun üzerine yükseltmek için nasıl güç kazanmıştı? Birilerinin, çoğunluğun zararına olacak biçimde serveti kendi elinde toplamasını olanaklı kılan neydi?


Sınıf hem bir toplumsal ilişkidir –zengin ile yoksul arasında- hem de bir ekonomik süreçtir –sömürü ve artı değer birikiminden oluşan. Durmadan tekrar üretilmiş olmalıdır. Ve ihtilaflı bir durum olduğundan, sınıf mücadelesini de ihtiva eder.


Egemenlerin zenginlik ve iktidar için gayreti, yoksulluk ve mülkiyet bileşimi nedeniyle ilgi çekmiştir. Bu sımsıkı ikili, tüm sanayi öncesi toplumları kıskaç benzeri kontrolde tutar.


Fakirlik genel bir durumdur. Geleneksel tarım toplumları, herkes için bolluk sağlayacak yeterlilikte üretmezler. Bazen zorunlu ihtiyaçları sağlayacak kadar bile üretmezler.


Mülkiyet, kıt kaynaklara ilişkin ayrıcalıklı bir sebep sonuç ilişkisi iddiasıdır. Serveti belirli bireylere, ailelere, toprak sahiplerine, tapınaklara, kabilelere veya şehir devletlere pay eder. Mülkiyet özel ya da kolektif olabilir ama hiçbir zaman evrensel değildir.


Bu karşıt ikili –yoksulluk ve mülkiyet- sınıfsal eşitsizliğe, devlet iktidarına ve savaşa sebebiyet vermiştir.


Başrahipler ve tarih öncesi Sümer’in savaş ağaları sınıf mücadelesine, dini ve askeri uzmanlar olarak halk tarafından onaylanmışlığın avantajıyla girmişlerdir. Bu onlara büyümekte olan artı değer üzerinde kontrol imkânı tanımıştır. Daha sonra otoriteleri sorgulandığında, halk onayından vazgeçecek güce sahip olduklarını keşfetmişlerdir.


Sümerli seçkinler artı değeri kendi çıkarına biriktirir ve tüketir tüketmez, sömürücülerin yönetici sınıfını oluşturmuştur: tarihteki ilki.



http://www.counterfire.org/index.php/articles/a-marxist-history-of-the-world/5933-a-marxist-history-of-the-world-part-6-the-first-ruling-class- adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir. 


Kaynak:   http://gercegingunlugu.blogspot.fr/2012/07/marksizm-penceresinden-dunya-tarihi_24.html  

Gerçeğin Günlüğü emekçilerine yazı için teşekkür ederiz... 

Hiç yorum yok: