25 Ocak 2012 Çarşamba

Cemaat Cumhuriyeti’nde Neler Oluyor?

Türkiye’de bir rejim değişikliği yaşandığını artık herkes kabul ediyor. Halen adı resmileştirilmemiş bir cemaat rejimi oluşmuş durumda. Son hamlelerin yapılması bekleniyor. Bunlardan birincisi Anayasa, ikincisi ise orduya yönelik olandır.

Peki, ‘Cemaat Cumhuriyeti’nde neler oluyor. Bunları alt alta sıralamaya kalkarsak sayfalar dolusu yazı ortaya çıkar. Ancak birkaç alt başlık altında özetlemekte yarar var.


Birincisi: Cemaat’in devleti, ülkeyi çok ciddi bir ekonomik krize sürüklüyor

Son bir yıldır, ülke ekonomisinin gelişmişliğini sıkça dillendirmekteler ve hatta bir övünç kaynağı haline getirmiş bulunuyorlar. Hâlbuki süreç tam tersine işliyor. Özellikle 2010 yılı içindeki büyüme oranının yüzde 9 civarı olmasıyla bir anda kendilerini Çin, Hindistan, Brezilya, Rus gibi ülkelerle kıyaslamaya başladılar.

Peki, gerçekler öyle midir? Değil. Türkiye ekonomisi esasen uluslararası küresel sermayenin sıcak para akışı üzerinden nispi olarak istikrarlılığını sürdürüyor. Küresel kapitalist sistemin ekonomi politikalarına uyum sağlamak için özelleştirmede dünyanın önde gelen birkaç ülkesinden biridir. Öyle ki şu an satılacak bir şey kalmadığı için, 20 yıl sonra üretilebilecek olan madenleri, kaynakları satışa çıkartmaya başladılar.


Çünkü sıcak sermaye akışı kesildiği andan itibaren Türkiye aniden büyük bir ekonomik krizle karşı karşıya kalacaktır. Ekonomik büyüme üretim üzerinde değil, hareket halindeki sermayenin akışı üzerinde olduğu için çöküşü de hızlı olacaktır.


Somut verilere bakıldığında bunu anlamak mümkündür. Örneğin 2002 yılında İslamcı AKP hükümete geldiğinde 92 milyar dolar olan iç borcu 2010 yılında 243 milyar dolara, dış borcu ise 130 milyar dolardan 293 milyar dolara çıktı. Merkezi yönetim brüt borç stoku 2010 yılı sonu itibariyle 473,5 milyar lira olarak gerçekleşti.


Ayrıca ekonominin büyüdüğü iddia edilen cemaat rejiminde işsizlik en üst seviyededir. Resmi rakamlara göre yüzde 9-15 arasında salınan, özel kuruluşların yaptığı araştırmalarda ise yüzde 20’lere varan bir işsizlik söz konusudur (rakamlardaki değişim, mevsimsel etkiler ve iş aramaktan vazgeçen işsizlerin bu rakamlara dahil edilmesi ya da hariç tutulması ile ilgilidir). Genç nüfusta işsizlik oranı yaklaşık olarak yüzde 23 civarındadır. Enflasyon ise yüzde 12,3 oranla son yılların yüksek düzeyine ulaştı.


Türkiye cari açıkta dünya ikincisidir. Bu konuda hem Dünya Bankası’nın hem de IMF’nin çok ciddi uyarıları oldu.


Amerika’nın "Ilımlı İslam"cı Başbakan’ının "krizin teğet geçeceği" söyleminin koca bir yalan olduğu bütün verileriyle ortaya çıkmış durumda. 2012 yılında, büyüme hızının 2,4’e düşeceğini açıklayan IMF, ekonomik durgunluğa geçecek olan Türk devletinin çok ciddi bir ekonomik sorunla karşı karşıya kalacağını açıkladı. Bunun tipik bir örneği de, İstanbul’da yapılmasına karar verilen 3. köprünün ihalesine hiçbir şirketin katılmamış olması ve ihalenin iptal edilmesidir. Ekonomik kriz kapıdadır. Hem de tahmin edilenden büyük etkileri olacaktır.


İkincisi: Cemaatin iktidarı ülkeyi kirli para cenneti haline getirdi

Ekonomik dengeleri kayıt dışı ekonomi ile sağlamaya çalışan devlet, İslamcı kimliğine rağmen kirli işler imparatorluğu rolünü üstlenmiş durumda. Merkez Bankası’nın verilerine göre 2010 yılında kaynağı bilinmeyen 17 milyar dolar, 2011 yılında ise yaklaşık olarak 18,6 milyar dolar Türkiye’ye girdi. Gerçek rakamlar bunun çok üstündedir. Peki, bu paralar nerden geliyor? Kayıt dışı ekonomi olarak gösterilen uyuşturucu ticaretinden, fuhuş sektöründen, gizli silah satışlarından gelmektedir. Örneğin ülke ekonomisine fuhuş ve eroinden 5 milyar, esrardan 2 milyar 50 milyon, insan kaçakçılığından 1,2 milyar, kaçak sigaradan 1,5 milyar giriş olmuş (İSMMMO araştırmaları). Maliye Bakanlığı esasen ülkeye giriş yapan kaynağı bilinmeyen ‘sıcak-kara paranın’ kaynağını çok iyi biliyor ama açıklamak işine gelmiyor.

Üçüncüsü: Cemaatin rejiminde ekonomik ve sosyal adaletsizlik en üst seviyeye çıktı

Cemaat rejiminde toplumun farklı kesimleri arasındaki ekonomik ve sosyal eşitsizlik en üst sınırlarına çıkmış bulunuyor. Bir avuç zenginin milli gelirden aldığı pay en yüksek seviyeye çıkarken, toplumda fakirleşme oranında ciddi bir artış yaşanıyor. Cemaat rejiminde zenginlerin kişisel serveti her yıl birkaç misli artmaya devam ediyor. Örneğin Forbes dergisi 2010 yılında, Türkiye’nin ilk 100 zenginin kişisel servetinin yaklaşık olarak 111 milyar dolar olduğunu açıkladı.

Eşdeğer hane halkı kullanılabilir gelirlere göre oluşturulan yüzde 20’lik gruplarda, Türkiye’de en yüksek gelire sahip ve yüzde 20 olarak belirlenen grubun milli toplam gelirden aldığı pay yüzde 46,4 iken, yine yüzde 20 ile en düşük gelire sahip olan grubun milli gelirden aldığı pay yüzde 5,3 civarındadır. Buna göre, yüzde 20’lik en zengin grubun toplam gelirden aldığı pay, 20’lik en fakir grubun aldığı paydan tam 9 kat daha fazladır.


Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) araştırmasına göre, Türkiye nüfusunun yüzde 16,9'u yani 12,5 milyon insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Sürekli yoksulluk riski altında bulunanların oranı da yüzde 18 olup 13,5 milyon kişi olarak belirlenmiş. Yoksulluk sınırının altında bulunanlar günlük 2 dolarla yaşamını sürdürürken, sürekli yoksulluk riski altında bulunanlar ise 4 dolarla yaşamını sürdürmek zorundadır. Cemaat sisteminde, bir yandan 100 kişi 111 milyar dolar kişisel servete sahip, diğer yanda 12,5 milyon insan yoksulluk sınırının altında, günde 2 dolara yaşıyor.


Dördüncüsü: Cemaat sisteminde toplumsal yozlaşma ve çürüme en üst boyuttadır

Bu durumu birkaç noktada somutlaştırabiliriz. Örneğin, 2002 yılında resmi olarak kendi bedenini genelevinde satmak zorunda kalan kadın sayısı 1200 civarındayken, 2010’da bu sayısı 3000’e ulaşmış. Açılan genelevi sayısı da 57’ye çıkmış. 

 2002 yılında küresel sermaye’nin Ilımlı İslam Partisi AKP, seçimleri kazanıp hükümete geldiğinde kendi bedenini satıp yaşamını sürdürmeye çalışan ve polis kayıtlarına geçen kadın sayısı 15 bin civarındayken, 2010 yılında bu sayı 100 bini geçmiş durumda. Bunlar resmi rakamlar olup, gayri resmi rakamlar bunun çok üstündedir. Yukarıda belirttiğimiz gibi fuhuş aynı zamanda bir ekonomik sektör olarak kullanılmaktadır.

Aynı şekilde yıllık iş hacmi 5 milyar dolar olduğu tahmin edilen uyuşturucu kullanımı cemaat düzeninde hızla artmaktadır. Örneğin 2002 yılında uyuşturucu kullanıcı veya satıcı olup hakkında işlem yapılıp tutuklanan insan sayısı yaklaşık 3 bin 500, ama 2010 yılında bu oran 18 bin civarına çıkmış durumda. Uyuşturucudan kasıt eroin, kokain ve esrar gibi maddelerin kullanımıdır. Yani sigara ve içki kullanımı bunların dışındadır. Kullanıcı yaşı da 12’ye kadar düşmüş durumda. Kadın pazarlanması gibi uyuşturucu da cemaat sistemini besleyen önemli bir sektör olarak işlev görmektedir.



Beşincisi: Adalet ‘Cemaatin Temeli’ haline geldi

Cemaat sistemi ele geçirirken özellikle hukuksal kurumların tamamını kendisine göre düzenledi. Böylelikle cemaatin savcısı, hâkimi kavramları kullanılır hale geldi. Kendisinden olmayan herkesi hedef tahtasına oturtan cemaat için demokrasi sadece kendi çıkarlarını korumaya yönelik bir araç hale gelmiştir.

Bu bakımdan cemaatin hedefinde öncelikli olarak Kürtler bulunuyor. Öyle ki, 12 Eylül rejimini geçen uygulamalarıyla tarihe tanıklık ediyor. Cemaatin hukukunda tutuklanma yaşı 9’a indirildi ve 3000’e yakın çocuk ‘terörist’ olmak iddiasıyla tutuklanmış bulunuyor. İlk kez 36 avukat, 35’i Kürt gazetecisi olmak üzere toplam 80 gazeteci tutuklanmış bulunuyor. İlk kez bir partinin 8.350’ye yakın belediye başkanı, il ve ilçe yöneticisi, çalışanı tutuklandı. İlk kez dokunulmazlığı olan milletvekilinin evinin kapısı kırılarak zorla içeri girildi.


Cemaat tarafından organize edilen KCK davasıyla Türkiye tam bir açık hapishaneye dönüştürüldü. Her gün onlarca insan tutuklanıyor. Saldırıların merkezinde Kürtler ve demokratik Türkiye muhalefeti bulunuyor.


Cemaat rejiminde kendisinden olan hiç kimseye karışmadığı gibi rüşvet, dolandırıcılık, soygunculuk yapanlar ödüllendiriliyor. Bunun en somut örneği ise Almanya Deniz Feneri davasıdır. Cemaatin elemanları tarafından 140 milyon euro ceplerine atmak için sahte şirketler, nitelikli dolandırıcılık örgütleri kuranlar hakkında tutuklanma süreci başlayınca, hukuka müdahale edildi ve hepsi serbest bırakıldı. Ayrıca davaya bakan savcılar görevlerinde alındı.


Altıncısı: Dördüncü kuvvet denilen medyayı koşulsuz olarak teslim aldı

Medyayı kuşattı ve kendisine itaat etmeye zorluyor. Geleneksel İslamcı gruptan olan Zaman, Yeni Şafak, Yeni Akit, Yeni Asya, Yeni Mesaj, Bugün, Milli Gazete ve Türkiye gibi gazeteler dışında, Sabah, Vatan, Radikal, Taraf gibi gazeteler de cemaatin etki alanına girdiler. Böylelikle psikolojik savaş aygıtlarını ele geçirmede büyük başarılar elde eden cemaat rejimi, kendisini eleştiren herkesi hedef tahtasına oturtmuş bulunuyor. Artık basında cemaati eleştirmek suç kapsamındadır. Kim eleştirirse işine son verilir, hakkında soruşturma açılır. Böylelikle basın özgürlüğünün sınırları cemaate dokunmaya başlandığı andan itibaren bitiyor.
Cemaatin basın özgürlüğünde, potansiyel tehlike olan her kitap, dergi toplatılabilir. İlk kez henüz yazım süreci tamamlanmamış kitap hakkında toplatılma kararı verildi. Bu nedenle Nedim Şener, Ahmet Şık tutuklandı. Bir zamanlar cemaate destek veren, ancak yanlışlarını görüp dil ucuyla eleştiren Banu Güven, Can Dündar, Ruşen Çakır’ın işlerine son verildi. Bu son kervana Ece Temelkuran da katıldı. Yıllarca cemaate verdiği destekle tanınan Mehmet Altan’ın yazılarına ambargo uygulandı ve Altan, Star gazetesi ile yollarını ayırmak zorunda kaldı.


Yedincisi: Bütün demokratik kitle örgütleri cemaatin hedef tahtasındadır

Cemaat, kitle örgütlerini, sivil toplum kuruluşlarını, sendikal kurumları, dernekleri vs tasfiye etmeyi hedefliyor. Böylece toplumsal mücadele alanında tek kalarak, alternatifsiz bir güç haline gelerek toplumun bütün alanlarına sızmaya çalışıyor. Toplumsal mücadeleyi geliştirme potansiyeli taşıyan kurumsal yapıları marjinalleştirirken, kendileri kurdukları örgütlenmelerle toplumun bütün kesimlerine yönelmektedirler.

Böylelikle toplumun volan kayışları haline gelen cemaatin kitle örgütlerini yaratmış durumdalar. Devletin politik gücünü, elinde bulundurduğu ekonomik dinamikleri, dinsel mekanizmalarını, görsel ve yazılı medya gücünü kullanarak, cemaatin liderinin ifade ettiği gibi toplumun ‘kılcal’ damarlarına girerek etkili olmaya çalışıyorlar.


Sekizincisi: Cemaat iktidarını sağlamlaştırmak için istihbarat kurumlarını kullanıyor

Gülen rejimi ele geçirdiği istihbarat kurumlarını kullanarak bir korku imparatorluğu oluşturmaya başladı.

MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbaratı gibi kurumlarla siyasetçileri, kanat önderlerini, sivil toplum örgüt yöneticilerini, kendisine karşı olan gazeteci, yazar ve aydınları özel olarak takip ederek kontrol etmekte ve çok açık olarak şantaj yapmaktadır. Buna telekomünikasyon sistemini de dâhil etmiş bulunuyor.


Cemaat eline geçirdiği istihbarat merkezlerinde edindikleri bilgileri kişi ve kurumlara karşı kirli savaş yöntemlerine dönüştürüyor. Özellikle siyasal alanda önemli bir şantaj aracı olarak kullanmaktadır. Baykal ve MHP yöneticileri bu yöntemle politikanın dışına itildi. Hatta Gülen cemaatine karşı olduğu söylenen Cübbeli Ahmet Hoca’ya karşı da aynı yöntem kullanıldı.


Bu kirli savaş yöntemi özellikle Kürt siyasetçilerine karşı çok yönlü uygulamaktadır. Yüzlerce Kürt siyasetçisi, cemaatin istihbarat kurumları tarafından elde edilen bir kısım sıradan bilgilerin çok belirgin bir şekilde çarpıtılmasıyla tutuklanmış durumda.


Böylelikle oluşturulan korku imparatorluğu aynı zamanda örgütlü mücadeleyi de ciddi oranda etkilemekte ve tasfiye etmede önemli bir işlev göstermektedir. Sıradan insanda yaratılan etki, “Dinleniyorum, takip ediliyorum, konuşmayayım” şeklindedir. Bu durum aynı zamanda toplumda ciddi bir psikolojik bozulmaya yol açtığı gibi en yakınındakine karşı bir güvensizlik yaratıp içe kapanmasına yol açmaktadır.


Dokuzuncusu: Cemaatin silahlı güçleri ele geçirme stratejisi devam ediyor

Cemaat sistemini sağlamlaştırmak için silahlı güçlere özel bir önem vermektedir. Cemaat devletleşmenin en önemli aracının silahlı güç olduğunun bilincinde, bu nedenle silahlı güçleri ele geçirmek için uzun yıllardan beri çok yönlü bir faaliyet içinde bulunuyor.

Bunun için öncelikli olarak sayısı 350 bine ulaşan polis teşkilatını ele geçirdi. Sonra Ergenekoncu olarak bilinen ve sayısı 200 bine yaklaşan ‘Özel Tim’ şimdi cemaatin ‘Özel Tim’i haline getirildi. Özel yetiştirilmiş katiller ordusu Kürt halkına, toplumun muhalif kesimlerine karşı ‘cemaatin İslam’ı’ adına savaşmaktadır. Geriye ordunun ele geçirilmesi kaldı. Bunun için önemli hamleler yapıldı. Generallerin bir kısmını tutuklayarak, bir kısmını istifaya zorlayarak kendi ekibinin önünü açmada önemli bir mesafe almış durumda. Ancak süreç henüz tamamlanmış değil.


Bu nedenle cemaat rejimi, savaş ekonomisi uygulamakta ve bunu çok ciddi olarak önemsemektedir. 2002-2011 yılları arasında askeri harcamaların toplam miktarı 120 milyarın üzerindedir. Ekonomik krizin sürekli kapıda olduğu, 12,5 milyon insanın açlık sınırında olduğu bir ülkede, savaş ekonomisi uygulamak, cemaatin devleti hakkında bir fikir edinmemizi sağlayabilir.


Sonuç

Bütün bunlara rağmen, cemaatin rejimi sanıldığı gibi güçlü değildir. 2012 yılı birçok sürprize gebe. Cemaatin tek avantajı örgütlü ve planlı çalışmasıdır.

Sisteme muhalif güçlerin ciddi bir örgütlülüğe ve birliğe ihtiyacı var. Hrant Dink’in katledilişinin beşinci yıl dönümünde on binlerce insan protesto eylemine katıldı. Dipten gelen güçlü bir toplumsal güç var. Sorun bunu örgütlemektir.


Örneğin cemaatin devleti, bütün gücüyle Kürtleri bitirmek istiyor ama bir türlü başaramıyor. Bunun en büyük nedenlerinden birisi Kürtlerin örgütlü bir güç olmasıdır.


Cemaat rejimine karşı gelişen ve yüz binleri kapsayan toplumsal gücü örgütlemek son derece önemlidir. Devlet bunun farkında onun için daha çok saldırıyor, demokratik güçler de bu gerçeğin farkında olarak, çok ciddi olarak örgütlenmeli ve kurumsal yapılarını oluşturmalıdır.


Cemaatin korkusu budur. Bu korkuyu onlarda süreklileştirmek, demokratik güçlerin elindedir. Marjinallikten kurtulmak, toplumsal muhalefeti örgütlemek, güçleri merkezileştirmek çözümün anahtarıdır.


2012 yılı, herkes için bir bakıma final olacaktır. 

 Mustafa Peköz

Hiç yorum yok: