25 Ocak 2012 Çarşamba

Karda Yürüyüp İzini Belli Etmeyen: Suudi Arabistan

Suudi Arabistan, Türkiye’deki yeşil Türkçü-yeşil İslamcı AKP ve Fetullah Gülen’in en büyük destekçisi durumundadır.

Müslümanların kutsal mekânları olan Mekke ve Medine’nin de içinde olduğu Suudi Arabistan, 20. yüzyıl başında ortaya çıkmış bir devlettir. Suudi Arabistan, coğrafi tanımdan ziyade Arap yarımadasında Suudilerin egemen oldukları bölge anlamına gelen siyasi bir tanımdır. Devletin resmi adı el Memleke el Arabiyye Es-Suudiyye’dir.

Devletin kurucuları olan Suudi ailesi Vahhabi öğretisini benimsemiş bu çerçevede “İslam’ın askerleri” misyonunu üzerine alarak Sünnilerin olduğu her yerde Vahhabilik öğretisiyle nüfuz alanlarını geliştirmeye, çalışmışlardır. Ülke nüfusunun tamamı Müslümandır. Doğu bölgesinde önemli sayıda Şii bulunmasına rağmen ülkenin her tarafında Vahhabi mezhebinin gerekleri zorunlu bir şekilde uygulanmaktadır. Ancak Şiiler-İran’ın etkisiyle kendi içlerinde örgütlü ve dışa karşı kapalıdırlar. 

Suudi Arabistan’da ayrıca 150 üyeden oluşan bir Meclis-i Şura bulunmaktadır. Ülke, başkent Riyad ve Mekke ve Medine ile birlikte on üç idari bölgeye ayrılmış ve her bölge de kraliyet ailesinden bir emirin idaresi altındadır. Son yıllarda belediye teşkilatlarının da kurulup, başkanlarının seçimle belirlenmesi Kral Abdullah’ın açılma ve değişim politikası olarak değerlendirilmiştir.
‘ILIMLI İSLAM’IN SPONSORU

Suudi Arabistan, ekonomi başta olmak üzer Ortadoğu’daki güç savaşları içinde önemli aktörler arasında yer almaktadır. Suudiler, Arap dünyasındaki liderlik yarışında Mısır’ın yerini almıştır. Bu süreçte, Mısır bölgesel etkinliğini yitirerek içine kapanırken Yükselen petrol fiyatlarıyla Suudi Arabistan’ın yıllık geliri 200 milyar doları aşmıştır. ABD’nin Irak ve Afganistan’ı işgali ile ortaya çıkan yeni durum, Suudi Arabistan’a Sünniler üzerinde etkinlik kurma olanağı sağlamıştır ve bu temelde Suudi dış politikası; “karda yürüyüp izini belli etmeme” stratejisi üzerine kurulmuştur. Ortadoğu’da ABD’nin çıkarına birçok önemli olayın arkasında Suudi Arabistan çıkmıştır. ABD öncülüğündeki küresel kapitalizmin Suriye ve İran’a yönelik ambargo ve örtülü operasyonlarının destekçisi Suudiler olurken, Türkiye’de Fetullah Gülen öncülüğündeki ‘Yeşil Gladio’nun sermayesi de Suudiler tarafından karşılanmaktadır. Aynı zamanda ABD’nin, Arap ülkelerinin yeniden dizaynında kullanacağı, BOP içerisinde yer alan “Project Democracy Islam” bilinen adıyla “ılımlı İslam” projesinin sponsorluğunu Suudi Arabistan üstlenmektedir. Yemen’de, Tunus’ta, Ürdün ve Mısır’da, Libya’da işgal edilme planları yapılan Suriye’de; Türkiye’de iktidara getirilen AKP modeli, Adalet-kalkınma-özgürlük-eşitlik-demokrasi söylemleriyle gösterişli bir şekilde şişirilen işbirlikçi partiler iktidara getirilmekte, bu yeni dikta rejimlerine Suudi Arabistan tarafından sınırsız krediler verilmektedir.
ANTİ-AMERİKANCI AYNI ZAMANDA AMERİKANCI

Birleşmiş Milletlerin kurucu üyelerinden olan Suudi Arabistan, İKÖ (İslam Konferans Örgütü), Arap Birliği, Körfez İşbirliği Konseyi, OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler), IMF (Uluslararası Para Fonu), İslam Kalkınma Bankası gibi birçok uluslararası örgütün de aktif üyesi konumundadır. Ocak 1991'de başlayan birinci Körfez savaşında ve sonrasındaki Irak işgalinde ABD öncülüğündeki müttefik kuvvetlere en büyük lojistik desteği Suudi Arabistan vermiştir. İçinde bulunduğumuz dönemde de, dış politikası ABD ile olan ilişkilerine ve Irak başta olmak üzere Ortadoğu'daki dengelere ve İsrail-Filistin sorununa odaklı olan Suudi Arabistan, bir yandan Ortadoğu'da Amerika'nın en önemli müttefiki olmayı sürdürürken aynı zamanda hem sıkı bir anti-Amerikancı hem de sıkı bir Amerikancıdır. 
 
Dünyanın en büyük petrol tüketicisi ile en büyük üreticisi bu iki ülke arasındaki ilişkiler stratejiktir ve Suudi Arabistan, ABD’nin en büyük ticaret ortağıdır. Suudi işadamları ABD’deki en büyük yatırımcılar arasında bulunmaktadırlar. Dolar’ın Euro karşısında “güvenilir para rezervi” olma konumu Suudi Krallığının petrol satışlarını Dolar üzerinden fiyatlandırmaları ABD-Suudi ilişkilerinde önemli bir durumu izah etmektedir.

ARAP DİKTATÖRLERİNİN KORUYUCU VE KOLLAYICISI

Suudi rejimi bölgede yaşanan halk ayaklanmalarına karşı koymak ve ayaklanmaları amacından saptırmak ve ABD çıkarları temelinde yön vermek için ABD adına önemli bir görevi üslenmiş durumdadır. Petrol gelirinden elde ettiği milyarlarca dolarlık servet yanında Amerika’nın desteği ile diğer emirlikler ve Arap dünyasında yer alan diktatör rejimlerin korunup-kollanmasını sağlamaktadır,
Suudi Arabistan, denetimindeki Arap ülkelerinde baş gösteren ayaklanmalara karşı, bu ülkelerde ki iç protestoların yayılmasını önlemeye çalışırken diğer taraftan ayaklanmaların başka ülkelere yayılmasını önlemek için harekete geçti.

ABD tarafından kendisine verilen misyon çerçevesinde ilk dönemlerde Tunus’ta rejimi korumak amacıyla ABD’nin bir dönem destekçisi durumunda olan Zeynelabidin Bin Ali’nin görevden uzaklaştırılmasını sağladı ardından Bin Ali’ye de siyasi faaliyette bulunmamak kaydıyla sığınma hakkı tanıdı.

Tunus’tan sonra ayaklanmaların başladığı Mısır’a yönelik tavrı da Tunus’tan farksız olmadı. Önce Mübarek rejimini bir süre destekledi. Ayakta kalması için çaba gösterdi. İstenilen sonuca ulaşamayınca Mübarek’in görevden uzaklaştırılmasını sağlayarak yönetimin orduya devredilmesini sağladı. Hala Mısır’da halk ayaklanmalarına karşı orduya destek veriyor.

Suudi rejimi, Bahreyn ve Yemen’de de aynı işbirlikçi tutumun sahibidir. Bahreyn’deki başlayan halk ayaklanmalarının bastırılması için askeri destek gönderdi. Körfez İşbirliği Konseyi, Yemen krizini kontrol altına almak için bir plan sundu. Bilindiği üzere Amerika’nın 5. filosu Bahreyn’de bulunuyor ve bu ülkede yaşanacak her türlü gelişme, Amerika’nın Körfez ve Umman Denizi’ndeki askeri konumunu tehlikeye atabilecektir.

Yemen ise Suudi Arabistan için stratejik önemdedir. Yemen’in coğrafi konumu ve Suudi Arabistan ile ilişki biçimi özellikle son yıllarda bu ülkeyi, Suudi Arabistan’ın milli güvenliği üzerindeki etkisi itibarı ile Fars Körfezi İşbirliği Konseyi’ne üye ülkelerin seviyesine kadar yükseltti. Bu yüzden Suudi Arabistan, son yıllarda Yemen’de yaşanan her türlü kriz ve gelişmede aktif bir aktör olarak yer aldı.
İRAN ŞİİLİĞİNE KARŞI SUUD VAHHABİLİĞİ

İslam’ın en katı yorumlarından biri olan Vahhabilik, ilk kez 18. yüzyılda bugün Suudi Arabistan Krallığının sınırları içinde olan Necid bölgesinde ortaya çıktı. Adını kurucusu olan Muhammed Bin Abdulvehhab’dan alan Vahhabilik, ilk olarak dini bir akım olarak ortaya çıkmış; daha sonra yine dini içerikli ancak aynı zamanda bir devlet geleneği haline gelerek siyasi bir kimliğe bürünmüştür. Resmen kurulduğu 1921 yılından itibaren Suudi Arabistan Krallığı’nın remi mezhebi olan Vahhabilik, günümüzde Sünniliğin yaygın olduğu Yemen, Tunus, Ürdün, Mısır, Libya, Katar, Kuveyt, Umman, Bahreyn, Afganistan, Suriye, Irak ve Türkiye’de varlığını sürdürmektedir.

Vahhabilik, “Radikal İslam” olarak adlandırılan kökten dinci örgütlerinin de çoğunun bağlı bulunduğu İslami doktrin haline gelmiştir. Vahhabilik daha 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan Suriye ve Mısır’da geniş bir çoğunluğa sahip İhvan-ı Müslimin-Müslüman Kardeşler Hareketi, El Kaide, Taliban gibi radikal örgütlerin çıkış noktasıdır. Vahhabiliğin çıkışı hakkında farklı kaynaklarda, Arap topraklarını Osmanlı’dan koparmaya çalışan İngilizlerin bu akımı geliştirdikleri söylenmektedir.
Suudi Arabistan, İran’ın Şii hilaliyle yayılma stratejisine karşı Vahhabilik doktirini kullanarak önleyici tedbir geliştirmektedir. Şiiliğin bulunduğu her yerde Vahhabiliği geliştirerek hem etki alanlarını arttırırken hem de Şiiliğin yayılmasına karşı kalkan oluşturmaktadır.

Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Umman ve Yemen’den oluşan Körfez ülkelerinde Sünni çoğunluğa rağmen bu ülkelerdeki yoğunluk açısından en önemli Şii nüfus %70’lik oran ile Bahreyn’de bulunmaktadır. Şiiliğin bir kolu olan Zeydiler Yemen’de %35’e yakın bir nüfus oranına sahiptir. Şii nüfus oranı Kuveyt’te %30, Katar’da %20, Birleşik Arap Emirlikleri’nde %16 ve Suudi Arabistan’da %5’dir. Suudi Arabistan’da %5 gibi düşük bir oran olmasına rağmen Şiiler önemli petrol kaynaklarının bulunduğu bölgelerde yaşamaktadır.

Suudi Arabistan’ın, Tunus, Yemen, Ürdün ve Mısır gibi Sünni Arap rejimlerine verdiği desteğin başka bir nedeni ise yine ABD’nin bölgedeki çıkarları açısından da önemli olan İran tehdididir. Suudiler bölgede bir “Şii hilali”nin oluşmasından kaygı duymaktadırlar. Onların gözünde İran, “İsrail’den daha tehlikeli” bir hal almaya başlamıştır. Zira İsrail’in bölgede İran kadar yayılma olanağı yoktur. İran ise Şiilerin olduğu her yere girebilir ve bu nedenle İsrail’den daha tehlikelidir.

İran ve Suudi Arabistan’ın çatışma alanı olan ülkelerden biri de Lübnan’dır. Lübnan’daki Sünniler Suudilerin yardımı ile iktidarın en önemli oyuncularından biri haline gelmiştir. Hariri ailesinin siyasete girmesi bir “Suudi projesi” olarak bilinmektedir. Suudi Arabistan’ın Lübnan politikası ABD, AB politikaları ile örtüşmektedir.

Suudi Arabistan’ın etki alanında İran’ın güç kazanması; Suudi Arabistan yumuşak karnı olan kraliyetinin meşruluğunun sorgulanmasına, ülkenin mezhepsel farklılıklarının kışkırtılmasına, “İslam dünyasındaki liderlik” pozisyonuna ve Körfez egemenliğine son verilmesine neden olabilecektir. Bu nedenle Suudi Arabistan bölge devletleri arasında İran karşıtlığını açık şekilde gösteren bir devlet olmuştur. ABD-İran gerginliğinin tırmanması, ABD’nin bölgede İran karşıtı çabalarında Sünni Arap devletlerini, özellikle de Suudileri ön saflara sürmesine olanak tanımaktadır.
“YEŞİL GLADİO” ŞEFİ FETULLAH GÜLEN VE AKP’NİN “YEŞİL SERMAYESİ”

Günümüzde kapitalizm, İslâmi kültür ve ekonomiyi de içine alacak biçimde küreselleşmiş; maddi değerler yanında manevi değerleri birer piyasa malına dönüştürüp satışa çıkarmıştır. Din paraya bağımlı oldukça kimse onu tanımaz; kurucusu para olan bir din, yine o paranın koruyucusu olmak zorundadır, Dinin paraya çevrildiği böylesi bir ortamda petrol ve dolarla tanışan Türkiye’deki cemaatçiler ve tarikatçılar hızlı bir şekilde holdingleşerek, Müstakil işadamları ve sanayiciler olarak; MÜSİAD çatısı altında örgütlendiler. MÜSİAD içinde yer alan: İhlas Holding, İttifak Holding, Atom Kimya,  Kombassan Şirketler Grubu,  İstikbal Yaylı Yataklar A.Ş, Hes Kablo,  Al Baraka Türk, Anadolu Finans Kurumu,  Bahariye Mensucat,  Sanko Tekstil, Ülker Grubu,  Jetpa,  Zaman gazetesi sahibi Alaattin Kaya,  Akabe İnşaat,  Turkuaz,  Ergaz,  Koska Helvaları, Topbaşlar Grubu, Uzay Yünleri, Yimpaş Holding, Saray Bisküvileri, Has, Mer İnşaat, Feza Matbaacılık, Tahtakale Ticaret Merkezi,  Hak Ticaret ve Yatırım A.Ş, Özbayrak İnternational Trade A.Ş, Fen İş gibi yeşil sermaye holdingleri sıralanabilir.

YİMPAŞ, tarikat-siyaset ve ticaret ilişkisi içindeki uluslara arası bağlantılarıyla öne çıkan tarikat holdingleri arasında önemli bir konumdadır. Suudi-yeşil sermayenin en büyük örgütü olan İslâm Dünya Birliği-RABITA ile YİMPAŞ holdinginin ilişkileri, din gibi manevi değerlerin nasıl paraya çevrildiğinin, bunun etrafında nasıl dev şirketler kurulduğunun en önemli örneklerinden biri durumundadır.

AKP hükümetinin iktidara gelmesi ardından özelleştirme çalışmaları hızlandırılmıştır.  Uluslara arası Bilderberg gibi kapitalist örgütlerin istemleri doğrultusunda gerçekleşen  “devletin küçülmesi ve özelleştirilmesi” sonucu ortaya çıkan boşluğu Türkiye’de yeşil sermayeye bağlı cemaat ve tarikat holdingleri doldurdu. Elbette bu yeşil sermayenin arkasında, Suudi-Amerikan işbirliğinin uluslararası bağlantıları da bulunmaktadır.  Ortadoğu'da Amerikancı İslâm'ın ve peçeli kapitalizminin sacayaklarından biri sayılan RABITA (Rabitat-ül Alem-ül İslâmi / İslâm Dünya Birliği) bir Suudi-Amerikan şirketi ARAMCO (Arabistan-American Oil Company), tüm dünyadaki yeşil sermaye holdinglerinin arkasındadır. Koalisyon 1962 tarihinde Mekke'de kurulmuştur. Tüzüğünde yer alan maddede şunlara yer verilir: “Müslüman memleketlerinde yönetimin İslâmcı kurallara göre olmasına çalışmak, çeşitli ülkelerden gelen hacılar arasında 'İslâm Misyoner'i yetiştirmek ve bunları kendi ülkelerine göndermek. İslâmcı yayın organlarının işlevini yerine getirebilmek için maddi bakımdan desteklemek.  Kuran kursları, İmam Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakültelerinin açılmasını sağlamak.”
Türkiye-Suudi tarikat ilişkileri de 1976 yılında gerçekleşir. Rabıta ilişkileri gelişmesinin arkasından Komünizm ile Mücadele Dernekleri, İlim Yayma Cemiyetleri, Din Adamları Yardımlaşma Dernekleri gibi örgütler çoğaldılar. Bu derneklerin artmasını destekleyen Korkut Özal, Sami Tuğ gibi tarikatçıların günümüzde Suudi sermayesinin Türkiye'deki ortakları olması önem taşır.

RABITA’nın en önemli açılımından biri de 44 İslâm devleti tarafından ortaklaşa kurulan ‘İslâmi Kalkınma Bankası’dır. İç tüzüğüne göre, “üye ülkelerin tekil veya kolektif toplumsal ve ekonomik gelişmelerini ŞERİAT ilkelerine uygun olarak artırmak” ana hedeftir. İslâmi bankacılık, özellikle Suudi Arabistan ve diğer ülkelerde, örneğin Bahreyn'de kurulan İslâmi para kurumları, esas olarak “Kıyı Bankacılığı” sistemiyle çalışır. Bankacılık dilinde “Off-Shore Bankıng” denilir. Ana ilke her türlü denetimden ve vergiden kaçmak, serbest bölgelerde çalışma yaparak yasadışı yöntemlerle olabildiğince para kazanmaktır. Turgut Özal da İslâmi para kurumlarına Türkiye'yi kıyı bankacılığı olarak kullanılmasına izin vermiştir. Bu kirli paralarla riskli rantlarda bile oynayabilen bir vurgunculuk sistemidir. İncelenirse bu tür kurum ve kuruluşların hiç birisinin yasal merkezi Suudi Arabistan değildir. Suudiler yalınızca parasal olarak destek vermişlerdir. Türkiye’deki tarikatçı bankalar olan Faysal Finans, Al Baraka Türk ve Anadolu Finans Kurumu gibi bankalar, Suudi bankalarıyla bağlantılı olarak çalışmaktadır. Merkezi Cenevre kenti olan 55 İslâm bankasının üst örgütü Dar-al Mal-al İslâmi birçok Uluslu para kapitalinin şirketidir. Faysal Finans da bu örgüte bağlıdır. Yani çok uluslu şirketler grubunun Türkiye'deki düzenin bir parçasıdır. Türkiye'deki ortakları Nakşibendi tarikatı üyesi Salih Özcan, Ahmet Tevfik Paksu ve Halil Şıvgın'dır.  Halil Şıvgın bir dönem bakanlık da yapmıştır.

Diğer banka ise Al Baraka'dır. Türkiye'deki kolu ise Al Baraka-Türk'tür. Suudi merkezlidir. Fetullah Gülen’in finansal faaliyetlerini yönlendirmektedir. 25 milyar dolarlık kontrol dışı ve karanlık bir bütçesi vardır.

 Bankanın görünürdeki ortakları arasında AKP’nin İstanbul Büyükşehir belediye başkanı Kadir Topbaş’ın yakın bir akrabası Mustafa Topbaş bulunmaktadır. Diğerleri ise Kemal Unakıtan ve Talat İçözdür.

AKP danışmanları, servetlerini Al Baraka-Türk bankacılığına yapmaktadırlar. Korkut Özal, kökenlerini Suudi Arabistan’dan alan Faysal Finans sisteminin Al Baraka Türk bankasının yöneticisi olmuştur.

Şuna Türkiye’de Fetullah Gülen’in yakın adamlarından Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan Abdullah Gül, Suudi sermayesinin Türkiye’ye girişine öncülük yapmıştır. 1983-1991 yılları arasında Cidde’de olan 48 İslam Ülkesinin üye olduğu İslam Kalkınma Bankasında ekonomi uzmanı olarak görev almıştı.

İngiltere’de okuduğu dönemde, New York’ta bulunan CFR-Dış İlişkiler Konseyi (Council of Foreign Relations) tarafından, 48 İslam Ülkesinin üye olduğu İslam Kalkınma Bankası’nda;  İngiltere’de aldığı alt yapıyla Osmanlı dönemindeki Anglo-Arap modelini esas bir programla ekonomi uzmanı olarak çalıştı.

CRF’ye verdiği güven sayesinde, Suni Arap dünyasının da bel bağladığı;  İngiltere, ABD ve Arap üçgeninde önemli bir konuma ulaşarak yavaş yavaş öne çıkartıldı.

29 Temmuz 1921 yılında kurulan CFR-Dış İlişkiler Konseyi (Council of Foreign Relations), Anglo-Sakson ve Yahudilerin dünya politikasını, kendilerine bağlı ülkelerin siyasal ve ekonomik yapılarını kendi kontrolleri altında tutmak amacıyla Yahudi Walter Lippman önderliğinde kurduğu; finans, iletişim, akademi, istihbarat, teknoloji alanlarda en etkin konumlarda bulunan 3 bin 300 üyesi olan devletler üstü bir yapıdır. NATO, BM, IMF gibi bilinen kuruluşlar CFR’nin alt yapılanmalarıdır ve CFR’nin aldığı kararları uygulamakla görevlidir. CFR, kendisine bağlı ülkelerin son 50 yılın Dışişleri Bakanları, devlet başkanı ya da Cumhurbaşkanlarının eğitim, onay ve çıkış yeri olmuştur. Hangi ülkede kimin dış işleri bakanlığına getirileceği, kimin Cumhurbaşkanı-devlet başkanı yapılacağı CFR tarafından belirlenmektedir. 
 “İMAN, HAYAT, İKTİDAR…”

Suudi Arabistan, Türkiye’deki yeşil Türkçü-yeşil İslamcı AKP ve Fetullah Gülen’in en büyük destekçisi durumundadır. Fetullah Gülen, Abdullah Gül, Tayip Erdoğan ve dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu, Suudi Arabistan ve Körfezin petrol zengini diğer emirliklerin desteğiyle ‘Yeşil Sermayenin’ Türkiye’ye girmesi sürecinin temel aktörleri ve batı yerine Suudi Arabistan merkezli sermayeye bağlanma sürecinin mimarlarıdır

Fetullah Gülen hayalini kurduğu rejime ulaşmak için “İman, hayat, iktidar” formülasyonunda bulunmuştur. Bu konuda yaptığı açıklamada; Suudiler ile dayanışma bizim için stratejik önemdedir. Nihai hedeflerimize bu şekilde ulaşabiliriz. Ancak bunun için Amerikalıların desteği önemlidir. Amerikalılar istemezlerse kimseye dünyanın değişik yerlerinde hiçbir is yaptırmazlar” şeklinde Arap ülkelerindeki krallık ve emirliklerle kurulacak ilişkilerin alt yapısını oluşturmak, cemaat üyelerini ikna etmek için bu şekilde bir fetva çıkarmıştır. 

TÜRKİYE EKONOMİSİ “YEŞİL SERMAYE” İLE AYAKTA TUTULUYOR

AKP’nin iktidara geldiği 2002 ila 2003 yılları arasında Türkiye Merkez Bankası balans verilerinde, ülkenin finans sistemine kayıt dışı olarak katılan miktarın, 200 milyon dolardan 4 milyar dolara çıkmıştır.  Suudi Arabistan ve emirliklerden AKP hükümetinin bütçesine aktarılan yeşil sermeye 2006 yılında 6 milyar dolar, 2010’da ise bu rakam 15 milyar doları bulmuştur. Dışarıdan giren bu yeşil sermayenin bir kısmı AKP tarafından turizm gelirleri olarak gösterilerek gizlenmeye çalışılmaktadır.  

Türkiye bütçesine “turizm gelirleri” adı altında pompalanan yeşil sermaye ile Türkiye ekonomisi ayakta tutulmaya çalışılmaktadır. Avrupa ülkelerinde ekonomik kriz hükümetleri istifaya götürürken Türkiye’nin bu krizden etkilenmemiş görüntüsü vermesi, yeşil sermayenin desteğiyle sağlanabilmektedir.

2011 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi 7,66 milyar doları olarak gerçekleşmiştir. MÜSİAD’a bağlı inşaat ve gıda başta olmak üzere birçok firma Suudi Arabistan ve onun etkin alanındaki emirliklerde iş yapmaktadır. 

2002’de Türkiye ve Suudi Arabistan ve diğer emirliklerle arasındaki ticaret yarım milyar doların üstündedir. 2005’de, yaklaşık 2 milyar dolara ulaşmıştır. Aynı yıl, dış ticaret bakanı Kürşad Tüzmen, Birleşik Arap Emirlikleri kralı Şeyh Khalifa bin Zayid al-Nuhayyan’ın MÜSİAD’a bağlı firmalara 100 milyar dolar yatırım yapacağını açıklamıştı. Ardından Suudi Arabistan finans başkanı Suudi Arabistan’ın Türkiye’deki MÜSİAD firmalarına kademeli olarak 400 milyar dolar yatıracağını bildirmiştir. Suudi Arabistan ve diğer emirliklerle yapılan ticari ilişkilerde en fazla payı Gülen cemaatinin kontrolündeki MÜSİAD almıştır.

ABD’deki bazı düşünce kuruluşları, Suudilerin, AKP ve projelerinin en büyük destekçilerinden biri olduğu, Fetullah Gülen öncülüğündeki AKP’nin iktidara getirilmesine Suudilerin ciddi anlamda desteklerinin olduğu belirtilmektedir.

AKP’NİN SEÇİM KAMPANYALARINDA “YEŞİL SERMAYE”

Suudi rejimi, AKP’yi ayakta tutmak için; Mart 2004 yerel seçimlerinde: 20 milyon dolar, Temmuz 2007 seçimlerinde; 25 milyon dolar ve 12 Haziran 2011 milletvekili seçimlerinde: 35 milyon dolar, seçim masrafları olarak AKP’ye vermiştir. Ayrıca İran’da 2011 seçimlerinde AKP’ye 25 milyon dolar para aktarmıştı.

Kürdistan’da seçim rantı olarak AKP’li vali ve kaymakamlar tarafından dağıtılan kömür, makarna, beyaz eşya, gıda paketleri, AKP’nin sağlık kuruluşlarında ücretsiz sağlık hizmeti yine giyecek, çocuk ve öğrenci masrafları adı altında halka dağıtılan paraların kaynağı Suudi ve İran sermayesidir.

RABITA (Rabitat-ül Alem-ül İslâmi / İslâm Dünya Birliği) amaç ve ideolojisi çerçevesinde Gülen cemaati tarafından Türkiye ve Kürdistan’da Işık evleri ve okulları, Feza eğitim kurumları, FEM dershaneleri, Sema, Nursima ve Şifa hastaneleri faaliyet göstermektedir. Bunlara özellikle Kürdistan’da son yıllarda mantar gibi çoğalan kuran kursları, İmam Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakülteleri de bu kapsama dahildir. Sağlık ve eğitim alanındaki faaliyetler “insani” olarak gösterildiği için yeşil sermaye tarafından buraya akıtılan paranın sınırı yoktur. Parasız eğitim, parasız sağlık hizmetleri, açlık sınırında tuttukları toplumları kendi ağlarına düşürmektedirler. Fetullah Gülen bu durumu; “…nüfuz edeceğimiz alanlara damla damla sızarak girip orada bir örümceğin sabrıyla ağlarımızı öreceğiz” sözleriyle özetlemektedir.

2010-2011 yıllarında Diyanet İşleri Başkanlığı’na 4 milyar dolara yakın, “Hac gelirleri” adı altında Suudi Arabistan’dan para aktarılmıştır. Bu paralarla Kürdistan’da hemen hemen her mahalle ve köyde cami olacak şekilde 700 caminin daha yapılması kararlaştırılmıştır. Ayrıca yatılı kuran kursları ve imam hatip liselerine yenilerinin eklenmesi için de çalışmalar başlatılmıştır. 

Yeşil sermaye tarafından para akıtılan yerler sadece eğitim, sağlık, dini kurumlar değildir. AKP’ye bağlı SETA, USAK, ODAM, UTSAM vb. strateji kurumları ile medya alanında; STV, Kanal 7, Kanal A, Kanal Türk, Bugün, Ülke TV, ATV, STAR, SHOW televizyon kanalları ve bunlara bağlı gazetelerin finansmanı da yeşil sermeye tarafından gerçekleştirilmektedir.

SUUDİLER, FETULLAH GÜLEN’İN ABD’DE İKAMET ETMESİNDE ARACI OLDULAR

1999 yılı Ortadoğu’ya esaslı müdahalelerin başlangıç yılıdır. Aynı zamanda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik uluslararası komplonun devreye konulduğu yıldır. 2011 yılına gelindiğinde Türkiye’de devleti ele geçirip “Yeşil Sermayeli”, “Yeşil İslamcı-Türkçü” esaslarına dayalı “Yeşil Gladio”nun başına geçecek olan Fetullah Gülen’in ABD’ye gittiği yıl da yine 1999 yılıdır.

İlk başlarda Fetullah Gülen’in “Yeşil Kart” başvurusu kabul edilmedi. Ya da öyle olması istendi. Fetullah Gülen’in yardımına Suudiler yetiştiler. CIA ile yapılan görüşmeler sonrasında-Suudilerin aracılığıyla, ilk başta “Yeşil Kart” başvurusunu kabul etmeyen Pennsylvania eyalet mahkemesi daha sonra dışarıdan yapılan müdahaleler sonrasında “Gülen’in çok büyük ve etkili bir dinci ve siyasi hareketin bir lideri olduğuna ABD’de yaşamasının Birleşik Devletlerin menfaatine” olduğuna hükmederek Yeşil Kart başvurusunu kabul ediverdi.
CIA, PENNSYLVANİA’DA FETULLAH GÜLEN’E EĞİTİM AMAÇLI ÇİFTLİKLER AÇIYOR

“ABD’de yaşamasının Birleşik Devletlerin menfaatine” olduğuna karar verilen Fetullah Gülen, bir anda ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesinde, Suudilerin finanse ettiği “Ilımlı İslam’ın en önemli figüranı ve uygulayıcısı durumuna geliverdi.

ABD başkanının onayıyla CIA tarafından Pennsylvania’da kendisine iki tane çiftlik tahsis edildi. Çiftliklerin birinde kendisi kalıyor. Diğeri ise eğitim amaçlı kullanılıyor. Bu ikinci çiftlikte belli sayıda kadro, devreler halinde eğitime alınıyor. Kadrolar daha çok Türkiye ve Kuzey Kürdistan’dan gönderiliyor. Her ile belli bir kota konulurken, Kuzey Kürdistan’a hiçbir sınırlama konulmuyor. Yani Kuzey Kürdistan kaç kişi gönderilirse gönderilsin kabul ediliyor. Çiftliklerin dış güvenliğini FBI sağlıyor. İç güvenlik ise Fetullahçı kadrolar tarafından sağlanıyor. Burada eğitim devreleri bittiğinde tek tek kadrolara özel görevler veriliyor ve hemen sonrasında yeni devre için kadrolar alınıyor.

Türkiye’den Amerika’ya gitmek isteyen birisi ABD büyükelçilik ve konsolosluklarından kolay kolay vize alamazken Türkiye’deki Gülen cemaati üyeleri ABD’ye eğitim amaçlı gideceklerin listesini FBI’ya gönderiliyor. FBI’da onayladığı listeyi ABD konsolosluğuna göndererek hiçbir engel çıkarılmadan listedeki isimlere 1 yıllık ABD vizesi veriliyor. Gidiş geliş masrafları Gülen cemaati tarafından karşılanıyor.

Yasin Kılıçkaya

Hiç yorum yok: