Bu birlikteliğin arkasında olan ise; cunta şeflerine darbeyi yaptıran
güçlerle, Fethullah Gülen’i “Yeşil Kuşak Projesi” temelinde
hazırlayanlardı.
Neden Böyle Oldu?
Neden Böyle Oldu?
Bu soruya cevap ararken; komplo teorisi yaparak
doğru bir sonuca ulaşamayacağımız açıktır. Çünkü o günkü koşullarda ne
Cunta şeflerinin Fethullah Gülen’e bir bağlılıkları nede Fethullah
Gülen’in cunta şeflerine darbe yaptıracak bir gücü yoktu. Ancak yaşanan
gerçeklik 12 Eylül sonrası süreçte bunların açık birlikteliklerini
getirmişti. Bu birlikteliğin arkasında olan ise; cunta şeflerine darbeyi
yaptıran güçlerle, Fethullah Gülen’i “Yeşil Kuşak Projesi” temelinde
hazırlayanlardı.
12 Eylül’ü hazırlayan birçok neden söz konusuydu:
Kürt Özgürlük Mücadelesinin gelişimi, Türkiye sol, demokratik güçlerinin
belirli bir kıpırdanış, içerisinde olması, İran İslam Devrimi,
Sovyetlerin Afganistan’a yapmış olduğu müdahale, Filistin Kurtuluş
Mücadelesinin sol, demokratik güçler üzerinde yarattığı moral etki,
Türkiye’de yaşanan siyasal-sosyal kriz vb. bunlar arasında yerini
almıştı. Bu haliyle NATO üyesi olan ve ABD’nin ileri bir karakolu
durumunda bulunan Türkiye’nin varlığına müsaade edilemezdi.
12
Eylül böylesi koşullarda gerçekleşmişti. Fakat 12 Eylül’ün bir başka
gerçekleşme nedeni daha vardı. O da deyim yerindeyse devletin tadilattan
geçirilmesiydi. Çünkü her yanı dökülen devletin yaşanan sorunlarla baş
etmesi mümkün değildi. Buda TC’nin ciddi bir restorasyona tabi tutulması
anlamına geliyordu.
İkinci Cumhuriyet diye de adlandırılan bu
sürecin nasıl vücut bulacağı da; 12 Eylül’le birlikte açığa çıktı.
Ekonomik alanda İMF reçetelerinin somut ifadesi olan 24 Ocak
kararlarının pratikleştirilmesi, toplumsal alanda depolitizasyonun
gerçekleştirilmesi, siyasal alanda demirden bir ağın örülmesi, ideolojik
alanda da, Türkçü-milliyetçiliğin yerini, Onların tabiri ile Türk-İslam
sentezinin alması vb. noktalarla kendisini gösterdi. Cunta şefleri ile
Fethullah Gülen ve teşkilatını buluşturan/bir araya getiren de bu
gerçeklik oldu.
Artık bundan sonrası, Fethullah Gülen ve
teşkilatı için “yürü ya kulum” dercesine imkânlar sundu. Fethullah
Gülen’de önü açılan bu yolda kendisine göre emin adımlarla yürüdü. “Işık
evleri” diye bilinen eğitim hanelerinde yetiştirdiği kadrolarını 12
Eylül’ün koruması altında devlet bürokrasisi içerisinde
yetkinleştirirken, ağır baskı koşullarda bunalan toplum içerisinde
açıktan örgütlenmeye başladı. Devlet bu konuda da sonuna kadar ona imkân
tanıdı. Kürt Özgürlük Mücadelesinin 12 Eylül’den kısa bir süre yaptığı
hazırlıkları tamamlaması ve direniş mücadelesini başlatmasıyla birlikte
Kürt toplumunda yurtsever, demokratik bilinç ve örgütlülüğün gelişmesine
karşın, Türkiye’de ideolojik ve siyasal alanda oluşan boşluk da
Fethullah Gülen örgütlenmesi için büyük imkânlar sundu.
Türkiye’de
sol, demokratik güçlerin 12 Eylül tarafından baskılanması ve çıkış
yapamamaları cuntanın baskısı altında kalan toplumun da ideolojik ve
siyasal olarak bu örgütlenmenin etkisi altına girmesi gibi zemin
yarattı. Bir zamanlar sol, demokratik güçlerin söylemlerini
hırsızlamaları da toplum içerisinde etkili olmalarında rol oynadı.
Aslında bir nevi Birinci Dünya savaşından yenilgiyle çıkan, ardından da
sol, devrimci güçlerin bastırılmasının yaşandığı Almanya’da Hitlerin
Nasyonalist partisinin toplumcu söylemleri, milliyetçilikle harmanlayan
bir yaklaşımın sahibi oldu.
Fethullah Gülen ve teşkilatı bu
süreçle birlikte toplum içerisinde gelişen örgütlenmesine koşut olarak
sadece devlet bürokrasi içerisinde köşe tutma pozisyonun da ötesine
geçti; devlet kurumlarında da etkili olmaya başladı. Polis örgütlenmesi
ve Kürdistan’da gelişen Özgürlük Mücadelesine karşı kullanılan özel
harekât güçleri bunlar arasında önemli bir yer tuttu. Daha sonra da
etkili olan farklı devlet kurumlarında aynı yolu izlediler.
Fethullah
Gülen ve teşkilatının kadrosal düzeyde devlet içerisinde giderek etkili
konuma gelmeye başlaması tamamen devletin bilgisi ve kontrolü altında
gerçekleşti. Yaşanan siyasal konjonktür de bunun için el verişli
imkânlar sundu. Özelikle de 1996 seçimleri ve Refah Partisinin (RP)
birinci parti haline gelmesi bu anlamda önemli bir yer tuttu.
Refah
Partisi, Türkiye’de “Milli Görüş” geleneğinin temsilcisi olsa da,
aslında İslam-i hareketlerinin de çatısı olma gibi bir özelliğe sahipti.
Bir nevi 1973 ve 1977 seçimlerinde CHP’nin almış olduğu görünümü
andırıyordu. O zaman da CHP, bilinen özelliğine rağmen; sol ve demokrasi
güçlerinin de desteğini alarak % 43’lere varan bir oy ile birinci parti
olmuştu. 1996 seçimlerinde de RP’nin durumu kuşkusuz içerisinde
farklılıklar taşısa da buna benziyordu.
Fethullah Gülen ve teşkilatı
bundan yararlandı. AKP’nin kurucuları olan kişiler tamamen RP’ hükümeti
ve belediyeleri döneminde popüler birer siyasetçi hale geldiler.
AKP’nin bir iktidar partisi olarak hazırlanması da daha çok bu süreçte
hayata geçirildi. Bu aynı zamanda AKP’nin bir Fethullah Gülen partisi
olma gerçeğini ortaya koydu.
Fethullah Gülen ve AKP
AKP’nin
2002 seçimlerinden birinci parti olarak çıkmasını ve ardından da iki
dönem daha hükümet oluşturmasını bu gerçekten ayrı düşünmek mümkün
değildir. Geçmişi, belirli bir mirasın ve geleneğin sürdürücüsü olmayan
bir partinin kurulur kurulmaz, katıldığı ilk seçimlerden birinci parti
olarak çıkmasının çok ikna edici yanlarının olması gerekir. Bu tür
durumlar daha çok devrim ya da karşı devrim dönemlerinde yaşanır. Normal
seçim ortamlarında fazla yaşanmaz. Bazı istisnalar olabilir. Fakat
AKP’nin durumu ve Türkiye gerçekliği bu istisnalara fazla imkân
tanımamaktadır.
1990’ların ilk yarsında Cem Boyner’in kurduğu
“Yeni Demokrasi Hareketi” 2000’lerin başında Cem Uzan tarafından kurulan
“Genç Parti” denemelerine bakıldığında da bu gerçeği daha net olarak
görmek mümkündür. Bu partilerin şimdi izlerine bile rastlanmıyor.
AKP’yi, bu tür partilerle kıyaslayarak tanımak ve niteliği anlamak
mümkün değildir.
AKP’nin bir-kaç siyasetçinin kafa kafaya vererek
kurmuş olduğu bir parti olduğunu kimse iddia edemez. AKP bir projenin
Türkiye’de gerçekleştirilmesinin somut adımlarından biridir.
R.T.Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç vb. leri olmasa da, başka
birilerinin devreye konularak kurdurulacağı bir parti olma özelliğine
sahiptir. 12 Eylül 1980 darbesinden önce bunun ilk adımları atılmış,
darbeyle birlikte de adım adım bunun ayakları örülmüştür. Graham
Füller’in 1970’ler birlikte ifade etmeye başladığı, raporlaştırarak
merkezine sunduğu; Türkiye’de onların deyimiyle “Ilımlı İslam”
projesinin somutlaştırılmış bir ifadesidir.
AKP’nin 2000’lerin ilk yıllarında hükümete gelecek bir şekilde hazırlanması ve kurulması da bunu doğrulamaktadır.
2000’li
yıllar sadece Türkiye açısından değil, Ortadoğu başta olmak üzere tüm
dünya açısında stratejik önem de ele alınmıştır. Daha 2000 yılına
girmeden yaratılan “Milenyum” havası da bunun bir sonucudur. 2000’e
doğru sahte demokrasi havarilerinin bolca ahkâm kesmeye başladıkları bu
içerisine girilmekte olan süreç, asıl olarak “Yeni Dünya Düzenin”
pratikleştirileceği bir “çağ” olarak ele alınmıştı. Bu, Reel Sosyalizmin
çözülmesi ve kendi içerisinde çok başlılığı ifade eden, fakat Küresel
sermaye güçlerinin hükümranlılığını anlatan tek kutuplu dünyanın inşa
edilmesi için harekete geçilmesi anlamına geliyordu. İlk önce Büyük Orta
Doğu Projesi(BOP), sonra Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi olarak
uygulamaya konan plan da bunun bir parçasıydı.
Küresel sermaye
güçleri tarafından geliştirilen bu plan uygulanması için 1990’lı
yılların başından itibaren harekete geçilmiştir. Birinci Körfez savaşı
diye adlandırılan süreç bu doğrultuda atılan ilk adım olmuştur. Önder
Apo’ya karşı geliştirilen uluslararası komplo ise bu yönde atılan bir
başka adımdır. Önder Apo’nun tutsak edilmesi ve Kürt Özgürlük
Mücadelesinin tasfiye edilmek istenmesi anlamına gelen bu adımla, başta
Kürtler olmak üzere Orta doğu halkların Küresel sermaye güçlerinin
yaşanacak olan müdahalesinin önüne geçilmek istenilmiştir.
Irak
müdahalesiyle de bu yönde fiili adımlar atılmaya başlanılmıştır. AKP’nin
parti olarak kuruluşu ve hükümete gelmesi de böyle bir sürece denk
gelmiştir. O nedenledir ki, AKP’nin 2003’teki Irak müdahalesinden hemen
önce hükümet olması bir tesadüf değildir. O zamana kadar küresel sermaye
güçlerinin yapmış oldukları hazırlıkların varmış olduğu bir sonuçtur.
AKP
kesin olarak İslam-i bir parti değildir. Tamamıyla pozitif bilimleri
esas alan, toplum mühendisliği temelinde oluşturulan bir partidir.
Küresel Sermaye Güçleri tarafından önceden hazırlanan bir parti olması
da bu gerçeği doğrulamaktadır. Böylesi bir parti Türkiye’de hükümete
getirilerek aynı zaman da Ortadoğu’nun Müslüman halkları içinde bir
model oluşturulmak istenilmiştir.
Bugün Küresel sermaye güçleri
tarafından AKP’ye verilen rol de bundan başka bir şey değildir. Bugün
Türkiye’de 236 okulu, dış ülkelerde 280 okulu, 200 den fazla vakıf ve
211 ticari şirketi ile Fethullah Gülen ve teşkilatını AKP Hükümetinin
oynamakla yükümlü kılındığı böylesi bir rolden ayrı düşünmek mümkün
değildir.
Fethullah Gülen ve teşkilatının partisi olan AKP’nin bugün
Kürt Özgürlük mücadelesine karşı büyük bir düşmanlık içerisinde
olmasının altında yatan da bu gerçeklikten başka bir şey değildir.
Cemal Şerik
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder