15 Eylül 2011 Perşembe

PKK, Asr-ı Saadet Müslümanlığıdır

PKK aslında hem devrimci sosyalizmin, hem de devrimci İslam’ın Kürdistan’da iç içe uygulanmasıdır. Asr-ı Saadet Müslümanlığı neyse günümüzün PKK’si de odur.

Abdullah ÖCALAN

İslamiyet; tarihin tanıdığı en büyük devrimlerden birisidir. Denilebilir ki İslam kadar insanlığı derinden etkileyen bir devrime daha rastlanmamıştır. İslamiyet Devrimi kadar daha somut ve yaşamın her alanına ilişkin eşitlik, adalet, özgürlük ilkelerine verdiği anlam kadar başka bir dinin anlam vermediği gibi, o büyük devrimler de daha çok eşitlik, adalet ve özgürlük amacıyla gerçekleşen devrimlerdir. Dolayısıyla İslam’ı kendisinden sonra bir çok devrimin temel kaynağı olarak görmek doğrudur.

Ne yazık ki, günümüzde İslamiyet adına en gerici, karşı-devrimci ne kadar görüş varsa, bunlar savunulmakta ve devrimlere karşı kullanılmaktadır. Özünde eşitlik, özgürlük, adalet devrimi olan İslam’a yapabileceğiniz en büyük kötülük onu zulmün, inkarın, karanlığın, adaletsizliğin, köleliğin tarzı olarak kullanmak ne kabul edilebilir, ne affedilebilir. Hz. Muhammed’in büyük bir devrimci olduğunu iyi bilmek zorundayız. Gerçekten peygambere bağlılık, eğer biraz dürüstlük varsa insana, bir halka, bir ulusa eşit, özgür, adil yaklaşmayı bilmek gerekir. Hz. Muhammed’i peygamber olarak bilip de bir ulusu inkar etmek, bir grup insanı zulüm altında tutmak, onlara her türlü baskı ve sömürüyü dayatmak, hele hele bunu İslam adına, hadis adına savunmak yapılabilecek en büyük kötülüktür. Ve bu da en büyük günahlardan birisidir.

Öze bakmalıyız, lafa değil. İslam ortaya çıktığında şekil yoktur, biçim yoktur. Bu dönemin cahilliye tabakasına karşı, putperestlere karşı bir saldırı hareketi vardır, adil bir tanrı, onun yeryüzündeki nizamını tesis etmeyi, insanlığı cehaletten, kölelikten kurtarmayı temel amaç olarak bildiğini, bu temelde ışık saçtığını hiç kimse inkar edemez. Bu dönemde Arap’ın Acem’e üstünlüğü olmadığını, beyaz kulla, siyah kul arasında farkın olmadığını bizzat peygamberin kendisi söylemiştir. Eğer bunlar inkar edilmeyecek ise; günümüzde neden Türk, Kürt’ten çok ayrıcalıklı olduğu gibi, Kürt’ün adı bile inkar edilmektedir? Eğer gerçek Müslümanlık Türk yönetimi, iktidarı tarafından, Türk diyaneti tarafından takip ediliyorsa o zaman bu eşitsizliği İslamiyet adına nasıl izah edebilirler? Hz. Muhammed’in bu hadisine göre bu eşitsizliği, bu Müslümanlar, bu diyanet imamları, müftüleri nasıl kabul edebilir? Eğer ikiyüzlü ve İslamiyet’i para için kullanan riyakarlar, yalancılar değillerse, bunlar kimlerdir?

Halkımızın İslamiyet’e İnanışı, Onun Adil Ve Özgürlüğe Olan Değerinden Ötürüdür. 

Bu hususu çok iyi kavramak gerekiyor. İslamiyet bütün insanlık içindir. Bütün halklar içindir, İslamlığın rafı yalnız Arap’ın, Acem’in, Türk’ün rafı değildir. Bütün insanlığın rafıdır, peygamberi de bütün insanlığın peygamberidir. Ve bunu da hiç kimse inkar edemez. O halde bir halk neden bu kadar baskıyı, eşitsizliği yaşıyor? O zaman bizim kendi halkımızın Müslümanları, Müslüman din adamları bunu mutlaka doğru görüp İslam’ın adaletini görmek, İslam’ın adaletini yerine getirmek için İslam’ın cihadını görmek ve gerekleri yerine getirmek zorundadırlar. Aksi halde onların Müslümanlığı sahte bir Müslümanlık olmaktan öteye gidemez. 

Her halkın Müslümanlığa sahip çıkması kendi ulusunun eşitliği, özgürlüğü içindir. Bu olmazsa, o ulus Müslüman olamaz. 

Düşünün, kendi kavmini inkar eden, kendi mezhebini inkar eden nasıl Müslüman olabilir? Kaldı ki Hz. Muhammed, “mezhebini inkar eden bizden değildir” der.

Şimdi “kendini ne kadar inkar edersen o kadar maaş vardır”, “hak, adalet, özgürlük savaşçılarına ne kadar terörist dersen ve bu temelde ayetleri de alet edip en büyük günahkarlığa ne kadar girersen, devlet sana o kadar para verir” dersen bunun İslam düşmanlığından başka hiçbir şeyle izah edilemeyeceği, münafıklıktan başka hiçbir biçimde izah kabul etmeyeceği açıktır.

Daha İslamiyet doğar doğmaz, onu saptırmaya çalışan münafıklar vardı. Zaten bunlara o zaman “mürteci” yani geriye çark eden denilirdi. Gerçek Müslümanlar başlangıçta o Mekke’de ilk İslam’ın ayetleri ortaya çıktığında ve bir propaganda çevresi olarak hareket edildiğinde ortaya çıkan Müslümanlardır. Başta Ebu Cehil olmak üzere bütün o putperestler tarafından baskıya, işkenceye alınanlar gerçek ve devrimci Müslüman diyebileceğimiz inanmış kesim, buna bugünün deyişiyle militan kesimi teşkil ederlerdi ve en başta gelenleri de Hz. Hatice, Hz. Ali, Hz. Hamza ve benzeriydi. 

İslam’ın doğuş vaktindeki İslamiyet ve o ilk doğuşundaki Müslümanlar –çok iyi biliyoruz ki- hiçbir çıkar gözetmeden, tümüyle inançları uğruna muazzam bir cihada girmişlerdi ve hepsi de hayatını ortaya koyup büyük bir kısmı şahadete ulaşmışlardı.
Medine’ye hicret edildiğinde, her türlü ezaya, cefaya maruz kalanlar, bu Müslümanlardır. Ne zaman ki Mekke tekrar fethedildi ve İslam devlet oldu, o zaman Muaviye gibileri, saltanat İslam’ı dediğimiz bir İslamiyet’i kabul ettiler. Zafer kazanan İslam’ın nimetlerinden yararlanmak için İslamiyet’e girdiler. Ve çıkar temelinde, dalga dalga bir çok eski münafık, özde değil, sözde Müslüman oldular. Ve yine çok iyi biliyoruz ki daha Hz. Muhammed vefat edip türbesine konulmadan bunlar iktidar savaşı yaptılar. Özellikle halifeliği, hakkı olana değil, olmayana vermenin o fitne fesadını geliştirdiler. Bildiğimiz gibi fitnelik geliştirildi, İslamiyet’te kavgalar; yani bir yerde sağ-sol çatışması, devrimci olan kesim ile olmayan kesim kıyasıya bir mücadele giriştiler. Çok iyi biliyoruz ki Hz. Ali’nin taraftarları Ehli Beyt’ten idiler ve gerçek Müslümanlığı temsil ediyorlardı, ihtilalci Müslümanlığı temsil ediyorlardı. Muaviye şahsında bir araya getirilenler ise sağcıları, yani karşı-devrimcileri temsil ediyorlardı. 

Tıpkı Fransız Devrimi’nde olduğu gibi, Avcılar vardır, Kırlangıçlar vardır; bunların bir kısmına sol denir, bir kısmına sağ denilir. Rus Devrimi’nde de öyledir; Bolşevikler vardır, Menşevikler vardır. İşte Müslümanlıkta da bu böyledir, Bolşevikler, Hz. Ali ve yandaşları biçimindedir, Menşevikler de Muaviye taraftarları gibidirler. Hâlâ Rusya’da bu kavga devam ediyor. Yani bir çok devrimin böyle ikiye ayrılması vardır. 

Daha sonra bildiğimiz gibi bu ayrışma, bölünme yüzyıllarca kanlı savaşlara yol açtı. Alevilik, Sünnilik, Şiilik vs. ortaya çıktı. Bunlar öze ne kadar bağlılar, o ayrı bir mesele ama bu ayrışma günümüze kadar devam ediyor. Çok iyi biliyoruz ki, saltanat Müslümanlığı daha Şam’da Muaviye saltanata gelir gelmez Arapların üstünlüğüne dayalı olarak büyük bir baskı ve sömürme hareketine girişti. Bütün halklara karşı büyük bir zulümle hareket etti. Haccac gibi çok kan dökücüler Irak’ta, İran’da, Kürdistan’da sel gibi kan akıttılar ve halklara zorla İslamiyet adı altında kendi hakimiyetini, yani bir yerde kendi emperyalist-sömürgeci çıkarlarını dayattılar. Emevilerin dayattığı, emperyalist-sömürgeciliktir veya İslam adı altında, İslam maskeli emperyalist-sömürgeciliktir. Bunu ilk defa şimdi açıkça söyleyebiliyoruz ve halklar buna büyük bir isyanla karşılık verdiler. Özellikle İran’da Şia adı altında toplanan kesim, yine Alevi; Ali yanlıları adı altında, Araplarda da geniş bir isyan hareketi ortaya çıktı. Hz. Ali’nin büyük oğlu imam Hasan zehirlettirildi, yine İmam Hüseyin Kerbela’da katledildi ve bu isyanlar daha sonra daha arttı. 

İran’da Ebu Müslüm Horosani’nin önderlik ettiği büyük isyanla iyi biliyoruz ki Emevi saltanatı, emperyalizmi, sömürgeciliği yıkıldı. Onun yerine gelen Abbasilerin de aslında Emevilerden daha farklı olmadığı kısa bir süre sonra ortaya çıktı. Ebu Müslüm gibi isyan önderlerini katlettiler ve kendi emperyalist- sömürgeci egemenliklerini ta Orta Asya’ya kadar yaymaya devam ettiler; Anadolu’ya, Afrika’ya, İspanya’ya kadar yaydılar. Buna karşı gelişen İslam, çeşitli adlar altında ortaya çıktı; Şia İran’da bir isyancı İslam olarak ortaya çıktı. Alevilik Anadolu’da yine bir isyancı kol olarak ortaya çıktı ve buna benzer bir çok mezhepler, muhalif mezhep olarak ortaya çıktı. Bunların hepsi, eşitlik, adalet isteyenlerin İslam’dan anladıkları veya İslam ile baş kaldırdıkları hareketler olarak değerlendirilmelidir. 

Abbasi saraylarında bazı Türk köleler orduya alındı. O dönem de Türkler, Orta Asya’dan daha yeni yeni İran üzerinden gelmeye başladılar ve bir çok Türkmen boyundan ileri gelenler Abbasi emrine girdiler, orduya girdiler, orduda komutan oldular ve daha sonra bunların etkinliği arttı. M.S. 1000 yıllarında Selçuklular adı altında Abbasilerden aldıkları güçle kendi devletlerini kurdular ve giderek İslam’ın temsili bu yeni Türk gücü tarafından yapıldı. Türkler İran’ı, Irak’ı, Anadolu’yu bütünüyle işgal etmek istiyorlardı. Bunun için hızla İslam oldular. Yani çıkar temelinde bir İslamiyet’i kabul edişleri söz konusudur.

Türklerin Müslümanlığı Çıkar Müslümanlığıdır. 

Yani Irak’ı, İran’ı, Anadolu’yu, Balkanları fethetmek için kabul edilen bir Müslümanlıktır. Yoksa onun eşitliğine, onun adaletine, onun özgürlük temeline uygun bir İslamiyet değildir. Kaldı ki Türklerin İslamiyet’ten de anladıkları bir şey yoktur. İslam’ın bazı adlarını ezberlerler ve bununla halkları yerle bir etmek için kullanırlar. Halen de Türklerdeki Müslümanlık bu anlamda işgal, istila Müslümanlığıdır. Baskı ve sömürüyü geliştirme Müslümanlığıdır. Bütün halklara kan kusturma Müslümanlığıdır. Hatta Türkmen halkına kan kusturma Müslümanlığıdır. Selçuklu sultanları, daha sonra da Osmanlı sultanları ve tüm Türk beyliklerinin Müslümanlığı, bu anlamda zulüm, adaletsizlik, imha, zorla yerinden göçertme ve bunun için “her şeyi Müslümanlık adına yapıyoruz” adı altında bir sahte Müslümanlıktır. Bunu çok iyi görmek gerekir.

Osmanlıların aslında Müslümanlıkla fazla ilgileri yoktur, fakat Balkanlarda Müslümanlık adına yayılmak istiyorlar. Müslümanlık adına İstanbul’u talan edecekler. Velhasıl ne kadar çıkar, ne kadar sömürü varsa, her şeyi Müslümanlık adına yapacaklar ve bu temelde hiç de anlamadıkları halde bol bol Müslümanlığı kullandılar. Yani İslam maskeli emperyalizmi, sömürgeciliği en çok kullanan kavim Türklerdir. Araplar yine kendi gerçeğinin bir parçası olarak İslam’ı bir ideoloji, bir politika olarak yaşamışlardır, ama Türkler kadar çıkar temelinde, Türk sultanları, Türk hakimleri tarafından, hatta kendi halkına karşı da böyle ikiyüzlü kullanan başka bir hakim güç yoktur. Bunu iyi anlamak gerekiyor. Bunu anlamadan doğru bir Müslümanlık anlayışına ulaşılamaz. Ve yüz yıllardan beri papağan gibi ezberlenen Müslümanlık, zalimlerin çıkarlarına hizmet eden bir Müslümanlık olur.

İslamiyet’in ardına sığınarak yürütülen emperyalizmi –Türk emperyalizmini, sömürgeciliğini- görmezsek, hem İslam’a zarar vermiş oluruz, hem kendi halkımıza zarar vermiş oluruz.

İran halkı Şialık adı altında emperyalizme karşı bir devrim yaptı. Dünyayı titreten bir devrimdi ve buna “İslam Devrimi” denildi. Ardından da bir İslam Cumhuriyeti kurdular. Kendileri için büyük bir kurtuluştur. Düşünelim; bir Kürdistan İslam devrimi oldu mu? İslam adına bir çok başka devrim de yapıldı, Türkler de Anadolu’da tek bir Türk olmadığı halde, İslam adını kullanarak ulus oldular, Anadolu’nun hepsini Türk-İslam yaptılar. Yine Araplar, İslam adı altında üç kıtaya yayıldılar. Kürtlere bakıyoruz; İslamiyet ne yapmış veya İslam adına Kürtlere ne olmuş? Sadece inkar edilmişler, sadece kaybetmişler. Ki, İslamiyet doğduğu zaman Kürtler ileriydiler, kültür yönünden, dil yönünden Araplardan, Türklerden ve hatta Acemlerden oldukça üstün idiler. İslamiyet’in Emeviler eliyle, daha sonra Abbasiler eliyle Kürdistan’a girişi çok kanlı oldu. Kürt kültürünü, Kürt toplumunu tahrip etti ve daha sonra Türklerin eline İslam geçtikten sonra özellikle Kürdistan’da oluşan sahte Müslüman bir işbirlikçi tabaka yüzünden Kürt kavmine yönelik acımasız bir yok oluş süreci başladı. Dünyanın en eski halkı, Müslümanlığı kendi özüne uygulayamadığı için Müslümanlığı maske edinmiş Emeviler, Abbasiler ve Türk Selçukluları, Osmanlıları tarafından sadece vergi veren, asker veren, sömürülen bir halk olarak görüldüler. 

Tabii Kürtlerden ortaya çıkan Müslümanların da büyük bir kısmı –hepsini söylemiyoruz ama büyük bir kısmı- bu sultanlardan menfaat toplamak için onların emirlerine girdiler ve Kürtlerin aleyhine bir Müslümanlık geliştirildi. Müslümanlıktaki kavim eşitliği, Müslümanlıktaki kardeşlik, Müslümanlıktaki adalet unutuldu. Müslümanlığın özgürlük özelliği unutuldu. Maaş karşılığında sultan ne demişse o yerine getirildi. Bu, çok tehlikeli bir Müslümanlık biçimiydi ve maalesef yüz yıllardan beri Kürdistan’a hakim olan Müslümanlık da budur. Bir İran Müslümanlığı gibi bir Kürt Müslümanlığı ortaya çıkmadı. Bugün Şia gerçekten İran Müslümanlığıdır. Ve İran kavmini yüz yıllardan beri ayağa kaldırıyor. En büyük devrimlerden birisini daha yaptı. Ve bir çok Arap ülkesinde böyle İslami hareketler, neredeyse devlet kuracaklar.
Bize bakıyoruz; İslam adına bir siyasi hareket var mı? İslam adına bir Kürt hareketi, bir devrim hareketi, bir devlet kurma gücü var mı? Hayır. Söyleyelim; Niye Arapların İslam devleti oluyor, niye İran’ın İslam devleti oluyor, niye Türklerin İslam devleti oluyor da Kürtlerin bir İslam devleti olmuyor? Allah mı “olmasın” demiş? Hz. Muhammet mi yasaklamış? Hayır. Arap’ın Acem’e üstünlüğü olmadığını söylüyor. O halde kendi kaderini tayin etmek Kürtlerin de hakkıdır, Müslümanlık buna açıktır. Ama bunu görmeyen, görüp de gereklerini yerine getirmeyen kimdir? Emperyalist-sömürgeci, sahte Müslümanlardan olan Kürt işbirlikçileridir. Yüz yıllardan beridir bunu böyle aşılaya aşılaya maalesef halkımızı yalancı bir Müslümanlığın aleti yaptılar. Ve ya buna İslam’ın karşı-devrimci tasfiyesi de diyebiliriz. Aslında bunlara Müslüman da dememek gerekir. İslami maske altında çıkar grubu, karşı-devrimci grup, emperyalist-sömürgeci grup demek gerekiyor.

Ve bunlar günümüze doğru geldiğimizde bir bakıyoruz ki, insan olma savaşımını, ulus olma savaşımını canını dişine takarak sürdürenlere “namazları kılınmaz, bunlar Müslüman değildir” biçiminde iftira ettikleri yetmiyormuş gibi, Ankara’dan aldıkları bir kaç maaşla dini, hatta ayetleri, hadisleri en kötü bir tarzda bildirilere basıp helikopterlerden attırarak İslamlığa en büyük kötülüğü yapıyorlar.

Düşmandır, yapar, yüz yıllardan beri yapan şimdi de yapar. Ama biz ne yapıyoruz? Müslüman halkımız ne yapıyor? Müslüman aydınlarımız ne yapıyor? Ben, Kürdistanlı tüm Müslüman halka ve aydınlara soruyorum; siz İslam’ın gerçeğini biliyor musunuz? Bilip de kendi ülkenizde uyguladınız mı? Kürdistan, İslamiyet açısından nasıl ele alınabilir? Kürdistan’ın tarihi, Kürdistan’ın siyasi, sosyal, ekonomik durumu İslami açıdan nasıl yorumlanabilir? Veya İslamiyet ilkeleriyle, Kur-an’ıyla, hadisiyle Kürdistan’a nasıl uygulanabilir? Bunu göz önüne getirmeden Müslümanlık yapmak mümkün mü? Ve bu Müslümanlık içinden boşaltılmış bir Müslümanlık değil de nedir?

Bunu şunun için söylüyorum; bir dönemler ben de Müslüman'dım ve yine de Müslüman’ım. Fakat baktım ki Müslümanlık bizim ülkeye uygulanmıyor, Müslümanlık eşit uygulanmıyor ve buna tepki duydum, uzaklaştım, sosyalizme sarıldım. O zaman bir baktım ki sosyalizmi de Türk sosyalizmi yapmışlar ve biz buna sosyal-şovenizm diyorduk. Sosyalizmde eşitlik, adalet, özgürlük var diyorduk, onlar ise önce biz devrim yapalım, sonra size tanırız diyorlardı. Kısaca; ulusal varlığımızı inkar ediyorlardı. Karşı çıktık. Bu temelde İslamiyet’in sahte uygulanmasına da karşı çıktık, sosyalizmi Kürdistan’a uyguladık. Bugün PKK’nin önderlik ettiği büyük bir devrim ortaya çıktı. Aslında bir yerde İslam’ı da Kürdistan’a uyguladık. Ben sadece sosyalizmi Kürdistan’da uyguladığımı söylemiyorum. Devrimci-İslam esaslarını da ilk defa biz Kürdistan’a uyguluyoruz. Ve iddia ediyorum, gerçek İslam PKK’nin Kürdistan’a uyguladığı İslam’dır. Bu konuda PKK nedir, bir kaç kelimeyle de olsa değinelim.

PKK aslında hem devrimci sosyalizmin, hem de devrimci İslam’ın Kürdistan’da iç içe uygulanmasıdır.

İşte bazı sahte solcular “sosyalizmle İslamiyet zıttır” der veya bazı sahte Müslümanlar “İslamiyet ile sosyalizm zıttır” der. Bana göre zıt değildir. 

Asr-ı Saadet Müslümanlığı neyse günümüzün PKK’si de odur. PKK, Arabistan’daki Asr-ı Saadet İslam’ının Kürdistan’da ortaya çıkmış biçimidir. 

Biraz tarihi bilen, biraz kafasını iyi çalıştıran gerçek Müslümanlığın PKK ile hayat bulduğunu, insanımızın kurtuluşuna en büyük değeri verdiğini ve İslam’ın da amacının bu olduğunu görecek ve büyük mutluluk duyacaktır. Nitekim bazı değerli melleler vardır, kendileri gelip PKK’yi buldular. Değerli Melle Abdullah vardı; benim tanıdığım en değerli mellelerden birisidir. Bir PKK gerillasından hiç farkı yoktu. Onlar kadar disiplinli, nizamlıydı ve İslamiyet’in gerçeğini, İslam cihadını PKK gerillasında bulmuştu ve çok sevinmişti, bu uğurda da şehit oldu. onun kadar düşmana karşı direnen ve ruhunu satmayan bir başka güçlü melle tanımıyorum! Eğer illa Müslümanlık delinecek ise, bu 99 yaşındaki mellenin İslamlığına da yüksek değer biçmek gerekiyor. Ve bunun gibi çok sayıda başka melle de gerçek İslam’ın PKK tarafından Kürdistan’a uygulandığını gördüler ve onlarcası da şehit oldu. 

En son düşmanın helikopterden atıp paramparça ettiği Muşlu Melle Sait Güngör adını anıyorum, –yanlış hatırlamıyorum- yine Yüksekova’da, Malazgirt’te, Cizre’de bir çok melle katledildi. Ve bunların şahsında “PKK’ye yaklaşırsanız, sizi böyle paramparça ederiz” diyorlar. Ama bana göre bunlar gerçek Müslüman mücahitleridir. Ve böylece tarihi bir gerçeği ispatladılar, devrimci İslam’ın Kürdistan’a nasıl uygulanacağını gösterdiler ve bunlar teslim olmadılar. 60-70 yaşındaydılar, sonuna kadar Kürdistan’ı savundular, İslam’ı böyle anladılar ve düşman da onları paramparça etti. Şeyh Sait de biraz böyledir. Seyit Rıza da böyledir. Onların Müslümanlığı, işgalciye alet olmamış Müslümanlıktır. Bu yüzden isyan ettiler. Düşmana teslim olacaklarına –ki bunu Müslümanlık dışı, ona ihanet olarak gördüler- isyan ettiler ve darağacında cezalandırıldılar. Şimdi bunların yolunu, anılarını kim takip ediyor? Hangi melleler takip ediyor ve o melleler şimdi hangi hareketle bütünleşmişlerdir? PKK ile bütünleşmişlerdir. 

O halde, devletin tüm saldırılarına, tahrifatlarına rağmen PKK ve devrimci İslam’ın anlamlı bir şekilde bütünleşip Kürdistan halkının gerçeğine uygulandığını ve daha şimdiden önemli başarılar elde ettiğini belirtmek gerekir. Gerçek Müslümanlık budur. Yani bazıları aldatılmış olabilir, ama “ben bir Müslüman müminiyim, İslam’a saygım, hürmetim var” diyen birisinin gelip de Kürdistan’ın gerçeğini görmemesi, bu gerçeğin uğruna mücadele vermemesi, kesinlikle münafıklıktır. Halkına, milletine, onun özgürlük, adalet ve eşitliğine değer vermeyeceksin, onun savaşımına, onun cihadına katılmayacaksın, ondan sonra da her gün namaz, kılıp oruç tutup “Müslüman’ım” diyeceksin. Bu, laf Müslümanlığıdır. Bu, şekil Müslümanlığıdır. İçi boş Müslümanlıktır. Müslümanlık insan içindir. Müslümanlık özgürlük içindir. Müslümanlık şeref, haysiyet içindir. Bunlar ayak altında çiğnendikten sonra senin namazının, orucunun hiçbir kıymeti yoktur. Ben de önce namaz kılıyordum, sürekli dua ediyordum, ama savaşa girer girmez, en büyük namaz cihattır dedim ve o gündür, bugündür de büyük bir savaşı yürütüyorum ve bu gerçek Müslümanlıktır diyorum. Bir halka İslamiyet adına gösterebileceğin saygı budur. Gerçek bir İslam hareketi bize gereklidir ve o da PKK Önderliğinde ortaya çıkıp büyük bir gelişme kaydediyor. Belki bazı eksiklikleri olabilir veya lafta biz her şeyi söylememiş olabiliriz, kaldı ki bizim gerçek temellerde İslami ilkeleri uyguladığımızı ayetlere dayanarak da izah edebilirim, hadislere, İslam tarihine dayanarak çok açık bir biçimde gösterebilirim. Bunda fazla zorluk çekmem.

Gün artık İslam’ı doğru bir biçimde öğrenip kendi ülke gerçeğimize, halkımızın kurtuluş tarihine uygulamayı bilme günüdür. Kürdistan artık devrimci bir savaşımın içine girmiştir, düşman Müslümanlığı bir kez daha Selçuklularda, Osmanlılarda olduğu gibi yalancı, sahte bir biçimde münafıkça kullanmak istiyor, biz de Müslümanlığın gerçek özüne, onun devrimci özüne sadık kalarak onun büyük adaletini, eşitlik ve özgürlüğünü esas alarak Kürdistan için savunmalıyız. Bir Arap Müslüman’ı Arabistan için ne yapıyorsa, bir Şia Müslüman’ı, Acem Müslüman’ı İran için ne yapıyorsa, yine bir Türk Müslüman’ı Türkiye için ne yapıyorsa, bir Kürt Müslüman’ı da Kürdistan için artık bir şeyler yapmak zorundadır. Yapmazsa, bu halk da ona değer vermez ve kişiliksiz de olurlar. Müslümanlık adı altında bir işbirlikçi olurlar. İdris-i Bitlisi’ler de Müslüman’dırlar, ama Kürdistan’ı Osmanlı egemenliğine verdiler. Böyle bir sürü Müslüman ortaya çıktı. Hep yalancıya, talancıya hizmet etti, onların Müslümanlığı kaç para etti? Ülkesine ve halkına hizmet etmeyen bir Müslümanlık doğru bir Müslümanlık değildir. Hz. Muhammed’in Müslümanlığı değildir. Sultanlığın Müslümanlığıdır. Biz, Hz. Muhammed’in Müslümanlığından mı yanayız, sultanlığın Müslümanlığından mı yanayız? Bu soruya doğru cevap vermek gerekir. 

Biz, Kürdistan’da büyük bir savaşımın içindeyiz. Savaş, her sahada büyük gelişmeler halinde sürüp gitmektedir ve her gün de başarılarla gelişmektedir. Bu savaşı kazanabiliriz. Tarihte denilebilir ki ilk defa Kürdistan’ın birliğini, bütünlüğünü PKK önderliğinde sağladık. Ve yine denilebilir ki bütün mezhepten Müslümanları; Alevi’sini, Sünni’sini, Şafii’sini, Hambeli’sini biz bir araya getirdik. Hatta diğer dinlerden olan kesimlerin de dostluğunu biz sağladık. Her kesimden, aşiretten, kabileden insanları bir araya getirdik. Ve tarihimizin en uzun ve en başarılı özgürlük savaşımını bugün adım adım zafere doğru götürüyoruz. Bu bir rüyaydı ve gün geçtikçe gerçekleşiyor. Tarih her zaman insanın önüne böyle şerefli görevler çıkarmaz. Bir Asri Saadet olur, ne mutlu o zamanın mücahitlerine! Bir de işte bizim Kürdistan’ın Asri Saadeti böyle olur ve ne mutlu bu döneme katılanlara!

Dolayısıyla sizin gibi aydınlara en büyük hizmeti sunduğumuza inanıyoruz. Dini bütün gerçek Müslümanlara böyle bir Asri Saadet imkanı vermekle, onların rüyalarının gerçekleşeceğini ortaya çıkarmakla en büyük mutluluğu duyduklarına eminim. Fakat daha da fazlasını bundan sonra yaparak, gittikçe gerçekleşmeye doğru giden umutlarımızı yaşamaya kavuşturarak bu büyük Saadet çağını birlikte yaşamalıyız.

23 Ocak 1994

Hiç yorum yok: