23 Haziran 2010 Çarşamba

Finans Kapitalin ‘Yeni’ Ortadoğu Politikası

Yeni_Özgür_PolitikaOrtadoğu’daki devletler, birinci paylaşım savaşıyla yapay oluşturulan devletlerdir. Bir Arap ulusundan 12 devlet 5 de Krallık yaratılmıştır. Bunun pratik ifadesi, bir ulustan 17 tane ulusun yaratılmış olmasıdır. Kürt toprakları dörde bölünerek parçalara ayırılmıştır. Emperyalizmin Ortadoğu politikası 20.yy’da böl yönetti. Bu politika 21. yy’da da hala etkisini koruyor.
ABD NATO’nun şemsiyesi altında Dünya’yı yeniden dizayn etmek istiyor. yeni stratejisinde Baltık alanında üstlenme ve Avrupa’nın askeri politikalarına yön verme yatıyor.Bu strateji ile hem NATO ülkelerini Ortadoğu’nun yeniden yapılandırma şavaşının bir parçası haline getirmek istiyor, hemde AB’nin geliştirmek istediği, bağımsız hareket kabiliyetine sahip askeri yapılanmasını engellemeye çalışıyor.
Ortadoğu’daki İran gerginliğinin İsrail İran arası bir çatışma haline dönüşmeden NATO İran arası bir sürtüşme olarak şekillendirmek istiyor. Körfez’de NATO denetiminde bir ‘güvenlik’ duvarı örmeye çalışıyor.

Yeni bir alan olarak Baltıklar: Rusya Gürcistan’a, oradaki vatandaşlarını koruma gerekçesiyle girdi.Baltık’larda ise oldukça yoğun bir Rus nüfus yaşamakta. Ne ABD, nede NATO’nun Baltık ülkelerinin güvenliğine ilişkin her hangi bir anlaşması mevcut değildir. Fakat Baltık ülkelerinde yapılması planlanan askeri tatbikat hem burayı bir NATO üslenme alanı olarak hazırlamak,hem de olası bir Rus müdahalesine önlem niteliğide taşımaktadır. Esasında amaç Baltık’ları Rus müdahalesinden korumaktan ziyade, Dünya’yı yeniden düzenlemenin bir gereği,sürece müdahil durumda olanların alanını daraltmak.Bu alan ne kadar daratılırsa politikanın uygulanma şansı o kadar artar. Bu müdahillerin başında ise Rusya ve Çin gelmektedir.



ABD ve Avrupa: Doğu Avrupa ile ABD arasında ciddi bir sorun yok, ama Avrupa’ya ABD’nin baskıları var. Baskılar daha çok AB’nin gelişmişlerini bu sürece ABD’nin öncülüğünde dahil etmek içindir.Yani AB’nin kendi başına sürece ilişkin plan ve proğramlar oluşturmasını engellemek bu baskının esas amacı. Bu baskıyıda 1945’ten kalma bir sorunla etkin kılmaya çalışıyor ABD. Washington Avrupa’nın yeterli derecede harcama yapmadığını hep söylüyor. Avrupa müdahalelerde ortaya çıkan harcamaların yüzde 20’sini karşılıyor. Tabiî ki ABD tüm askeri harcamaların yüzde 60’nı karşılıyor. Avrupa’nın yaptığı harcamalar bununla karşılaştırıldığında elbette Avrupa ‘az veriyor’ denebilir. Fakat ABD Dünyadaki askeri silah ve diğer malzemeler satışında da yüzde otuz paya sahip. Yani Dünyada satılan bütün askeri malzemenin yüzde otuzu ABD’nin silah sanayi tarafından karşılanıyor.

ABD’nin şu andaki en büyük talebi, savaşın fiilen sürdüğü Afganistan,Irak, ilerde bunlara eklenecek olan Pakistan ve İran’a Avrupanın daha fazla katkıda bulunması.Ama AB’nin gelişmişleride buna karşılık daha fazla’hak’ talebinde bulunuyorlar. ABD ve AB’nin gelişmişleri arasındaki sorunlar bu konulardan kaynaklanıyor.Bunlarda stratejik önemde olmayan sorunlar.Ortak stratejik düşünce, Dünya’nın ve Dünya’nın içinde de özel olarak Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi gerektiğidir.Bu açıdan bu sürtüşmeler derin ayrılıklara yol açmaz. Zaten Finans Kapital artık uluslar ve sınırlar üstü bir karakter kazanmış durumda.

ABD ve Rusya: Soğuk savaş dönemindeki gibi bir silahlanma yarışı iki taraf içinde anlamlı değil. Rusya eski Nükler silahlarının bakımını yürütmekten dahi zorlanıyor.ABD eski Nükler silahların artık gerekli olmadığını düşünüyor. Çünkü ABD’nin geliştirdiği yeni sistemde, daha etkili, Nükler tahribat gücünden daha güçlü silahlar var. Üstelik bu silahlar Radyoaktif özellikte değil. Mesela Lazer tekniği ve Elektro Manyetik dalgalar bu yeni silahlardan.Bunun dışında hala bilinmeyen ve sızma haber olarak kamu oyunun gündemine zaman zaman düşen, Quantum ve Nano teknoloji ürünü silahlarsa bu bilinmeyenlerden.Bu avantajlarına rağmen ABD Rusya ile anlaşma yapıyor. Çünkü ABD’nin ekonomisi silah sanayi ile ayakta duruyor. Ekonomi büyük çöküntüler yaşadı ve daha yaşayacaktır. Obama yönetimi sağlık reformuyla içerde devasa büyüyen toplumsal öfkeyi bir nebzede olsa frenlemek istiyor. Dünya egemenliği için çırpınan bir güç olarak ABD tarihinin en zayıf ve en kritik döneminden geçiyor. Beyaz Sarayda parafe edilen Nükler silahları azaltma anlaşması Kongredeki Cumhuriyetçiler tarafından engelenebilir. Bunlar Obamayı ABD’nin güvenliğini tehlikeye sokmakla itham edip anlaşmayı imzalamayabilirler.Ayrıca anlaşmanın Senato’dan üçte iki çoğunlukla geçmesi gerekiyor ve Demokratlar bu sayıya sahip değil.

Rusya için ABD’nin Bulgaristan, Çekay ve Polanya’ya yerleştirmek istediği füzeler sorunu var. Ama bu aynı zamanda Rusya’daki askeri kanada da, bir tehlikeye işaret etme fırsatı sunuyor. Diğer bir konu ise Rusya eski SSCB’nin Doğu Avrupa kanadının kendileri için özel bir anlam taşıdığını ve burayla ilgili kendisine danışılmasını istiyor. Silahlar konusunda ise bugün bunlar yerleştiriliyor yarın farklı şeyler yerleştirilir diye itiraz ediyor. Yani Rusya danışma hakkı istemekle aslında veto hakkı istiyor. Eski SSCB’yi kendi alanı olarak görüyor. Ya da onlara geçtiğini kabul ettiği noktada da kendilerinin dikkate alınmasını istiyor.

ABD ve Çin: ABD’nin Çin tarafından satın alındığını söyleyecek kadar ileri giden ekonomistler var. Çin’in ABD devlet tahvilleri stoku 7 ila 12 trilyon dolar arası.Ayrıca Çin’in ABD’de yatırım ve ortaklıklarıda buna eklenince oldukça yüklü bir rakam ortaya çıkmakta. ABD’nin şu andaki krizi aşmanın bir yolu olarak bazı ekonomi uzmanları,ABD’nin develasyona gitmesini,en az yüzde yirmibeş oranında bir develasyonla Çin’e diz çökertilebilineceğini belirtiyorlar. Böylece ya Çin parasının degerini yükseltecek, yada alacaklarını yüzde yirmibeş ve üstü bir kayıpla geri alabilecektir. Fakat gerek ABD devleti, gerekse sistemin öndegelen ekonomistleri bu tür bir girişimi aptallık olarak değerlendiriyor. Bu Çin ve ABD ekonomisinin ne kadar bir birine bağımlı hale geldiğininde bir işareti. Birinin çökmesi otomatikmen diğerinin çöküşüne yol açacaktır. Bu açıdan Çin’de, ABD’de radikal adımlardan kaçınıyorlar.Dünya üzerindeki hegemonya yarışını farklı oyunlarla oynuyorlar.Dünyanın gelişmişlerinin yatırımları artık iç içe geçmiş ve dünyada finans-Kapitalin uluslararası egemenlik planları söz konusu. Finans-Kapitalin felsefesinde ulus, sınır ve ülke kavramı yoktur artık.

Bölgenin durumu: Ortadoğu’nun devletleri, birinci paylaşım savaşıyla yapay oluşturulan devletlerdir. Bu yapay yapılanmanın bir gereği, hep yaratıcılarının kulu kölesi olarak varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Bir Arap ulusundan 12 devlet 5 de Krallık yaratılmıştır. Bunun pratik ifadesi bir ulustan 17 tane ulusun yaratılmış olmasıdır. Kürt toprakları dörde bölünerek sadece Kürt coğrafyası parçalamakla kalınmamış,Kürt ulusal benliği ve kişilik karekterleri param parça edilmiştir. Emperyalizmin 20. yy politikası böl yönetti. Bu politika 21. yy’da da hala etkisini koruyor.Bu açıdan Ortadoğu’da gelişmiş ve güçlü devletlere müsade edilmez. Güçlülük emaresi gösterenlerin başına bir çorap örülür. Zaten buna gerekte yok. Ortadoğu tarihten gelen sosyal ve toplumsal sorunların çözümlenmediği,çözümüne müsade edilmediği bir coğrafya. İslam dini içerisinde ortaya çıkan farklı mezheplerin kanlı kavgaları göz önüne alındığında bu coğrafyadaki sorunların nasıl kangrenleştiği, toleransın ve sağ duyunun nasıl yerini kine ve nefrete terk ettiği, insanların nasıl yaşayan birer çelişkiler yumağına,ama her an patlamaya hazır çelişkiler yumağına dönüştüğünü görmek ve anlamak, anlamdırmak daha kolay oluyor.

Ortadoğu, tarihten gelen hiç bir sorunu çözülmemiş, çözümsüzlük karakterlerinin çözüm olarak algılandığı toplumsal hafızanın hüküm sürdüğü bir alan haline gelmiştir. Dünyanın bütün sorunları,çelişkileri ve kavgalarının kaynağı durumundadır bu coğrafya. Dünyadaki sorunların çözüm siyasetlerini üretmeye çalışan, bu çoğrafyanın sorunlarıyla karşılaşmak zorundadır.Dünya egemenliğine soyunan, bu coğrafyanın egemenliğine soyunmak zorundadır. Dünya demokrasisi şiarı altında ortaya çıkan, Ortadoğu’nun demokratikleştirmenin yollarını bulmak zorundadır. Yoksa dünya’da barışa, Ortadoğu’da normalleşme ve toplumsal huzur ortamına ulaşmak mümkün olamayacaktır. Ulusla arası Finas kapital bu aşamada Ortadoğu’da huzur ve normaliteyi daha gerekli görmüyor. Planını uygulayıp sonuç alıncaya kadar da bu böyle gidecek. Plan başarı ile uygulandıktan sonra, Finans Kapitalin yatırım ve üretimini sorunsuz devam ettirebilmek için ‘iç huzur’ sorunsalına bazı ‘çözümler’ getirilecektir.Ama bu yolun daha başlangıcında sayılırız. Bu, Ortadoğu için, uzun sürecek bir savaş ortamının devamı anlamına geliyor.Tabi Finans Kapital’in ‘Demokrasi ve özgürlükler’ getireceği beklentisi içinde olanlar için bu böyle.Ortadoğu halkları için bu karanlıktan çıkışın yolu, kendi demokratik mücadelesiyle mümkündür.Bu mücadele, uluslar arası Finans Kapital’in uzun erimli savaş planlarına son verecek tek güçtür. Dünya’nın bugünkü muhteşem uygarlığına insanlık ilk adımını Ortadoğu’da attı. Fakat dünya medeniyetleri ve uygarlığı kendi doğum kaynağında boğuluyor. Belki dünyanın her hangi başka bir köşesi bu kadar grift sorunların merkezi olma karakterine sahip değildir. Ortadoğu’nun çelişkiler batağı; Uzay’daki kara delikler misali kendisine yaklaşan her şeyi yutuyor. O kadar bastırılmış büyük bir enerji ki etrafına ışık dahi saçmıyor, yakınında beliren her ışığı kendi çekim merkezinde boğuyor. Emperyalist kapitalist sistemin geliştirdiği ve uluslar arası Finas Kapitalin uzun dönem kulandığı bu durum şimdi kendileri önünde de büyük bir sorun olmaya başlamıştır. Ortadoğu’ya operasyon, işte bu sebepten ötürü, uluslar arası Finans-Kapitalin birinci önceliği olmuştur.

İran’ın avantajları: İran Ortadoğu’da sadece bir gücün üzerine plan yaptığı bir alan değil.ABD’nin İran’ı kendi yörüngesine çekme,olmazsa müdahalede bulunma politikası, AB’nin gelişmişlerinin İran’daki ekonomik politikasıyla, Çin’in çok önemli bir silah pazarı olmasıyla ve Rusya’nın hem silah hemde stratejik konumu itibarıyla verdiği önemle çelişiyor. Bu hem İran’ın konumunu güçlendiren ama hemde, çok farklı çıkar çekişmelerinin sahası olma karakterinden ötürü instabil bir statü de sunan bir durum.Bu da hem ABD ve ortakları, hemde ABD ve dünya egemenlik sahasında söz sahibi olan diğer güçlerle arasındaki çekişmeyi kızıştırıyor. İran’a karşı Ortadoğu’da ABD’nin tavizsiz ortağı İsraildir.Diğer Arap devletleri İran’ın Şii yapısından kaynaklı çelişkilerine rağmen, İran’a karşı askeri bir harekete sıcak bakmıyorlar. Çin ve Rusya’nın hem İranda önemli bir silah pazarı var, hemde Çin İran’dan önemli miktarda petrol almaktadır. Batı Avrupanın gelişmişlerininde İran’da önemli ekonomik yatırımları var.Ayrıca Ortadoğu’da İran eksenli bir savaş bir dünya savaşına yol açmasa bile, Ortadoğu coğrafyasını tümden sarar. Bu da önemli oranda bugünkü ABD’nin yeni Ortadoğu politikasını etkiler, hatta beklenmedik sonuçlara yol açabilir.Bu biraz soğuk savaş yıllarında Orta,Güney ve Latin Amerikada ortaya cıkan zincirleme sosyal başkaldırılar tarzı bir reaksiyona dönüşebilir. Bu sebeplerden ötürü İsrail’in İran müdahalesi ancak bölgede oluşturulmuş geniş bir mütabakatla mümkündür. Bu mütabakatın at başı olarak Türkiye kulanılmak isteniyor.

İran’ın dezavantajları: Çin,uygulanan ambargodan ötürü,batının en yeni silah ve askeri sanayi teknolojisini İsrail üzerinden temin ediyor. Çin için vazgeçilmez bir ticari partner İsrail. İsrail için çok büyük bir silah ve teknoloji pazarıdır Çin.Çin İsrail’le olan bu ilişkilerini gelişi güzel riske etmez. Rusyada İranın önemli bir lobi faaliyeti var fakat İsrail lobisi daha güçlü. Ayrıca Başbakan Putin iyi bir Yahudi dostu. Öte yandan İran kendi içinde sistemden kaynaklı yoğun sorunlarla boğuşmak zorunda. Görülen odur ki Ayetullah’lar bu sorunu akıl yoluyla çözmekten yana değil. İçerde baş gösteren her demokratik kıpırdanmayı ABD oyunu olarak damgalayıp muhalifleri ölümle cezalandırıyor. Kürt’lerin kimlik ve özgürlük taleplerini askeri güçle bastırmaya çalışıyor. Fakat gerek Kürt özgürlük mücadelesi, gerekse toplumsal demokratik mücadele ivme kazanarak gelişiyor. Bu durum İran sistemini zora sokuyor. İç muhalefeti bastırmak, içerde birlik havası yaratmak için İranı’nda lokal bir savaşa ihtiyacı var. İran bu durumda hem başta Suriye olmak üzere, bölgede ABD karşıtı bütün güçleri birleştirebileceğini hesaplıyor. Hizbullah,Taliban, El Kaide ve diğer çevreler bu aliansta rahatlıkla yer alacaklardır. Zaten İran’ın bunlarla her türlü ilişkileri ve askeri desteği mevcuttur. Olası İran eksenli bir Ortadoğu savaşında Rusya ve Çin mevcut ilişkileri itibarıyla tarafsız kalacaklardır. Yani bir dünya savaşı anlamına gelecek fiili bir müdahalede bulunmayacaklar. Çin’in İran’dan petrol alma ve silah satma alanında iyi ilişkileri var. Almanya,Fransa, İngiltere, İtalya ve diğerlerinin İranda ekonomik yatırımları var. Rusyanın aynı keza. Ama bütün bu güçlerin ya İsrail’le (Rusya ve Çin gibi)güçlü ilişkiler var, yada ABD (Avrupa gibi) ile. Öyle veya böyle İran’a karşı olası bir savaş dünya dengelerini sarsar fakat Ortadoğu’daki mevcut dengeleri alt üst eder. Mevcut siyasi sistemlerden hiç biri bugünkü haliyle var olmayacaktır.


Türkiye’nin konumu:
 Türkiye AKP iktidarıyla birlikte hem ABD ile, hemde AB ile bir birinden farklı süreçler yaşıyor.Irak işgaliyle bozulan ilişkiler yeni taviz ve bağımlılık ilişkileriyle onarılmaya çalışılıyor.ABD Türkiye’nin Irak ve İran politikasındaki rahatsızlığını, Türk askerlerinin kafasına geçirdiği çuvallarla duyurdu.Başta efelenmeye çalışan Türk devleti sonunda ABD’nin eteğine sarılmak zorunda kaldı.Çünkü ABD Türkiye’nin yumuşak karnını iyi biliyor. Kürt özgürlük mücadelesine esir düşen devlet, bu sorunu çözme yerine tekrar ülkenin stratejik konumunu ve ekonomik çıkarlarını pazara sürüyor. Fakat kavramadığı şey stratejik konumunu ancak komşularına karşı kullandırabilir. Mesela İran’a, Suriye’ye, Ortadoğu’da ABD’nin hedefinde olan diğer ülkelere karşı. ABD ve Rusya’nın bugünkü ilişkileri daha çok anlaşma eksenlidir.

Türkiye hem dış politikada, hemde iç siyasette, çok bunalımlı bir süreci yaşıyor.ABD’nin Ermeni tasarısını gündeme getirdiği dönem çok önemli.Bu tasarıyla Türk devletine , ‘’ya istediğim gibi davranacaksın yada korktuğun her konuyu gündeme taşırım’’ uyarısında bulunmuştur. Bir yandan da Kürt özgürlük hareketine yönelerek ‘’akıllı olursan bu ihsanlarımı da görürsün’’ mesajı vermiştir. Türk devleti verilen mesajı almıştır.Geri çektiğini söylediği elçisi yine ABD yolunda. Büyük ihtimalle Ermeni tasarısı Senatoya getirilmez yada getirilse dahi geçmez. Bu Lozan’ı hatırlatıyor. İngilizler Kürt kartını, yeni Türk devletini istedikleri her koşulla evet deyinceye kadar elinde bırakmıyor.Yeni Türk devleti bütün tahütleri kabul ettikten sonra Ankara’ya gelen İngiltere’nin Irak komiseri H.Dobbs Atatürke, ‘’Kürtlere Özerklik verme diye bir düşüncelerinin olmadığını’’ iletiyor. Atatürk memnuniyetlerine şu sözlerle ifade ediyor: ‘’Kürtler daha kuşaklar boyu kendi kendilerini yönetme yeteneğinden yoksun kalacaklar.’’ (Ama Hangi Atatürk T.Akyol)

AB sürecinde gelinen nokta her halde imtiyazlı ortaklık olacaktır. AB Türk devletine sadece ekonomik çıkarlar temelinde yaklaşıyor. Demokrasi çok tali bir sorun. Zaten Kürt özgürlük hareketine yönelimleri, ‘terörist’ ilan etmeleri bu amacın bir parçası.Yani Türkiye’nin kanayan yarasının kapanması kimsenin işine gelmiyor; ne ABD’nin nede AB’nin. İçerde başlatılan Ergenekon operasyonu ABD’nin talimatı ve verdiği bilgiler temelinde yürütülüyor.Askeri kanadın ABD ve İsrail yanlısı kesim, kendi içinde rahatsız edici bir hal alan illegal gücünün afişe olmuş bölümünü neşterliyor.Bu işi yapmak Erdoğan kabinesine ihale edildi çünkü en uygun bileşenlerden oluşuyor.Erdoğan Kabinesi Ergenekon operasyonunda sadece taşeron. Nereye kadar gidileceğine ABD ve Ordu karar verecektir. Erdoğan kabinesi ABD,Ordu ve kendi tabanı İslami çevre arasında bir denge sağlamaya çalışıyor.Kendi tabanını memnun edince Ordu ve ABD rahatsız oluyor, ABD ve Ordu’yu memnun edince kendi tabanı ve İslam dünyası rahatsız oluyor. Bu denge politikasının daha ne kadar başarılı olacağı belli değil. Fakat bu politikanın devamı ABD’nin ve Ordu’nun memnuniyetiyle alakalı olduğu açık. Erdoğan’ın Felsefesi ne şiş ne de kebap yansın.Başlattığı bütün girişimleri yarıda bırakması, her işi eline yüzüne bulaştırması bundan.Kürt açılımı Ergenekon operasyonunu dengeleme politikası olarak ortaya atıldı.Ergenekon operasyonunda zorlu etaplar ortaya çıktıkça Kürt’lere yüklenildi ve Kürt’leri kriminalize etmek için her araç devreye kondu.

Dış politikadaki çatışma iç siyaseti işlemez hale getiriyor.İslam tendaslı AKP’nin ‘ılıman’ islam yaklaşımına karşı, askeri kanat ABD ve İsrail yanlısı bir hat izliyor.Bu zaman zaman dış politikada iki versiyonlu bir siyasi resim verirken, içeride toplumsal çatışmalı ortamın zeminini olgunlaştırma şeklinde yansıyor. Kürt özgürlük hareketi ve legal Kürt siyasetine yapılan faşist ve ırkçı devlet saldırıları devlet’in bu iç dalaşının Kürtlere kesilen faturasıdır. Kemalist faşist kesimle, islamcı faşist kesimin kıyasıya bir iktidar savaşını yaşıyor Türkiye. Bunun faturasını içerde Kürtler,demokratlar,sosyalist ve devrimciler öderken, dış politikada da bu fatura ülkenin geleceğine ödetiliyor.Türk devleti birinci dünya savaşından sonra en bunalımlı ve Ortadoğu politikalarında rol almada en zayıf dönemini yaşıyor. Türkiye bir nevi kıskaca alınmış durumda. Dış politikada ABD’ye ve AB’ye ters düşerse darbe tehditiyle, içerde İslama ve Ortadoğu’da islami değerlere ters düşerse kendi tabanını ve İslam dünyasına ters düşmekle karşı karşıya. Bu durum Erdoğan ve kabinesini iki tarfı idare etme, denge politikasına oynamaya yönlendiriyor.Erdoğan dengelere oynarken ortaya çıkan ağır faturaları, Kürt halkına ve Türkiye’nin diğer halklarına ve emekçilerine ödetiyor.Ergenekon operasyonu sürecinde ortaya çıkan, müslüman olmayan dini azınlık ve şahsiyetlere karşı geliştirilen saldırı ve katliamlar,Kürt’lere karşı başlatılan siyasi ve fiziki imha bu planın bir parçası.

Kürtler ve yeni Ortadoğu
Kürtleri Ortadoğu’nun hep kaybedenleri hanesinde ele almak lazım. İmparatorluklar döneminden ulus devletler dönemine kadar Kürtlerin, Kürt orijinli bir kazanımları olmamıştır.Din tercihleri dahi kendilerinin iradesinin ürünü olarak ortaya çıkmamıştır. Müslümanlığı kabul eden Kürtler müslümanlığı ya Arab’ın, ya Pers’in, yada Türk’ün islamı temelinde kabullenmiştir. Kürt İslam inancında Kürt ulusal motifi yoktur. İslamı kabul ettiği egemen gücün motifleri çokça vardır. Bu da Kürd’ün uyumlu etkileşim yoluyla değilde, teslim olma, biat etme yöntemi sonucu oluşturulmuş bir baskıcı inanç yapısına kavuştuğunu gösteriyor. İslami tutuculuğun Kürtlerde daha yoğun olarak görülmesinin sebeplerinden biridir bu durum.

Alparslan’la başlayan, başkasının çıkarı için asker olmak, hala devam ediyor.Daha gerilere gidersek Emevi Abbasi İmparatoluklarının savaşında Abbasi’leri Kürtler iktidara taşımışlardır. Büyük Selahaddin Eyübi Kürtler adına değil Arap’lar adına zaferler kazanmıştır.Bunları daha gerilere götürmek ve yakın tarihte aramak mümkün. Kürtler verilen bir söz için malını ve canını ortaya koyabilmişler. Ama verilen hiç bir sözde yerine getirilmemiş döne döne kandırılmış ve kulanılmışlardır.

Birinci paylaşım savaşında büyük bedeller ödeyen Kürtlerin ‘kazancı,’ dört parçaya bölünmüş bir ülke ve atomlarına kadar parçalanmış bir toplumsal doku olmuştur. Ama uğrunda savaştıkları topraklarda başka ulusların devletleri ortaya çıkmış kendilerine ise onlara kölelik etmek düşmüştür.

Kürtler, bugüne kadar yaşanmış büyük savaşlarda, kazanma ve kaybetmenin kilit rolünü oynamış.Alparslan’ın Romen Diyoejon’e karşı verdiği savaşta,Osmanlının Pers, Pers İmparatorluğunun Osmanlı İmparatorluğuna karşı verdiğ savaşlarda bu hep böyle oldu. Kim Kürtleri kendi yanına çekmişse o kazanmıştır. Birinci paylaşım savaşında da bu böyle. Sömürge statüsüne düşmüş Türkiyenin bir devlet’e kavuşması Kürtlerin sayesinde. Ama ne varki Kürtler her dönem savaşta asker, politikada ise koz olarak kulanılmışlardır. Zorda olan asker, avantajda olansa koz olarak kullanmış ve hala kulanıyorlar Kürtleri.

Birinci,ikinci Körfez ve Irak’ın savaşına kadar uzanan süreçte Kürtler tarihi bir fırsat yakaladılar. Ortadoğu’da birinci paylaşım savaşından kalma sistemler ve dengeler, uluslar arası Finans Kapitalin ihtiyaçlarına cevap olamıyor. Bu bir müdahaleyi zorunlu kılıyor. Müdahaleler kötü olduğu kadar yeni fırsat ve olanaklarda içerirler. Bu en azında Ortadoğu sahasında Kürtler için böyle.

Fakat bu tarihi fırsatın tekrar iyi kulanılmadığı yönünde çokça emare var. Bir kere bu süreç Kürtleri ulusal birliğe yönlendireceğine, sunulan parça ‘kurtuluşu’ ile yetilinerek ulusal bölünmenin politikalarına devam edilmiştir. Kürt ‘kazanımları’ olarak ileri sürülen her şey bölgede egemenlik savaşı yürüten gücün sözlü vaatleri düzeyinde kalmıştır. Kürt çoğrafyasında demografyayı bozmak için 30 yıl süren Kürt tehciri sonucu topraklarından sürülen Kürtler dahi topraklarına geri dönememiş, yada bu olanak yaratılmamıştır. Kürtler uluslar arası ilişkilerde resmiyet kazanacak hiç bir kuruluşta tanınmamış ve temsiliyeti söz konusu değil.BM’lerde Irak devleti bir Arap devleti olarak temsil edilmektedir. Bu devlete karşı gelişecek bir başkaldırı ‘terörist’ ilan edilecektir. Bu Kürtler içinde geçerli.

Araplar güçlü bir konuma kavuştukları taktirde ilk saldırıları Kürtlere olacaktır. Kürtleri bu saldırıya karşı koruyacak hiç bir uluslararası sözleşme mevcut değildir.Ama Irak devletini koruyucu yasalar mevcut. Çünkü Araplar devletleriyle bu örgütlerde temsil ediliyorlar.Kürtleri bu tehlikeye karşı koruyacak tek bir güç vardır. O da ulusal birlik. Ama ne yazık ki Güneyli Kürt siyasilerin yalnış hesapları sonucu,Kürtler bu güvenceden şu an yoksun durumda.

Kürtlerin yönetmedeki beceriksizliklerinden mi,yoksa Kürtlerin ulusal duygularının zayıflığından mı, her nedense kendi toprakları üzerinde dahi tam hakim olamıyorlar. Kürtler Arapların yaşadıkları şehirlerde bir oy dahi almazken, Arap partileri Kürtlerin şehirlerinde kimi yerde çoğunluğu (Musul,Diyala), kimi yerde ise,(Kerkük)Kürtlerle eşit oy aldılar.Kırmızı çizgi olarak ilan ettikleri Kerkük yarı Arap çıktı. Türk devletinin oyunu,Türkmen cephesinin kullanılması...bunların hepsi doğru ama oradaki yenilginin gerekçesi olabilir mi? ABD’nin sayın Barzani’ye vermiş olduğu sözün bu durumda hala bir kıymeti harbiyesi varmı? Bence yok. Kürtlerin kazanımları ve top yekün mücadeleleri büyük bir kuşatmanın ve imha tehditi altında.ABD Ortadoğu’daki muhalifleri (İran, Suriye) kendi yörüngesine çekerse,

Şiddet eksenli olayları bir ölçüde kontrol edilebilecek boyutlara çekerse, o zaman Kürtlere fazla bir ihtiyacı kalmayacaktır. Kürtlerin bu gerçeği görerek elde kart olmaktan çıkıp,bölgenin yeni dengeleri kurulduğu süreçte hesaba katılması gereken bir güç, bir taraf haline gelmesi gerekiyor. Kart ya da koz değilde bir partner olduğunu Kürtler ancak, ulusal birliğini sağlayarak, üst düzeyde ortak ulusal temsiliyetin sağlandığı bir yapıya kavuşmakla sağlayabilirler. Aksi halde yaşanacak kayıplar 1976’da yaşananlardan daha ağır olacaktır.

Türk devleti sayın Barzani’yi Ankara’ya davet ediyor. Bunda yalnış bir şey yok. Fakat Türk devletinin sayın Barzani’yi hangi amaçla çağırdığı ömenli.Kürtleri birbirine karşı kullanmak için bu çağrının yapıldığını bilmek için politika kahini olmak gerekmiyor.Türk devleti,ABD ve NATO şemsiyesi altında, Kuzey Kürtlerinin örgütlü iradesini imha etmek istiyor. Bu imha işine sayın Barzani’de ortak edilmek isteniyor.Bildiğim şu ki, sayın Barzani gerçek bir Kürt yurtseveri. Bu açıdan sayın Barzani’nin bu oyuna alet olmayacağını düşünüyorum. Fakat Kürtlerin chas’lığını sayın Barzani herkesten çok iyi bilir.Kürtlerin sayın Barzani’den beklentisi bu Chas’ları tecrit ve teşhir etmesidir.Kürtlerin ulusal birliğini engelleyen güçlere karşı Kürt ulusal birliği için mücadele etmelidir. Kürt’ün parçada kurtulma şansı yoktur. Parçanın güvenliği ve kazanımlarının teminatı Kürt ulusal birliğinden geçer.

Kürtler Ortadoğuda uygulanmaya konmuş Emperyalist politikaların mağdurları ve kaybedenleri olmak istemiyorsa, zaman kaybetmeden, ulusal birlik için yapılanın en azamisini hemen şimdi yapmalı.Aksi halde imha tehlikesinin en büyüğüne, hemde uluslararası güçlerin desteklediği bir imha ile karşılaşacaklardır.

ALİ ÇATAKÇIN

Hiç yorum yok: