Kürtlerden kendisine boyun eğmesini isteyen AKP, bu kışın bitmesini hiç
istemiyordu. Ama kış bitti! Bahar mevsimi geldi. Hem de Newroz’un
görkemi ile geldi bahar. Evet beklenen zaman gelip çattı. Kürtler yıl
boyunca direniş mayaladılar. Dağlara, zindanlara, kentlere, sürgünlere
direniş mayası attılar. Herkesin yüreği bir noktaya odaklandı. “Zulme
boyun eğilmeyecek, ya onurlu ve özgür bir yaşam ya da hiç!” sözü Kürtler
için zorunlu bir yön tayini oldu. Çünkü dağlarda tonluk bombalar
üzerlerine atıldı ama Kürt gerillaları teslim olmadı. Onlarca genç
kendini feda etti. Binlercesi tutuklandı. Yüzlerce kilometre yürüdüler.
Bedenlerini ölüme yatırdılar. Bir adada tek kişilik hücrede, bir halk
olup direndiler. Evet, Kürt direnişinin mayası her alanda tuttu. Şimdi
Kürtler çelikleşmiş iradeleri ile zulme kafa tutuyorlar. Aynen 12 Eylül
1980 faşizmine karşı Amed zindanında olduğu gibi. Aynen Dersim, Botan,
Zap ve Kandil’de direnenler gibi... Direniş kesintisiz bir hal aldı
Kürtlerde. Dört parça Kürdistan, şimdi tek bir yürek gibi. Ama AKP’nin
zulmünün anlamsızlaştığını bir tek AKP hala anlayabilmiş değil.
2010 yılında barışçıl çözümün gelmesi için Kürtler ellerinden gelen herşeyi yaptılar. Süreci ustaca yönettiler. Kendilerinden kaynaklı bir çözüm sürecinin bozulmasını istemediler. Askeri olarak potansiyelini bütün yönler ile ortaya koyma şansları varken, çözümün siyasal zeminde gelişmesi için çaba gösterdiler. 2011 yılına girilirken AKP hükümetinin başındaki Tayyip Erdoğan’dan akla gelmez sözler duyulmaya başlandı. Seçim sürecinin öncesi olduğu için “bazıları“ bunu seçim politikası sandı. Ama Kürt siyaseti AKP’nin bu konudaki şifresini artık çözmüştü. Kendi pozisyonunu direniş olarak belirlemişti. Çünkü AKP 12 Eylül 2010 referandumunda kendisine göre başarılı hamleler yapmıs ve artık devletin sahibi olarak kendisini ilan etmeye başlamıştı.
12 Haziran 2011 seçimlerinde anlaşılmaz sözler pratiğe geçmeye başlamış, AKP “ustalık” dönemini ilan etmiş; Kürtler üzerindeki katliamına bahaneler üretmeye başlamıştı. O dönemde AKP’nin medyası, cemaat ulakları ve liberaller “PKK’nin devrimci halk savaşı”nın tutmadığını, PKK’nin 2011 yılının yazında biteceğini yazıp çizdiler. Zulmün odaklandığı nokta İmralı’da PKK lideri Abdullah Öcalan’dı. Öcalan, gayet vakur, kendinden ve halkından emin bir şekilde tutumunu ortaya koymuş “ben hayatta olduğum sürece Kürtlerin onuru ile kimse oynayamaz” demişti. AKP bu tutum karşısında iyice dellenmiş, kitlesel katliamları takvime bağlamıştı. Siyaseten yenemediği Kürtlere askeri olarak diz çöktereceğini sanmıştı. Tamil örnekleri, Sri Lanka deneyimleri üzerine Fethullah Gülen ulakları ve AKP yalakaları kalem oynatmaya başlamıştı. Ama Kürt gerillası da milim geri adım atmadı. Kimyasal silahlar, tonluk bombalar sayısız askeri operasyonlar sonuç alamamıştı. Bu kez “2011 sonbaharında PKK bitecek, Kürtlerin siyasal örgütlenmesi bitecek” teması ile özel savaş mesaisi başlamıştı.
Cemaatin ABD’deki başı Kürtler için katliam fetvası vermiş katliamın hedefi sadece gerilla değil sivil halk da kapsama alanı içine girmişti. Tutuklama furyası tekrar canlandırıldı. Avukatlar, gazeteciler, akademisyenler, siyasetçiler, Kürtlere selam veren kim varsa sabaha karşı polis baskınlarına maruz kalıyor. Soluğu zindanlarda alıyordu. Ama bu çabalar nafile çabalardı. Sonra Roboskî katliamı ile devlet Kürtlere tarihi bir gözdağı vermeye çalıştı. Ama Kürtler zulmün bu haline de boyun eğmedi. AKP ve cemaat bu kez “Bu kış PKK bitecek, Kürtlerin siyaseti teslim alınacak, herkes başının çaresine baksın” şeklinde yorumlar yaptı. Kemal Burkay, İbrahim Güçlü vb bazı Kürt tipleri ortaya çıktı. AKP, Cemaat ve yeminli Kürt düşmanı bu tipler birleşti. Askeri, siyasi, diplomasi ve her alanda Kürtler üzerine görülmedik zulümler uygulanmaya başlandı. Kürtler hiç eyvallah etmediler. Evet Kış da bitti. Kürtler hala ayakta. Zulmün her haline direnişin her halini göstererek yanıt verdiler. Zindanda bedenlerini ölüme yatırdılar, dağlarda mevzilerinde direnişe devam dediler, sürgünde kentlerin, ülkelerin sınırılarını aştılar. Direniş diğer parçalara da yayıldı. Güney Kürdistan’da serhildanlar Kuzey’i aratmıyordu. Suriye’de Batı Kürdistan’da Demokratik Özerklik’in inşaası için yüz binler seferber oldu. Doğu dingin ve derinden kendisini korudu.
Ancak AKP ve cemaat önce gözü dönmüş biçimde toplumu bir bütünen esir almaya çalıştı. Sonra kendi aralarında iktidar savaşına yöneldiler. Birbirlerine etmedik laflar bırakmadılar. AKP’nin zulüm politikaları Kürtleri birbirine kenetleyip direnişi mayalarken, devletin içindeki çürüme giderek hızlandı. İçişleri bakanı faşist ırkçı mitinglerde boy göstermeye başlarken, cezaevlerinde çocuklara işkence ve tecavüz haberleri gelmeye başladı. Tayyip Erdoğan ve şürekası kendi iktidarını korumak için çaba gösterirken, cemaatin başındakiler devlete kendi rengini vermek için hamle üzerine hamle yaptılar. Sonuçta ortaya çıkan durum şu; Tayyip Erdoğan ve ekibi çaresizliğe doğru hızla ilerliyor. Cemaat memlekete kendi rengini vermek için hegemonya araçlarını çoğaltmak için çaba gösteriyor. Kemalist ulusalcılar ise malum halleriyle can çekişiyor. Kürdistan’da ise görkemli bir direnişin ayak sesleri geliyor. Bu öylesine bir direniş hali ki, ne AKP, ne cemaat, ne AKP ve cemaat yalakalarının anlayabileceği bir durumdur. Bu Kürt direnişi, Kürtler için onurlu ve özgür bir yaşamı içeriyor. Bu nedenle AKP devleti tutuşmuş. Bu nedenle cemaat AKP ile köprüleri tamamen atmak istemiyor. Bu nedenle AKP’nin kalemşörleri “siyasetle müzakere” teraneleri ortaya atıyor. Ama ne yapsalar da nafile, özgürlüğe gidecek olan direnişin tadı alınmış bir kere. Geriye dönüş yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder