15 Eylül 2011 Perşembe

DTP’ye Yargı Darbesi ya da Tasfiye Politikasının Arka Planı


Türkiye cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “Kürt sorununda iyi şeyler olacak” sözü ardından herkesi iyimser bir hava sardı.

Türkiye cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “Kürt sorununda iyi şeyler olacak” sözü ardından herkesi iyimser bir hava sardı. Bu söz Kürt halkı kadar Türkiye kamuoyu ve farklı birçok çevrede umut yarattı. Umut yaratması doğaldı, zira Türkiye’nin son 30 yılını saran, esir alan acılı süreç toplumsal tüm dokularda büyük tahribatlar yaratmıştı. Türk devleti ve Kürt halkının örgütlü gücü PKK arasında süren bu savaşta zarar görmeyen yok gibiydi ve ilgili herkes bir an önce Kürt sorununun barışçıl-demokratik yollardan çözülmesini sabırsızlıkla bekliyordu. 

Toplumsal Travmanın Sorumlusu Türk Devleti ve Onun Asimilasyoncu Sistemidir
Hiç kuşkusuz ki yaşanan tahribatların, çekilen acıların ve akan kanın sorumlusu Türk devleti ve onun inkarcı-imhacı zihniyetinin kurumlaşmış ifadesi olan asimilasyoncu sistemiydi. Mevcut sistem içerisinde siyasal yollarda varlığı kabul edilmeyen Kürt halkı haklı ve doğal olarak kendini savunmak için silahlı direnişe başvurdu. Bu yönteme başvurması bir tercih değildi, -çünkü tercihler daha farklı seçenekler içerisinden beğeni ölçüsüne göre yapılır- zorunluluktandı. Yani kendi insani doğal haklarına kavuşmak için silahlı direnişe geçmesi dışında önünde bir yol yoktu.
Bu gerçeklik anlaşıldıkça Kürt sorununa demokratik çözüm sesleri yükselmeye başladı. İlgili her çevre Kürtlere haksızlık yapıldığını, en insani hak olarak anadilini bile konuşma yasağına maruz kaldığını, Kürt halkı üzerinde sürdürülen devlet terörünün son bulması gerektiğini ve bu temelde artık Kürt sorununun barışçıl-demokratik yollardan çözülmesi gerektiğini dillendirmeye başlaması umutları daha fazla artırdı.

Yerel Seçimler İrade Beyanına Dönüştü
Bu beklenti ve umutların yeşerdiği bir zamanda 29 Mart 2009 tarihinde yerel seçimlere gidildi. Yerel seçimlerde ortaya çıkan sonuç başta Türk devleti ve AKP olmak üzere birçok çevreye adeta şok etkisi yaptı. Çünkü Kürtler DTP ile büyük bir zafere imza atarak seçimleri irade beyanına dönüştürdü. Tabi bu durum Türk devleti ve sahaya sürdüğü piyonu AKP’nin gerçek niyetini netleştirdi. Artık sorunu sağa-sola çekiştirip, “Kürt sorununu çözmek istiyorum, ama ordu engel” türünden safsatalarla boğma şansını kaybetmişti. Tutumunu netleştirmesi gerekiyordu, nitekim kısa bir süre sonra netleştirdi.

AKP, 12 Eylül Cuntasının Siyasi Devamıdır
Ne yazık ki Abdullah Gül başta olmak üzere Türk devleti ve AKP’nin sorunu çözme konusunda samimi olmadığı 14 Nisan 2009’da “KCK operasyonu” adı altında DTP’ye yönelik kapsamlı operasyonlarla gösterdi. Bu durum tüm beklentileri boşa çıkararak, olgunlaşan barış ortamını bir anda bozdu. Daha sonra adına “Kürt açılımı” dediği oyalama politikasını da uzun süreye yayma yeteneğini gösteremedi ve oynamak istediği oyun kısa sürede anlaşıldı. Bu operasyonlar dalgalar halinde hala sürüyor.
İşin can alıcı noktası “KCK operasyonu” adı altında DTP’ye yönelik yaptığı ve DTP’nin kapatılması ardından BDP’ye karşı devam eden operasyonlarla ne amaçlandığıdır. 
Kürt legal siyasi kurumlarına yapılan operasyonların yanında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a karşı geliştirilen uygulamalar, halka karşı polis terörü ve askeri operasyonlara ağırlık verilmesi gelinen aşamada çözümsüzlüğü daha fazla derinleştirmiştir.
Bu konuda en önemli ve sürekli tartışmalara mevzu olan husus Kürt legal-demokratik kurumlarına yönelik gerçekleşen operasyonların ne kadar siyasi, ne kadar hukuki olduğudur. İçinde seçilmiş belediye başkanlarının da olduğu tutuklamaların hukuki olmadığı bizzat başbakan Tayyip Erdoğan ve sözde “Kürt açılımı” koordinatörü olan iç işleri bakanı Beşir Atalay’ın çeşitli zamanlarda yaptıkları konuşmalardan anlamak mümkündür. Çünkü niyetlerinin Kürt sorununu muhataplarıyla çözmek olmadığını her fırsatta dile getirmişlerdir. PKK’nin tasfiye edilmesi için her yolu deneyeceklerini, bunun için her fırsatı değerlendireceklerini sürekli ifade etmişlerdir. 
Tabi Türk devleti ve uygulayıcısı AKP’nin sorun tahlili bu eksende olunca doğal olarak bunun gereklerini yerine getirmek için girişimlerde bulunulacaktı.
O açıdan dalgalar halinde binlere varan tutuklamaların hukuki hiçbir değeri yoktur. Yargı, oluşturulan tasfiye konsepti ekseninde kendisine verilen görevi yerine getirmiştir. 
Kimileri DTP ve BDP üzerinde geliştirilen tutuklama furyasını AKP darbesi, kimisi AKP’yi aşan derin devlet müdahalesi, kimisi de Ergenekon operasyonuna karşı denge kurma girişimi olarak değerlendirmiştir. Kuşkusuz ki hepsinde haklılık payı var ama temel amaç hepsini aşan ya da tüm bu görüşleri üst bir potada toplayan tasfiye konseptine işlerlik kazandırmadır.


Can alıcı sorulardan biri Türk devleti gibi ittihatçı zihniyetle donatılmış bir devletin bu kadar karmaşık ve kirli oyunları neden AKP ile yürütmek istediğidir.



Can alıcı sorulardan biri Türk devleti gibi ittihatçı zihniyetle donatılmış bir devletin bu kadar karmaşık ve kirli oyunları neden AKP ile yürütmek istediğidir. Bu soruya doğru yanıt bulmak oldukça önemli olmaktadır. AKP etrafında Kürtlere karşı geliştirilen tasfiye politikalarının kilidi bu soruda gizlidir. Zira AKP deyip geçmemek gerekir. Özel örgütlenme ile oluşturulan AKP adındaki partinin uyguladığı kirli ve özel politikalar Kürt ve Türk halkı arasında belki de yüzyıllara yayılacak yeni çatışma sürecini geliştirmeye adaydır.

İttihatçı-Ergenekoncu Zihniyet Kirli Oyunlarını AKP ile Yürütmek İstiyor
Mevcut yürütülmeye çalışılan konsept ve geliştirilen siyasetin AKP ile yürütmesinin önemli nedenleri var. Evvela Türk devleti esas özünü teşkil eden ittihatçı-ergenekoncu-faşist yöntemlerle 30 yıl boyunca PKK’ye karşı yürüttüğü kirli ve özel savaştan sonuç alamadı. Bu amaçla kullandığı bütün partiler birer birer tarihin çöp sepetine atılmaktan kurtulmadı ve Türk devleti kurumsal olarak Kürdistan’daki varlığını kaybetti. Artık oluşan yeni konjöktürde ya Kürt halkını kabul edip sorunu çözecekti ya da yedekte beklettiği ve dini inançtan dolayı Kürt halkına daha fazla yakınlık kuracağı düşünülen İslami kılıklı yapılanmayı iktidara getirip savaşı sürdürecekti. Bu ikilem içinde bocalayan Türk devleti en sonda tercihini İslam maskesini takan AKP gibi bir oluşumu ortaya çıkarıp iktidar yapmaktan yana kullandı. 
Türk derin devleti yani gladyosunun bu siyasi taktiği ABD’nin Ortadoğu projesine de uyduğu için ortada sorun adına bir varlıktan söz edilemez. Mevcut durumda AKP, ABD’nin Ortadoğu politikasına en iyi uyan siyasal yapı olarak karşımızda durmaktadır. Çünkü Obama ile Müslüman devletlerle yeni bir sayfa açan ABD, bozulan imajını siyasal islama dayanarak onarmaya çalışıyor.

AKP Türk Gladyosunun Siyasi Kanadını Temsil Ediyor 
Zaten AKP “gladio operasyonu” adı altında Ergenekon adıyla denetim dışına çıkmış, rant ve çıkara bulaşmış kişilere karşı operasyonu ABD desteği ile yapıyor. Aslında burada da büyük bir kandırmaca var. AKP hiçbir zaman gerçek anlamda Gladionun Türkiye örgütlenmesi olan Ergenekonun üzerine gitmedi. Operasyonlarla tutukladığı kişiler Ergenekon yapılanmasının denetimi dışına çıkmış, bireysel rant ve çıkara bulaşmış, sapıklaşmış küçük bir gruptan ibarettir. AKP’nin ne Gladio, ne de Ergenekon yapılanmasının üzerine gitme gücü yoktur. Aksine gerçek Ergenekon yapılanmasıyla son derece uyumlu ilişki ve işbirliği içerisinde bulunuyor. Gladionun Türkiye versiyonu olan ve derin devlet yapılanmasını oluşturan gerçek Ergenekon tüm gücüyle ayakta kalmaya devam ediyor. 
Son günlerde basında yoğun işlenen “kozmik oda aramaları” ve tartışmaları da aynı yanılsama girişiminin devamıdır. Kozmik oda aramaları denetim dışına çıkma potansiyele sahip ordu, özel harp elemanları vs gibi kurum ve kişilere gözdağından öte bir şey değildir. AKP, ABD’nin desteği ile geliştirdiği bu tür operasyonlarla derin yapılanmalara “varlığınızı sürdürün ama benden habersiz bir şey yapmayın” mesajını. Bu temelde Türk derin devleti,  ABD’nin desteği ve aklıyla ama AKP vasıtasıyla Türk devletini çağın koşullarına uyarlama noktasına taşımaya çalışıyor.

AKP Türk Devletinin Son Mevzisidir
AKP, Kürtleri tasfiye etme göreviyle iktidara getirilmiş özel bir örgütlenmedir. İktidarda kalması Kürtlere karşı geliştirilen tasfiye konseptinden sonuç almasına bağlıdır. AKP ve Tayyip Erdoğan bu durumu iyi bildiği için tüm oyunlarını ve hesaplarını Kürtler üzerinde yapan bir siyaset izliyor. Oyalama ve çürütme siyaseti Kürt özgürlük mücadelesi tarafından deşifre edildiği için hiç kimse tarafından tahmin edilmeyen bir zamanda Kürt legal kurumları ve seçilmiş belediye başkanlarına yönelik kapsamlı operasyon talimatını verdi. AKP kendisine verilen görev gereği ya Kürt özgürlük mücadelesini tasfiye edecektir, ya da tasfiye olacaktır. Yani kaderi Kürt özgürlük mücadelesinin durumuna bağlıdır. Bu kadar pervasız yönelim emrini vermesi bundandır. 
AKP, devletin kendisine tanıdığı iktidar fırsatının Kürtler karşısında başarıya endeksli olduğunu bildiği gibi, başarısızlık durumunda çok ağır cezaya çarptırılacağını iyi biliyor. Başarısızlıktan sonra hezimete uğramamak için fırsat buldukça kurumlara sızarak kadro yerleştirmekten geri kalmıyor. Bununla beraber Ortadoğu sahasında da geliştirdiği siyaset ve diplomasi ile modelini diğer bölge ülkelerine uygulama yolunda çabalar harcıyor.

Derin Devlet AKP ile Çağa Uyarlanmış Yeni Bir Darbe Yapmıştır 
Bu çabalar AKP’yi kurtarır mı sorusu ayrı bir yazı konusudur ama Türk devletinin AKP eliyle DTP ve BDP’ye yönelik geliştirdiği operasyonları sürdüreceği kesindir. Çünkü varlığı buna bağlıdır ve bunun farkındadır. Mevcut durumda AKP Türk devletinin Kürdistan’daki son direniş mevzisidir. Bu mevzi de düştüğü zaman artık Türk devletinin Kürdistan’da kalma şansı ortadan kalkacaktır. Türk devleti bu mevzinin yani AKP’nin Kürdistan’da düşmemesi için her türlü yöntemi uygulamaktan geri durmayacaktır. 
Hiç kuşkusuz ki bu yöntemlerin toplamı yeni bir 12 Eylül faşist darbesi anlamına da geliyor. Ama içerik ve yöntem olarak çağa uyarlanmış bir darbedir bu. Geçmiş yıllarda Kürt illerinde olağan üstü hal ilan ediliyordu, değişen dünyada bu yönteme yer olmadığı görüldüğü için bu sefer Kürtlere özel yasalar çıkarılıyor. Türk derin devletinin AKP eliyle Kürtlere ve kurumlarına karşı geliştirdiği yeni darbeye “hukuk ve yargı” kılıfı giydirilmiştir. Hukuk ve yargı darbesi ile Kürtler siyaseten tasfiye edilmek amaçlanıyor. Ama bu kılıf darbe ve tasfiye konseptine meşruiyet kazandıramayacağı gibi, sonuç alması da mümkün görünmüyor. 
Peki bundan sonrası ne olabilir? Ne tür gelişmeler yaşanabilir? İçin can alıcı noktası tam da budur. Hemen şunu hatırlatmak gerekir ki, AKP mevcut yürürlüğe koyduğu tutuklama-tasfiye politikasıyla büyük bir risk almıştır. Eğer bu politikada başarısız olursa –ki veriler onu gösteriyor- iktidarda kalması söz konusu olamayacaktır. AKP’nin iktidarda tutulmasının en temel nedeni olan Kürtleri kontrolde tutma politikasının boşa çıktığı anda AKP’nin geleceği de belirsizleşir. Bu belirsizliği AKP tarafından yürütülen tasfiye politikalarının çatışmalı sürece davetiye çıkarması ve bu eksende bahar aylarında yoğunluk kazanacak çatışmaların ortaya çıkaracağı siyasi tablo çözecektir.

 Şahan Dicle

Hiç yorum yok: