25 Ocak 2012 Çarşamba

İsmail Beşikçi’den İbrahim Güçlü’ye Mektup -3

İsmail Beşikçi, Kürdistan üzerine bilimsel araştırmaları ve kitapları nedeniyle yıllarca hapis yattı, zulüm gördü, görüşlerinden taviz vermesi için baskı gördü. Ancak, Beşikçi, bir bilim adamı olarak gerçekleri araması ve dile getirmesi nedeniyle sadece Türk devleti tarafından hedeflenmedi, görüşlerinden vazgeçmesi için sadece onların baskılarını yaşamadı. Kendisine “devrimci”, “sosyalist”, “Kürdistan davası sahibi” sıfatlarını takan bir takım kişi ve çevreler de Dr. İsmail Beşikçi’yi bu görüşlerinden dolayı, hedef haline getirdiler, bunlardan vazgeçmesi için çok çeşitli yol ve yöntemlere başvurdular. Bu çabaların çarpıcı bir örneğini Beşikçi bundan 22 yıl önce İbrahim Güçlü’ye yazdığı bir mektupta dile getirdi.

Bugün Roboski katliamını bile PKK’nin yaptığını iddia edece kadar ileri giden İbrahim Güçlü’ye Beşikçi’nin yıllarca önce gönderdiği mektup önce Serxwebun dergisinde yayınlandı. Beşikçi’nin bu uzun mektubu aynı zamanda yakın dönem tarihine ışık tutuyor. Beşikçi Hoca’nın mektubunu (arabaşlıkları ekleyerek) olduğu gibi yayınlıyoruz.

KÜRT TOPLUMUNUN EN ÇÜRÜMÜŞ KESİMLERİYLE İŞBİRLİĞİ YAPTILAR

Yıl 1984, Ekim ayının başları. Kürt gerillalara karşı "Güneş Harekatı" başlatılıyor. Türk Cumhurbaşkanı Kenan Evren, büyük bir gazeteci kalabalığı eşliğinde Hakkari bölgesinde dolaşıyor. Şemdinli'de Kürt halkının gözünün içine baka baka herkesin Türk olduğunu, Türklüğü kabul etmeyenlerin "kansız", "hain" olduklarını söylüyor. Kürdistan'ı hep bu Türk sömürgecileri¬nin yönettiğini hiç unutmamak gerekir. Kürtler için esas utanç budur. Böyle bir utanç karşısında, PKK'nin düşüncesi ve eylemi karanlıkları yırtan bir aydınlıktır. Kokuşmuş bataklıktaki baharyeli gibidir. PKK bu sular için kanallar açmaktadır.

Kürt halkı demokrasiyi hiç yaşamadı. Kürdistan'ı devletlerarası sömürge sistemi içinde tutan devletler, Kürt ulusunun, ulusal, devrimci ve demokratik mücadelesini engelleyebilmek için, Kürt toplumunun en çürümüş kesimleriyle işbirliği yaptılar. O çürümüş sınıfları ve tabakaları ayakta tutabilmek için büyük bir çaba harcadılar. Bunlarsa, demokrasiye, Kürt halkının uyanmasına düşman olan sınıf ve tabakalardır. Eğer bir şeyh müritlerinden belirli bir çıkar elde ediyorsa, oraların uyanmasını elbette istemez. Toprak sahipleri de öyle. Fakat bu gerici sınıfları ayakta tutan sömürgeci devletin bizzat kendisidir. Kürt toplumunda demokrasiyi kurmak ve geliştirmek elbette esas olmalıdır. Çoğulculuğa önem vermek elbette esas olmalıdır. "En doğrusu biziz, bizden başka doğru yok" diyerek ötekileri boğmaya, yok etmeye çalışmak çok yanlış bir tavır ve davranıştır. PKK'den de bu hayati ilkelere dikkat etmesi elbette istenmelidir. PKK'nin buradaki görevi, öteki Kürt örgütlerine nazaran daha da büyüktür. PKK'nin sorumluluğu daha da büyüktür.

PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan ile ilgili olarak da birkaç şey söylemek istiyorum. Abdullah Öcalan, 1970'li yılların sonlarında Apocu önderlerden biriydi. 15 Ağustos 1984 Atılımı'na kadar ise, PKK'nin önemli bir lideriydi. 15 Ağustos Atılımı'ndan sonra durum tamamen değişmiştir. PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan, artık, Kürt halkının bir lideridir, önderidir. Bunu, köylülerin, işçilerin, öğrencilerin, kadınların tavır ve davranışlarından, konuşmalarından anlamak mümkündür. Abdullah Öcalan, artık, Kürt halkının bir umududur. Omuzlarında milyonlarca Kürdün sorumluluğunu taşımaktadır. Abdullah Öcalan'ı artık, PKK'nin önderi, PKK'nın Genel Sekreteri olarak değerlendirmemek gerekir.

‘KAÇ GERİLLAYI DONATTIN’

Değerli kardeşim, çok önemli konularda ortak düşüncelerimiz olduğunu biliyorum. Bugün de bu böyle. Yekitiya Sosyalist'i ilgiyle izliyorum. Fakat, PKK ve Başkan Apo hakkında neden bu kadar ters düştüğümüz, doğrusu bana büyük bir hüzün veriyor. Üstelik bu sadece senin düşüncen, tavır ve davranışın değil, Devrimci Doğu Kültür Ocakları kökenliler genel olarak böyle düşünüyorlar. Başkan Apo'yu küçümsemeye çalışıyorlar. Gerek PKK'yi, gerek Başkan Apo'yu çok çirkin kavramlarla suçlamaya çalışıyorlar. Bunları kabul edilmez buluyorum. Büyük bir yanılgı var. Fakat son yıllar içinde bu düşüncelerde, tavır ve davranışlarda çok önemli değişiklikler olduğunu izlemek de mümkündür.

Burada şunu da belirtmeliyim: Devrimci Doğu Kültür Ocakları mensubu, Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi mensubu arkadaşlarımızın çocukları, 20'li yaş çağlarını yaşayanlar, daha küçük olanlar, genel olarak hep PKK'de yer almaktadırlar. Bizleri 20-25 yıl kadar hep Kürt öğrenciler ararlardı. Şimdi, köylü, işçi, esnaf, serbest meslek sahipleri, ev kadınları, pek çok kişiyle tanışıyoruz. Herkeste büyük bir heyecan var. Kürdistan, artık eski Kürdistan değil. Bugünkü aşamaya nasıl gelindi acaba? Binlerce şehit var. Arkadaşlarımızın çocukları olan pek çok gerilla var. Bazı arkadaşlarımızın torunları gerillada. Hepsi Kürt ulusu için, Kürdistan için savaşıyor. Bugün Kürdistan'da her alanda gerilla var, her alanda şehit var. Bu heyecan nasıl oluştu?

Peki, ben sana bir soru sorayım. Şimdiye kadar kaç gerilla donattınız?

Türk İçişleri Bakanlarından biri şöyle demişti: "Doğu'da dağları koruyan jandarma değil, jandarmanın korkusudur. Bu korkunun etkili bir şekilde sürdürülmesi için her türlü önlem alınmalıdır." Bugün Kürdistan'da bu korku kırılmıştır. Bu korkunun kırılmasında PKK'nin düşünce ve eyleminin çok büyük rolü olduğu tartışılmazdır. Korku kırıldıkça Kürt halkı, Kürt halk yığınlarının ruhsal yapısı derinleşmektedir. Dirençli, direnen bir kişilik gelişmektedir. Gerillanın bu süreçteki rolü açıktır. Tekrar sorayım: Şimdiye kadar kaç gerilla donattınız?

11. Kürt gerillalarının, büyük bir fedakarlık, özveri ve vefakarlık örneği gösterdiğini çeşitli vesilelerle ifade etmiştim. Bu sürecin beni çok duygulandırdığını, bana gurur verdiğini de belirtmeliyim.

‘GERİLLALARA SEVGİM ARTTI’

Sağmalcılar'da, koğuşta, Denge Kürdistan isimli bir dergi vardı. Bu, PKK'nin cezaevi alanındaki örgütünün aylık olarak çıkardığı bir dergidir. Daktilo ile çoğaltılıyordu. Bu dergide orijinal yazılardan çok, Serxwebûn, Berxwedan gibi dergilerde yayınlanmış bazı yazılar yer alıyordu... Bir gün bu dergide yer alan bir hikaye okuyordum. Üç-dört gerillanın bir kış gününde, görev alanlarından kamplarına gidişini anlatıyordu. Kafamı çoktandır kurcalayan birtakım soruların cevabını alabileceğimi düşünüyordum. Gerilla kış vakti soğuğa karşı nasıl önlemler alıyor? Açlığa, uykusuzluğa nasıl dayanıyor? vs. Olay, Botan'da Zağros dağları civarında geçiyor. Şiddetli bir kış hüküm sürüyor. Dondurucu bir soğuk var. Bu soğukta yola çıkmak doğru mu? Gerillalar kamp için şimdi mi yola çıkalım, yarını mı bekleyelim tartışmasını yapıyorlar. Kar yağmaya başlıyor, hava biraz yumuşuyor. Yola çıkıyorlar. Dağlara tırmanıyorlar, ondan sonra vadiye doğru iniş var. Sonra tekrar başka bir dağa tırmanmaları gerekir. Kar duruyor, tipi başlıyor... Sis var. İki metre ötesi görülmez oluyor. Silahları, cephaneleri, öteki yükleri var. Durmadan yokuş çıkıyorlar, yokuş iniyorlar. Dağa tırmanıyorlar, dağdan aşağı iniyorlar. Kamplarına varacaklar. Soğuk durmadan artıyor. Akşam oluyor, ortalık kararıyor. Çığ tehlikesi var. Gerillalardan biri soğukta yürüyemez bir hale geliyor. Ayakları donmuştur. Yoldaşları onunla ilgileniyorlar.

Hikaye böyle sürüp gidiyor. Heyecanla okuyorum. Koğuştayım. Birdenbire soğuktan irkildim. Üşüdüğümü hissettim. Halbuki, koğuşun kapısı, pencereleri var, normal kapalı. Ayrıca koğuşta 60'a yakın insan var. Kendimi gerillaların yerine koyduğumu hissettim. Şöyle düşü-nüyorum: Açlığa, susuzluğa dayanmak mümkün, uykusuzluğa dayanmak bile mümkün. Yol yürüyebilirim, yokuş çıkabilirim, dağa tırmanabilirim, yük taşıyabilirim, fakat soğuğa karşı ayaklarımı nasıl koruyabilirim, soğuğa karşı nasıl dayanabilirim?.. Hikayeyi okurken hep bunları düşündüğümü hissettim. Gerillaların soğukla, açlıkla, susuzlukla, uykusuzlukla nasıl baş edebildiklerini, bunların üstesinden nasıl gelebildiklerini öğrenebilmek için okumayı büyük bir heyecanla sürdürdüm. Kürt gerillalara zaten çok sıcak bir sevgim vardı, daha da arttı.

Kürdistan'a ilişkin düşünceleri, duyguları, beklentileri olmayan insanlar, sarsılmaz bir inanca sahip olmayan insanlar bu tür fedakarlıklara katlanamazlar. Özveri ve vefa göstermezler. Bu cefaların, çilelerin hepsi de Kürdistan içindir, Kürt ulusu içindir. "Hafız Esat'ın maşası" suçlamalarını ve aşağılamalarını çok çirkin buluyorum. Gayri ahlaki buluyorum. Bu mücadelenin, 1984'te, gerillaların donanımı bakımından çok olumsuz koşullarda başladığı da yine büyük bir gerçek. Gerillaların, haritaya, pusulaya, dürbüne, ayakkabıya, uyku tulumuna, vitamin haplarına sahip olmadığını biliyoruz. Veya bunlar çok azdır. Yeteri kadar silah yoktur. Bunları yakından biliyoruz. Arkadaşlara, "Soğuğa karşı nasıl korunuyordunuz, ayaklarınızı nasıl koruyordunuz?" sorularını sık sık soruyordum. "Yün çoraplarımız vardı..." gibi cevaplar veriyorlardı. Halbuki, gerillaların ayakkabısına, başlığına, gözlüğüne kadar mükemmel bir donanımı olmalıdır. Özellikle 1985 yılında bu koşulların çok çok olumsuz olduğunu biliyoruz. Halbuki, örneğin Filistinli gerillalar için durum böyle mi? Bir gerilla haplarla, vitamin haplarıyla günlerce idare edebiliyor. Ve bunları sağlamak Filistinli gerillalar için son derece kolay.

Bugün Kürt gerillalarının donanımı, 1984'e nazaran çok çok ileri. Harita, pusula, dürbün, uyku tulumu gibi araç ve gereçler 1984'e ve 1985'e nazaran çok daha mükemmel...

PKK’Yİ ELEŞTİRİYORUM

12. Yukarıda, 10 numaralı ana paragrafta, 20-25 yıl kadar önce, bizleri sadece öğrencilerin ziyaret ettiğini, günümüzde, köylülerin, işçilerin, çeşitli mesleklerden Kürtlerin, çiftçilerin, ev kadınlarının vs. ziyaret ettiğini belirtmiştim. Köylüler, özellikle onlar, şunları anlatıyorlar: 1960'lı yılların ortalarından itibaren öğrenciler bizim köye gelirlerdi. Bizlere devrim yapalım, derlerdi. Onların bu teklifleri bizleri çok korkuturdu, ürkütürdü, şimdi, günümüzde artık biz mücadele içindeyiz. Siz bu mücadelelerin nasıl başladığını, nasıl sürdüğünü biliyorsunuz. Biz artık, dişimizle, tırnağımızla bu kavganın içindeyiz. Bu kavga sırasında yanımızda o öğrencileri arıyoruz. Onlar yanımızda yoklar, onlara çok ihtiyaç duyduğumuz anlarda onlar yanımızda yoklar...

13. Ben PKK'yi eleştiriyorum. Fakat, daha çok sizlere benzeyen yönlerini eleştiriyorum. Hatırlayacağınız gibi Kürtçeyi de çok iyi bildiğiniz halde, hep Türkçe konuşurdunuz. Sömürgecilerin diline daha bir öncelik verirdiniz. Gerilla bu konuda çok önemli bir değişiklik yapmadı, hatta hiç değişiklik yapmadı. Gerilla savaşı konusunda binbir türlü yaratıcılık gösteren, bu yaratıcılığını günden güne artıran gerillanın Kürtçeye verilen önem konusunda hiçbir değişiklik yapmaması, anlaşılır birşey değil. Nedenini sorduğumuz zaman sizler gibi cevap veriyorlar. "Dostluk" diyorlar, 'Türkçeye dostluk". Halbuki, Kürt halkı şimdiye kadar, Türkçeyle, Türk diliyle, yasaktan, emirden, hakaret¬ten başka bir şey duymadı. Kürt halkının Türk diliyle duyduğu sözcük¬ler hep emir içeriyordu, hakaret içeriyordu. "Hepinizi geberteceğim." "Hepinizi yok edeceğim, öldüreceğim." "Bugün evden dışarı çıkmak yasak!" "Bugün evden dışarı çıkan olursa evi içindekilerle birlikte yakarız." "Bugün tarlaya gidilmeyecek!" "Bugün hayvanları otlatmak yok!" "Arama var, herkes evinden dışarı, evde kalanlar olursa evinizi yakarız, öldürürüz." "Aşağılık Kürtler, Türk devletinin ne kadar büyük olduğunu sizlere kabul ettireceğiz." "Hayvanoğlu hayvanlar", "Aşağılık mahluklar." "Koş!", "Yat!" "Sürün!" "Güzel kadınlarınızı ayırdık, onlarla ayrıca işimiz olacak!"

Kanımca Kürtler, Türkiye'de, Türk diliyle, Türkçeyle, emirden, yasaktan, hakaretten başka hiçbir sözcük, hiçbir güzel sözcük duymadılar. Her gün her gün bunları, benzerlerini duydular. "Kürtler yoktur, herkes Türk’tür." "Kürtçe diye bir dil yoktur, 20-30 kelimesi bile olmayan, ilkel, mahalli bir ağızdır." "Sanıklar Kürtlerden sözederek Türklerin milli duygularını zedeliyorlar." Yeni yeni Kürt sözcüğünü telaffuz etmeye başlayanlar bile, Kürt Devleti düşüncesi, Kürtlerin aleyhinedir, diyorlar. Ortadoğu'da 2 milyon civarındaki ve İsrail işgali altındaki Filistinlilerin bağımsız devlet kurma hakkını savunuyorlar. 23. Arap devletinin gereğini savunuyorlar. Kürt sözcüğünü kullanmaya başlamışlarsa da, Kürdistan'ın ve Kürt ulusunun bölünmesini, parçalanmasını ve paylaşılmasını görmezden geliyorlar. Ortadoğu'da 30 milyonu aşkın bir nüfusa sahip olan Kürtlerin bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmış halini tartışmaktan uzak duruyorlar. Aynı Amerika Birleşik Devletleri gibi ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği gibi Ortadoğu'da statükonun devamını istiyorlar. Statüko Filistinliler için çatlasın, Kürtler için aynen sürsün, diyorlar. Kürtlerin çıkarı statükonun devamındadır, diyorlar.

‘KÜRTÇE KONUŞURSANIZ KÜRT GİBİ DÜŞÜNÜRSÜNÜZ’

Kürtlerin kendi ana dilleriyle dost olmaları, Kürtçe konuşma ve Kürtçe yazma yeteneğini kazanmaları gerekmektedir. Bu çok doğal hakların kullanımı için mazeret aramak yanlıştır.

Dil ile düşünce arasında, çok önemli bir bağ vardır. Kürtçe konuşursanız Kürt gibi düşünürsünüz, Türkçe konuşursanız Türk gibi düşünürsünüz. Kürtler için Kürt gibi düşünmek, veya Türk gibi düşünmek elbette önemlidir. Kürtçeye yeteri kadar değer vermemek, Kürtlerin beyinlerini sömürgeleştirici bir etken olarak ortaya çıkmaktadır. Bir toplumda en ağır tahribat beyinsel sömürgecilik sürecinde ortaya çıkmaktadır. Türk devleti, Kürt insanlarının beyinlerini sömürgeleştirebilmek için her türlü önlemi almaktadır.

Türk mahkemeleri, duruşmalarda ısrarla Kürtçe konuşan Mehdi Zana'ya şöyle bir haber ulaştırmaya çalışıyorlar: "... Mehdi Zana Türkçe konuşsun, iki gün konuşsun, bizonu dinleyeceğiz, istediği gibi konuşsun biz onu dinleyeceğiz, fakat Kürtçe konuşmasın, Türkçe konuşsun..." Kürtçe'ye şiddetle karşı çıkış, Türkçe'yi dayatma, Türkçe'deki ısrar elbette irdelenmelidir. Türk sömürgeci mahkemeleri, Kürtçe'yi de, "Sanık anlaşılmaz, acaip bir dille konuştu..." diye zapta geçiriyor. Mehdi Zana'nın duruşmalarını bu bakımdan ilgiyle izlemek gerekir. Diyarbakır eski Belediye Başkanı Mehdi Zana duruşmalarda ısrarla Kürtçe konuşmaktadır. Tercüman istemektedir. Mehdi Zana'nın 12 Eylül cuntası tarafından görevinden alındığını ve cezaevine konulduğunu yakından biliyoruz.

Kürtçe'ye yeteri kadar önem vermemeleri konusunda bütün Kürtlerin, bu arada, PKK'nin de eleştirilmesi gerekir. Kürt örgütlerinin ve PKK'nin çeşitli konularda eleştirilmeleri, bu eleştirilerin her zaman haklı olduğu anlamına gelmez. Yani eleştiriyi yapanların çok mükemmel bir düzeyde olduklarını göstermez. Örneğin, belki PKK'nin günahı bizim günahlarımızdan çok daha azdır. Fakat toplumsal ve siyasal eleştiri bilgilerimizi zenginleştirmek ve sağlıklı kılmak için vazgeçilmez bir kurumdur. Öte yandan her şeye karşı çıkılarak, her şeyi inkar ederek Kürt tarihinin fakirleşmesine de yol açmamak gerekir.

‘AJAN KAVRAMINA YÜKLENEN ANLAM’

14. Değerli Kardeşim, seninle PKK arasında yoğun tartışmaların olduğunu, senin ajanlıkla suçlandığını da biliyorum. Bu suçlamada "ajan" kavramına farklı bir anlam yüklendiği kanısındayım. Biz, ajan deyince daha çok, Milli İstihbarat Teşkilatı adına ve gizli çalışan ve kuşkusuz Kürtlerin aleyhine, devrimcilerin, solcuların aleyhine çalışan bir kişiyi anlıyoruz. Bu anlamda Kemal Burkay, İbrahim Güçlü gibi kişilerin ajan olamayacaklarını arkadaşlara uzun uzun anlatmaya çalışan bir kişiyi anlıyoruz. Bu anlamda Kemal Burkay, İbrahim Güçlü gibi kişilerin ajan olamayacaklarını arkadaşlara uzun uzun anlatmaya çalıştım. Bu tür işler, bu kişiler için en son yapacakları işler değil, hiç yapamayacakları bir iştir. Fakat "ajan" kavramına farklı anlamlar yüklenince herkes ulu orta bir şekilde suçlayabiliyor.

15. Önemli bir konuyu daha belirtmek istiyorum.

a) 1 Ekim 1988 tarihli ve PKK-DB (Partiyi Korumak ve Direnişi Yükseltmek İçin Devrimci Birlik) imzalı bir bildiri var. Bu bildiri yayınlandı. Bu bildiri 10 sahifeydi. Bildiri, Tüm PKK'lilere, Yurtsever Kürdistan Halkına ve Bütün İlerici Devrimci Güçlere!" biçiminde bir hitapla başlıyordu. 10 sahifelik bu bildiride, PKK ve gerillalar övülüyor, PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan ağır bir şekilde suçlanıyordu.

b) 4 Ekim 1988 tarihli bir bildiri daha yayınlandı. PKK-DB (Partiyi Korumak ve Direnişi Yükseltmek İçin Devrimci Birlik) imzalı üç sahi¬felik bir bildiri. Bildiri, "Abdullah Öcalan'a Açık Mektup" başlığını taşıyordu. Bu bildiride de PKK ve gerillalar övülüyor, PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan ağır bir şekilde suçlanıyor, Hüseyin Yıldırım haklı bulunuyor.

c) 14 Haziran 1989'dan hemen sonra yayınlandığı anlaşılan, PKK-DB imzalı 5 sahifelik bir bildiri daha var. Bu bildirinin, "İşbirlikçi Hainlerin Komplo ve Saldırıları Devrimleri ve Devrimcileri Hiçbir Zaman Susturamamıştır ve Susturamaz" biçiminde bir başlığı var. "Devrimciler, Demokratlar, Yurtseverler, Kürdistanlılar" biçiminde bir hitap ile başlıyor. Bu bildirinin metni içinde yer alan, 'Tüm Parti Kadroları, Taraftarlar, Yurtseverler', "Halkımızın Dostları, Devrimciler, Demokratlar, İlericiler" biçiminde yazılan ara başlıkları da var. Bu bildiri "Kahrolsun İşbirlikçi Tasfiyeci İhanet!", "Kahrolsun Faşist Türk Sömürgeciliği ve Emperyalizm!", "Hiçbir Karşı Devrimci Girişim ve Saldırı Kürdistan Halkının Bağımsızlık, Demokrasi ve Sosyalizm Savaşının Zafere Ulaşmasını Engelleyemeyecek!", "Yaşasın PKK, ERNK, ARGK Önderliğindeki Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi" şeklinde ifade edilen sloganlarla bitiyor. Bu bildirinin temel amacı da PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan'ı suçlamak oluyor. Gerillalar ve PKK övülüyor gözükülerek, Genel Sekreter Abdullah Öcalan eleştiriliyor diyemiyorum. Bildirinin amacı eleştirme değil, aşağılama, suçlama...

d) Burada Şoreşa Kürdistan isimli bir yayından daha söz etmek gerekiyor. 38 sahifelik bir dergi. İlk iki sayfası elimde yok. Bu kapak olmalı.

Dergi, 'Yeniden Çıkarken" bölümünde, "... Şoreşa Kürdistan’ın ilk sayısı tam 6 yıl önce 1983 tarihinde çıktı" deniyor. Yine aynı bölümde iki yıl içinde 6 sayı kadar yayınlandığını, 1985'de yayın hayatına son verdiğini yazıyor. Yeniden yayına 1989'un ortalarında veya sonlarında başlamış kabul edilebilir. Bu, 1989'un Mart ayı da olabilir. Çünkü Newroz'dan söz eden bir yazı da var.

'Yeniden Çıkarken" başlıklı bu bölümde, Lenin'in teori ve pratik konusundaki düşünceleri dile getiriliyor. "PKK'nin tepesine çöreklenmiş önderlik" suçlanıyor. "Yeniden Çıkarken" başlıklı bölüm "Şoreşa Kürdistan’da yeniden el ele Kürdistan'da Yükselen Bağımsız, Özgür ve Sosyalist Geleceğe" sloganlarıyla sona eriyor, (s. 3-5)

Daha sonra, (s. 6-8) arasında şöyle bir yazı var: "İsyan ve özgürlük ateşini bir kez daha yaktık / Direnişin içinde bir kez daha doğduk... Selam olsun çağdaş Newroz Meşalemiz Mazlum Doğan Yoldaş'a / Selam olsun bağımsızlığı ve özgürlüğü için çarpışan yiğit Kürdistan halkına / Selam olsun önderimiz PKK, ARGK ve ERNK'ye!" Yazıda Mazlum Doğan'ın düşüncesi ve eylemi övülüyor. Yazı, "Her şey, bağımsız, birleşik, demokratik Kürdistan için! Her şey ulusal kurtuluş cephemizin yeniden örgütlendirilip geliştirilmesi için!" sloganlarıyla sona eriyor.

Şoreşa Kürdistan’ın 9-27 sahifeleri arasında, Tasfiyeci hain önderlik ve dayanaklarına karşı devrimci çizgiden sapmadan PKK bayrağını yükseltelim" başlıklı bir yazı var. Bu yazının temel amacı, PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan'ı aşağılamak ve suçlamak, PKK'yı, gerillaları över gözükmek...

28-31 sahifeleri arasında PKK-DB imzalı bir yazı var. Bu yazı, 'Yurtsever Kürdistan Halkı! Devrimciler, Demokratlar" hitabıyla başlıyor. "Kahrolsun Emperyalizm, sömürgecilik ve Yerel Gericilik!", "Kahrolsun Tasfiyeci İhanet!", "Yaşasın Kürdistan Ulusal Kurtuluş Hareketi!", "Yaşasın UKH'mızın şanlı önderi PKK ve O'nun Devrimci Çizgisi!" sloganlarıyla sona eriyor. Bu yazının temel amacı da PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan'ı suçlamak, onun etkinliğini kırmak oluyor.

32-36 sahifeleri arasında, Av. Hüseyin Yıldırım tarafından yazılmış bir yazı var. Yazının başlığı şöyle: "PKK Kadrolarına, Yurtsever Kürdistan Halkına ve Tüm Devrimci-Demokrat Kamuoyuna!" Bu yazıda PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan bizzat Av. Hüseyin Yıldırım tarafından suçlanmaktadır. Bu yazılarda sık sık M. Ali Birand'ın adı geçmektedir.

Şoreşa Kürdistan’ın 37 ve 38. sahifelerinde, "Kucağa oturup sa¬kal yolarak kahramanlık taslayanlara, PKK kadroları gereken cevabı veriyor" başlıklı bir yazı var. Hedef yine PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan.

‘BUNLAR TÜRK DEVLETİNİN SUÇLAMALARI’

e) Yukarıda a, b, c, ve d paragraflarında bazı yayınlardan sözettim. Bu yazılarda PKK övülerek veya övülür gözükerek PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan suçlanmaktadır, aşağılanmaktadır. Bu yazılarla ilgili olarak iki şey söylemek istiyorum. İki hususu vurgulamak gerekiyor. Birincisi şu: PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan ile ilgili olarak yapılmış hiç bir düşünceye, hiç bir suçlamaya katılmıyorum. Bunlar Türk devletinin suçlamaları, MİT’in suçlamaları... MİT’in bir şubesi gibi çalışan Türk basınının suçlamaları. Türk sömürge yönetiminin, Türk siyasal partilerinin suçlamaları vs. Bu suçlamaların, bu aşağılamaların hiç bir ağırlığı yoktur. PKK ve PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan et ve tırnak gibi birbirleriyle bütünleşmişlerdir. Bu organik birliği bölmeye, parçalamaya çalışmak için yoğun bir çaba harcandığı açıkça görülmektedir. Kanımca bu boş bir çabadır. Ciddiye alınamaz.

Yukarıda üç numaralı ana paragrafın (e) bölümünde itirafçı Şahin Dönmez'in bir açıklamasına değinmiştim. Burada aynı kişinin bir açıklamasına daha değinmek gerekiyor. İtirafçı Şahin Dönmez, "Apo’yu yok etmeden PKK'yı yok edemezsiniz" diyor. PKK'nın tamamını yok etseniz, geriye bir tek Abdullah Öcalan kalsa o yine bir PKK yaratır, diyor. Bu Abdullah Öcalan ile PKK arasında, güçlü bir organik bağın olduğunu gösteriyor. Yüzyıl dergisinin 21 Ekim 1990 tarihli 12. sayısındaki açıklamalarda da benzer özelliklerin vurgulandığını görmek mümkündür. (Mit'te Kürtlere Özerklik Brifingi) kapaklı sayı.

Vurgulamaya çalıştığım ikinci husus da şu: Senin yazılarında da benzer suçlamalar, benzer düşünceler var. Gerek mektupta, gerek Yekita Sosyalist'te bunları izlemek mümkündür. Senin düşüncelerinin ve suçlamalarının da yukarıdakilere benzemesini bir talihsizlik olarak değerlendiriyorum.

f) Son olarak bir bildiriden söz etmek istiyorum. PKK-DB (Partiyi Korumak ve Direnişi Yükseltmek İçin Devrimci Birlik Adına Dersimliler Grubu) imzalı 2 sahifelik bir bildiri, 1990 yılı başlarında yayınlanmış.

Bu bildiri, "Yurtsever Kürdistan Halkına ve Bütün İlerici Devrimci Güçlere! Devrimci kisve altında mücadelemizi tasfiye etmek için Hüseyin Yıldırım yoldaşı öldürtmek isteyen Apo'nun provokasyonuna gelmeyelim!" diye başlıyor. M. Ali Birand'dan söz ediyor. PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan suçlanıyor, Av. Hüseyin Yıldırım övülüyor. Bildiri, "Yaşasın Ulusal Kurtuluş Mü¬cadelemize İnanmış, İlerici ve Devrimci Güçler! Kahrolsun Tasfiyecilik, Teslimiyetçilik, İhanet ve Mücadelemizi Engelleyici Her Türlü Giri¬şim!" gibi sloganlarla sona eriyor.

Bu bildirinin Kürdistan'da dağıtılmasına devletin göz yumduğunu yakından biliyorum. Hatta inanılır ve güvenilir bazı arkadaşlar bu bildirinin devlet tarafından çoğaltılarak, ajanlar aracılığıyla dağıtıldığını ifade ediyorlar. Senin suçlamalarının da bu bildirilerde yer alan suçlamalara benzemesi karşısında rahatsızlık duyduğumu, hüzün duyduğumu belirtmeliyim.

‘ÖCALAN’IN SAĞLIĞI BÜTÜN KÜRTLERİ İLGİLENDİRMEKTEDİR’

Son mektubunda, yazılarında, PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan için "Hasta bir adam", portresi çiziyorsun. Biz arkadaşımızın hasta olmadığını, sağlıklı bir ruhsal ve bedensel yapıya sahip olduğunu biliyoruz. Kaldı ki, kanımca Abdullah Öcalan, PKK Genel Sekreteri olarak görülmemelidir. Abdullah Öcalan artık, bütün Kürt halkının umududur. Omuzlarında milyonlarca Kürt halkının sorumluluğunu taşımaktadır. Yukarıda 10 numaralı ana paragrafta bunu ifade etmeye çalışmıştım. Bu bakımdan PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan'ın sağlığı bütün Kürtleri ilgilendirmelidir.

16. Kürdistan'a ilişkin bilgi üretmeye çalışan kişilerin son derece özgür bir ortamda çalışmaları gerektiğini, kafalarının özgür olması gerektiğini biz ifade ediyoruz. Bunun çok önemli bir prensip olduğunu belirtiyoruz. Kimin bilime ihtiyacı varsa o üretir. Kürtlerin bilime ihtiyacı çok büyüktür, diyoruz. Benim çabalarım kuşkusuz bu doğrultudadır. Eğer bu prensipleri iyi uygulayamıyorsam, bunu benim eksikliğimde aramak gerekir. Olayları, olgular arasındaki ilişkileri kavrayışımdaki eksikliğimde aramak gerekir. Başka arkadaşların bu prensipler doğrultusunda çok daha değerli çalışmalar yapacağından hiç kuşku duymuyorum.

Eleştiri elbette temeldir. Ve ben bu eleştirilerden çok memnunum. Çünkü her eleştiri, eleştirilen insanda yeni yeni ufuklar açar. Onun düşüncelerini, tavır ve davranışlarını etkiler. Bu ifade edilsin veya edilmesin böyledir. Fakat şu da önemlidir İnsanlar kendi yanlışlarına zaman içinde bizzat kendileri varıyorlarsa, bu çok daha değerlidir. Örneğin 1960'lı yılların sonlarında yazılan, iki kere basılan, Doğu Anadolu’nun Düzeni, Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temeller isimli kitaptaki yanlışların farkına bizzat kendim vardım. 1971 Doğu Duruşmaları bu yanlışların bilincine varmamızda çok büyük rol oynadı. Ve bu kitap 1974'ten sonra bir daha basılmadı. Daha doğrusu basılmasına izin vermedik çok istenmesine rağmen...

PKK'nin beni harcayacağı endişesi var. Senin gibi düşünen arkadaşlarda bu endişe yaygın. Bu endişe haklı değil. PKK'nin düşüncesinin ve eyleminin bizlere heyecan verdiğini yukarıda etraflı bir şekilde anlatmaya çalıştım. PKK, Devrimci Doğu Kültür Ocakları kökenli arkadaşların aksine, 60'lı, 70'li ve 80'li yaş çağlarını yaşayan Kürtlere de çok büyük bir heyecan veriyor. Ben bunun örneklerini yakından gördüm. 15 Ağustos 1984 Atılımından sonra canlanan, dipdiri olan, konuşmaya başlayan pek çok insan tanıyorum. Bunların önemli bir kesimi de KDP’li. Halil ağa, 15 Ağustos Atılımının cereyan ettiği günlerde hastaydı, yataktaydı. 15 Ağustos Atılımını Eruh'da hasta yatağından izledi. Yeğenleri, torunları ona her şeyi anlattılar. 3-4 gün sonra öldü. Ölürken çok mutluydu. "Allah bana bu günleri de gösterdi" diyerek öldü.

‘PKK İLE İLİŞKİLERİMİZ ÖRGÜTSEL DEĞİL, GÖNÜL BİRLİĞİNE DAYANIYOR’

PKK ile, PKK'li arkadaşlarla dostluğu geliştirmek bizim elbette önemli bir amacımız. Bizim PKK ile ilişkilerimiz gönül birliğine, ruh birliğine, yürek birliğine, beyin birliğine dayanıyor. "Harcamak", "harcanmak" çok yanlış kavrayışlar. Bütün bunlara rağmen, yanlış tavır ve davranışlar gelişirse ve bunlar bilinçli olarak gelişirse araya biraz mesafe koymak yeterli olacaktır. İlişkilerimiz örgütsel değil, ifade etmeye çalıştım, ilişkilerimiz yürek birliğine, gönül birliğine, beyin birliğine dayanı¬yor. Doğrusu da budur. Bu bakımdan "harcanmak", "harcamak" gibi endişelere kapılmamak gerekiyor. (1) numaralı ana paragrafta bu konuyla ilgili farklı bir endişeyi irdelemiştim.

17. Değerli Kardeşim, sana uzunca bir mektup yazdığımın farkındayım. Eğer, "eli kanlı örgüt", "cinayet şebekesi PKK" gibi suçlamalar yapsaydın sana bu uzun mektubu yazmazdım. Sadece cevap yazmayacağımı belirten çok kısa bir mektup yazardım.

Dikkat edersen, hep PKK'yi konuşuyoruz. Sen bana o uzun mektubunu PKK dolayısıyla yazdın. Ben de sana cevap veriyorum. PKK'den sözediyorum. Öyleyse, PKK kendisiyle ilgili olarak yazılan her şeyden haberdar olmalıdır. Özellikle kendisi hakkındaki suçlamaları PKK bilmelidir. Bu bakımdan mektubunun bir suretini ve bu cevabı PKK'li arkadaşlara da verdim. Bunu bir görev bildim.

Sana, Gülfer'e, Mustafa'ya, Mustafa'nın çocuklarına, hepinize selam ve sevgilerimi yolluyorum. Sağlık, mutluluk ve başarılar diliyorum. Sağlık, mutluluk ve başarı haberlerinizi beklerim.

Ankara, 19 Kasım 1990

Hiç yorum yok: