Dün AKP’nin topyekûn savaşına karşı “İkinci Cephe” “uzun yürüyüşle”
açıldı. Göçmenler ve sürgün Kürtler KON-KURD’un çağrısıyla harekete
geçti. Cenevre’den yola çıkıldı. “Uzun Yürüyüş“ Strasburg’ta sona
erecek. Burada güçlü bir kitlesel eylemle “Öcalan’a özgürlük ve Kürt
halkına statü” istenecek.
Uluslararası komplo günlerinden beri, Kürt özgürlük hareketinin Avrupa’da içine düşürüldüğü “tecrit duvarında” bu yürüyüşle büyük bir gedik açılacak… Avrupa emekçileri Kürt kardeşlerinin sesini ve isteklerini bu yürüyüşle güçlü bir şekilde duyacak.
Topyekûn savaş, Öcalan’a karşı gerçekleşen uluslararası komplonun “son aşamasıdır”. “Öcalan’ı teslim alarak” Kürdü “düşürme” amacı iflasla sonuçlanmış, Öcalan “insanüstü bir güç ve iradeyle” direnmiştir. O nedenle “komplocular” işlerini kanla bitirmek istiyorlar. O halde Uluslararası Komplo’nun panzehiri olarak “uluslararası dayanışmayı” ayağa kaldırmak belirleyici önemdedir.
Hükümetin uluslararası desteğine
indirilen her darbe, halkı barışa ve çözüme yaklaştıracaktır.
Topyekûn savaşa karşı “üçüncü cephe” ise Zındanlarda açıldı. Binlerce tutsak bir kere daha cezaevi kapılarını zorlayan, duvarlarını zangırdatan, gözetleme kulelerini sarsan bir öfke biriktirdi. Hükümetin bütün zındanlarında “dönüşümsüz ve süresiz açlık grevleri” ilan edildi. Dua edelim can kaybı olmasın! Olursa bilin ki ikinci Diyarbakır “isyanı” kapıdadır.
Durum şu: Artık Öcalan ve bütün tutsakların geleceği ve hayatı, uluslararası dayanışmaya ve halkın direnişine bağlıdır.
Topyekûn savaş bütün cephelerde amansızca sürüyor. Savaşın alanı Fırat’ın tüm Doğusu… Burası “Birinci Cephe”dir. Bu cephede Kürde “insaf tanınmıyor”. Silahın her türlüsü var. Baskının envai çeşidi devrede. Kazan vadisinde kazan bombalarıyla ve Roboskî’de F 16’lardan atılan bombalarla katliamlar yaşanıyor. Yüzü aşkın seçilmiş Belediye başkanı ve meclis üyesi tutuklanarak “yerel yönetimler” yıkılıyor. BDP binlerce üyesini tutuklamalarla kaybetmiş durumda. “Sıra vekillerde mi?” sorusu kafalarda çengelleniyor. Şimdi Kürt sermayesini çökertmek üzere harekete geçildi. Aynı zamanda sınır boyları da, “kaçakçılığı” önleme adı altında, “sınır ticaretiyle” ayakta duran halk ekonomisini yok ederek “Kürtsüzleştirilmek” üzere.
Birinci cephede şu anda hükümet kuvvetleri “taarruz” halinde. Halk güçleri kış boyunca örgütlü bir şekilde ve taarruz edenlerin önünde paniklemeden saldırganlara vargücüyle karşı koyarak, savunma konumlarına çekildi. Şimdi halk “güç topluyor”. “Silahtan” söz etmiyoruz. Halktan söz ediyoruz. Bu halk yeniden örgütleniyor ve bu “hayasız saldırıyı” püskürtmek üzere hazırlıklarını yapıyor.
Bahar atılımının anlamını Hükümet adamları yüz bin kere düşünmeli… Bu atılım, 15 Şubatlarda ve Newrozlarda Hükümetin yasaklarını, gaz bombalarını, basınçlı ve asitli suları, coplu kalaslı saldırıları aşar ve milyonlar “siyaset alanlarında” özgürlüklerini ilan ederlerse önümüzdeki aylar barışa doğru evrilen aylar olacak… Newroz alanlarından evlerine “muzaffer” olarak dönen sivil güçler, barışçı yoldan çözüm sürecinin başlamasına imkan hazırlayacak. İnsanlar ölmeyecek. Öcalan’ın özgür olduğu ve müzakerelerin yeniden başladığı günlerden umutla söz etmek mümkün hale gelecek.
Ama öyle olmayıp da, Hükümet, halkın “sivil direnişini” yasaklamaya ve silahlı güçleriyle bastırmaya kalkarsa, bu defa halk için “çekilecek yer kalmayacak”. Halkın bir yanı “Kandil’e”, diğer yanı İmralı’ya dayanınca, direnişin mahiyeti tehlikeli biçimde değişecek. Topyekûn savaşa “topyekûn barış ve çözüm için direniş”le karşı koymanın bütün koşulları böylece hükümet tarafından “tüketilmiş” olacak.
Bu noktada “topyekûn savaşın” “cephe gerisi”nde, yani Fırat’ın Batısında mücadele edenlere büyük rol düşüyor.
Ordudan umudunu kesen CHP’liler ve AB’den umudunu
kesen demokrat aydın çevreler ve AKP-Cemaat ortaklığının “ihanetine”
uğrayan HAS Partililer AKP hükümetinin Türkiye’yi iç savaşa sürükleyen
topyekûn savaş siyasetine karşı çıkmalıdırlar. Bu güçler Kürt özgürlük
hareketiyle ve onun müttefiki sol güçlerle birlikte hareket ettiği
durumda, AKP’nin topyekûn savaş siyasetine ve totaliter bir rejim kurma
niyetine set çekmek ve AKP-Cemaat diktatörlüğünün demokratik
alternatifini yaratmak mümkün olacaktır.
AKP topyekûn savaşı kazanamaz. Çünkü Kürt özgürlük hareketine karşı savaş kazanmak için, bütün parçalarda gelişen devrimci süreci yok etmek gerekir. Buna Türkiye’nin gücü yetmez. Bugünün sorunu şudur: AKP topyekûn savaşı yol yakınken sona erdirerek mi yenilgisini kabullenecek; yoksa bu savaşı tahminlerin ötesinde kanlı bir aşamaya tırmandırdıktan sonra mı?
Cephe gerisindeki güçler işte bu ikileme yanıt verecekler. AKP’yi durdurmazlarsa, onun ülkeyi kanlı bir maceraya sürüklemesinin sorumluluğunu da yüklenecekler.
Kürtler bütün cephelerde barış için demokrasi için ellerinden geleni yapıyor; Avrupa’da, zindanlarda, Amed’de, İmralı’da ve Kandil’de… Barışa ve demokrasiye daha fazla kan dökülmeden ulaşmak, artık yalnızca “cephe gerisindeki” güçlerin sorumluluğunda…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder