13 Ekim 2011 Perşembe

Neden Tutuklandık?

Aysel DOĞAN /Malatya E Tipi Cezaevi
Neron gibi ateşin alevlerini sarmaladığı her bir canlının çığlığında, Hitler’in soy düşmanlığındaki kana doymazlığında, Nasrettin Hoca’nın fıkralarında tarih bir ana sığdırılmış olsa da, tüm anlara karşı hükümsüzdür. 1980 darbesinin tam günü müydü, arifesi miydi hatırlamıyorum, Ankara emniyetinin meşhur DAL’ındaydım. Ne yalan söyleyeyim, biraz bilmezlik, biraz da bilmezliğin boşluğunda epeyce korkmuştum. Canımda yanmıştı. İnanılmaz ama 90 gün sonra alışmıştım. O gün bu gündür de korkmuyorum; ne bedensel acıdan, ne de ölümden... Sonra kaç kez girdim bu mahpuslara, saymadım da. Çünkü izsiz kaldım, izsiz çıktım. Ancak bir önceki son girişim benim için çok anlamlı ve tüm yaşamımın bir kutsal görevle onurlandırılışıydı. 29 Ekim 1999’da Avrupa’dan Barış Grubu olarak giriş yaptık. Tarih, girişimiz kadar da anlamlıydı.

Cumhuriyetin kuruluşuna Türklerin dahil olup, sonra da unutulduğu bu koca gerçek, koca bir yalana heba edildiği gibi; hep 80 yıl denilse de yaşayanların acılarının katsayısıyla sonsuz zamanın yıldönümüydü. Yüreğim sığmıyordu bedenime mutlu, huzurlu ve umutlu bir gelişti. Sayın Abdullah Öcalan’ın çağrısıydı. O’nun uluslararası komployla yakalanışıyla birlikte yaşadığımız dayanılmaz acı ve onurumuzun kırıldığı bir anda gelişimize ne setler dayanabilirdi, ne de korkular...


Emir yukarıdan!


10 yıl mahpusta kaldık, izlerini doyasıya yaşayarak. Günü geldi ve çıktık. Ve yine mahpustayım, 24 ay sonra. Aslında 6 ay sonra diyeyim. 18 ay boyunca kibirli ve korkak dudaklardan dökülen dinlenme kararlarıyla berbatlaştırılan zamanlar ve teknik izlemeyle geçirilen iğrenti birlikteliğimiz de böylece bitmiş oldu. Şimdi utandınız mı veya daha farklı bir yerde durarak ne kazandınız diye sorsam birilerine; biliyorum ki yine o iğreti gülüşünüz yayılacak yüzlerinize ve arkasından eklenecek “Biz de istemezdik ama emir yukarıdan.” Bu “yukarısı” aslında dibe vuran devletin kendisi olsa gerek!


Dersim’den Malatya’ya kara güvenliği olmadığından dolayı helikopterle getirildik. Ayakları yere basmayan, ayaklarının bastığı yeri koruyamayan rambo kılıklı güvenlikle helikopterden kelepçeli yolculuk yapmak, tuhaf bir duyguydu. Hele bir de hakimin tutuklama kararından sonra üstlerini arayarak “Evet komiserim 4’e 4” deyişleri anlatılmaz bir çirkinlikti. Şunu düşündüm; duygular karşılıklı bir uçtan bir uca yaşanıyor; ben gülü seven, o dikeni sever, ben nefes alsam, bilemiyorum ne olur...


Acaba neydi 18 ay boyunca devleti huzursuz kılıp adım attığımız her mekanı, konuştuğumuz her sözü bir tehlike olarak görüp mercek altına alındığımız o zamanlardaki saklı hakikat? Oysa cezaevinden çıktıktan sonra Dersim’e gitmiştim. Kürt, Kızılbaş Aleviyim. Babam, Kızılbaş Pir Ocağı’ndan, anneyse Seyit Rıza’nın yeğeni, yani ben hem pirim, hem Seyit Rıza’nın torunuyum. Sanırım dedem Seyit Rıza’nın son sözü olan “Ben sizin oyunlarınızı ve hilelerinizi zamanında anlamadım, bu bana dert oldu ama ben de size boyun eğmedim bu da size dert olsun.” Bir kadın olarak şunu ekleyerek haykırmanın rahatsızlığını yaşamışlardı: “Sizin hilelerinizi ve oyunlarınızı çözdük bu size dert olsun; boyun da eğmedik bu da size dert olsun.”


Dersim’de devlet, millet, ordu, üniversite, Fethullah Gülen Cemaati, ‘vatan, millet, Sakarya’ diyerek bir olup, Kızılbaş Aleviliğin özünü hedefleyerek, Kürtlerde başaramadıkları asimilasyonu Alevilikte yeni baştan uygulama gibi dayanılmaz bir hafiflik ve işbirliği içerisindeydiler. Tam da bu nokta asimilasyon karşısında Dersim Alevilik İnanç ve Kültür Akademisi’ni (DAKAD) kurmaya karar verdik. Onların deyimiyle bu vahiy bir talimattı. Oysa AKP başta olmak üzere, tüm siyasi partiler demokratikleşme adı altında, adını sayamayacağım kadar akademiler açtılar. Galiba vahiy benden önce onlara ulaşmış. Ancak vahiyler doğru olsa da, akademileri açanlar hileli olduğundan olsa gerek bir türlü demokratikleşemediler.


Akademi, çöpe atılması gereken ve herkesin de hemfikir olduğu yasalara göre tüm prosedürleri yerine getirilerek açılmıştı. Dernekler kanununa göre yasal, tüzel kişiliğimiz de vardı. Akademi, Alevilik inanç temelinde kadınlara, gençliğe, çocuk ve yaşlılara pozitif ayrıcalığı esas alıyordu. Yine demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü paradigmanın ekseninde tüzüğünü oluşturdu. Bu sorumluluklarımız ve görevimiz gereği devletin yaptırdığı bu saraylardan, yaktırdığı ormanlara kadar hukuksuz tutuklanmalara, eşitsizlik ve yoksulluğa karşı, barış ortamının yaratılması, Türkiye’nin demokratikleştirilmesi için Dersim’de gerçekleştirilen tüm demokratik etkinliklere katılmayı kendimiz için bir görev ve sorumluluk olarak gördük ve katıldık. Her basın açıklaması, her etkinlik sonrasında işgüzar emniyet ve Malatya özel savcılığının talimatlarıyla sorgulandık. Hâlâ devam eden birçok davamız da var. Zaten Dersim’de Malatya özel savcılığı ile davalı olmayan hiçbir sivil toplum örgütü yoktur!


Savcı’yı rahatsız eden faaliyet


DAKAD’da öğrenciler için burs vermek, devletin, savcının rahatsız olduğu faaliyetimizmiş! Oysa cemaat bırakalım öğrencilere burs vermesini, sokakta yakaladığı her insana burs isteyip istemediğini sormakta. Yine DAKAD’da Kızılbaş Alevilik üzerine panel, söyleşi, pirlerle buluşma gibi yaptığımız etkinliklerimizle de sorgulamaya takıldık. Faik Bulut’u tanımayacak kadar cahil emniyet ve yargı neredeyse Faik Bulut’u Kızılbaş Aleviliğin illegal piri ilan edeceklerdi! Pir Sultan Abdal Alevi Bektaşi Federasyonu 2. Başkanı sayın Kemal Bülbül için de ne iş yapar diye soracak kadar çok ‘eğitilmiş’, devletin istihbarat kaynağı olan emniyet ve yargı kadrolarının ne bilgi topladıklarını anlamaksa mümkün değil. Bunlarla değil mevcut sorunları çözmek sorun yaratmaktan başka bir şey yapmayacaklarının da ilgili sorumluların bilmelerini istiyorum.


İlginç olan minaresiz cami gibi cemaatin desteğiyle beslenen, faaliyet yürüten cemevinde Kızılbaş Aleviliğin inanç ritüeli olan perşembe geceleri mum yakıp, ibadet etmeyi Dersim’de devlet erki valisinden, güvenliğine kadar haftalık buluşma mekanına dönüştürmüşken, DAKAD’ın halkın, kadınların, gençliğin uğradığı bir mekan olması sorgulanma nedeni olabilmiştir. Yine DAKAD’a uğrayan çocuklarımızdan (çocuk aklı devlet aklından daha gerçekçi, daha vicdanlı ve hakikattir) birilerinin kendilerine zorla okutulan Türk çocuk andını haklı olarak kendi ana diline çevirerek, kendi çocukluğuna uyarlayıp panomuza asması bir suç unsuru olarak görülmüştür. Bu bir güvenlik aklı değil, bu bir devlet aklıdır. Başbakan’a duyurulur; “asimilasyon bir insanlık suçudur” dediniz. Bir kez daha bu sözünüzü Türkiye’de söylemenizi bekliyorum. Şimdi sormak istiyorum; akademinin anahtarını halka mı, yoksa valiye mi teslim etmemiz gerekiyor?


Ana Fatma ziyareti ve Gola Çeto


Yine tüzüğümüzde Kızılbaş Aleviliğin inanç ritüelleri olan mekanları tanıtmak korumak ve ibadeti kolaylaştırıcı restorasyonlar yapmak mevcutken, bu faaliyetlerimize dair valiliğin ve emniyetin rahatsızlığını bunları illegalize ederek ortaya koyması inkarın hala en dip seviyede zihniyete dönüştüğünün de ispatıdır. Ana Fatma ziyaretinin mitolojisine göre Hüseyin’in anasıdır ama Düzgün Baba’nın da kız kardeşidir. Belki ilginç olan onun bir çoban oluşudur. Düzgün Baba ile kavga eder, mekan değiştirir. Bu mitolojik öyküyü Ana Fatma’nın diliyle, toprağın kültürüyle, doğanın renkleriyle yazmak neden valiyi, neden üniversiteyi ve cemaati rahatsız eder? İnkar ve imha tarihi zora dayandığı kadar güçlü olsa da, bazen bir çocuğun çığlığındaki Kral çıplak haykırışıyla yıkıldığına da şahidiz. Sanırım akademi küçük bir çocuk haykırışı gibi inkarın, hakikatiyle yüzleşmesini gerçekleştirmiştir.


Yine baraj altında kalan Gola Çeto ile ilgili projemizde başta valilik olmak üzere cemaati rahatsız etmiştir. Oysa Gola Çeto Dersim kadınının simgesidir. O, iki suyu birleştirir ama bulanıksızlaştırmaz. Harçik’le Munzur kilometrelerce ayrı ayrı akarlar. Baraj altında bırakmamak için Dersim kadınları başta olmak üzere Dersimliler epeyce direndi. Ancak akıbeti malum. Profesörler, bilir bilmez bilirkişiler kendilerince Tunceli Üniversitesi’nin asimilasyoncu, kuşatmacı politikalarının araçları olmayı kabul ederek, Gola Çeto mekanını inceleyip “inanca dair işaret ve yapılar yoktur” diyerek, fetva verirler.


Bu, bir kırımdır. Bu, bir inanç, kültür, kadın kırımıdır. Sonra kadınlar Gola Çeto’nun izi yoktur dedikleri yerde, izleri toplar daha yukarıya, bir kayanın kovuğuna saklarlar. İşte bu Kızılbaşlığın sırrıdır. Haddini aşan devlete, haddini aşan üniversiteye inat restorasyon yapıyorduk. Tutuklandım. Yüreğimde yarım kaldı. Ancak inanıyorum ki, Dersim kadınları ve halkı tamamlayacaktır. Her Perşembe gecesi mum ışığında saklanan sırrın nasıl da aydınlığa karıştığının görmek için yüreklerin temiz olması gerekir. Kim bilir bir gün belki “devlette de” görme nasip olur.


Üniversite ve cemevi valiliğin vermiş olduğu perspektifle Alevi açılımı yalanına dahil olmak için, Kızılbaş Aleviliğin inanç değerleri olan ocaklara ve pirlere yönelik inkarcı, aşağılayıcı bir biçimde secere ve diploma dağıtmaya başladılar. Bin yılların ocaklarına sanki yeni bulunmuş gibi açılışlar yapmaya ve secereler, diplomalar dağıtıyorlar. Oysa Kızılbaş Alevilikte ocaklar ve pirler doğrudan eğitimle öğrenerek değil, bizzat yaşam içerisinden ve babadan oğla geçen bir sorumluluğun ifadesidir. Bunu deşifre ettik. Ziyaret yerlerini cemevine ve üniversiteye bağlayarak turistik geziler gibi kimler olduğunu bilmediğimiz ziyaretçiler uğramaya başladı. İzzetin Doğan turları düzenleyen adresti. Cem vakfı organizasyonunu yapıyordu. Gülen cemaati ile Kemalist Cem Eğitim Merkezi kurucusu İzzettin Doğan’ın işbirliğini deşifre ettik.


Üniversite akademik eğitim, öğrencilerinin barınma sorunlarını bir yana bırakarak hiç de görevi olmayan işleri yaptığını deşifre ettik. Bunlardan bir tanesi de aylarca basında reklamı yapılan Dersim Sempozyumu gibi asimilasyon, inkar ve imha politikalarının dibe vurduğunun ispatı olan 4 günlük tartışmalar yürütüldü, sunumlar yapıldı. Sözün özü kendileri söyledi, kendileri dinledi ama halk gibi kendileri de sonucuna inanmadı. Kızılbaş Alevilikten tutalım, barajların yararlarına, orman yangınlarının yararına Dersim’in nereden gelip nereye gideceğine dair yalan tarihe halkı katmadan, hadlerini aşarak, uzmanlık adı altında, geleceğe dair kehanetlerde bulunmayı ihmal etmediler.


Sayın Baskın Oran size önerim


Trajikomik olan Dersim 1938 katliamını bile başbakan kadar cesur davranıp, tartışamadılar. Katliamı dedemiz Seyit Rıza’ya yükleyip, ortadan kayboldular! Sayın Baskın Oran’a o zaman da bir şeyler anlatmaya çalıştık. Yalan, gürültü çok olduğundan olsa gerek, anlayamadı. Sanırım şimdi sakindir; belki duyar, belki dinler... Çok ayıp bir şeydir; biz Kürtler ve Kızılbaş Aleviler annemizi de babamızı da, dedelerimizi de, toprağımızı da kaybetmedik ki arayalım! Bize yeni kimlikler, yeni diller bulmanız günahtır! Sunumunuzu bir kez daha okumanızı öneririm. Şimdi sizi protestodan da yargılanıyorum. Dilerim sunumunuzu değiştirirsiniz ki ben de protesto etmem, Malatya özel savcısı da beni yargılamaz.


Ben ve BDP yönetiminde yer alan yine BDP Dersim Belediye Meclis üyesi olan bir kadın arkadaşımla beraber dört kadın arkadaş tutuklandık. Önce Alevi oluşumuz, Kürt oluşumuz, sonra kadın oluşumuzdan dolayı haklar ve özgürlükler mücadelesi verdiğimiz için 18 ay telefonlarımız dinlendikten sonra evlerimizin kapıları kırıldı ve tutuklandık. Diktatörlük hukuku ile sorgulandık. Halkımız bizi de, devleti de, bu devletin hukukunu da biliyor. Son yıllarda, Dersim de büyük bir asimilasyon ve kuşatma çemberi içerisine alınmak isteniyor. ‘Önce kadınları vurun’ bu, tarihin en dayanılmaz, en çirkin, acımasız belirlemesidir. Bir yıl içerisinde Dersim tarihinde hiç yaşanmamış kadın tecavüzleri ve cinayetleri işlendi. Failleri belliydi. Ama arkalarında koca devletin vicdansız, hukuksuz koruması vardı. Deşifre ettik!


Sonuç olarak yaptıklarımız, yapmak istediklerimizin yanında çok küçük olsa da, başlangıçlar kararlı ve bilinçli olunca sonunun geleceğine -herkes gibi- devlet de anlaşılan idrak etti. Biz kadın olarak halkımızın inançsal, kültürel tüm değerlerine her şeyden çok daha bağlı olduğumuzu bir kez daha belirtmek istiyoruz. Biz halkımızı, Dersim’imizi çok seviyoruz. Tüm insanları sevdiğimiz gibi...

Aysel Doğan Kimdir?

29 Ekim 1999’da PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine Avrupa’dan Türkiye’ye gelen Barış Grubu üyesidir. 10 yıldan fazla bir süre cezaevinde kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Bir süre önce Dersim’de KCK operasyonu kapsamında tutuklandı.

Hiç yorum yok: