28 Kasım 2011 Pazartesi

Fethullah Gülen Teşkilatının Kürt Düşmanlığı-2

Bu birlikteliğin arkasında olan ise; cunta şeflerine darbeyi yaptıran güçlerle, Fethullah Gülen’i “Yeşil Kuşak Projesi” temelinde hazırlayanlardı.

Neden Böyle Oldu?

Bu soruya cevap ararken; komplo teorisi yaparak doğru bir sonuca ulaşamayacağımız açıktır. Çünkü o günkü koşullarda ne Cunta şeflerinin Fethullah Gülen’e bir bağlılıkları nede Fethullah Gülen’in cunta şeflerine darbe yaptıracak bir gücü yoktu. Ancak yaşanan gerçeklik 12 Eylül sonrası süreçte bunların açık birlikteliklerini getirmişti. Bu birlikteliğin arkasında olan ise; cunta şeflerine darbeyi yaptıran güçlerle, Fethullah Gülen’i “Yeşil Kuşak Projesi” temelinde hazırlayanlardı.

12 Eylül’ü hazırlayan birçok neden söz konusuydu: Kürt Özgürlük Mücadelesinin gelişimi, Türkiye sol, demokratik güçlerinin belirli bir kıpırdanış, içerisinde olması, İran İslam Devrimi, Sovyetlerin Afganistan’a yapmış olduğu müdahale, Filistin Kurtuluş Mücadelesinin sol, demokratik güçler üzerinde yarattığı moral etki, Türkiye’de yaşanan siyasal-sosyal kriz vb. bunlar arasında yerini almıştı. Bu haliyle NATO üyesi olan ve ABD’nin ileri bir karakolu durumunda bulunan Türkiye’nin varlığına müsaade edilemezdi.

12 Eylül böylesi koşullarda gerçekleşmişti. Fakat 12 Eylül’ün bir başka gerçekleşme nedeni daha vardı. O da deyim yerindeyse devletin tadilattan geçirilmesiydi. Çünkü her yanı dökülen devletin yaşanan sorunlarla baş etmesi mümkün değildi. Buda TC’nin ciddi bir restorasyona tabi tutulması anlamına geliyordu.

İkinci Cumhuriyet diye de adlandırılan bu sürecin nasıl vücut bulacağı da; 12 Eylül’le birlikte açığa çıktı. Ekonomik alanda İMF reçetelerinin somut ifadesi olan 24 Ocak kararlarının pratikleştirilmesi, toplumsal alanda depolitizasyonun gerçekleştirilmesi, siyasal alanda demirden bir ağın örülmesi, ideolojik alanda da, Türkçü-milliyetçiliğin yerini, Onların tabiri ile Türk-İslam sentezinin alması vb. noktalarla kendisini gösterdi. Cunta şefleri ile Fethullah Gülen ve teşkilatını buluşturan/bir araya getiren de bu gerçeklik oldu.

Artık bundan sonrası, Fethullah Gülen ve teşkilatı için “yürü ya kulum” dercesine imkânlar sundu. Fethullah Gülen’de önü açılan bu yolda kendisine göre emin adımlarla yürüdü. “Işık evleri” diye bilinen eğitim hanelerinde yetiştirdiği kadrolarını 12 Eylül’ün koruması altında devlet bürokrasisi içerisinde yetkinleştirirken, ağır baskı koşullarda bunalan toplum içerisinde açıktan örgütlenmeye başladı. Devlet bu konuda da sonuna kadar ona imkân tanıdı. Kürt Özgürlük Mücadelesinin 12 Eylül’den kısa bir süre yaptığı hazırlıkları tamamlaması ve direniş mücadelesini başlatmasıyla birlikte Kürt toplumunda yurtsever, demokratik bilinç ve örgütlülüğün gelişmesine karşın, Türkiye’de ideolojik ve siyasal alanda oluşan boşluk da Fethullah Gülen örgütlenmesi için büyük imkânlar sundu.

Türkiye’de sol, demokratik güçlerin 12 Eylül tarafından baskılanması ve çıkış yapamamaları cuntanın baskısı altında kalan toplumun da ideolojik ve siyasal olarak bu örgütlenmenin etkisi altına girmesi gibi zemin yarattı. Bir zamanlar sol, demokratik güçlerin söylemlerini hırsızlamaları da toplum içerisinde etkili olmalarında rol oynadı. Aslında bir nevi Birinci Dünya savaşından yenilgiyle çıkan, ardından da sol, devrimci güçlerin bastırılmasının yaşandığı Almanya’da Hitlerin Nasyonalist partisinin toplumcu söylemleri, milliyetçilikle harmanlayan bir yaklaşımın sahibi oldu.

Fethullah Gülen ve teşkilatı bu süreçle birlikte toplum içerisinde gelişen örgütlenmesine koşut olarak sadece devlet bürokrasi içerisinde köşe tutma pozisyonun da ötesine geçti; devlet kurumlarında da etkili olmaya başladı. Polis örgütlenmesi ve Kürdistan’da gelişen Özgürlük Mücadelesine karşı kullanılan özel harekât güçleri bunlar arasında önemli bir yer tuttu. Daha sonra da etkili olan farklı devlet kurumlarında aynı yolu izlediler.

Fethullah Gülen ve teşkilatının kadrosal düzeyde devlet içerisinde giderek etkili konuma gelmeye başlaması tamamen devletin bilgisi ve kontrolü altında gerçekleşti. Yaşanan siyasal konjonktür de bunun için el verişli imkânlar sundu. Özelikle de 1996 seçimleri ve Refah Partisinin (RP) birinci parti haline gelmesi bu anlamda önemli bir yer tuttu.

Refah Partisi, Türkiye’de “Milli Görüş” geleneğinin temsilcisi olsa da, aslında İslam-i hareketlerinin de çatısı olma gibi bir özelliğe sahipti. Bir nevi 1973 ve 1977 seçimlerinde CHP’nin almış olduğu görünümü andırıyordu. O zaman da CHP, bilinen özelliğine rağmen; sol ve demokrasi güçlerinin de desteğini alarak % 43’lere varan bir oy ile birinci parti olmuştu. 1996 seçimlerinde de RP’nin durumu kuşkusuz içerisinde farklılıklar taşısa da buna benziyordu. 

Fethullah Gülen ve teşkilatı bundan yararlandı. AKP’nin kurucuları olan kişiler tamamen RP’ hükümeti ve belediyeleri döneminde popüler birer siyasetçi hale geldiler. AKP’nin bir iktidar partisi olarak hazırlanması da daha çok bu süreçte hayata geçirildi. Bu aynı zamanda AKP’nin bir Fethullah Gülen partisi olma gerçeğini ortaya koydu.

Fethullah Gülen ve AKP

AKP’nin 2002 seçimlerinden birinci parti olarak çıkmasını ve ardından da iki dönem daha hükümet oluşturmasını bu gerçekten ayrı düşünmek mümkün değildir. Geçmişi, belirli bir mirasın ve geleneğin sürdürücüsü olmayan bir partinin kurulur kurulmaz, katıldığı ilk seçimlerden birinci parti olarak çıkmasının çok ikna edici yanlarının olması gerekir. Bu tür durumlar daha çok devrim ya da karşı devrim dönemlerinde yaşanır. Normal seçim ortamlarında fazla yaşanmaz. Bazı istisnalar olabilir. Fakat AKP’nin durumu ve Türkiye gerçekliği bu istisnalara fazla imkân tanımamaktadır. 

1990’ların ilk yarsında Cem Boyner’in kurduğu “Yeni Demokrasi Hareketi” 2000’lerin başında Cem Uzan tarafından kurulan “Genç Parti” denemelerine bakıldığında da bu gerçeği daha net olarak görmek mümkündür. Bu partilerin şimdi izlerine bile rastlanmıyor. AKP’yi, bu tür partilerle kıyaslayarak tanımak ve niteliği anlamak mümkün değildir.

AKP’nin bir-kaç siyasetçinin kafa kafaya vererek kurmuş olduğu bir parti olduğunu kimse iddia edemez. AKP bir projenin Türkiye’de gerçekleştirilmesinin somut adımlarından biridir. R.T.Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç vb. leri olmasa da, başka birilerinin devreye konularak kurdurulacağı bir parti olma özelliğine sahiptir. 12 Eylül 1980 darbesinden önce bunun ilk adımları atılmış, darbeyle birlikte de adım adım bunun ayakları örülmüştür. Graham Füller’in 1970’ler birlikte ifade etmeye başladığı, raporlaştırarak merkezine sunduğu; Türkiye’de onların deyimiyle “Ilımlı İslam” projesinin somutlaştırılmış bir ifadesidir.

AKP’nin 2000’lerin ilk yıllarında hükümete gelecek bir şekilde hazırlanması ve kurulması da bunu doğrulamaktadır.

2000’li yıllar sadece Türkiye açısından değil, Ortadoğu başta olmak üzere tüm dünya açısında stratejik önem de ele alınmıştır. Daha 2000 yılına girmeden yaratılan “Milenyum” havası da bunun bir sonucudur. 2000’e doğru sahte demokrasi havarilerinin bolca ahkâm kesmeye başladıkları bu içerisine girilmekte olan süreç, asıl olarak “Yeni Dünya Düzenin” pratikleştirileceği bir “çağ” olarak ele alınmıştı. Bu, Reel Sosyalizmin çözülmesi ve kendi içerisinde çok başlılığı ifade eden, fakat Küresel sermaye güçlerinin hükümranlılığını anlatan tek kutuplu dünyanın inşa edilmesi için harekete geçilmesi anlamına geliyordu. İlk önce Büyük Orta Doğu Projesi(BOP), sonra Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi olarak uygulamaya konan plan da bunun bir parçasıydı.

Küresel sermaye güçleri tarafından geliştirilen bu plan uygulanması için 1990’lı yılların başından itibaren harekete geçilmiştir. Birinci Körfez savaşı diye adlandırılan süreç bu doğrultuda atılan ilk adım olmuştur. Önder Apo’ya karşı geliştirilen uluslararası komplo ise bu yönde atılan bir başka adımdır. Önder Apo’nun tutsak edilmesi ve Kürt Özgürlük Mücadelesinin tasfiye edilmek istenmesi anlamına gelen bu adımla, başta Kürtler olmak üzere Orta doğu halkların Küresel sermaye güçlerinin yaşanacak olan müdahalesinin önüne geçilmek istenilmiştir.

Irak müdahalesiyle de bu yönde fiili adımlar atılmaya başlanılmıştır. AKP’nin parti olarak kuruluşu ve hükümete gelmesi de böyle bir sürece denk gelmiştir. O nedenledir ki, AKP’nin 2003’teki Irak müdahalesinden hemen önce hükümet olması bir tesadüf değildir. O zamana kadar küresel sermaye güçlerinin yapmış oldukları hazırlıkların varmış olduğu bir sonuçtur.

AKP kesin olarak İslam-i bir parti değildir. Tamamıyla pozitif bilimleri esas alan, toplum mühendisliği temelinde oluşturulan bir partidir. Küresel Sermaye Güçleri tarafından önceden hazırlanan bir parti olması da bu gerçeği doğrulamaktadır. Böylesi bir parti Türkiye’de hükümete getirilerek aynı zaman da Ortadoğu’nun Müslüman halkları içinde bir model oluşturulmak istenilmiştir.

Bugün Küresel sermaye güçleri tarafından AKP’ye verilen rol de bundan başka bir şey değildir. Bugün Türkiye’de 236 okulu, dış ülkelerde 280 okulu, 200 den fazla vakıf ve 211 ticari şirketi ile Fethullah Gülen ve teşkilatını AKP Hükümetinin oynamakla yükümlü kılındığı böylesi bir rolden ayrı düşünmek mümkün değildir.

Fethullah Gülen ve teşkilatının partisi olan AKP’nin bugün Kürt Özgürlük mücadelesine karşı büyük bir düşmanlık içerisinde olmasının altında yatan da bu gerçeklikten başka bir şey değildir.

Cemal Şerik

Hiç yorum yok: