19 Şubat 2012 Pazar

MİT Meselesi mi Devleti Yönetme Meselesi mi?


Celalettin CAN
Günlerdir bir MİT hadisesidir tartışılıyor. Medyada bu konuda belli bir kamplaşmada oldu. Bu arada kim kimin kalemi veya savunucusu olduğuna dair belli belirsiz görüşlerimiz netleşti. Ne kadar manipülatif unsur varmış meğer. Ortalıkta sadece fikirleri nedeniyle dolaşan insanlar yok, çıkar odaklı pespaye fikirleri  zamanın kavramlarıyla cilalayarak savunmak durumunda olan “tutulmuş” bol miktarda insanlar var.

Görünen yeni muktedirlerin meselesi bir başına MİT meselesi de değil, genelde devletin nasıl yönetileceği meselesi. Devlet içinde güç kazanmak, güvenlik bürokrasinin tutulan noktaları korunurken, tutulamayan stratejik noktaları üzerinde hakimiyet kurmak, genelde devletin iç ve dış politikaları, özelde Kürt meselesi ile ilgili politikalarının oluşturulup uygulanmasında kalıcı belirleyicilik kazanmak isteyen  Cemaat ile  hükümet arasında yaşanan üstü örtük çelişkinin dışavurumuna tanıklık ediyoruz.

Ergenekon operasyonları sürecinde Emniyet-yargı ikilisi ciddi bir etkinlik kazanmıştı. Yargı denilince de ilk akla gelen Özel Yetkili Mahkemeler oluyordu. Askerin güçlü olduğu dönemde, Hükümet  tarafından Kürt meselesine “yumuşak iniş” yapmış, kademeye bırakılan Kürt Özgürlük Hareketi’yle (KÖH)  görüşme yöntemleri geliştirilerek, çatışmalar kabul edilebilir bir seviyede tutulmaya çalışılmıştı. Hükümet, askerin siyasi gücünün aşağıya çekildiğine, 12 Eylül referandumu ve 12 Haziran Genel seçimleriyle yeter miktarda bir toplumsal güce ulaştığına kanaat getirince, KÖH’le görüşmeler ve barışçı çözüm yolunu tek yönlü kapatarak şiddet yolunu açmıştı.

Daha önce bir yazımda ifade ettiğim gibi, ‘en gelişmiş teknolojik silahlar, son model emperyalist kuşatma ve topyekun katliam stratejileri kullanılarak, Kürt özgürlüğüne ve bağımsız Kürt iradesine dair ne varsa kabul etmeme, bu yönlü tüm kazanımları yok etme’* tercih edilmişti. Bu politikayı Başbakan’ın, “iki yıl benden hukuk beklemeyin” mealinde cümlesiyle ifade ettiğini, başbakan yakın bir gazeteciden duyduğumuzu hatırlıyorum.

Bildiğimiz, tarz ve yöntemde bir kısım farklılıklar bir yana, başlangıçta, bu konularda hükümet içi koalisyon arasında herhangi bir temel bir sorun olmadığı yönündeydi.

Bu arada başka şeyler ortaya çıktı.

Ergenekon operasyonları sürecinin Emniyet-Yargı ikilisini güçlendirmesi bununla kalmamış, hiç olmaması gereken şekilde bu odağı, istihbari bilgi ve buna dayalı analizlerle neredeyse siyaseti yönlendirir hale getirmişti. Başbakaníın Kürt meselesinin çözümünü, görüşmeler ve barışçı çözüm yolunda aramaktan vazgeçmesi; baskı, şiddet, katliam, yaygın tutukluluk, medya kaynaklı yalan, çarpıtma, bilgi kirlenmesi yolunun önünü açması, Emniyet-yargı ikilisinin siyaset üzerinde ve karşısında daha bir güçlenmesini getirmişti. Bir yanıyla siyasi iktidara, esasen de başka bir hiyerarşiye tabi bir nevi özerk/paralel bir iktidar odağı oluşmuştu...

Başbakaníın belki  kendisinin de inandığı KÖH’ün geriletildiğine dair kamuoyunda yaratılan algının üzerindeki sis perdesi kaybolmadan, MİTíin müsteşarı Hikmet Fidanía, iktidardan, hatta yeri gelince HSYK’den özerk davranan Emniyet-Yargı gücünü dengelemeye, dolayısıyla -kısmi- tasfiyeye dönük bir devlet raporu hazırlatıyordu duyduğumuz, bildiğimiz kadarıyla. Bunun kamuoyuna sunumu ise, yeni anayasa sürecinde beklenen kendince “Yargı Reformu” olacaktı.

Buna karşı Özel Yetkili Savcı erken davranıp bu tür alengirli işleri bilenlerin kavramlarıyla ifade edersek, “operasyonel” ve “rövanşist” bir mantıkla Kürt meselesi üzerinden MİT Müsteşarı başta olmak üzere, bir kısım eski ve yeni MİT yetkililerini sorgulamayı ve akabinde büyük ihtimalle  en azından bazılarını tutuklamayı deneyecekti, ama olmadı. Olsaydı herhalde  Başbakan MİT müsteşarı üzerinden aslında kendi erkine yönelik olan operasyon karşısında ciddi sıkıntılar yaşayacaktı (‘tutuklanmasını istemediği, yakın çalışma arkadaşı’ eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’la ilgili yaşadığı sıkıntıyı hatırlayalım, böylesi bir gelişme onunla kıyaslanmazdı bile) MİT yetkilileri sorguya gitmedikleri gibi Başbakan da  onların arkasında sağlam durunca, Emniyet - yargı atağı boşa çıkarılmış oldu.

Şimdilerde Emniyet-Yargı kadrolaşması alt üst ediliyor. Cemaat, Başbakan’la ortaya çıkan kavgayı sürdürmeme ve Emniyet-Yargı ikilisinin atağına sahip çıkmama görüntüsü veriyor. Bu arada KCK kisvesi ardında gözaltına alınan 83 Kürt yurtseveri bugüne kadar hiç olmadık biçimde salıverildi. İlginç, diyelim mi, demeyelim, erken olur. Haftaya gelişmenin bu diğer iç ve dış politik yanlarıyla devam edelim...

Hiç yorum yok: