15 Eylül 2011 Perşembe

Yunus Nadi'nin Talanı

Yunus Nadi,Mustafa Kemal'le birlikte
Emval-i Metruke Kanunu, her ne kadar da Ermenilerden kalan malların müsaderesi ve satışından elde edilecek gelirin gerçek sahiplerine ödemeleri yapılma gerekçesiyle yürürlüğe sokulmuş olsa da devlet görevlilerinin uygulamaları bunun tersine işaret ediyor. Bunun en acı örneği hiç kuşkusuz Vahan Matosyan adlı Ermeni işadamının Matosyan Matbaası adlı işyerinin 20’de biri fiyatına 7 yıl taksitle Cumhuriyet gazetesinin patronu Yunus Nadi’ye satılması olayıdır. Türkiye’de cadı avının başlatıldığı günlerde yasal yolları kullanarak İsviçre’ye giden Matosyan ailesine ait, döneminin en modern matbaası, sahibinin tüm itirazlarına karşın Yunus Nadi’ye satıldı.

Vahan Matosyan’ın 4 bin 547 lira 47 kuruşluk borç sebebiyle 80 bin lira değer biçilen tesisinin gasp edilerek, Nadi’ye adeta peşkeş çekilmesi süreci, türlü kurnazlıklar ve bürokratik kayırmalara sahne oldu. Genç cumhuriyetin ‘gözde’ gazetecisi, Mustafa Kemal’in en yakınındaki isimlerden biri olan Yunus Nadi, 1924 senesinde ele geçirdiği matbaa için bir miktar para ödedikten sonra hiç para ödememiş, üstelik devlete ödediği paranın kendisine derhal verilmesini dahi talep etmişti. Zira makinaların tesliminden kısa bir süre sonra bilinmeyen bir sebeple yangın çıkmış, çıkan yangında her nasıl olmuşsa matbaa makinalarının demir aksamlarından dahi geriye en ufak bir iz bulunamamıştı. Matosyan Matbaası’nda bulunan her türlü demirbaş ve kişisel eşyayı satışa çıkaran Yunus Nadi, elde ettiği ganimeti en ufak parçasına kadar değerlendirmiş, hatta Matosyan’ın kütüphanesindeki kitapları dahi Milli Eğitim Bakanlığı’na satmış; sonrasında bu kitaplar Gazi Eğitim Enstitüsü’ne verilmiştir. Dönemin Tanin Gazetesi’nin verdiği haberde, Matosyan’ın kitaplığının değerinin bile tek başına, Yunus Nadi’nin Matosyan Matbaası için devlete ödemeyi taahhüt ettiği miktardan daha fazla olduğuna dikkat çekilmişti.

YOLSUZLUK BASINA VE MECLİSE TAŞINDI

Matosyan Matbaası’nın Cumhuriyet Gazetesi’ne satışına dair ayrıntılar 21 Şubat 1924 Perşembe günü Tevhid-i Efkar ve 22 Şubat 1924 cuma günü Tanin Gazetelerinin sütunlarından yayınlanmış, aynı yıl konu Meclis gündemine gelmiş, son olarak da 7’nci dönem Rize Milletvekili Fahri Kurtuluş tarafından Meclis gündemine getirilmiş ve yolsuzluklar Meclis kürsüsünden dile getirilmişti. Tüm bunlara ek olarak Refik Halit de “Bir Avuç Saçma” adlı kitabında Matosyan Matbaasından 109’uncu sayfasında bahsetmektedir.

MATOSYAN’IN PROTESTOSU

Matbaanın sahibi Vahan Matosyan ise 11 Mart 1925 tarihinde Beyoğlu Adliyesi’ne yolladığı protesto mektubuyla yaşadıkları hakkında şu cümlelere yer vermişti, “ ……80 bin lirayı Türki kıymeti hakikisi olan mezkûr matbaa makine ve alât ve edevatının bilâsebep tarumar edilmesi yevmiye 30 lirayı Türki zarar ziyanı intaç ve bu suretle dört hane halkının evladları ile zaruret ve perişaniyete dücar edilmesi muvafıkı nısfet ve madelet almıyacağı derkârdır.” Ailenin girişimine herhangi bir cevap verilmemişti. Söz konusu protesto Maliye Bakanlığı’na iletilmiş, Maliye Bakanlığı ise olaya kayıtsız kalarak herhangi bir cevap vermemişti.

BİR GÜNDE 15 BİN ERMENİ KATLEDİLDİ

Osmanlı ordusunda gönüllü görev alan Venezuellalı Yüzbaşı Rafael Mendez De Nogales görev yaptığı süre boyunca Ermeni katliamlarına tanıklık ettiğini, bu katliamların hükümetin bilgisi ve direktifleri doğrultusunda olduğunu “Osmanlı Ordusunda 4 Yıl’ adlı kitabında şu cümlelerle anlatıyor: “Sokakta Ermenilere ateş edilmesine rağmen belediye reisine yaklaşabildim. Eylemi kendisi yönetiyordu. Beni valinin emrini yerine getirmekten başka bir şey yapmadığını söyleyerek adamakıllı şaşırttı. Emir, 12 yaşından büyük Ermeni erkeklerinin yok edilmesiydi. Ne kadar istesem de bu sivil buyruğa karışamazdım. O zaman jandarmalara çekilme emri verdim ve işin sonuna kadar bekledim. Bir buçuk saatlik kıyımdan sonra Adilcevaz'da yalnız 7 Ermeni kalmıştı". Anılarında Bitlis’e de yer ayıran Yüzbaşı De Nogales, “O gün Komutan Cevdet Bey, Kagikyan Efendi'yle birlikte, Bitlis'in 200 ileri gelen Ermeni'sini, onlardan 5000 altın lira sızdırdıktan sonra astı. Bu parayı Komutan Halil Bey'le aralarında paylaştılar. Bununla da kalmayarak, kentteki bütün erkek Ermenilerin 50 kişilik gruplar halinde civardaki dağlarda yalnız bir yere götürülerek, mezarlarını kazdırdıktan sonra öldürülmeleri emrini verdi. Asker atölyelerinde gerekli olan bir avuç Ermeni ustayı öldürmedi. Genç kadınlar ayak takımı arasında bölüşüldüler ve yaşlılarla, 12 yaşından aşağı çocuklar sürgün edildi. Bitlis kenti ve çevresinde 15 bin kadar Ermeni, bir günde yok edildi” bilgisine yer veriyor.

KİM NE DEDİ?
Araştırmacı-Yazar Sevan Nişanyan: Devletin Başı Çalıntı Köşkte Oturuyor…

Kitapları ve yazılarında başta resmi tarih ve etimoloji (dil bilimi) üzerine eleştirel yazılar yazan araştırmacı-yazar Sevan Nişanyan, Matosyan Matbaası’nın Cumhuriyet Gazetesi’nin eline geçmesi konusunun, tek başına Cumhuriyet’i anlatır nitelikte olduğunu söyledi. Anadolu sermayesi ve burjuvazisinin yaratılması için azınlıkların kurban edildiğine vurgu yapan Nişanyan,” Nihayetinde Cumhuriyet gazetesinin matbaası olayı okyanusta bir damladır. 1913 ile 1923 arasında Anadolu'da toplam mal varlığının yüzde otuzdan fazlası gasp ve yağma yoluyla el değiştirdi. Bu hadiseyi anlamadan Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş koşulları hakkında herhangi bir şey anlamak mümkün değildir. Tek Parti döneminin TBMM üyelerinin hangisini incelesen, mutlak surette ya Ermeni ya Rum emval-i metrukesi ile zengin olmuş adamlardır. Yanısıra hemen hemen hepsinin evinde bir, üç, beş Ermeni yetimi veya cariyesi vardır. Memleketin her ilinde "Atatürk Köşkü" adı verilen konaklar vardır; bilirsiniz. İstisnasız hepsi yağma malı gayrımüslim konutlarıdır.

Uzun söze ne hacet? Bu ülkenin cumhurbaşkanlığı konutu Kasapyan Köşküdür. Daha bundan öte söze gerek var mı? Devletin başı çalıntı köşkte oturuyor; bir gariban Yunus Nadi kelepir matbaaya göz koymuş, çok mu?

Eski Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkan Vekili, İstanbul Üniversitesi Öğretim Görevlisi, Sabah Ve Taraf Gazeteleri Yazarı Süleyman Yaşar: 1915’in Provası 1908’de yapıldı…

Resmi tarihin, Ermenilerin başta Doğu Anadolu olmak üzere ülkenin her yerinde sabotaj ve isyanlar başlattıkları gerekçesiyle tehcire tabi tutulduğu ileri sürümünün geçersiz olduğunu, işin temelinde ekonomik kaygıların yattığını doğrulayan İstanbul üniversitesi öğretim görevlisi Süleyman Yaşar, ermeni tehcirinin altında yatan temel etkenin etnik ya da dini farklılıklar olmadığının altını çizdi. Ermeni ve Rum gayrimüslim azınlığın ekonomik hayatı ellerinde bulundurmasının özellikle Makedon ve Balkan kökenlilerin işrahını kabarttığını söyleyen Yaşar, bu alanda 1908 yılında Abdulhamit’e yönelik Hareket Ordusu baskısının gözden kaçırılmaması gerektiğine vurgu yaptı. 1908 hareketinin, 1915 Ermeni tehcirinin provası niteliğinde olduğunu belirten Yaşar, ” Gayrimüslim azınlığa yönelik devlet destekli kalkışmalar, ilk defa 1915 tehcirinde hayata geçirilmemiştir. 1915 tehciri, 1908 yılında yapılan provanın, tatbikatın; gerçekçi hareketidir. Makedon ve Balkan kökenlilerin siyasi ve ekonomik nüfuzlarını arttırmak için gereksinim duydukları burjuvazi sınıfının yokluğu, İstanbul’da “gerici bir ayaklanmanın” patlak vermesi ihtiyacını doğurmuş; böylelikle İstanbul’a askeri müdahaleyle gelen Makedon ve Balkan kökenliler burada 1915 tehcirinin ilk provasını, gayrimüslim azınlığa yönelik kaçırtma hareketiyle başlamışlardır.

Abdülhamit'e karşı 1908'de Hareket Ordusunu örgütlediler. İttihat ve Terakki'yi, o dönemde Rum ve Ermeni tüccarlardan oluşan sermayenin tekelini kırmak amacıyla desteklediler. Sonra, ulus devlet özlemlerini gerçekleştirecek olan CHP'yi kurdular. İşte bugünkü statükocu İstanbul sermayesini, bu eski sermayedar grubun uzantıları oluşturuyor.”dedi.

Agos Gazetesi Yayın Yönetmeni Gazeteci Rober Koptaş: Ermeni Halkının İmha Planı 1800’lerde Başladı…

Anadolu’da Ermeni mallarına yönelik saldırıların tarihi olarak 1800’lerin ikinci yarısında yaşandığını dikkat çeken Rober Koptaş, cumhuriyet kanunları oluşturulurken, ermeni mallarının talan edilmesi için her türlü hukuki düzenlemeyi yaptığını söyledi. İttihat ve Terakki Partisi’nin güçlenmek amacıyla Taşnak Sütyun Partisi ile dirsek temasına da geçtiğini belirten Koptaş,” dayanıyor. O tarihlerde, Osmanlı devletinin modernleşme ve sıkı bir şekilde kontrol altında tutamadığı yöreleri merkeze bağlama çabaları kapsamında, Kürt ve Ermeni nüfusun yoğun olduğu vilayetler adeta ‘yeniden fethedilmişti’. Bu sürecin en önemli mağduru Ermeniler oldu, çünkü göçebe Kürt aşiretlerinin iskan edildiği alanlarda onlar yaşıyordu ve onların silahlı tehdidine maruz kaldılar. Bu aşiretler Ermenilerden haraç alıyor veya onların mallarına, hayvanlarına el koyuyor, kızlarını kaçırıyorlardı. Bu dönemin ikinci önemli gelişmesi ise Kafkasya Müslümanlarının Rus Çarlığı yönetimi altında uğradıkları muameleden kaçarak Osmanlı topraklarına yerleşmesi oldu. Onlar da Ermenilerin yaşadıkları alanlara, üstelik Hıristiyanlara karşı bir hınçla geldi ve silahlıydılar.
Mallara el koyma sürecinin bir diğer perdesi de Abdülhamit’in iktidarı döneminde yaşanan katliamlar sırasında yaşandı. 1890’lı yıllarda tüm Ermeni vilayetlerinde katliamlar ve gasplar yaşandı. Hatta, İkinci Meşrutiyet ilan edildiğinde, İttihat ve Terakki ile Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaktsutyun) arasındaki ittifakın ana gündem maddesi o dönemin gasp edilen topraklarının iadesi anlamına gelen ‘toprak meselesi’ydi… Ancak İttihatçılar verdikleri sözleri tutmadılar. Aksine, 1915’te Abdülhamit katliamlarından çok daha büyük, şiddetli ve planlı bir kırım politikası uyguladılar. Katledilen veya göçertilen Ermenilerin mülklerinin dağıtımı ve işgali de belli bir plan ve program dahilinde işledi. Bu süreç Cumhuriyet döneminde de son bulmadı. Anadolu topraklarında 1000 kadar Ermeni okulu, 2000 kadar kilise, yüzlerce mezarlık ve belki on binlerce şahsi mülk vardı. Bunlar üzerinde şu an Ermeniler değil, başka etnik ve dini kökenlerden insanlar yaşıyor. Bir kısmı ise doğrudan devletin mülkiyetinde. Cumhuriyet rejiminin ayrıca, birer Osmanlı bakiyesi olan gayrimüslim vakıf mallarına el koymak için her türlü hukuki düzenbazlığa başvurduğunu da unutmamak gerekir.”

Hişyar Barzan Şerefhanoğlu

Hiç yorum yok: