Ermeni Soykırımı’nı inkarı suç sayan yasa tasarısının Senato’dan nihai
olarak geçmesi ardından Türk hükümet yetkilileri ve kontrollerindeki
medya kendilerinden beklendiği gibi davrandı. Soykırımla yüzleşmeye dair
tek bir işaret yok. Buna karşın suçlayıcı, aşağılayıcı, tutarsız,
ilkesiz ve utanç verici ifadeler kullandı.
Türk hükümetinin baskı ve şantajlarına rağmen Fransız parlamentosu 22 Aralık’ta tasarıyı onayladığında Türk yetkililer, parlamentoda hazır bulunan milletvekillerinin azlığı ile dalga geçti. Senato’da ise 237 oy kullanıldı, 86 oya karşı 127 oyla tasarı kabul edildi ve bu kez Türk hükümetine kendi deyimleri ile “kapak” oldu.
ŞIMARIK OĞLAN KİM?
Türk hükümeti ve yandaşları 21 Ocak’ta onbinleri Paris’e yığarak, inkarda ısrarlı olduklarını da tüm dünyaya gösterdi. Daha önce “sefiller” diye manşet atanlar, bu kez “Senato’nun tarih yazdığını” öne sürdü, bazıları Sarkozy’yi direk hedef alarak “demokrasiyi katlettiğini” söyledi, diğer bir çoğunun manşetleri ise yazılmaya değmeyecek kadar rezalet bir halde. Sorun burada bitmiyor elbette, hükümetin başındakiler farklı değil çünkü. Erdoğan, yasa parlamentodan geçerken tehdit ve yaptırımların yanı sıra, ağır hakaretlerde bulunmuştu. Bundan Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin babası Pal Sarkozy de nasibini almıştı.
İsrail’i “şımarık oğlan” olarak eleştirenler, hem hoyratlıklarını hem de ne kadar “şımardıklarını” gözler önüne serdi. Bütün dünyayı tehdit ederek “dize getireceklerine” ve gerçekten “bir Türk’ün dünyaya bedel olduğuna” !!! inanmaya başlamışlardı. Erdoğan kendisini bir zamanların Kanuni Sultan Süleyman’ı gibi görmeye başlamıştı.
TEPKİ Mİ KOMEDİ Mİ?
Türk yetkililerin tasarı karşısındaki tepkileri tam bir komedi, ama trajik bir gerçeği ifade ediyor. Ülkeyi ifade özgürlüğü açısından dev bir cezaevine dönüştüren, konuşanı tutuklayan veya en azından işinden kovduran hükümet, tasarıya karşı çıkarken “tarihçilik” oynadı, “ifade özgürlüğü” ve “demokrasi” yanlısı kesildi. Türk medyası da hükümeti bu acıklı halini görmeyerek, gerçekten kendilerini özgürce ifade edebildiklerini, asıl sorunun Fransa’dan kaynaklandığını sandı.
DEVEKUŞU SİYASETİ
Oysa tarihle yüzleşmemenin geldiği nokta burası. Ama ötesi de olacak. Fransa 2001’de Ermeni soykırımını tanımıştı, ancak inkarı şu ana kadar suç saymamıştı. Bugüne kadar yasalaşmamış olması soykırımın varlığı karşısında duyulan bir şüpheyi değil, siyasi ve ekonomik çıkarları ifade ediyor. Kısaca Fransa’da Ermeni soykırımının olmadığı yönünde bir tartışma hiç olmadı. Soykırım yaşandığına dair kesin bir yargı var zaten, bu nedenle Türkiye’nin başını kuma gömmekten vazgeçmesi gerekiyor. Kürt sorunu için de durum bu. Herkes bu sorunun var olduğunu biliyor, sorunun Türkiye’de olduğu gibi bir inkarı sözkonusu değil. Kürtlerin vereceği mücadeleye paralel olarak, tarihten günümüze yaşadığı katliamlar ile kimliğinin uluslar arası alanda tanınması da Türkiye’nin karşısına dikilecektir.
TARİH YAZDI DİYENLER, 90 YILDIR YALAN BİR TARİHLE ÜLKEYİ YÖNETİYOR
Senato’da yaşanan tartışmalarda siyasilerin tarih yazma hakkı olmadığını savunanlar oldu. Türkiye’nin arkasına sığındığı tezlerden biri de buydu. Oysa, Türkiye 90 yıldır yalan bir tarih yazımı üzerine inşa edilmiş. Resmi tarih yazımı budur işte. Türkiye soykırıma karşı çıkarken öne sürdüğü hiçbir argümanla tutarlı bir pozisyonda değil.
DOĞRU TARİH NASIL YAZILIR, SOYKIRIMLA MÜCADELE NASIL OLUR?
Kimisi, soykırımlarla en iyi mücadelenin tarihi araştırmaları desteklemekten geçtiğini söylüyor. Ama inkarcılar da tarihi çalışmaları kendi soykırımcı anlayışlarını gerekçelendirmek için destekliyor. Bu durumda doğru bir tarih yazımı ve katliamcı anlayışlarla mücadele nasıl olacak? Tarihçinin, tarih yazımını yaparken, siyasetin işlediği ve bir daha işleyebileceği katliamlar karşısındaki sorumluluğu ve yaptırım gücü nedir?
Sorular çoğaltılabilir: Yasa neleri yapabilir, neleri yapamaz? Tarih yazımında manipülatörlerin önüne nasıl geçilebilir? Resmi yalanlara karşı mücadele nasıl olur? Tarihi araştırarak gerçekleri ortaya çıkarmak ile bir tarihi gerçeğe karşı ideolojik tavır alarak katliamı savunmak arasındaki farkı kim belirleyecek?
Bu sorular tartışılabilir, ama bu sorulara Türk hükümetinin bu anlayışı ile vereceği yanıt şimdiden bilindiği için, tarih, demokrasi ve ifade özgürlüğü yalanlarının bir değeri yok.
ERDOĞAN PARİS'E GİDECEK Mİ?
Erdoğan’ın bir manipülasyonu da şu: “Sarkozy bir daha seçilirse gitmeyebilirim”. Oysa yasayı bugün Sarkozy istediyse de, on yıldan fazladır solcular gündeme getirip geçmesini sağlamaya çalışıyordu. Sarkozy giderse, sosyalistler gelebilir. Bu durumda soykırım karşısındaki Fransız duruşunda bir değişim olmayacak. Yani, Erdoğan tutarlı ise hiçbir zaman bu ülkeye gitmemesi gerekecek, ya da katliamla yüzleşecek.
FRANSIZ HÜKÜMETİNİN İKİYÜZLÜLÜĞÜ
Öte yandan soykırım tartışmalarında bir gerçek mahkum edilirken, haksızlığa uğrayan bir taraf ise yine mağdur edildi. Onlar da Kürtler. Bir yandan Türk devletinin insanlık suçlarını cezalandırma konusu yapan, Suriye ve Libya’da “halk dostu ve özgürlükçü” kesilen Fransız hükümeti, onlarca yıldır özgürlük mücadelesi veren Kürtleri de kurban etmekten çekinmedi. Öyle ki bu işbirlikçi tavrını Paris’te bir derneklerini kapatmaya ve Roj TV yayınlarını durdurmaya kadar vardırdı. Türkiye bu mesajı nasıl algılar bilinmez ama Kürtler Fransa’nın bu tavrına ilk kez tanık olmuyor.
Sonuç olarak yaşananlara nereden bakılırsa bakılsın, hep aynı noktaya geliyor: Ne kadar yaptırım gücün olursa olsun, ne kadar zorba olursan ol, işlediğin suçlar bir gün gelip karşına dikilir, aradan 100 yıl geçse bile. Türkiye gerçek anlamda yüzleşmeyi reddettikçe, sorun büyüyerek karşısına çıkacak. İçinde siyasi çıkarlar, seçim hesapları olsa bile. Yüzleşme olmazsa Ermeni soykırımına, geçmişten bugüne işlediği Kürt katliamları da eklenecek. 28 Aralık’ta 34 sivilin katledilişi karşısındaki uluslar arası sessizlik de bir gün bozulacak.
Türk hükümetinin baskı ve şantajlarına rağmen Fransız parlamentosu 22 Aralık’ta tasarıyı onayladığında Türk yetkililer, parlamentoda hazır bulunan milletvekillerinin azlığı ile dalga geçti. Senato’da ise 237 oy kullanıldı, 86 oya karşı 127 oyla tasarı kabul edildi ve bu kez Türk hükümetine kendi deyimleri ile “kapak” oldu.
ŞIMARIK OĞLAN KİM?
Türk hükümeti ve yandaşları 21 Ocak’ta onbinleri Paris’e yığarak, inkarda ısrarlı olduklarını da tüm dünyaya gösterdi. Daha önce “sefiller” diye manşet atanlar, bu kez “Senato’nun tarih yazdığını” öne sürdü, bazıları Sarkozy’yi direk hedef alarak “demokrasiyi katlettiğini” söyledi, diğer bir çoğunun manşetleri ise yazılmaya değmeyecek kadar rezalet bir halde. Sorun burada bitmiyor elbette, hükümetin başındakiler farklı değil çünkü. Erdoğan, yasa parlamentodan geçerken tehdit ve yaptırımların yanı sıra, ağır hakaretlerde bulunmuştu. Bundan Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin babası Pal Sarkozy de nasibini almıştı.
İsrail’i “şımarık oğlan” olarak eleştirenler, hem hoyratlıklarını hem de ne kadar “şımardıklarını” gözler önüne serdi. Bütün dünyayı tehdit ederek “dize getireceklerine” ve gerçekten “bir Türk’ün dünyaya bedel olduğuna” !!! inanmaya başlamışlardı. Erdoğan kendisini bir zamanların Kanuni Sultan Süleyman’ı gibi görmeye başlamıştı.
TEPKİ Mİ KOMEDİ Mİ?
Türk yetkililerin tasarı karşısındaki tepkileri tam bir komedi, ama trajik bir gerçeği ifade ediyor. Ülkeyi ifade özgürlüğü açısından dev bir cezaevine dönüştüren, konuşanı tutuklayan veya en azından işinden kovduran hükümet, tasarıya karşı çıkarken “tarihçilik” oynadı, “ifade özgürlüğü” ve “demokrasi” yanlısı kesildi. Türk medyası da hükümeti bu acıklı halini görmeyerek, gerçekten kendilerini özgürce ifade edebildiklerini, asıl sorunun Fransa’dan kaynaklandığını sandı.
DEVEKUŞU SİYASETİ
Oysa tarihle yüzleşmemenin geldiği nokta burası. Ama ötesi de olacak. Fransa 2001’de Ermeni soykırımını tanımıştı, ancak inkarı şu ana kadar suç saymamıştı. Bugüne kadar yasalaşmamış olması soykırımın varlığı karşısında duyulan bir şüpheyi değil, siyasi ve ekonomik çıkarları ifade ediyor. Kısaca Fransa’da Ermeni soykırımının olmadığı yönünde bir tartışma hiç olmadı. Soykırım yaşandığına dair kesin bir yargı var zaten, bu nedenle Türkiye’nin başını kuma gömmekten vazgeçmesi gerekiyor. Kürt sorunu için de durum bu. Herkes bu sorunun var olduğunu biliyor, sorunun Türkiye’de olduğu gibi bir inkarı sözkonusu değil. Kürtlerin vereceği mücadeleye paralel olarak, tarihten günümüze yaşadığı katliamlar ile kimliğinin uluslar arası alanda tanınması da Türkiye’nin karşısına dikilecektir.
TARİH YAZDI DİYENLER, 90 YILDIR YALAN BİR TARİHLE ÜLKEYİ YÖNETİYOR
Senato’da yaşanan tartışmalarda siyasilerin tarih yazma hakkı olmadığını savunanlar oldu. Türkiye’nin arkasına sığındığı tezlerden biri de buydu. Oysa, Türkiye 90 yıldır yalan bir tarih yazımı üzerine inşa edilmiş. Resmi tarih yazımı budur işte. Türkiye soykırıma karşı çıkarken öne sürdüğü hiçbir argümanla tutarlı bir pozisyonda değil.
DOĞRU TARİH NASIL YAZILIR, SOYKIRIMLA MÜCADELE NASIL OLUR?
Kimisi, soykırımlarla en iyi mücadelenin tarihi araştırmaları desteklemekten geçtiğini söylüyor. Ama inkarcılar da tarihi çalışmaları kendi soykırımcı anlayışlarını gerekçelendirmek için destekliyor. Bu durumda doğru bir tarih yazımı ve katliamcı anlayışlarla mücadele nasıl olacak? Tarihçinin, tarih yazımını yaparken, siyasetin işlediği ve bir daha işleyebileceği katliamlar karşısındaki sorumluluğu ve yaptırım gücü nedir?
Sorular çoğaltılabilir: Yasa neleri yapabilir, neleri yapamaz? Tarih yazımında manipülatörlerin önüne nasıl geçilebilir? Resmi yalanlara karşı mücadele nasıl olur? Tarihi araştırarak gerçekleri ortaya çıkarmak ile bir tarihi gerçeğe karşı ideolojik tavır alarak katliamı savunmak arasındaki farkı kim belirleyecek?
Bu sorular tartışılabilir, ama bu sorulara Türk hükümetinin bu anlayışı ile vereceği yanıt şimdiden bilindiği için, tarih, demokrasi ve ifade özgürlüğü yalanlarının bir değeri yok.
ERDOĞAN PARİS'E GİDECEK Mİ?
Erdoğan’ın bir manipülasyonu da şu: “Sarkozy bir daha seçilirse gitmeyebilirim”. Oysa yasayı bugün Sarkozy istediyse de, on yıldan fazladır solcular gündeme getirip geçmesini sağlamaya çalışıyordu. Sarkozy giderse, sosyalistler gelebilir. Bu durumda soykırım karşısındaki Fransız duruşunda bir değişim olmayacak. Yani, Erdoğan tutarlı ise hiçbir zaman bu ülkeye gitmemesi gerekecek, ya da katliamla yüzleşecek.
FRANSIZ HÜKÜMETİNİN İKİYÜZLÜLÜĞÜ
Öte yandan soykırım tartışmalarında bir gerçek mahkum edilirken, haksızlığa uğrayan bir taraf ise yine mağdur edildi. Onlar da Kürtler. Bir yandan Türk devletinin insanlık suçlarını cezalandırma konusu yapan, Suriye ve Libya’da “halk dostu ve özgürlükçü” kesilen Fransız hükümeti, onlarca yıldır özgürlük mücadelesi veren Kürtleri de kurban etmekten çekinmedi. Öyle ki bu işbirlikçi tavrını Paris’te bir derneklerini kapatmaya ve Roj TV yayınlarını durdurmaya kadar vardırdı. Türkiye bu mesajı nasıl algılar bilinmez ama Kürtler Fransa’nın bu tavrına ilk kez tanık olmuyor.
Sonuç olarak yaşananlara nereden bakılırsa bakılsın, hep aynı noktaya geliyor: Ne kadar yaptırım gücün olursa olsun, ne kadar zorba olursan ol, işlediğin suçlar bir gün gelip karşına dikilir, aradan 100 yıl geçse bile. Türkiye gerçek anlamda yüzleşmeyi reddettikçe, sorun büyüyerek karşısına çıkacak. İçinde siyasi çıkarlar, seçim hesapları olsa bile. Yüzleşme olmazsa Ermeni soykırımına, geçmişten bugüne işlediği Kürt katliamları da eklenecek. 28 Aralık’ta 34 sivilin katledilişi karşısındaki uluslar arası sessizlik de bir gün bozulacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder