15 Eylül 2011 Perşembe

Hattin Savaşı - Tarihe Bir Bakış

Ortadoğu’nun 11. yy’daki durumuna baktığımızda; zayıf, paramparça, kendi içinde çatışmalı küçücük beylik ve devletçilikler İslam imparatorluğunun gövdesini parçalamaktaydı.

Ortadoğu’nun 11. yy’daki durumuna baktığımızda; zayıf, paramparça, kendi içinde çatışmalı  küçücük beylik ve devletçilikler İslam imparatorluğunun gövdesini parçalamaktaydı. Artık Abbasiler sadece Bağdat ile sınırlı kalmış, Bağdat Halifesi sembolik bir anlamın ötesine gitmemekteydi. Mısır Fatımi’lerin elindeydi. 


Diğer yandan ise, Doğu’dan gelen Selçuklular İran, Anadolu ve Suriye’yi ele geçirme aşamasındaydı. Selçuklular ve Fatımi’lerin yanı sıra, farklı farklı küçük devletler vardı. Ve hepsinin arasında sürekli savaş mevcuttu. Ara sıra bunlarla Bizanslılar arasında savaşlar yaşanmaktaydı. Kısaca diyebiliriz ki, Ortadoğu en zayıf, en karanlık bir döneminde hastalık, afet, yoksulluk içinde umutsuzluklarla boğuşmaktaydı. Batı ise; farklı farklı beyliklerin arasında kanlı savaşlar yaşıyordu. Kilisedekiler derebeylerin gücüne dayanarak, kendilerini yaşatmaktaydılar. Bu feodal kesim ise, kilise ile kendi aralarındaki çıkar bağlarını çok güçlü oluşturmuşlardır. Kilise ve papa dini görevlerden çok siyasi ve devlet işleri ile uğraşmaktaydılar. Diğer yandansa afet, yoksulluk, hastalıklar ve toplumsal bunalım Avrupa’yı pençelerine almaktaydı. Avrupa’daki hükümdarlar ise tüm bunlara rağmen yeni toprakları sömürülerine açmaya yönelik çabalamaktaydılar. Bu nedenle Doğu’ya doğru ilerleyeceklerdi. 
Doğu’da Abbasilerin zayıflığı Avrupalıları teşvik ediyordu. 1095 yılında Papa II. Orpan, Avrupa’nın önde gelen şahsiyetlerin ve kralların bulundukları bir toplantıda konuşarak; Haçlı Seferlerine başlamasına karar verildi. Bu haçlı seferlerinde, Kudüs’ü Müslüman’ların elinden kurtarma propagandası yapılsa da, amaçları öz olarak Ortadoğu’daki ekonomik imkanları ele geçirmek ve ticaret yollarını denetimlerine almaktı. Böylece farklı dilden, kültürden ve ırktan bir araya gelen on binlerce-yüz binlerce Avrupalı, Haçlı Seferlerini oluşturmuş oldular. Hatta cezaevindeki hırsızları ve haydutları serbest bırakarak, bu orduya kattılar. Uzun bir savaş hazırlığından sonra, farklı ve çeşitli kollardan Doğu’ya yol aldılar. Doğu şehirlerini birer birer düşürmeye başladılar. 15 Temmuz 1099’da 5 haftalık kuşatma sonrasında Kudüs’e giriş yaptılar.
Haçlılar Kudüs’e girer girmez eşi benzeri olmayan vahşice bir katliam gerçekleştirdiler. İbn-i Haldun’a göre sadece camilerde 70 binden fazla insanı kılıçtan geçirerek katlettiler. Kudüs caddelerinden kan sel gibi akıyordu. Bütün camiler kiliselere çevrildiler. Ve Kudüs Haçlı Kraliyeti kuruldu. 
En acı durum ise, bu kadar saldırılara rağmen İslam devlet ve devletçiklerinin tümü bu saldırı ve katliamları birer seyirci olarak izlemekteydiler. Tek başlarına olmaları, onları Haçlılar için kolay yutulacak lokma yapıyordu. Fatımiler, Abbasiler, Selçuklular, Hamidiler, Atabeyliler hepsi de Kudüs’ü veya işgal altındaki herhangi bir yeri kurtarmak için, Haçlı Seferlerine karşı mücadele-savaş açma gücü ve stratejileri olmadıkları gibi aralarında bir birliktelikleri de yoktu. Avrupalılardan oluşan Haçlı Bayrakları altındaki birlikler bütün Ortadoğu’yu bir ürküntü içinde bırakıyordu. Bu nedenlerden dolay çok sayıda Müslüman hükümdar haçlıların yandaşı olmayı tercih etti. 
Kudüs’ün düşmesinden sonra 40 yıla yakın, yani 1137 yılında Revandi aşiretinin önde gelen isimlerinden Necmettin Eyyub’ün ailesinden bir çocuk dünyaya geliyor.  Çocuğun ismi Yusuf olurken, lakabı ise Salah Eldin yani ‘Dinin Müslühü’ demektir. O bir Kürt’tür ve Kürtlerin bütün özelliklerini taşımaktadır. Tasavvuf ve dini tartışmalarda kendini bulmaktadır. Babası Necmettin ve amcası Şergo Tikrit; Musul, Halep, Şam, Mısır yollarında Kürt savaşçıları ile Suriye Sultanı Nurettin Zengi’nin bayrağı altında savaş vermekteydi. Ve gittikçe gösterdikleri kahramanlık, elde ettikleri başarıları ve zekalısı ile önde gelen en yüksek devlet kademelerinde yer almaktaydılar. Bu savaşçı ailenin bir neferi olan genç Selahattin; savaştan, şiddetten, politikadan hep kendini uzak tutmayı tercih etmekte ve tasavvufçu tarikatların Şeyhleriyle derin tartışmalara girmektedir. O hiçbir zaman kendisini nasıl bir kaderin beklediğini tahmin etmemektedir. Fakat güçlü, yiğit ve yılmaz bir savaşçı olan Şergo;  Mısır seferinde Selahattin’i yanına alarak savaşa götürür.
 Mısır’da, Selahattin savaşla ve amansız zorluklarla tanışır. Seferden sonra Şam’a geri dönüp yüksek bir görev alır. Ondan sonra da Mısır’a karşı iki sefer daha yapar ve Mısır’ı ele geçirdikten sonra Baş vezir olur. Fatımiler devletini yıktıktan sonra da tek başına Mısır Sultanı olur. Mısır’da Kürt’ler den oluşan güvenilir ve savaşçı bir ordu çekirdeği kurar. Bu orduyla da kendi kardeşlerinin yardımıyla Sudan, Libya ve Yemeni fetheder. Böylece ordusu da gittikçe büyür. Bir kaç yıl sonra Şam’da ki Sultan Nurettin Zengi ölür. Ve Suriye’de varislerin arasında büyük bir kavga çıkar. Sonunda Selahattin müdahale eder. Şam’da hakimiyeti kurar. Artık onun hayali en kısa dönemde Mısır ve Suriye’yi birleştirmektir. Ama bu kolay gerçekleşecek bir hayal değildir. Çünkü varisler arasında Suriye parça parça edilip, küçücük devletçikler kurulmuştu. Bu devletler kendi aralarında kavgalı olmakla birlikte, Selahattin’in genişletme stratejisine karşı şüpheli ve korku ile bakmaktaydılar. Çok sayıda savaş, diplomatik çalışmalar, baskı ve ittifaklar ardından bütün Suriye’yi hakimiyetinde birleştirir. Böylelikle Kürdistan’a yol alır. Burada da yine savaş ve ittifaklarla Musul, Sincar, Hasankeyf, Farkin, Amed, Harran ve birçok yeri denetimine alır. Resmi olarak dünyada Müslüman lideri olarak tanınan Bağdat’taki Abbasi halifesinden onay ve tebrik alır. Böylece Mısır ve Suriye diyarlarının en güçlü sultanı olur Selahattin. 30 yıllık amansız mücadelenin ardından, çekirdeğini Kürtlerin oluşturduğu Mısırlılar, Sudanlılar, Türkmenler ve Araplardan oluşan bir ordu kurar. Kendi amcalarını, kardeşlerini ve amcaoğullarını her yerde vali ve ordu komutanları olarak atar. En güvendiği savaşçıları özellikle Kürtlerden seçip Salahiyet adlı sultan muhafızları oluşturur. Bütün savaş ganimetlerini komuta ve savaşçılarına bağışlar. Ve fethettiği her yerde, vergileri kaldırır. O hep ordusunun ve halkının sevgisini kazanmaya çalışmakta ve bütün müttefikleri savaş için çağırdığı zaman, ister Musul, ister Kürdistan, ister Mısır’dan ordular Selahattin’in yardımına koşarlar ve bayrağının altında savaşa giderler. 
Artık Selahittin’nin tek bir hayali kalır. O da haçlılara karşı büyük bir savaş ilan edip, bütün Ortadoğu’yu onlardan temizlemek ve Kudüs’ü kurtarmaktır. Bu amaçla Cihat El Mukkades ilan eder ve ilk kez Haçlı Bayrağı altında, Doğu’nun ele geçirilmesi için birleşen Batı’lı Hıristiyanlara karşı Selahattin’in güneş resimli bayrağı altında bütün Ortadoğu birleştirilir. Haçlıları, Doğu’ya yayılma isteklerinden caydırır. Ve onların etrafında büyük bir hilal çizer. Artık farklı farklı savaşlarla Suriye, Lübnan ve Filistin sahillerinde bulunan Haçlı şehirleri ve kaleleri düşürülür. Savaşların çoğunda zafer elde eder. Selahattin’in zafer kazanmasının en temel nedeni, O’nun emsalsiz askeri zeka ve taktikleridir.  
Selahattin sadece bir savaş dahisi, kılıç seven, kan döken bir insan değildi. Barışı, adaleti ve mertliğiyle de tanınırdı. Sürekli düşmanlarına diyalog ve ateşkes yollarını açmak temel çabası olmuştur. O, bu özellikleri ile sadece bütün İslam aleminde emsalsiz bir sultan olarak nam salmadı. Aynı zamanda, düşmanları tarafından da saygıyla anılan bir ün sağladı. Her zaman barış antlaşmaları imzalardı, fakat her seferinde düşmanları bu barış antlaşmalarını suiistimal ederek, ayaklar altına alarak aykırı davranmışlardır. Bu tekrarlanan barış antlaşmalarının Haçlılar tarafından ayaklar altına alınması nedeniyle, Selahattin için büyük bir savaş ilan etme gerekçesi oldu.
Selahattin 30 yıl boyunca hep savaş meydanlarında kalarak, 22 Avrupalı krala karşı 74 farklı farklı savaşta 50 den fazla şehir kurtarmıştır. Mısır’da büyük bir Filo kurmuş aynı zamanda Filistin’deki Haçlıları kıskaca almıştır.  Hattin Savaşı için uzun vadeli ve çok sabırlı bir strateji-mücadele çizgisi belirlemiştir. Avrupa’dan gelip Filistin’de devletleşen Haçlıları tek başına bırakmak için, Bizans’la bazı antlaşmalar imzalamış. Bu antlaşmaya göre, Bizanslılar Haçlılara yardım etmeyeceklerdi. Ve buna benzer antlaşmalar Gürcistan Kraliyeti,  Ermenistan ve Antakya Kraliyetleri ile de imzalamıştır. Diğer yandan ise, Haçlı seferlerindeki baronların kendi aralarındaki çekişmeleri ve çelişkileri beslemiş ve teşvik etmiştir. Böylece onların birbirine girmesine zemin vermiştir. Ve hatta bazı baronları kendine taraf yapıp işlemiştir. 
Selahattin askeri açıdan her zaman istihbarata büyük önem vermiştir. Hiçbir zaman bilgisiz ve net istihbarat olmadıkça bir adım atmamıştır. Her yerde ajan ve istihbarat ağları kurmuştur. Diğer yandan ise, çok hızlı ve güçlü bir posta sistemi oluşturmuştur. Bu sistem sayesinde her zaman diğer komutanları ile bilgi alış veriş içerisindeydi.  İstihbaratın yanı sıra, psikolojik savaş ve propagandayı çok iyi yaparak işlemiştir.  Hatta bazen askeri üstünlüğü ile değil, psikolojik savaşla düşmanlarını alt etmiş ve zafer elde etmiştir. Tabi Selahattin her zaman topografya ve arazi seçmede büyük bir özenle seçici yaklaşmış ve düşmanlarını tahrik edip yönlendirerek istediği araziye çekmiştir. 
Bütün bu hazırlıkların, Hattin Savaşı sırasında meyvelerini vermiştir. Tabi Hattin Savaşı gelmiş geçmiş en büyük ve ustaca yapılan savaşlardan biridir. Hattin Savaşı üzerinden tam sekiz asır geçse de hala askeri strateji araştırmacıları tarafından hayretle değerlendirilmekte, incelenmektedir. Bu savaş, Selahattin’in Haçlı seferleri zaferlerin en doruğudur. Ve en son zafere doğru giden, ilk ve en önemli kapıdır. 
Arnat ( Renalt De Chatillon ) adlı haçlı baronunun hiçbir zaman imzaladığı barış antlaşmalarına saygı göstermezken, 1186’da Mısır’dan gelen bir kervana saldırarak bütün neferleri esir almıştır. Selahattin’in neferleri serbest bırakma uyarısı ve eşyaları iade etme talebine karşı ret cevabı verilmiştir. Bu cevap, 1180’li yıllarda imzalanan barış antlaşmasının resmen sona erdiği anlamına gelmekteydi. Böylece Selahattin, 25 binlik bir orduyla 1187 İlkbaharında Filistin’e doğru yol aldı. Yolda, önüne çıkan çok sayıda kaleyi aştı. Hattin tepesi yakınlarında üslenerek Haçlıları istediği araziye çekmeyi dahiyane bir şekilde planlayıp uygulamaya başladı. Temmuz’un inanılmaz sıcağını, Haçlılar için adeta cehenneme çevirdi. Ürdün nehrini işgal edip, Haçlı ordularını sudan mahrum bıraktı. Arazideki bütün ağaç ve bitkileri yaktı. Bütün çeşmeleri kapattı.  Ve onları tahrik etme amacı ile bazı kararlar aldı. Küçük müfrezelerle saldırıp, kaledekileri Haçlı ordusundan yardım talebinde bulunmaya zorluyordu. Orduyu konumlandığı Safori’ye tepesinden çıkarmıştı. Sonunda bu hile başarılı olmuştu. Ve Haçlı ordusunu Hattin yakınlarındaki düz ovaya çekti. Düm düz arazi ve Temmuz’un sıcağının yanı sıra, ordu susuzluktan bitkin düşmüştü. 
4 Temmuz 1187’de amansız çarpışma başladı. Kürt savaşçılarının kılıç darbelerinin yanı sıra sıcaklık, susuzluk ve yakılmış otların dumanları adeta Haçlıları ölmeden önce yüz kere öldürüyordu.    Rüzgar Selahattin güçlerinin tarafından estiği için, Haçlılar da Hattin tepesinde sıkıştıklarından Selahattin’in askerleri kurumuş araziyi ateşe verince, rüzgarlar alevleri ve dumanları tepeye doğru sürüyordu. Böylece düşman kendini bir ateş çemberinde gördü. Ateşten kaçanlar, Kürtlerin kılıç ve oklarıyla karşılaşıyorlardı. 7 saatlik amansız çarpışmadan sonra, Haçlıların krallık sancağı yere düşmüştü. Ve kralın kendisi de esir alınmıştı.  Böylece Selahattin 25 bin askeriyle 60 binden fazla haçlı ordusunu alt-üst etmişti. Çok sayıda baron, kral, prens, papaz ve tapınak şövalyeleri esir düşmüşlerdi.  Esirler arasında Baron Arnat’ta yer alıyordu. 

Selahattin kendi eliyle Arnat’ın başını keseceğine ant içmişti. Ve çatışmanın ardından Arnat’ı Müslümanlığa davet ederek işlediği günahları ve suçları için af dilemesini teklif etti. Lakin Baron Arnat, bu teklifi ret ederek ve peygambere küfür içeren sözler sarf ederek, ölümünü bir nevi kendisi gerçekleştirmişti. Bunun üzerine Selahattin yerinden kalkarak kılıcıyla kafasını uçurmuştur.
Bu büyük başarı ve zafer ardından Kudüs yolları açılmıştı artık. Ve Haçlılar büyük bir zarar görmüşlerdi. Dayanacak hiçbir güçleri artık kalmamıştı. Savaşın ardından Tarablos, Akka, Beyrut, Seyda, Yafa, Kisariya ve Askalan Selahattin ordusu tarafından birer birer fethedildi. Ve Haçlıların en önemli dayanak noktaları ve kaleleri ele geçirildi. Selahattin aynı yılın Eylül’ünde Kudüs’ü kuşatmaya aldı. 6 günden sonra, yani Ekim’in 2’sinde Kudüs fethedildi. Bu da Ortadoğu’da ve İslam dünyası için fetihlerin fetihi idi. Bu fetih, Selahattin için, Ortadoğu halkları için büyük bir umut kaynağı olmuştu.  İslam diyarının her camisinde, Selahattin’in adıyla hutbeler okunuyordu. Güneş resimli bayrağını taşıyordu, bütün camilerin kubbeleri. Selahattin’in en unutulmaz yanlarından birisi de, Kudüs fethinden sonra Hıristiyan Haçlılara göstermiş olduğu merhamet ve hoşgörü olmuştur. 
Hattin savaşı Selahattin ordusunun; bütün doğu halklarına, Haçlı krallarına, tapınak şövalyelerine ve papazlar ordusuna yılmaz bir ordu olduğunu göstermiştir. Doğu halkların birlik ve beraberlik içinde hareket etmeleri halinde, büyük bir güç olduğunu ve istenirse bütün dünya ordularını alt-üst edebilecek yetenekte olduğu kanaatini geliştirmiştir bu savaş. Müslümanların, beyin ve ruhlarını birlikte kullanmaları halinde zafer kazanılacağı da ispatlanmış oldu. Lakin bu zafer sonrasında Selahattin cihat yolunda sapmadı. Ve mücadeleye son soluğuna kadar devam etmekte oldukça kararlıydı. 
Selahattin savaşırken hiçbir zaman eğitimi, fikri ve toplumsal gelişmeleri ihmal etmemiştir. Gittiği her yerde, her caminin yanında bir okul açmıştır. Fikirlerin tartışıldığı, geliştirildiği tasavvuf yerleri örgütlemiştir. Aynı zamanda vergileri kaldırmış, halkın refahı için çaba harcamıştır. Bütün bunları yaparken kendisi için hiçbir şey yapmamıştır.  Hatta bu büyük sultan, 4 Mart 1193 yılında Şam’da 57 yaşında yaşamını yitirdiğinde, özel kasasında sadece birkaç dinar bulunuyordu.  
Selahattin, Hattin savaşı ile Haçlıları ve Batı’nın Doğu’ya yayılmasını caydırmış ve Doğu’nun ruhunun, kültürünün temsil edilmesini zafere taşıdı. Böylece altı asırdan fazla bir zaman diliminde, Batılılar bir daha Doğu’ya geri dönüşü düşünmediler. Çünkü Selahattin’inin korkusu, gölge gibi onların emellerini takip etmekteydi. Selahattin, Batılıların belleklerinde o kadar etki yapmıştı ki artık Doğu’yu sadece Selahattin’de görmekteydiler.
700 yıl aradan sonra, Fransızlar Suriye’ye girer girmez, General Goro’nun ilk elden Selahattin’inin mezarına giderek  ‘Ey Selahattin kalk! Yine biz geldik!’ demesi boşuna değildi.

Polat Can

Hiç yorum yok: