3 Şubat 2012 Cuma

Bozacılar, Şıracılar, Oral Çalışlar

Sartre bir Fransız Aydını olarak tek başına Fransa Devleti'ne kafa tuttuğunda, Cezayirli direnişçileri eleştirerek başlamamıştı, işgal altındaki Cezayir'in safında yer tutmuştu. Paris yönetiminin bahçesinde dolaşıp, Cezayir direnişinin ”haksız olduğunu kanıtlamaya” çalışmadı. Sartre, Cezayir'in bağımsızlığını savunurken eğmeden, bükmeden sömürgeciliğin karşısına dikilmişti. Sartre'ın karşı çıktığı Fransız sömürgeciliğiydi. O, hem nalına hem mıxına küçüklüğüne düşmeden açıkça Cezayir direnişini savundu.

Son süreçte, özellikle AKP hükümeti ile PKK arasında yapılan görüşmeler, devletin PKK'ye ilişkin, konuya ilgili olduğunu iddia eden bir çok Türk, "aydınından" daha ciddi bir bakışa sahip olduğunu gösterdi. Hakan Fidan'ın, bugüne kadar yalanlanmayan görüşmede, Kürt Özgürlük Hareketi'nin, ödediği bedelleri ve verdiği mücadeleyi dikkate alarak Kürt Halkı'nın meşru muhatabı olduğunu söylemesi dikkat çekicidir. Ayrıca Fidan'ın bu sözleri, kendisini görevlendiren başbakan adına söylediğinin altını ısrarla çizdiğini de unutmamak gerekir. AKP Hükümeti'nin Kürt sorunu konusunda Özgürlük Hareketi'ni tasfiyeyi amaçlayan bir plan içinde olduğu açık. Ancak buna rağmen PKK ile masaya oturmak zorunda kaldığı da ortada.

Türk ”aydınının” yukarda sözü edilen anlamdaki prototiplerinden Radikal Gazetesi yazarı Oral Çalışlar iki gün üst üste yazdığı yazılar ile olduğunu var saydığı Kürtler arası bir tartışmanın, ”kapağını araladığını” iddia ediyor. Çalışlar'ın 31 Ocak ve 1 Şubat tarihli yazılarını sondan başlayarak ele almakta fayda var.

Çalışlar, 1 Şubat tarihli, ”Burkay PKK tartışması ve tepkiler” başlıklı yazısının hemen girişinde, ”Amacım birilerini mahkûm etmek, aklamak veya desteklemek değildi. 30 yıldan uzun bir süreden beri, bu tartışmayla 'iç içe'yim... Kürtlerin kimlik haklarını başından beri kararlılıkla savunuyorum, savunmayı da sürdüreceğim.” diyor.

Jacques Derrida, ”Hoşgörü dersinin, Hristiyanlar'ın sadece kendilerinin dünyaya verebileceği bir ders olduğunu” söyler. Yine Derrida'ya göre, ”Benim evimde benim kurallarımla prensibi, ötekini anlamak değil tam tersine kendi hiyerarşisini bir kez daha üretmek” anlamına gelir.

Çalışlar'ın baştan sona Kürt sorunu konusundaki kibrini ortaya döktüğü yazılarını bundan daha iyi izah eden bir belirleme az bulunur. Zira bakın Çalışlar aynı yazıda nasıl devam ediyor;

”Kürt sorununda şiddeti, bir siyasi mücadele biçimi olarak hiçbir zaman onaylamadım. Öcalan'ın da sorunun çözümü ve şiddetten arındırılması konusunda bir 'ağırlık' olarak değerlendirilmesinden yanayım. Şiddete ve silaha dayalı formüllerin Kürt sorununun özgürlükçü bir düzlem içinde ele alınmasını zorlaştırdığını, devlet içindeki şahinleri heveslendirdiğini biliyoruz.”

Çalışlar, bir gazete yazarının tanımını, sınırlarını çok aşan bir üslupla, kendisini bir onay merci yerine tayin ediyor. Kürt sorununu var eden tarihsel nedenlere hiç değinme ihtiyacı duymayan Çalışlar, kesin yargılarda bulunabiliyor. Kürtler'e, ”en uygun mücadele biçimleri” dersi vermeye kalkışıyor.

Bununla da yetinmiyor. Daha ileri giderek, Çalışlar da AKP gibi iyi Kürtler'ini, kötü Kürtler'ini sınıflıyor. O'nun Kürtler'e karşı, ”hoşgörüsü” O'na bu gücü de veriyor. Çalışlar'ın iyi Kürtler'i, bireysel olarak, ”kötü Kürtleri'nin” milyonlarla temsil edilen kurumları kadar etkilidir O'nun ”dünyasında”

”Kürt sorununda çözümün iki tarafı var: Bir taraf devlet, öteki taraf Kürtler. 'Kürtler'e PKK da dahildir, BDP, Kemal Burkay, Muhsin Kızılkaya, Orhan Miroğlu ve AK Parti milletvekili Galip Ensarioğlu da... Kürtlerin temel kimlik talepleri ortaktır. Ayrılık noktaları ise mücadelenin yöntemine ilişkindir” diyor Çalışlar.

PKK, BDP kendilerini destekleyen milyonlarca insanla bir taraftadır, Çalışlar'ın kıymetleri kendilerinden menkul ”iyi Kürtler'i” bir tarafta. Ancak bu Çalışlar'ın ”hakkaniyet” terazisinde eşitlikli bir değerlendirmedir.

BDP'lilere de açıkça ifade etmediği bir öfke içinde Çalışlar. ”Son dönemde, "Kürt meselesinde silah miadını doldurdu" düşüncesi, BDP içinde korkak bir tonda da olsa seslendiriliyor” diyerek, kendi fikrine yakın dahi olsalar BDP'lilerin ancak korkak olabileceğini söylüyor Çalışlar.

Kürt Özgürlük Hareketi milyonlarca Kürdün desteğini alsa da, BDP Kürdistan'ın en büyük Kürt partisi olsa da Çalışlar, Kürtler'in ezici çoğunluğunun fikrini de biliyor. ”Ne olursa olsun, Kürtler'in ezici çoğunluğunun temel isteği, sorunun silahların konuşmadığı bir ortamda masaya yatırılması ve her iki tarafın da şiddet dilini terk ettiği yeni bir iklimin doğması yönünde.” diyen Çalışlar, Kürtler'in ne istediği ile değil ne istemesi gerektiğini dikte ediyor.

Çalışlar manipule etmekten de çekinmiyor, ”Hükümeti, 'çözüm karşıtı' anlayışların etkisine kapıldığı ve milliyetçiliğe teslim olduğu noktalarda, PKK'yı ise şiddete başvurduğu, şiddet dilini öne çıkardığı noktalarda eleştirmeyi sürdüreceğiz. Şiddetin tek taraflı bir mesele olmadığı, şiddetin şiddeti tetiklediği açık. Devletin geleneksel çizgilerinin, inkârcı ve imhacı anlayışların aşılmasının kolay olmadığı açık. Öte yanda ise yıllardır sorunu 'şiddetle götürmeye' alışmış ve bu şekilde kurumsallaşmış bir 'Kürt hareketi' görüyoruz...” derken, şiddetin kaynağında PKK olduğunu, devletin şiddetinin, ”PKK'nin şiddetinden” kaynaklandığını savunarak devleti aklıyor.

Çalışlar 31 Ocak tarihli ”Burkay, Miroğlu, Öcalan ve PKK” başlıklı yazısında da, ”Kemal Burkay’ın TBMM Araştırma Komisyonu’nda yaptığı değerlendirmeler PKK tarafından sert ve tehditkar ifadelerle karşılık buldu, bulmaya devam ediyor. Bazı BDP’li milletvekilleri de Burkay’ı suçladılar. Şurası açık: Elinde silah bulunduranların tehditkar bir dil kullanması, tartışma ortamını zehirliyor” diyor. Ancak yazısının hiç bir yerinde bu tehditlerin ne olduğunu, ne zaman, nerede yapıldığını izah etme ihtiyacı duymuyor. İzah edemez çünkü ortada bir tehdit yok. Tehdit varmış gibi gösterip tehditten rant devşirmek isteyenler var.

Çalışlar, Burakay'ın bir AKP projesi ile İstanbul'a getirildiğinin yazılmasından da rahatsız. Zira eğer bu saptama doğru ise Burkay'a dönüşünde yol arkadaşlığı yapan Çalışlar da bu projenin uygulayıcılarından biri olarak anılmaktan rahatsız görünüyor.

Çalışlar, iki yazısında da Burkay'ın iddialarına yer verip onlar üzerinden yargı da oluşturuyor. Ancak Burkay'ın bir dönem yakın siyaset arkadaşı İbrahim Aksoy'un, ”Burkay'ın üç gencin infaz emrini verdigi” açıklamalarına hiç değinmiyor.

erdemcan@riseup.net

Hiç yorum yok: