Veysi SARISÖZEN
Ünlü köşe yazarları “yıllık iznimin bir kısmını kullanacağımdan falanca tarihe kadar yazılarıma ara veriyorum” gibisinden notlar yazar.
Bizde “yıllık izin”, “tatil”, “ücret”, “zam” filan olmadığı için yazılarımıza ara vermemizin nedeni “mücbir” nedenler olur her zaman. Sağlık, tutuklanma gibi. (Gerçi Yüksel Genç’e tutukluluk da sökmüyor.)
Benim “ara vermem” bu kategoriden “sağlık” işleri bahsine giriyor.
Bir de akıl, mantık, hukuk dışı nedenlerle yazılarına ara veren bir arkadaşımız var: Muzaffer Ayata. Almanlar ona “siyaset yasağı” koydular. Aynı zamanda siyasi yazı, makale, inceleme yazması yasak... Yabancılar kanununa dayanarak bu yasak konmuş.
Bu yasağa sessiz kalmayalım.
O halde yazalım: MİT işi nedir?
MİT işi, Cemaatin siyaset üzerinde “dini vesayet rejimi” kurma yolunda attığı adımları hızlandırmasıdır. MİT’e egemen olmayı “mücbir” nedenlerle öne almak zorunda kalmışlardır.
Bu “mücbir” nedenlerin başında Başbakan’ın hastalığı geliyor.
Hastalık Cemaatin elini çabuk tutmasına neden oluyor. Fethullah Gülen’in AKP ve Başbakan’la öyle uzun boylu bir sorunu yok. Başbakan partiyi bir bütün halinde tuttuktan ve işler bugün olduğu gibi cemaatin de onayladığı bir rotada gittikten sonra Fethullah Gülen AKP ile ve hele Başbakan ile uğraşmaz.
Ama durum değişiyor. Başbakan hasta. Cemaat bu hastalığın nelere yol açacağını kestiremiyor. Atlantik ötesinde bütün ihtimaller hesaba katılıyor. Ve “Erdoğan sonrası”na hazırlık adımları “hızlandırılıyor”. AKP ve hükümet üstünde Cemaat vesayeti garanti altına alınmak isteniyor.
İşte bu “acele” adımlardan birisi de MİT Müsteşar’ını “tasfiye etme sürecini” başlatan “yakalama emri”.
Bu “aceleci” adımın atılmasında dış faktörler de söz konusu. Suriye’ye “askeri müdahale”nin gündemde olduğu şu sırada, Cemaat, İsrail tarafından “kötü adam” ilan edilen Hikmet Fidan’ı tasfiye etme sürecini hızlandırmışa benziyor. Malum, Amerika’da “mukim” Fethullah Gülen Efendi Hükümetin İsrail politikasına karşı.
Başbakan’ın hastalığı Cemaat’te “endişe”ye neden oldu. “Erdoğan sonrası” dönemde beklenmedik bir durumun ortaya çıkma ihtimali Cemaat’i “aceleye” sevkediyor. AKP’de cemaat dışı ve eski Milli Görüşçü bir “liderin” ortaya çıkması, 12 Eylül darbesinden ve İran’da Humeyni “devriminden” bu yana ve ona alternatif olarak ABD “şemsiyesi” altında adım adım geliştirilen “ılımlı İslam” konseptine büyük zararlar verebilir.
Cemaat elini çabuk tutuyor.
Yani Cemaat şu anda AKP’ye ve Başbakan’a savaş açmış değil. Erdoğan sonrasında karşısına çıkabilecek engelleri şimdiden ortadan kaldırmak, MİT’e egemen olmak için adımlarını hızlandırıyor. Şurası kesin: Cemaat Hükümetin aldığı önlemlere ve medyada cemaatçi olmayan AKP’li yazarlarla, cemaatçi AKP’li yazarların “barış” laflarına rağmen siyaset ve devlet üzerinde “askeri vesayet”in “boşluğunu”, cemaate dayalı “dini vesayet”le doldurmak için MİT’e egemen olma savaşını sürdürecek... Bir tür Sünni Ayetullah vesayeti yani.
Şimdi biraz hayal gücümüzü işletelim:
Hemen şimdi değil. Yıllar sonra, diyelim iki üç yıl içinde İran’a ABD ve İsrail’in savaş açtığını farzedelim. Türkiye’nin de bu savaşa katılması söz konusu olsun. Soru: Türkiye’nin böyle bir savaşa katılması Müslüman Türk kamuoyuna nasıl benimsetilebilir? Hasta Başbakan’ın etkisini yitirdiği koşullarda kim bu savaşın sorumluluğunu yüklenip, halkı ikna edebilir?
“Ayetullah Fethullah Gülen”den başka hiç kimse İran’a karşı ABD-İsrail yanlısı bir siyaseti kamuoyuna benimsetme gücüne ve otoritesine sahip değildir. Ordu bu imkanı çoktan kaybetmiştir. İran’da var olan “Ayetullahların” otoritesine karşı alternatif başında Erdoğan ve Gül’ün bulunduğu “laik” devlet bile olamaz. İran “Şii Ayetullah rejiminin” alternatifi, “laik TC” üzerinde “dini vesayet” kuran “Sünni ‘Ayetullah’ Gülen” cemaati olabilir.
Cemaat yalnız AKP içinde egemenlik savaşı vermiyor. Cemaat aynı zamanda tüm Ortadoğu ve Kafkaslar’da Türk yeşil tekelci sermayesinin ve devletin hegemonyası için de savaşıyor. Cemaat Güney Kürdistan pazarı da içinde bölge pazarlarına egemen olmak için, Fıratın doğusuna egemen olmanın şart olduğunu biliyor ve bunu sağlamak için PKK’yi ve BDP’yi bölgeden tasfiye etmek istiyor. Cemaat o nedenle Oslo müzakeresine karşıdır, savaş yanlısıdır. “Yok etmek ve işini bitirmek” siyasetini “Kürtler bozulmuş Türklerdir” diyen polis şefleriyle yürütüyor, Cemaatin acelesi var. Oysa Oslo müzakere süreci “uzun yol”. MİT “uzun yoldan tasfiye” yanlısı, Cemaat saydığımız nedenlerle “kısa yoldan imha” heveslisi. Kavga bu.
Bu krizden çıkışın biricik yolu, ister “kısa yoldan”, ister “uzun yoldan” tasfiye planlarından vazgeçmek, yani kanlı saldırılara, kitlesel tutuklamalara, Kürt sermayesini mülksüzleştirmeye, kaçakçılığı önleme adı altında yoksul köylüleri çökerterek sınır boylarını insansızlaştırmaya son vermek; Oslo Müzakere sürecini canlandırmak, Öcalan’ın özgürce müzakere masasına oturmasını sağlamak ve Anayasanın önündeki engelleri temizlemek, tüm KCK tutuklularını serbest bırakmak, TMK’yı ve yüzde on barajını kaldırmaktır
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder