XWE METİN AYÇİÇEK
Gerçekte, Davutoğlu’nun mimarlığını yaptığı Yeni Osmanlıcılık siyaseti, politik bilimlerin öngöremeyeceği kadar hızlı bir biçimde tepetaklak gitti. Hem de ne gidiş.
Küreselleşen kapitalist sermayenin siyaseten de dünya hegemonyasını ele geçirmek istediği tarihlerde, belki de dördüncü sınıf bile sayılamayacak bir akademisyen olan Samuel P. Huntington’un Medeniyetler Çatışması tezinin başına gelenler, bilim çevrelerinde adı daha önce çok da bilinmeyen kifayetsiz muhteris bir akademisyen olan Davutoğlu’nun da başına geldi. Emperyalist dünya devleri, dünyanın enerji kaynaklarına, yeni pazar alanlarına ve sermayenin kesin imparatorluğuna yönelik saldırı projelerini Hungtington’un tezlerine dayandırarak teorik bir çerçeveye oturtmak istediler. Afganistan, Irak derken dünya halkları tam bir emperyalist saldırı ile yeniden yüz yüze geldi.
Davutoğlu’nun Osmanlıcılık siyaseti ise, yine emperyalist yayılmacılığın Ortadoğu’ya ilişkin ünlü projesinin Türkiye’ye yüklediği taşeron rolü ve bölge koruculuk misyonunu yeni koşullara uygun olarak formüle ediyordu.
Davutoğlu, “Stratejik Derinlik / Türkiye’nin Uluslararası Konumu” adlı kitabında sömürgeci-emperyal yayılmacılığı açıkça öneren bu tezlerle geldi hükümete.
“Türkiye’ye çevreleyen yakın kara, yakın Deniz ve yakın kıta havzaları, coğrafi olarak da insanlık tarihinin ana damarının şekillendiği alanları kapsamaktadır. Soğuk Savaş sonrası dönemin getirdiği dinamik uluslar arası ve bölgesel konjonktürde en yakın havzasından başlayarak dışa açılması kaçınılmaz olan Türkiye’nin stratejik derinliğinin yakın kara, yakın deniz ve yakın kıta bağlantıları ile yeniden tanımlanması ve bu derinliğin jeopolitik, jeoekonomik ve jeokültürel boyutlarının dış politika parametreleri olarak kapsamlı bir şekilde yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.
Modernite Avrupa-Merkezli bir tarihi sürecin eseriydi; küreselleşme ise kaçınılmaz bir şekilde başta Asya olmak üzere bütün insanlık birikimini tarihin akış seyrinde tekrar devreye sokacak unsunlar taşımaktadır. Tarihi birikimi etkin bir açılıma temel sağlayacak toplumların öne çıkacağı bu süreçte Türkiye tarihi derinliği ile stratejik derinliği arasında yeni ve anlamlı bir bütün oluşturma ve bu bütünü coğrafi derlik içinde hayata geçirme sorumluluğu ile karşı karşıyadır. Staretejik açıdan mihver bir ülke olan Türkiye, bu sorumluluklarının gereğini yerine getirmesi durumunda, yeni dengelerin oluşacağı daha istikrarlı uluslar arası konjonktüre daha uygun şartlarda giren merkez bir ülke konumu kazanacaktır.”
***
Davutoğlu’nun yayılmacı politikasının sadece AKP Devleti’nin ideali olduğunu düşünmek büyük bir hatadır. Unutmamak gerekir ki o 2001’de yayınlanan bu kitaptan 2 yıl sonra, Kemalizm’in yeni hamisi yine bir hukukçu olan Ahmet Necdet Sezer’in onayıyla, dış politikaya Büyük Elçi aktarıldı. Kemalist sömürgeci olmakla İslami-Kemalist-sömürgeci olmak birbirinden özünde farklı şeyler değildi.
Türkiye Cumhuriyeti, Davutoğlu’nun yayılmacı-sömürgeci ideallerini hiç bir zaman terk etmedi.
Soğuk Savaş koşullarında dünya devleri karşısında gıkını çıkaramazken, Sosyalist Dünya’da yaşanan çöküşler sonrasındaki yeni denge arayışları içerisinde biti yeniden kanlandı. Kemalist sömürgeci saldırganlık bölge hegemonyası için yeniden saldırı alanları aramaya başladı.
Türk sömürgeciliğinin tarihini akademisyenler yönlendirmedi. Öyle çaplı bir akademisyeni zaten bu ülkedeki din üretemezdi. Tersine, büyük çoğunluğuyla resmi kurum akademisyenlerinin zavallı tarihlerini belirleyen tek neden, göbekten bağlı oldukları sömürücü sistem ve sömürgeci devlet olmuştur.
***
Yeni Osmanlıcılık macerası, kısa süre içinde Türkiye ve Bölge halklarına yaşattığı bunca zulümden sonra, Fethullah Gülen gibi yarı-cahil bir meczubun ABD dolarlı parasal desteğine rağmen yokuş aşağı yuvarlanan boş bir varil gibi bataklığa doğru yol alıyor.
Ne yazık ki, özgürlük günlerinin müjdecisi olan bu gürültülü batışta ne Türk halkının ne Türk basınının, ne de Türk aydınının, ne Türk solunun ciddiye alınabilecek bir payı olmamıştır. Bütün Ortadoğu’nun geleceğini aydınlatan yeni süreç, Kürt halkının kararlı mücadelesi ile başlamıştır ve onların kararlı yürüyüşleri ile sürdürülmektedir.
Tarihin Sonu, Elveda Proletarya, Medeniyetler Çatışması, Stratejik Derinlik gibi profesör çalışmalarının dünyaya vermek istedikleri yılgınlık ve teslimiyet tezleri, “Yaşamak Direnmektir” devrim anlayışı ile tek tek çökmüştür. Kuzey Kürdistan’da fiilen gerçekleşen, Güney’de otonom yönetim olan, Güney-Batı Kürdistan’da dünyayı Özgürlüğün Baharı’yla selamlayan Kürt halkı, artık sadece Türkiye ya da Ortadoğu çeperinde bir devrimci model değil, barış, özgürlük, adalet ve ulus-devlet kıskacını reddeden bir ortak kimliği yaratma idealinin arayışı içerisinde olan dünyanın ezilen halklarının devrim modeli haline gelmiştir.
Güney-Batı Kürdistan’ı selamlarken, Batı cephesinin zavallılığının burukluğunu taşısa da, yüreğim gururla dolu.Ortadoğu kendi kimliğini yeniden yaratıyor. Ortadoğu Kürt halkıyla yani kimliğiyle buluşuyor.
Kürt halkı bir tarih dersinin altını çizdi yeniden ve çok renkli kalın çizgilerle: Köleliğe eyvallahımız olmayacaktır. Sömürgecilik ya çekip gidecektir kendi mezarına gömülmeye, ya basıp götüreceğiz onu kendi mezarına.
Rojava özgürlüğün adıdır artık. Yani, insanlığın binlerce yıllık göğe hapsedilmiş hayallerinin, bir şahinin kanadıyla yeniden indirilmesidir yer yüzüne.
595
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder