13 Ekim 2011 Perşembe

Uygarlığın Taşıyıcısı: Kürt Özgürlük Hareketi


Ömer AĞIN



Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı AKP hükümetinin uyguladığı politik terör, bu terörle elde edilmek istenen amaca ters düşen bir politikanın ürünüdür.

Bu tür terör yöntemleri, “ideolojik” akımların kitle tabanını yok etme konusunda bir hayli başarıyla uygulanmış yöntemlerdir. Örneğin; Türk soluna ve hak arayanlara karşı cumhuriyetin kuruluşundan itibaren böyle bir politika izlenmiştir. Mustafa Suphiler öldürülmüştür. Daha sonra İsmail Bilen, Şefik Hüsnü, Dr. Hikmet Kıvılcımlı defalarca mahkum edilmiştir. Ardından 12 Mart’ta Denizler, Mahirler katledilmiştir. 12 Eylül’de ise son ve öldürücü darbe indirilmiş ve sonuçta Türk halkı “soldan”, “solcu” olmaktan vazgeçirilmiştir.


Cumhuriyetin kurulmasından az sonra, aynı yöntem Kürtlere karşı da uygulanmıştır. Sola uygulanandan çok daha kanlı ve kitlesel katliamlar yapılmıştır. Dersim bir tür Kürt-Alevi jenositidir. Burada amaç, eğitim, din kurumlarıyla paralel olarak devlet terörü uygulayarak Kürtleri asimile etmek olmuştur. Devlet bu eğitim, din, terör yöntemiyle asimilasyon politikasında kısmen başarılı da olmuştur. Halkımızın yetişmiş insanları, o yıllarda giderek artan bir şekilde Kürt olduğunu gizlemeye, çocuklarını “Türkler” gibi yetiştirmeye başlamıştır.


Fakat Türk halkını “solculuktan” vazgeçirten 12 Eylül Darbesi, Kürt coğrafyasında tersi bir sonuç doğurmuştur. “Devletsiz”, “örgütsüz” Kürdü, din, eğitim ve terörle “terbiye” edip, asimilasyonla Türkleştirme politikasına karşı büyük bir Kürt isyanı ortaya çıkmıştır.


Otuz yıl sonra, bu isyanın sonucu nedir?


Bu isyanın sonucu Türk devletinin asimilasyon stratejisinin, artık geriye dönüşü olmayan bir şekilde yenik düşmesidir. Devlet yenilmiştir. Asimilasyon artık mümkün değildir. Çünkü Kürtler artık yeniden Türkleştirmeyi kabul etmeyecek bir ulusal demokratik bilince ulaşmışlardır. Bu nitel bir değişimdir ve onu artık geriye döndürmek bilimsel olarak mümkün değildir. Türkleri diyelim ki Rum ya da Rus yapmak ne kadar mümkün değilse, Kürtleri de Türk yapmak artık umutsuz bir davadır.


Bu durumda, bizimle savaşan hükümete söylemem gereken şudur: Sola karşı uyguladığınız yöntemi bize karşı uygulamayın. Bu, boşuna kan dökmeye yarar, başka bir işe yaramaz. Bir insanı zorla, döverek, ya da ikna ederek “solculuktan” vazgeçirmek mümkün olsa da, nasıl bir Türkü döverek Rum ya da Rus yapmak mümkün değilse, Kürdü de Türk yapmak mümkün olmadığına göre, uygulanan baskı hiçbir işe yaramaz.


Tam tersine sonuçlar doğurur. Ben Türk hükümetine şunu söylemek isterim: PKK’nin “alternatifi” bir “Türkleşmiş parti” değildir, artık bu olamaz. PKK’nin “alternatifi”, artık PKK’nin tam zıddı “milliyetçi ve İslami fundamentalist bir Kürt partisi” olabilir. Başkası mümkün değildir. PKK’nin “yenilgisi”nden doğacak boşluğu, AKP ya da her hangi bir Türk partisi dolduramaz.


Türklerle Kürtleri “İslamcı fundamentalizm” temelinde birleştirme hayalleri de boştur. Bu o kadar kolay olsaydı, bırakalım “Türkle Kürdü”, “Arapla Arap” İslam temelinde birleşebilirdi. İslam’ın “birleştirici” olduğu iddiası bir efsanedir.†


O nedenle, PKK’yi “tasfiye” planından Türkiye’nin kazanacağı hiçbir şey yoktur. Tam tersine: Bir an için Kürt coğrafyasında “milliyetçi ve İslamcı bir Kürt partisinin” PKK’den “boşalacak” yeri doldurduğunu düşünün. Ne olurdu. Şu olurdu: “Cihad” için hazırlanan Kürt gençleri, tıpkı Irak’ta, Afganistan’da, öteki Müslüman ülkelerinde olduğu gibi, Türkiye’nin metropollerinde “canlı bombalar” olarak Türkiye’yi kan deryasına çevirirdi. “Ellerinde yeşil cihad sancağı” ile yürüyen bu “canlı bombaların” karşısında AKP’nin “ılımlı İslam” siyaseti tenekeden bir kalkana dönüşürdü.


Kürt Özgürlük Hareketi, “ilkel milliyetçi” topraklarda büyümedi. Bölgenin “en gelişmiş kapitalist ülkesinin” modern bir hareketi olarak ortaya çıktı. Şu ana kadar eğer Türkiye bir Lübnan, Afganistan, Irak haline gelmediyse, bu ontolojik gerçeğin iyi analiz edilmesi gerekir.


Belli oluyor ki, MİT kadroları bu gerçek hakkında bilgilidirler. Özellikle eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’in yaklaşımları bize, Türk devletinin içinde bazı insanların bu derin gerçeği çok iyi anladığını gösteriyor. Onlar PKK’lilerle konuşuyorlar. Müzakere ediyorlar ve muhataplarının nasıl kişilikler olduğunu çok iyi gözlüyorlar.


“Tasfiye” çabaları tehlikeli sonuçlara gebedir. Türkiye Kürt coğrafyası, tüm Kürt parçalarının öncülüğünü boşuna yapmıyor. Bu öncülük eğer başarıya ulaşırsa, bölgeyi kana bulayan bütün “ilkel şiddet” unsurları yenilgiye uğrayacak, tüm Ortadoğu ve Kafkasya’da insan uygarlığına yaraşır bir yeni hayat boy verecek.


İşte AKP hükümeti, bugünkü imha siyasetiyle, yalnız Türkiye’nin değil, tüm bölgemizin geleceğini karartmaya çalışıyor.


Başarı şansı sıfırdır.

Hiç yorum yok: