Devlet organizasyonları içinde, ulusal ve ekonomik çıkarlar ve güvenlik ihtiyacı üzerine kurulduğu iddia edilen istihbarat örgütlerinin iktidarlar üstü bir konumu bulunan bürokratik oluşumlar olduğu biliniyor. Devletlerin her türlü pratiğini üstlenen ve gerektiğinde kendi hukukunu çiğnemek de dahil her türlü yaklaşımı sergileme lüksüne sahip istihbarat örgütleri bu anlamıyla kara kutu niteliğine sahip oldukça karanlık örgütler konumundadır.
Türkiye gibi İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) izinde ilerleyen komplo ve suikastlarla, karalama ve teşhirle, katliam ve soykırımla tarihe iz bırakan bir ülkede istihbarat örgütünün önemi daha da artmaktadır. İTC zihniyeti ve Teşkilat-ı Mahsusa pratiğiyle temelleri atılan günümüz istihbarat örgütü de bu gibi pratiklerde her zaman en ön planda rol oynayan, kimi zaman devlet kararına dahi gerek görmeden pratiğe geçebildi.
Şüphesiz devletin tüm kirlerinden haberdar olmanın ve devleti gerçekten düşünen kimi dürüst bürokratların bu kirli oyun ve komplolar dışında önerdiği, öne çıkarmaya çalıştığı kimi politikalar yok değildir. Fakat bu politikalar özellikle de İTC devamı bir Türk-İslam sentezi taraftarı Türkiye gibi bir ülke istihbaratında çok geçerli olamaz. Çünkü amaç iddia edildiği gibi ülkenin refahı ve çıkarı değil, iktidarın ve hatta istihbaratın çıkarlar düzenidir. Devlet imkanlarından, rantından, sermayesinden nemalanma hedefidir.
Yöntemleri çok değişik olmakla birlikte istihbarat örgütünün temelinde yatan amacı kesinlikle göz ardı etmemek lazım gelir.
Kürtlere yönelik devletin yürüttüğü kirli savaşta önemli bir pozisyonda yer alan istihbarat örgütünün en son PKK ve lideri Öcalan ile yürütülen görüşmelerdeki rolü ise daha çok devletin kirli yüzünü örtme ve tasfiyeyi inceltme politikalarıyla devam ettirme girişimi amacına bağlı bir girişimdi.
Her ne kadar müzakerelerle Kürt sorununa barışçıl, demokratik ilkeler etrafında bir çözüm hedefiyle tanıtılmaya çalışılsa da siyasi iktidar üzerindeki etkisizliği –ki devlet-istihbarat bütünlüğünden kaynaklı bu tespit çok yerinde de değildir- nedeniyle bu sonuçtan uzak bir duruma neden olmuştur. Görüşmelerdeki esas özün tasfiye etme olması nedeniyle zaten görüşmeler deşifre edilmiş ve oldukça zayıf olan devlete güven daha da zedelenmiştir.
Bugün MİT mensupları üzerinden yürütülen tartışmalara da bu eksende bakmak daha yararlı olacaktır. Sorun ne MİT’in yaptığı görüşmeler ne de iddia edildiği gibi KCK üzerindeki etkisinden kaynaklanmıştır. Sorun MİT üzerinden sürdürülen görüşmelerin gerçek niyetinin, dolayısıyla AKP hükümeti ve iktidarın Kürt sorununa tasfiye eksenli yaklaşımının deşifresi ardından yürütülen bir toparlama hareketidir.
Diğer bir tartışma konusu olan MİT’in KCK’nin kuruluşunda rol oynadığı, KCK’nin örgütlenmesi ve eylemlerinde yönlendirici olduğu konusu ise uzun süredir AKP hükümeti ve yandaş medya, aydın, yazar takımınca zorla türetilen Ergenekon-PKK ilişkisinin yeni bir versiyonu anlamına geliyor. Hedef de tabii ki Ortadoğu sathında bağımsız duruşuyla otuz yılı aşkın bir süredir en belirleyici güçlerden biri olma pozisyonunu koruyan PKK’nin gücünü zayıflatmak, halk ve kamuoyu nezdinde prestijini sarsmak.
Tüm bu tartışmaları bir iktidar çatışması olarak görmek mümkün olsa da özünde Türkiye’nin 2012 yılında yaşayacağı kaosun etkisini zayıflatma girişimi olarak görmek daha yerinde olacaktır. Tüm bölgeyi içine alması yüksek bir ihtimal olan savaş durumu, PKK’nin 2012 15 Şubatıyla birlikte başlattığı yeni mücadele süreci karşısında duyulan kaygı bu girişimin esas nedenlerinden birisi oluyor.
Bu girişim tüm bunları göz önüne getiren iktidar odaklarının hamlesi olarak sonuç almaya çalışacak. Fakat o kadar kolay olmayacak. Çünkü bir yandan MİT görüşmelerinin tasfiye amacı daha da deşifre olurken, diğer yandan siyasal iktidarın Kürt halkı karşısındaki suçları, yeni imha ve inkar politikasına dayalı kültürel soykırım hedefi ayyuka çıkacaktır. Sonuçta kaybeden yine AKP zihniyeti ve onu Ortadoğu’da koçbaşı olarak kullanan küresel emperyalist güçler olacaktır.
Umut Yeniçağ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder