Dâra ELHÜSEYNİ
…çünkü her iki duygu da [nefret ve fedakârlık] köleleştirilmiş
atalarımızın imgesiyle beslenir, torunlarımızın
kurtarılması idealiyle değil.
Walter Benjamin, “Pasajlar”, XII. Tez
1925, Diyarbakır.
24 Haziran 1925 tarihli Vakit gazetesinde yer alan bu fotoğraf “İsyanla
alakadar olmakla maznun Diyarbekirliler” altyazısıyla verilmiş
(Aktaran: Mehmet Bayrak). Şeyh Sait İsyanı, Türkiye kamuoyunda
çoğunlukla “dinci”, “gerici” bir ayaklanma olarak aksettirilse de,
fotoğrafta görülen kişilerin çoğunlukla Cemiloğulları gibi aristokrat
Kürt elitlerinden olması dikkat çekicidi.
Dostoyevski, tutukluluk günlerini anlattığı “Ölü
Evinden Anılar” kitabında bir toplumun uygarlık seviyesinin
hapishanelerine girilerek anlaşılabileceğini söyler. Bu yazının
sayfalarında kronolojik bir şekilde yer alan cezaevi/tutukluluk
fotoğraflarında yer alan insanların Türkiye’deki uygarlaşma seviyesine
dair söyleyecekleri çok şey olması çok da şaşırtıcı değildir. Ancak asıl
olarak, bu fotoğraflardaki ortak payda, yani Kürtler ve cezaevi
ilişkisi incelendiğinde, Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye özelinde Kürt
toplumunun özgürlük/tolere edilme seviyesinin anlamlı ve çarpıcı bir
tablosu gözler önüne serilmektedir.
1960, İstanbul
Harbiye Cezaevi. 1959 yılı itibariyle, Kürt aydın kesminde başlayan
uyanıştan ve Irak’taki Kürtlerin hareketliliğinden rahatsız olan
iktidar, MİT’in (o dönem MAH) de önerisiyle Kürt aydınlarına yönelik
geniş tutuklamalara yöneldi. Tarihe “49’lar olayı” diye geçen bu
tutuklama dalgası sonucu 50 Kürt aydını (Mehmet Emin Batu gözaltındayken
hayatını kaybettiğinden geriye 49 tutuklu kalmıştır) tutuklanıp, idam
cezasıyla yargılandı. Ortada herhangi bir delil olmamasına karşın, dava
1965’te zaman aşımına uğrayana kadar sürdü (Aktaran: Ayşe Hür).
Din adamları, büyük toprak sahipleri gibi Kürt
toplumunun geleneksel ayrıcalıklı kesimlerinden, okumuş, aydın
kesimlerine; seçilmiş meşru milletvekillerinden politik aktivistlerine
ve kadınlarından çocuklarına1 kadar
neredeyse bir toplumun tüm kesimlerinin tarih boyunca cezalandırılma,
kapatılma, ıslah edilme, disipline edilme vb. amacı ve kaygısıyla
hapishanelerde yatmış olmaları, “işlenen suçların ve kabahatlerin2 doğal
sonucu” gibi kuru bir hukuk diliyle açıklanabilir olmaktan çok uzak bir
olguyu ve sürekliliği işaret etmektedir. Bu fotoğraflar alt alta
konduğunda, değişen toplumsal profillerle Kürt toplumundaki değişimin
izlerini de sürmek pekâlâ mümkündür ancak bu fotoğraflarda neyin
değiştiği kadar neyin değişmediğini görmek yadsınamayacak öneme sahip
bir zorunluluktur.
1960, Sivas Kampı.
27 Mayıs 1960 askeri darbesi tutuklu bulunan 49’ların durumunda bir
değişiklik yaratmadığı gibi, Kürt aydınlarına ek olarak dönemin toprak
ağaları, aşiret reisleri ve şeyhleri de darbeden hemen sonra tutuklanıp
Sivas Kabakyazı’da bir kampa kapatıldılar. Toplam 485 kişinin
tutuklandığı bu olaya dair Milli Birlik Komitesi’nin “Türkiye’nin
bütünüyle yalnız Türklerin vatanı olduğu, başka gayeler taşıyan
birkaç kişiye benimsetilecektir” (Aktaran: Ayşe Hür) şeklindeki
açıklaması Türkiye’de Kürtlere dair devletin algılamasına bir örnektir.
“Toplum ve Kuram”
dergisi olarak Kürt çocuklarını dosya konusu edinmemiz de çocuklar
üzerinden indirgemeci ve sorunlu bir kategorizasyon üretimini
tekrarlamaktan öte tam da bu “değişmeyen şey” yani bu fotoğraflarda
açıkça görülebilecek olan süreklilik ile ilgili. Türkiye Cumhuriyeti
tarihi boyunca merkezi otorite/iktidar tarafından bir suç ve cürüm
teşebbüsünün ya da böyle bir potansiyelin etrafında kodlanmış, böyle bir
teşebbüs ya da potansiyel ile beraber algılanmak istenmiş bir halkın
maruz kaldığı “rutin” uygulamalar ve pratikler3 göz
önünde bulundurulduğunda, Kürt çocukları meselesi (siyasi eylemliliğin
bir öznesi ve/veya bir korku/nefret nesnesi olarak) yeni olduğu kadar
belli tarihsel dinamikleri ve geçmişin geri yansımalarını da içinde
barındıran bir konudur.
12 Eylül 1980
darbesi sonrası Türkiye’nin ve Kürtlerin en karanlık sayfalarından biri
olan Diyarbakır Askeri Cezaevi’nden bir fotoğraf. Diyarbakır Askeri
Cezaevi, 12 Eylül darbesinden önce de, 1971 Muhtırası sırasında Kürt
aydınların ve muhaliflerin tutulduğu bir yer olmuştur.
Bahsi geçen kodlamanın ve algılamanın Kürt
çocukları bağlamında da örnekleri rahatlıkla verilebilir. Diyarbakır’da
ve Adana’da “taş atan çocuklar” hakkında incelemeler yapan “TBMM Çocuk
Haklarını İzleme Komitesi”nin tespitine göre, Diyarbakır’da PKK adına
taş attığı iddia edilen çocuklar için aynı suçtan beş ayrı suçlama
yapılmaktadır: “Yasadışı gösteri yapmak, kamuya zarar vermek, terör
örgütü adına suç işlemek, terör örgütünün propagandasını yapmak,
devletin bütünlüğünü hedef almak”.4 Bu
açıklamadan da anlaşılabileceği üzere taş atmak ile devletin bütünlüğü
arasında kurulan ilişki sığ bir irrasyonellikten ya da zorunlu hukuki
bir prosedürden çok geçmişten bugüne devam eden bu kodlama ve algılama
ile yakından ilişkilidir. Bu duruma ek olarak, 31 Ağustos 2009’da Adalet
Bakanı Sadullah Ergin’in, Diyarbakır’da 2014 yılında tamamlanmak üzere
biner kişilik iki cezaevinin dışında üç yüz kişilik bir “çocuk
cezaevinin” de yapımına başlanacağı açıklaması5 da, Kürt çocuklarının eylemliliğine karşı benzer bir kodlamanın ve algılamanın ipuçları olarak görülebilir.6
Konuya dair
başka bir örnek, 1990’ların başlarından itibaren köy
boşaltmalar/yakmalar ile başlatılmış olan “Zorunlu Kürt Göçü” süreciyle
batı metropollerinde yoğun bir şekilde gözükmeye başlayan göç mağduru
Kürt çocuklarının kriminalize edilmesi üzerinden verilebilir. Sokak
çocuğu, tinerci, kapkaççı gibi tanımlamalarla, alışılageldik “masum
çocuk” ya da “düzen mağduru” gibi kategorilerden çok farklı bir yere
konumlandırılan bu çocuklar, 2000’li yıllarla beraber, bir korku ve
nefret nesnesi haline getirilerek Türkiye’de yükselen ırkçı ve şovenist
dalganın hedefi haline geldiler. Türkiye kamuoyunda ideolojik ve özel
bir anlama sahip olan “terör” kavramı da, medya haberlerinde bu
çocuklarla ilişkilendirildi ve kapkaççı terörü, tinerci terörü gibi
tanımlar medya haberlerinde sıklıkla görülür hale geldi. Bu haberlerde
terör kavramının kullanımını bu kadar kolaylaştıran ya da normalleştiren
etmen salt bu çocukların faili olduğu iddia edilen vakaların yarattığı
dehşetle açıklanabilir olmayıp toplumsal bilinçaltındaki terör kavramı
ile etnik bir grup (Kürtler) arasında kurulan ilişkisellik/özdeşleştirme
ile de beraber düşünülmesi, tartışılması gereken bir meseledir.7
1994’te
dokunulmazlıkları kaldırılan 10 DEP milletvekillinden Orhan Doğan,
Leyla Zana, Selim Sadak ve Hatip Dicle tutuklanıp Ulucanlar Cezaevine
konulmuştu.
Bu bağlamda, Kürt çocukları söz konusu olduğunda,
salt çocukluk vurgusu üzerinden sıklıkla başvurulan pedagojik
yaklaşımlar ve vicdan muhasebesi çağrıları konunun tam anlamıyla
anlaşılmasında yeterli olmadığı gibi bu konunun Kürt meselesi
eksenindeki politik, tarihsel, toplumsal hafıza ve sosyoekonomik
bağlantılarını da bilinçli ya da bilinçsiz göz ardı etmektedir. Bu
sebepten ötürü, bu pedagojik yaklaşım sonucu ortaya konan çözüm
önerileri de bildik kalıpların dışına çıkamamaktadır. Bazı kesimler, bu
çocukların eylemlerinden doğrudan anne-babalarını sorumlu tutmakta ve
hedef göstermektedir. Diğer taraftansa, bu çocuklar için eğitim
olanaklarının yaygınlaştırılması eylemci çocuklara devletin kolluk
güçlerinin ve diğer yetkililerinin şefkatli bir şekilde yaklaşması,
cezaevindeki çocuklara mesleki eğitim verilmesi gibi klişeleşmiş ve altı
doldurulmamış çözüm reçeteleri dışında taş atan çocuklara badminton
eğitimi vererek taş atmaktan vazgeçirmek8 gibi absürt denebilecek öneriler de kamuoyuna yansımaktadır.
2001, İstanbul
Gebze Cezaevi. Kürt siyasetinde kadınlar da aktifleştikleri ölçüde
cezaevi pratikleriyle karşılaştılar. Çok fazla sözü edilmese de 12 Eylül
darbesi sonrası Diyarbakır Askeri cezaevinde kadın tutuklular da yoğun
baskı ve şiddet gördüler. Bu fotoğraf ise 2001 yılında Gebze Cezaevi’nde
çekilmiş olup, fotoğrafta Kürt kadın siyasi tutuklar yer almaktadır.
Bütün bunların ışığında, ünlü çocuk gelişimcisi ve
psiko-tarihçi Erik Erikson’un, çocukların sadece kültürel temaları
yansıtan bir ayna ya da bir yaratık olarak değil, aynı zamanda da
kültürün bir yaratıcısı ve dinamik bir güç olarak da incelenmesi
gerektiği yönündeki tespiti (Onur, 1994: 22-23) böyle bir dosyanın
hazırlanmasındaki temel motivasyonumuz ile fazlasıyla örtüşmektedir. Ki,
Kürt siyasetinde politik taleplerin geçmişe oranla daha düşük bir
profilde seyrettiği günümüz konjonktüründe, bu çocukların bir nevi
otonom bir şekilde daha radikal bir siyasi söylemi ve eylem biçimini
sahipleniyor olmaları9 da, böyle bir yaklaşımın gerekliliğini fazlasıyla işaret etmektedir. “Toplum ve Kuram”
dergisi olarak ortaya koymak istediğimiz Kürt çocuklarını pedagojik bir
rehabilitasyonun ya da bir normalizasyonun kapsamı içinde düşünülmesi
gereken çocuklar olarak kodlamaktan öte bu kesimin kendi öznelliklerini,
koşullarını ön plana çıkartabilmek; siyasi eylemliliklerini ve
mobilizasyonlarını bir anomaliye ya da patlamaya indirgemek yerine
bunları uygun bir tarihsel bağlama ve konjonktüre oturtarak anlamaya
çalışmaktır. Böylesi bir yaklaşım, gerek merkezi otorite gerekse de
kamuoyu/medya tarafından Kürt çocukları üzerinden yapılan tartışmaların
ve bu çocuklara karşı geliştirilen tavırların politik ve toplumsal
izdüşümlerinin ve içeriklerinin hakkıyla anlaşılması için de elzemdir.
Fotoğraf tutkusuyla da bilinen ABD’li muhalif
entelektüel-eylemci Susan Sontag, fotoğrafın “gerçekliği olduğu şekliyle
sabitlemenin bir yolu” olduğunu söyler. Ona göre, fotoğraf,
uzaklaştığını ya da deforme olduğunu düşündüğümüz gerçekliği büyüterek
önümüze sermektedir (Sontag, 2005: 193-94). Bu sayfalarda görülen
fotoğraflar da benzer bir şekilde anlamlı bir gerçeği gözler önüne
sermektedir. Günümüzde, Kürt çocukları artık bildik çocuk tanımlamaları
yerine Benjamin’in bahsettiği “köleleştirilmiş atalar imgesi” ile fark
edilebilir ve anlaşılabilir hale gelmiştir. Bu yüzden de, ne kadar göz
ardı edilmek istenirse istensin ve ne kadar farklı yönlere çekilirse
çekilsin, Kürt çocukları öyle ya da böyle Türkiye’deki uygarlık
seviyesinin anlaşılması için en önemli göstergelerden biri olarak
gözlerimizin önünde durmaktadır.
2009, Adana.
Radikal gazetesinden alınan bu fotoğraf ilk bakışta okullarda çekilen
“toplu sınıf fotoğraflarını” anımsatsa da, örgüt üyeliği, örgüt
propagandası yapmak, devletin bütünlüğüne karşı çıkmak gibi suçlardan
yargılanan Kürt çocuklarının çektirdiği bir cezaevi hatırası resmi.
Notlar
1 Bu noktada bir hatırlatma yapmak gerekirse,
Kürt çocuklarının siyasi eylemliklerinden ötürü yaşadıkları cezaevi
tecrübeleri sadece son birkaç yıldaki gelişmelerle ortaya çıkmış yeni
bir hadise değildir. Yakın geçmişten somut bir örnek vermek gerekirse,
12 Eylül 1980 darbesi sonrası Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde özel bir
çocuk koğuşuda (31.Koğuş) kurulmuş durumdaydı (Mavioğlu, 2006: 146).
Mavioğlu’nun aktarımına göre, cezaevi idaresinin özel bir önem verdiği
bu koğuş, devlet güdümündeki radikal İslamcı örgüt Hizbullah için
kadrolar yetiştirecekti (2006: 147-48).
2 Elbette ki, burada bahsedilen suç ve c
ürümler, halkı kin ve nefrete teşvik etmek, devletin ve milletin
bölünmez bütünlüğüne karşı gelmek gibi politik kapsamlı suçlardır.
3 Bu pratikler ve uygulamalar her ne kadar
böyle bir yazının kapsamını aşsa da, resim altlarında yer alan bilgiler
bu konuda bir fikir verebilir.
4 Haberin tamamı için bakınız: http://www.habervitrini.com/kurt_aciliminda_ilk_adim_tas_atan_cocuklara-414770.html.5
5 Haberin tamamı için bakınız: http://www.haber7.com/haber/20090831/Diyarbakira-300-kisilikcocuk-cezaevi.php
6 Bakanın bu açıklamasından önceki yakın
tarihlerde, TBMM İnsan Hakları Komisyonu, Türk Tabipler Birliği,
Diyarbakır Barosu ve Diyarbakır Valiliği bünyesindeki İl İnsan Hakları
Kurulu tarafından Diyarbakır E Tipi Cezaevi’ndeki sorunlara dair ayrı
ayrı raporlar hazırlanmış, personel, uzman ve donanım eksikliğinden
kaynaklı sorunlar dışında, çocukların da içinde olduğu siyasi mahkûmlara
uygulanan ayrımcılıklar da bu raporlarda yer almıştır. Bütün bu
raporlara karşın Bakanın sadece kalabalık koğuş eleştirisini dikkate
alarak yeni cezaevlerinin yapılacağını açıklaması gayet manidar olup
Kürt çocuklarına dair devletin geleceğe dair projeksiyonunu da ortaya
koymaktadır.
7 Bu meselenin daha kapsamlı bir tartışması için Delal Aydın’ın bu sayıdaki çalışmasına bakılabilir.
8 Haberin tamamı için bakınız:
http://www.badminton.gov.tr/index.php?haberId=237. Haberde yer alan şu
ifadeler sözü edilen algılama eksikliğinin çarpıcı bir örneği olarak
görülebilir: “Badminton Federasyonu Başkanı Murat Özmekik, özellikle
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde, bazı çocukların eylemlere
karıştıklarını, polise taş attıklarını ifade ederek, “Biz taş yerine
raket ve top diyoruz. Taşı atmakla badminton raketini savurmak arasında
fiziksel hareket olarak fark yok” dedi… AKP Hakkari Milletvekili Özbek,
birkaç hafta içinde projeye başlayacaklarını ifade ederek, “İlkaşamada
Badminton Federasyonu’nun vermiş olduğu 3 bin topu Hakkari merkez ve
ilçelerinde çocuklarımıza, öğrencilerimize dağıtacağız. Böylece orada
yetişen çocuklar, sporla sayesinde sıkıntıların biraz uzağında
kalabileceklerdir” dedi.” (Yazım hataları metne ait olup, vurgular
eklenmiştir.)
9 Bu duruma dair kimi somut örnekler için Haydar Darıcı’nın bu sayıda yer alan çalışmasına bakılabilir.
Kaynakça
Benjamin, Walter. 1993. Pasajlar. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Mavioğlu, Ertuğrul. 2006. Apoletli Adalet. İstanbul: İthaki Yayınları.
Onur, Bekir (yay.). 1994. Toplumsal Tarihte Çocuk: İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Sontag, Susan. 2005. Fotoğraf Üzerine. İstanbul: Agora Kitaplığı.
Bu yazı Toplum ve Kuram Dergisi web sayfasından alınmıştır:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder