Türkiye’yi yönetenler kafalarına koydukları çözümleri dayatmayı sürdürüyorlar. Kürt hareketleri dahil demokrasi güçleriyle demokratik bir programda buluşma ve kalıcı çözümlerden oldukça uzaklar. Buna itiraz edenleri de bertaraf edilmesi gereken güçler olarak görüyorlar. Baskı, teşhir, ekonomik olarak hedefleme ve tutuklamalarla sindirmeye çalışıyorlar.
Haziran seçimlerinden beri Türkiye hızla bir savaş ve baskı atmosferine girdi. Daha önce şöyle veya böyle bir beklenti, sınırlı da olsa belli bir umut vardı. AKP devleti ele geçirdikçe devletleşti ve kitlelerin beklentilerini bir tarafa attı. En belirgin uygulaması da İmralı ve Oslo görüşmelerine son verip savaşı tırmandırdı. Devleti bir bütün olarak bu temelde ele aldı. 12 Eylül’de bile görülmemiş biçimde yoğun tutuklamalara gitti. Bir günde 34 avukatı tutuklamak herhalde dünyada bir ilk olmalı. Yine aynı sayı da gazetecinin de bir günde tutuklanması dünyada az görülebilecek bir olay.
AKP ve yandaşları devletin tüm kurumlarını ele geçirdiklerini ve direniş güçlerine karşı topyekün harekete geçtiklerini, diğer hükümetlerin başaramadığını kendilerinin başaracağını ilan ettiler. Başarı da daha çok gerilla öldürmek, yasal alanda iş yapan ve örgütlü olan herkesi içeri atmak olarak tarif edildi. Başbakan KCK adı altında Kürtlere dönük tasfiye amaçlı tutuklamalara herkesin destek vermesi için çağrı yaptı.
Demokrasiyi hedefleyen bir başbakan kendi ülkesinin vatandaşlarını kendisi gibi düşünmüyor veya çözümünü benimsemiyor diye hapislere attırır mı? Binlerce insanı hapislere atarak, teşhir edip küçük düşürerek demokrasi gelişir mi? Bu ülkenin insanlarını hapislere atıp ailelerini mağdur etmeyi niye kendileri için bir hak olarak görüyorlar?
Bu zihniyet ve eylemler açık ki baskıcı ve diktatoryal yönetim anlayışını yansıtıyor. Türkiye demokrasisi her günü polisin ev ve sendika, belediye, parti binalarına yapılan baskınlarla karşılaşıyor. Türk ordusu ağır kış koşullarında gerilla birimlerini imha etmek için operasyonlarını giderek arttırıyor. Onlarca gerilla bu sert kış koşullarında imha edildi. Türk basını bu baskı ve katliamları büyük bir iştahla ve başarı olarak sunmaktadır.
Başarı dedikleri Kürtlerin çocuklarını öldürüp ailerine göndermeleridir. Binlerce seçilmiş ve ellerine silah almamış insanı hapishanelere doldurmaktır. Eğer bu yapılanlar başarı ve güzel işlerse, niye 12 Eylül’ü ve Kenan Evren’i eleştiriyorsunuz? Kürtleri daha fazla öldürmek, sindirip boyun eğdirmek doğru ve destekliyorsanız, niye Dersim ve Şeyh Sait katliamlarını eleştiriyorsunuz? Evet, Türkiye’nin basını, aydınları ve politikacıları bu belirtilen konularda artık bir karara varmalı.
Eğer bu ülkede Kürt halkı yaşıyor ve kimlik hakları varsa, örgütlenme ve haklarını isteme hakları da vardır. Türkiye’yi yönetenler zihniyetini değiştirip bu gerçekleri kabullenseydi bu gün bu baskılar ve öldürmeler olmazdı. Çünkü Kürtler, PKK dahil hiç kimse demokratik sınırların dışında bir talepte bulunmamaktadır. Yüzyıllık inkarın sona ermesi ve şiddetle silahın devreden çıkarılarak diyalog yoluyla sorunun çözümü savunulmaktadır. Kürtlere önderlik yapan sayın Öcalan defalarca ateşkes ilan etti. Son iki yılda da çatışma ortamını sonlandırmak için olağanüstü çaba sarf etti. Çözüm projeleri, yol haritaları hazırladı. Hükmetin yaptığı ise oyalama ve taleplerin içini boşaltmaydı.
Türkiye çözüme uzak değildi. Ancak hükümet soruna ciddi eğilmedi. Bir proje oluşturup kamuoyuna sunmadı. PKK, BDP ve Öcalan suçlanarak kara propagandaya hız verildi. Ergenekoncuları aratmayacak biçimde Fethullahçı ve yandaş basın harekete geçirildi.
Bütün bu öldürme, baskın ve tutuklamalara karşın Kürtler sinmedi. 15 Şubat’ın 13. yılını protesto eylemlerinde görüldüğü gibi Kürt halkı kararlı biçimde direnmektedir. Baskı ve kara propaganda, tehdit, öldürme her zaman sonuç verir diye bir yasa yoktur. Kürt halkı azımsanmayacak bir birikim ve bilinç edinmiştir. Devletin ve hükümetin mevcut politika ve yönelimlerinin kendisinin kimlik ve özgürlüğünü hedeflediğinin farkındadır.
Bu çağda hala Kürtleri kimliksiz ve haksız boyunduruk altında tutmak kabul edilebilir mi? Buna direnmeyene yurtsever ve demokrat denilebilir mi?
İlginç olan ırkçı militarist güçlere taze kan olarak Fethullahçıların dahil olmasıdır. Sözde bir cemaat olarak kendilerini tanımlamaktadırlar. Bir cemaatin savaşa ve politikaya bu kadar angaje olması normal karşılanabilir mi? Kaldı ki İslam dini barışı önceller. Eğer Fethullahçılar dini bir cemaatsa hayır işleri ve dini hizmetlerle uğraşsınlar. Nelerine bu kanlı savaş ve kara propaganda. İftıra, karalama ve yalana dayalı propaganda en başta İslamın temellerine yapılmış en büyük saldırıdır. Müslüman Kürt halkının çocuklarını öldürtmekle nasıl bir dini hizmet yapılmış oluyor acaba?
Kürt sorununu Kürtleri öldürerek, hapislere atarak ve boyun eğdirerek mi, yoksa onurlu bir barış ve demokratik bir yolla mı çözmek istiyorsunuz? Bu soruyu Türkiye’de sorumluluk duyan herkesin kendisine sorması gerekir.
MUZAFFER AYATA
Haziran seçimlerinden beri Türkiye hızla bir savaş ve baskı atmosferine girdi. Daha önce şöyle veya böyle bir beklenti, sınırlı da olsa belli bir umut vardı. AKP devleti ele geçirdikçe devletleşti ve kitlelerin beklentilerini bir tarafa attı. En belirgin uygulaması da İmralı ve Oslo görüşmelerine son verip savaşı tırmandırdı. Devleti bir bütün olarak bu temelde ele aldı. 12 Eylül’de bile görülmemiş biçimde yoğun tutuklamalara gitti. Bir günde 34 avukatı tutuklamak herhalde dünyada bir ilk olmalı. Yine aynı sayı da gazetecinin de bir günde tutuklanması dünyada az görülebilecek bir olay.
AKP ve yandaşları devletin tüm kurumlarını ele geçirdiklerini ve direniş güçlerine karşı topyekün harekete geçtiklerini, diğer hükümetlerin başaramadığını kendilerinin başaracağını ilan ettiler. Başarı da daha çok gerilla öldürmek, yasal alanda iş yapan ve örgütlü olan herkesi içeri atmak olarak tarif edildi. Başbakan KCK adı altında Kürtlere dönük tasfiye amaçlı tutuklamalara herkesin destek vermesi için çağrı yaptı.
Demokrasiyi hedefleyen bir başbakan kendi ülkesinin vatandaşlarını kendisi gibi düşünmüyor veya çözümünü benimsemiyor diye hapislere attırır mı? Binlerce insanı hapislere atarak, teşhir edip küçük düşürerek demokrasi gelişir mi? Bu ülkenin insanlarını hapislere atıp ailelerini mağdur etmeyi niye kendileri için bir hak olarak görüyorlar?
Bu zihniyet ve eylemler açık ki baskıcı ve diktatoryal yönetim anlayışını yansıtıyor. Türkiye demokrasisi her günü polisin ev ve sendika, belediye, parti binalarına yapılan baskınlarla karşılaşıyor. Türk ordusu ağır kış koşullarında gerilla birimlerini imha etmek için operasyonlarını giderek arttırıyor. Onlarca gerilla bu sert kış koşullarında imha edildi. Türk basını bu baskı ve katliamları büyük bir iştahla ve başarı olarak sunmaktadır.
Başarı dedikleri Kürtlerin çocuklarını öldürüp ailerine göndermeleridir. Binlerce seçilmiş ve ellerine silah almamış insanı hapishanelere doldurmaktır. Eğer bu yapılanlar başarı ve güzel işlerse, niye 12 Eylül’ü ve Kenan Evren’i eleştiriyorsunuz? Kürtleri daha fazla öldürmek, sindirip boyun eğdirmek doğru ve destekliyorsanız, niye Dersim ve Şeyh Sait katliamlarını eleştiriyorsunuz? Evet, Türkiye’nin basını, aydınları ve politikacıları bu belirtilen konularda artık bir karara varmalı.
Eğer bu ülkede Kürt halkı yaşıyor ve kimlik hakları varsa, örgütlenme ve haklarını isteme hakları da vardır. Türkiye’yi yönetenler zihniyetini değiştirip bu gerçekleri kabullenseydi bu gün bu baskılar ve öldürmeler olmazdı. Çünkü Kürtler, PKK dahil hiç kimse demokratik sınırların dışında bir talepte bulunmamaktadır. Yüzyıllık inkarın sona ermesi ve şiddetle silahın devreden çıkarılarak diyalog yoluyla sorunun çözümü savunulmaktadır. Kürtlere önderlik yapan sayın Öcalan defalarca ateşkes ilan etti. Son iki yılda da çatışma ortamını sonlandırmak için olağanüstü çaba sarf etti. Çözüm projeleri, yol haritaları hazırladı. Hükmetin yaptığı ise oyalama ve taleplerin içini boşaltmaydı.
Türkiye çözüme uzak değildi. Ancak hükümet soruna ciddi eğilmedi. Bir proje oluşturup kamuoyuna sunmadı. PKK, BDP ve Öcalan suçlanarak kara propagandaya hız verildi. Ergenekoncuları aratmayacak biçimde Fethullahçı ve yandaş basın harekete geçirildi.
Bütün bu öldürme, baskın ve tutuklamalara karşın Kürtler sinmedi. 15 Şubat’ın 13. yılını protesto eylemlerinde görüldüğü gibi Kürt halkı kararlı biçimde direnmektedir. Baskı ve kara propaganda, tehdit, öldürme her zaman sonuç verir diye bir yasa yoktur. Kürt halkı azımsanmayacak bir birikim ve bilinç edinmiştir. Devletin ve hükümetin mevcut politika ve yönelimlerinin kendisinin kimlik ve özgürlüğünü hedeflediğinin farkındadır.
Bu çağda hala Kürtleri kimliksiz ve haksız boyunduruk altında tutmak kabul edilebilir mi? Buna direnmeyene yurtsever ve demokrat denilebilir mi?
İlginç olan ırkçı militarist güçlere taze kan olarak Fethullahçıların dahil olmasıdır. Sözde bir cemaat olarak kendilerini tanımlamaktadırlar. Bir cemaatin savaşa ve politikaya bu kadar angaje olması normal karşılanabilir mi? Kaldı ki İslam dini barışı önceller. Eğer Fethullahçılar dini bir cemaatsa hayır işleri ve dini hizmetlerle uğraşsınlar. Nelerine bu kanlı savaş ve kara propaganda. İftıra, karalama ve yalana dayalı propaganda en başta İslamın temellerine yapılmış en büyük saldırıdır. Müslüman Kürt halkının çocuklarını öldürtmekle nasıl bir dini hizmet yapılmış oluyor acaba?
Kürt sorununu Kürtleri öldürerek, hapislere atarak ve boyun eğdirerek mi, yoksa onurlu bir barış ve demokratik bir yolla mı çözmek istiyorsunuz? Bu soruyu Türkiye’de sorumluluk duyan herkesin kendisine sorması gerekir.
MUZAFFER AYATA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder