AKP iktidarının ilk sekiz yılını, CHP’nin 1923-1931 yıllarına
benzeten Öcalan, ikisinde de tek partili rejimin egemen olduğuna dikkat
çekiyor.
PKK Lideri Abdullah Öcalan AİHM’e ulaşan son savunmasında “Ankara merkezli Beyaz Türk faşizmi yerine, Konya-Kayseri merkezli Yeşil Türk faşizmi emin adımlarla yeni hegemonik gücü olma yolundadır” diyor.
AKP iktidarının ilk sekiz yılını, CHP’nin 1923-1931 yıllarına benzeten Öcalan, ikisinde de tek partili rejimin egemen olduğuna dikkat çekiyor. Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül'ün iktidar çekişmesinin gelişebileceğine vurgu yapan Öcalan, ''Bu çekişme Mustafa Kemal ile İsmet İnönü arasında olduğu gibi AKP’yi farklı rotalara saptırabilir'' diyor.
PKK Lideri Abdullah Öcalan, “Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü” adlı son savunmasında cumhuriyet tarihinin gelişim sürecinde rol oynayan iktidar güçlerinin faşizan uygulamalarına değiniyor.
‘İttihat ve Terakkicilerin Beyaz Türklük ideolojisi ile arı Türkçülüğü esas alan Siyah Türklük ideolojisinin faşist çizgide olduğuna’ işaret eden Öcalan, bunların birbirinden beslendiğini ve dış güçler tarafından da her dönem desteklendiğine dikkat çekiyor. Öcalan, 2000’lerden sonra ise dünyada ve bölgedeki siyasi konjonktürün değişmesiyle birlikte Türkiye’de bu çizgilerin giderek etkisini yitirdiğini, bunun yerine Türk İslam sentezi çerçevesinde Yeşil Türk faşizminin ikame edildiğini ifade ediyor.
İkinci Dünya Savaşından sonra ABD’nin Beyaz Türk Faşizmini daha da tahkim ederek Türkiye’yi denetlemeye devam ettiğine vurgu yapan Öcalan şöyle diyor:
“ABD daha sonra 27 Mayıs darbesini yapacak olan bir grup subayı 1945 ve 1950’lerde Gladio örgütlenmesi temelinde eğittiği ve sistemin kompase edilmesinde bunları kullandığı bilinmektedir. İngiltere’nin daha önce 1940’larda bir grup Türk pilotunu savaşta bu çerçevede kullandığı da bilinmektedir. Özellikle bu subaylar içinde öne çıkan Alparslan Türkeş ve grubu 1960’lar sonrasında Türkiye sol ve emekçi hareketlerini yine bu çerçevede işlemez kılmakta kullanılmıştır.”
ANADOLU TÜRK HEGOMONİK SİSTEMİ
Bu noktada Beyaz Türk Faşizmiyle ilişkili olsa da, bu grupların değişik bir versiyonunun da bu arada hep devrede olduğunu hatırlatan Öcalan, değerlendirmesini şöyle sürdürüyor:
“Bunlar anti-Siyonist olup, daha çok Hitlercilik paralelinde faaliyet yürüten ırkçı Türk faşistleridir. Bu kesimler, Anadolu’da Proto İsrail varlıklarını tasfiye ederek, saf Türklükten ibaret bir Anadolu Türk hegemonik sistemi inşa etmek isterler. Bu kesimler Birinci Dünya Savaşında kazandıkları ve ilk defa Ermenilere karşı uyguladıkları sistemi bir daha tam olarak ele geçiremediler. Kısmen, o da Beyaz Türk faşizmi ihtiyaç duyduğunda, mevcut yapılanmaya eklendiler. Özellikle Türkiye demokratik ve sosyalist hareketlerine karşı çok acımasızca, hukuk dışı ve komplocu tarzda kullanıldılar. İşin tuhaf yanı, Kürt kimliğinin tasfiyesi söz konusu olduğunda, ulus-devletçi sol ve demokratik yapılanmaların da istisnalar dışında Beyaz Türk faşizminin çekirdek yapılanmasına dahil olmaktan geri durmamalarıdır. Hem de sözde karşı çıktıkları emperyalistler tarafından nasıl kullanıldıklarını fark etmeden!”
ÜÇÜNCÜ KUŞAK FAŞİST HAREKET
12 Eylül darbesinin Türk-İslam sentezinin benimsenmesiyle üçüncü kuşak faşist hareketinin gündeme geldiğini belirten Öcalan, “Yeşil Türk faşizmi diyebileceğimiz bu akım, 1970’lerden itibaren Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’da yayılmasını önlemek, Sovyet Rusya’yı Afganistan’dan atmak, Orta Asya’da sorunlarla uğraştırmak ve İslam ülkelerinin demokrasiye ve sosyalizme kayışını önlemek isteyen ABD’nin ırkçı milliyetçiliğe göre daha kullanılır görmesi ve desteklemesi sonucunda gelişim sağlamıştır” diyor.
İslamcı hareketin, ağırlıklı olarak İngiliz hegemonyacılığına hizmet temelinde ortaya çıktığını vurgulayan Öcalan, “İslamcı Hareket, sanıldığı kadar millici ve özgürlükçü de değildir. Kapitalist milliyetçiliğin bir versiyonu olarak geliştirilmiştir. Temel hedefi, İslamî kültürün yaygın yaşandığı toplumların demokratikleştirilmesini ve sosyalistleştirilmesini barajlamak, İslam kültürünü kapitalizme entegre etmektir” ifadelerini kullanıyor.
AKP MODELİ NASIL OLUŞTURULDU?
Türkiye’nin hem Sovyetler Birliği etkisinin kırılmasında hem de İran devriminin önüne set çekilmesinde yeniden inşa edilecek bir İslami harekete şiddetle ihtiyaç duyduğunu dile getiren Öcalan, şu değerlendirmelerde bulunuyor:
“Türkiye’de bu model için radikal sayılan Necmettin Erbakan hareketinden daha ılımlı sayılan unsurlar ayıklanarak ve farklı cemaatlerden kadro derlenerek, bir iktidarcı elit grubun devşirildiği anlaşılmaktadır. Turgut Özal’la yapılmaya çalışılan buydu. Fakat hala nasıl ve niçin tasfiye edildiği bir sır olarak duran Turgut Özal’ın fiziksel ve siyasal olarak tasfiye edilmesi ve Necmettin Erbakan’ın 28 Şubat 1997’de Başbakanlıktan düşürülmesinin ardından, daha sonra kendini AKP olarak şekillendirecek model üzerinde çalışıldığı anlaşılmaktadır.”
AKP’nin çıkışının öyle sanıldığı gibi 2001’de olmadığını, en azından 12 Eylül darbesine kadar giden bir kökeni olduğunun altını çizen Öcalan, şu gelişmelere işaret ediyor:
“ABD Başkanı G. W. Bush döneminde BOP’un gündeme girmesi, Afganistan ve Irak işgalleri Türkiye’deki ılımlı İslam projesini yeni bir alternatif haline getirdi. Beyaz Türk faşizmi laikçi ve eskimiş yapısı nedeniyle kitlelerden tecrit olmuştu. Ayrıca içe kapanmacıydı. Küresel kapitalizme pek açık değildi. Karşısında ciddi bir sosyalist ve demokratik hareket olmadığı için, ABD ırkçı faşizme pek ihtiyaç duymuyordu. Daha da önemlisi, Kürdistan genelinde olduğu gibi Türk egemenliğindeki Kürdistan’da da büyük gelişme sağlamış olan Kürt Demokratik Özgürlük Hareketi gelişimini sürdürüyordu. Dolayısıyla beyaz ve ırkçı tonlardaki faşist ideolojilerin tecrit olmuş durumu göz önüne getirildiğinde, bir yeşil faşist Türk elitine ihtiyaç duyulduğu kendiliğinden anlaşılır.”
KONYA-KAYSERİ MERKEZLİ FAŞİZM DÖNEMİ
Öcalan, İslami kültürün Kürt kültürel kimliğinde önemli rol oynaması dolayısıyla Kürt toplumunda tarikatçı eğilimlerin etkili olması, Yeşil Türk faşist seçeneğini daha kullanılabilir bir argüman haline getirdiği yönünde bir tespitte bulunarak, yapılan planı şu şekilde değerlendiriyor:
“Diğer iki kanat faşizminin ordu içinde ve CHP ile MHP başta olmak üzere siyasi partilerdeki temsilcileri içteki bu iktidar kaymasına şiddetle karşı çıktılar. 2001’den 2007’ye kadar dört darbe denemesine giriştiler. Fakat ABD ve AB desteğinden yoksun olmaları başarılı olmalarına imkân tanımadı. Ayrıca AKP’nin aşırı küresel finans sermaye yandaşlığı tek seçenek olmasını, hatta tek partili iktidar olarak kalmasını pekiştirdi. AKP’nin iktidara gelmesi, devlette yeni hegemonik dönemi ifade eder. Cumhuriyet’in seksen yıllık Beyaz Türk hegemonyası, yerini yavaş yavaş ve sancılı şekilde Cumhuriyet’in Ilımlı İslamcı geçinen Yeşil Türk faşizmine bıraktı. Şüphesiz bu durum devletin tümüyle fethedildiği anlamına gelmez, fakat o yola girilmiştir. Ankara merkezli Beyaz Türk faşizmi yerine, Konya-Kayseri merkezli Yeşil Türk faşizmi yavaş yavaş fakat emin adımlarla Cumhuriyet’in yeni hegemonik gücü olma yolundadır. Cumhuriyet’in 100. yılı olacak 2023 yılının bu hegemonya altında karşılanması daha şimdiden açıkça planlanmaktadır.”
Yeni hegemonik gücün Yahudi sermayesi ve ideolojik versiyonlarıyla olan ilişkisine değinen Öcalan, şunları belirtiyor:
“Yeni hegemonik gücün ılımlı İslamî yapısı ve benzer İslami güçler ve iktidarlarla ilişkisinin İsrail Siyonizm’iyle çelişkiye yol açması kaçınılmazdı. Fakat bu durum AKP’nin Yahudi sermayesi ve diğer ideolojik aygıtlarıyla bağının olmadığını göstermez. Tersine AKP, Yahudi sermayesinin Siyonist olmayan evrenselci-küreselci finans kanadıyla ve evrenselci Karaim Yahudi ideolojisiyle en sıkı bağlara sahiptir; daha doğrusu, Siyonist kanat yerine bu kanadın daha güçlü biçimde ikame edilmesidir. AKP herhangi bir beyaz ve ırkçı Türk partisinden çok daha fazla evrenselci Yahudi sermayesi ve ideolojik aygıtının Anadolu’daki, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki temsilcisi, acentesi konumundadır.”
ASIL KİMLİK PROBLEMİNİ KÜRTLER YAŞAYACAK
Bu yeni hegemonik dönemde Türk kimliğinin ulus-devletçi niteliğini olduğu gibi korumakla birlikte, Sünni İslamcı ideolojik aygıtlarla daha da pekişeceğini kaydeden Öcalan, söz konusu bu yeni dönemde asıl kimlik problemini Kürtlerin yaşayacağını ifade ediyor.
Kürt kimliğinin bu yeni hegemonik güç döneminde tasfiyesi için yeni komplo yöntemlerinin devrede olduğunu belirten Öcalan, bunun provalarının ilk defa açıkça Türkiye Hizbullah’ı adıyla 1990’larda başladığını anımsatıyor. JİTEM’in kurucusu Albay Arif Doğan’ın ‘Hizbul-Kontra’yı biz oluşturduk’ sözünü hatırlatan Öcalan, şöyle devam ediyor:
“Bu oluşumun 10 bini aşkın insanın faili meçhul bir biçimde katledilmesinde önemli rol oynadığı herkesçe bilinmektedir. Bu deneyimden sonra AKP ile ikinci aşamaya geçildi. AKP’nin müttefikleri ile birlikte Kürdistan için öngördüğü temel tasfiyeci model ve bu modelin temel uygulama aracı ılımlı Sünni İslamcılık iken, Hizbul-Kontra yerine yeni tetikçi güç olarak öngördüğü yapılanma ise bir nevi Kürt Hamas’ı dediğimiz oluşumdur. Yeni tasfiye planı eski Beyaz ve Siyah Türk faşist yöntemlerini tümüyle devre dışı bırakmıyor, daha çok tamamlayıcı nitelikte olup onların etkisiz kaldıkları alanları yeni baştan düzenliyor.”
YENİ DÜZENLEME
AKP’nin özellikle ABD ve ordunun resmi komuta grubuyla 5 Kasım 2007 tarihli Washington ve 4 Mayıs 2007 tarihli Dolmabahçe Protokolleriyle ekonomik, sosyal, kültürel-psikolojik, askeri, siyasi ve diplomatik alanı hızla düzenlemeye çalıştığını belirten Abdullah Öcalan, bu partinin icraatlarını şöyle sıralıyor:
“Daha önce eşi görülmeyen hava saldırıları, ABD ile anında istihbarat paylaşımı, KCK operasyonları, DTP’nin kapatılması, sahte Kürt burjuva sivil toplum inisiyatifleri, Roj TV’ye yönelik saldırılar, AB ülkelerinde geliştirilen yaygın operasyonlar ve tutuklamalar, Kürdistan’ın her ilindeki holdingleşme, çocukların yatılı il bölge okullarına (YİBO) kapatılmaları gibi en önemli uygulama örnekleri bu yeni düzenlemenin önemli ipuçlarını sunmaktadır. Kürt gerçekliği, Kürt kimliği özünde tarihinin en kapsamlı ve her alanda planlanmış bir özel savaş kuşatmasıyla karşı karşıya getirilmiştir. Bazı sözde demokratik açılım örnekleri bu soykırımı gizleyip örtülemek amacıyla geniş propagandalarla sunulmaya çalışılmıştır. Buna Güney Kürdistan’daki sermaye yatırımlarını, diplomatik ilişkileri ve üçlü ittifakları da eklemek gerekir. Böylelikle tarihin en kapsamlı ve tüm toplumsal alanları kapsayan soykırımcı, özel, örtülü, gizli ve açık savaşı hayata geçirilmiştir.”
24 OCAK KARARLARI İLE BAŞLAYAN SÜREÇ
Türk-İslam sentezinin benimsenmesi, 24 Ocak 1980 Ekonomik Kararları, 12 Eylül darbesi, Beyaz Türk ulus-devletçi partilerin kapatılması, Genelkurmay’da kural dışı atamalar, DYP’de Tansu Çiller operasyonu ve hükümeti, 28 Şubat süreci, Erbakan Hükümeti’nin düşürülüşü ve en son Bülent Ecevit’in hem kişisel hem de hükümet olarak tasfiyesini bu sürecin belirgin aşamaları olarak değerlendiren Öcalan, ılımlı siyasal İslam’a giden yolu şöyle değerlendiriyor:
“AKP’yi böylesi aşamaların tüm iç ve dış unsurlarının bir düzenlemesi olarak değerlendirmek büyük önem taşır. Bu, Türkiye çağdaş tarihinin Cumhuriyet hamlesi kadar önemli bir hamledir; o ayarda bir dönüşümün adıdır. Nasıl ki CHP Tanzimat, Birinci ve İkinci Meşrutiyet ve Ulusal Kurtuluş sürecinin merkezî devlet partisiyse, AKP de aynı süreçlerde çoğunlukla muhalif kalmış, Abdülhamit rejimiyle uzlaşmış, Alman hegemonyasına karşı İngiltere hegemonyasını esas almış, laik ulusçuluğa karşı İslami milliyetçiliği geliştirmiş, Siyonist milliyetçiliğe karşı Karaim Yahudi evrenselciliğiyle ittifak kurmuş, ordunun 12 Eylül darbesinde desteklediği Türk-İslam ideolojisini kendine destek yapmış, bizzat ordunun 28 Şubat süreciyle radikal millici Necmettin Erbakan’ın partisini parçalaması sonucu hayat bulmuş uzun bir sürecin merkezî ulus-devlet partisidir. Deniz Baykal önderliğindeki CHP’nin ana muhalefet partisi olması karşılığında, Tayyip Erdoğan’ın önderliğinde kurulmuş stratejik hegemonik bir parti kimliğiyle, yeni dönem Yeşil Türk faşizminin inşa edici ve yürütücü gücü olarak, uzun bir tarihi geçmişe dayanan, hegemonik iç ve dış güçlerin desteğini arkasına alarak iktidara oturmuş bir partidir.”
ILIMLI İSLAM CUMHURİYETİ DEMEK HENÜZ ERKEN
AKP önderliğinde somutlaştırılmaya çalışılan rejime İkinci Cumhuriyet veya Ilımlı İslam Cumhuriyeti demenin henüz erken bir yorum olacağını kaleme alan Öcalan, bu süreci şu şekilde değerlendiriyor:
“Esas karakteri idea edilmesine ve anayasada ifadesini bulmasına rağmen, rejim hiçbir zaman demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti haline gelememiş, kuruluşundan beri oligarşik faşist karakterini hep korumuştur. Cumhuriyet rejimi klasik anlamda hep bir ad olarak kalmıştır. Özellikle demokratik cumhuriyet haline gelememiştir. Tıpkı CHP hegemonyasına karşı olduğu gibi, AKP hegemonyasına karşı da demokratik cumhuriyet ve anayasası mücadelesi gündemde olacaktır. Dolayısıyla yaşanan sürece oligarşik dikta ile ona karşı verilen demokratik cumhuriyet mücadelesi dönemi demek daha doğru olacaktır. Her ne kadar ısrarla ve çok bilinçli medyatik çarpıtmalarla seksen yıllık beyaz Türk faşizminin alternatifi olarak sunulsa da, bu rejimi özünde uyuştuğu renk farkıyla sürdürme kararındadır. Yıpranan, içte ve dışta desteklerinin önemli bir kısmını yitiren Beyaz faşist rejimin hem gizli desteği hem de yıpranmasının doğal sonucu olarak, AKP’nin Yeşil faşist rejiminin önü, yolu açılmıştır.”
AKP’NİN İLK 8 YILI CHP’NİN İLK SEKİZ YILINA BENZİYOR
AKP iktidarının ilk sekiz yılının CHP’nin ilk sekiz yılına (1923-1931) çok benzediğini, ikisinde de tek partili rejimin egemen olduğunu ifade eden PKK Lideri, şöyle devam ediyor:
“Tıpkı 1931’den itibaren ağırlaşan İsmet İnönü ve Recep Peker faşizmi gibi, AKP’nin de 2011 seçimlerinden itibaren diktatoryasını yoğunlaştırma ve kendi anayasasıyla pekiştirme olasılığı yüksektir. Yine tıpkı dönemin CHP’sinde olduğu gibi, sürecin sancılı geçmesi ve iç çelişkilerin artması Mustafa Kemal ile İsmet İnönü arasında olduğu gibi AKP’yi farklı rotalara saptırabilir. Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül çekişmesi gelişebilir. AKP’nin hegemonik iktidarı henüz kesinleşmediği gibi, demokratik anayasal bir rejimin kaderi de kesinleşmiş değildir. Her iki olasılıktan hangisinin kesinlik kazanabileceğini hegemonik güçlerle Türkiye’nin demokratik, sosyalist ve Kürdistan’ın demokratik özerklik mücadelesinin durumu belirleyecektir.”
İKTİDAR BAŞKA TÜRLÜ AKP’YE TESLİM EDİLEMEZDİ
Yeni hegemonik iktidar döneminde Kürt varlığı ve özgürlüğünü tasfiye amaçlı özel savaş rejiminin daha da güçlendirilerek yürütüleceğini belirten Öcalan, “AKP’nin ordu şahsında rejimin eski iktidar sahipleriyle yaptığı uzlaşmanın temelinde Kürt varlığının ve özgürlüğünün tasfiyesi ve kültürel soykırımın sürdürülmesi yatmaktadır” diyor. “İktidar başka türlü AKP’ye teslim edilemezdi” diyen Öcalan devamla şunları söylüyor:
“1925’teki Siyonist milliyetçilik ve Türk ulusçuluğu arasındaki uzlaşmanın temelinde de Kürt varlığının inkârı ve isyancı güçlerin şiddetle tasfiye edilmesi yatmaktaydı. Bu uzlaşma AKP döneminde sadece olduğu gibi kabullenilmekle kalmamış, İslami argümanlarla daha da güçlendirilerek devam ettirilmiştir. Özcesi, her üç ana akım milliyetçiliklerin ortak paydası Kürtlerin kültürel soykırımıdır. Her üç milliyetçilik diğer tüm konularda birbirlerine karşı darbe yapıp kanlı mücadelelere girseler de, Kürt gerçekliği karşısında hep ortak tavır alırlar. Faşist rejimin ‘tunç yasası’ denen olgu budur. Bu yasayı tanımayan hiçbir güce sistem içinde yaşama ve siyaset yapma hakkı tanınmaz.”
Erdoğan’ın, 2005’te Diyarbakır’da önce “Kürt sorunu bizim de sorunumuzdur” diyerek, Kürt halkının önemli desteğini arkasına aldıktan sonra, 2006’da çocuklar ve kadınları kapsamına alıp daha da geliştirilen TMK’yı sinsice çıkarmaktan çekinmediğini hatırlatan Öcalan, bu süreçte yaşananlara şöyle dikkat çekiyor:
“Çocukların ilk defa yaygın olarak tutuklanmaları, KCK operasyonları, hava saldırıları bu stratejinin gereğidir. Psikolojik savaşın her türlüsü, işbirlikçi bir Kürt sermayenin hem Güney hem de Kuzey Kürdistan’ın önemli kentlerinde çekim merkezi olarak oluşturulmaya çalışılması ve sahte Kürtçü sivil toplum örgütlerinin kuruluşu da bu yeni stratejiyle yakından ilgilidir. Buna işbirlikçi Kürt medyasını da eklemek gerekir. Spor ve sanatın birçok dalı da benzer stratejik amaçlarla kullanıma açılmıştır. Belki de en vahim uygulama, Hizbul-kontra yerine Kürt Haması’nın oluşturulması deneyimleridir. Dinci yayın ve örgütlenmelerin temel hedefi, son aşamada KCK’ye karşı kendi Kürtçü Hamas’ını kurup harekete geçirme ve başat kılmadır. Yeni dinci liseler ve Kuran kursları da bizzat açıklandığı gibi bu amaçla aceleyle tesis edilmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı tüm camileri kültürel tasfiyeciliğin hizmetine sokmuştur. Din tamamen politize edilip Kürt varlığının inkârında ve özgürlük mücadelesinin karalanmasında kullanılan bir araç durumuna indirgenmiştir.”
Nasıl ki, CHP’nin 1925-1940 döneminde Kürt direnmesi ve varlığının kanlı tasfiyeci ulus-devlet partisi olduğu gibi, 2000’li yıllardan itibaren AKP’nin de aynen ve daha da ağırlaştırılmış koşullar temelinde Kürt gerçekliğini ve Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmeyi amaçladığını ifade eden Öcalan, şöyle devam ediyor:
“AKP’nin 2002 yılının sonundan itibaren PKK içinde yürüttüğü tasfiye hareketi (ABD, Güney Kürdistan otoritesi ve PKK’li işbirlikçi tasfiyeci unsurlarla yürütülen tasfiye girişimi), 2006’dan beri diyalog adı altında DTP ve KCK’nin Avrupa temsilcileriyle sürdürülen ve bana kadar yansıyan görüşmeler, bazı devlet yetkililerinin iyi niyetine rağmen, aynı stratejinin duvarlarına çarparak boşa çıkarılmıştır. Açık ki, bu barış düşmanı tasfiyeci strateji terk edilmedikçe, yeni AKP hegemonyası altında özel savaş yoğunlaşarak devam edecektir. AKP ve dayandığı iç ve dış güçler barış konusunda stratejik bir yaklaşımı kamuoyuna açıkça deklere etmedikçe ve demokratik bir anayasa için bağlayıcı kararlar almadıkça, Kürt gerçekliğine ve Özgürlük Hareketi’ne yönelik sergilenecek her tutum, eylem ve söylem tasfiyecilikten öteye bir anlam ifade etmeyecektir.”
SON SEÇENEK DEVRİMCİ HALK SAVAŞI
Öcalan, sonuç olarak yeni hegemonik güç olan Yeşil Türk faşizminin öncülüğüne soyunan AKP’ye ilişkin şu tespitte bulunuyor:
“Türk hegemonik güçlerinin KCK’ye karşı tasfiyeci özel savaşının önümüzdeki dönemde stratejik, politik ve toplumsal açıdan önemi büyük olan gelişmelere yol açacağı kesindir. Stratejik barış kararı verilmezse, Kürdistan somutunda ve giderek komşu coğrafyalarda gelişecek olan en önemli bir olasılık da demokratik modernite perspektifli devrimci halk savaşının üst boyutlarda gelişimidir; öz savunma savaşıyla iç içe demokratik özerk yönetimlerin ekonomik, sosyal, kültürel, hukuksal ve diplomatik boyutlarda geliştirilmesidir.”
PKK Lideri Abdullah Öcalan AİHM’e ulaşan son savunmasında “Ankara merkezli Beyaz Türk faşizmi yerine, Konya-Kayseri merkezli Yeşil Türk faşizmi emin adımlarla yeni hegemonik gücü olma yolundadır” diyor.
AKP iktidarının ilk sekiz yılını, CHP’nin 1923-1931 yıllarına benzeten Öcalan, ikisinde de tek partili rejimin egemen olduğuna dikkat çekiyor. Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül'ün iktidar çekişmesinin gelişebileceğine vurgu yapan Öcalan, ''Bu çekişme Mustafa Kemal ile İsmet İnönü arasında olduğu gibi AKP’yi farklı rotalara saptırabilir'' diyor.
PKK Lideri Abdullah Öcalan, “Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü” adlı son savunmasında cumhuriyet tarihinin gelişim sürecinde rol oynayan iktidar güçlerinin faşizan uygulamalarına değiniyor.
‘İttihat ve Terakkicilerin Beyaz Türklük ideolojisi ile arı Türkçülüğü esas alan Siyah Türklük ideolojisinin faşist çizgide olduğuna’ işaret eden Öcalan, bunların birbirinden beslendiğini ve dış güçler tarafından da her dönem desteklendiğine dikkat çekiyor. Öcalan, 2000’lerden sonra ise dünyada ve bölgedeki siyasi konjonktürün değişmesiyle birlikte Türkiye’de bu çizgilerin giderek etkisini yitirdiğini, bunun yerine Türk İslam sentezi çerçevesinde Yeşil Türk faşizminin ikame edildiğini ifade ediyor.
İkinci Dünya Savaşından sonra ABD’nin Beyaz Türk Faşizmini daha da tahkim ederek Türkiye’yi denetlemeye devam ettiğine vurgu yapan Öcalan şöyle diyor:
“ABD daha sonra 27 Mayıs darbesini yapacak olan bir grup subayı 1945 ve 1950’lerde Gladio örgütlenmesi temelinde eğittiği ve sistemin kompase edilmesinde bunları kullandığı bilinmektedir. İngiltere’nin daha önce 1940’larda bir grup Türk pilotunu savaşta bu çerçevede kullandığı da bilinmektedir. Özellikle bu subaylar içinde öne çıkan Alparslan Türkeş ve grubu 1960’lar sonrasında Türkiye sol ve emekçi hareketlerini yine bu çerçevede işlemez kılmakta kullanılmıştır.”
ANADOLU TÜRK HEGOMONİK SİSTEMİ
Bu noktada Beyaz Türk Faşizmiyle ilişkili olsa da, bu grupların değişik bir versiyonunun da bu arada hep devrede olduğunu hatırlatan Öcalan, değerlendirmesini şöyle sürdürüyor:
“Bunlar anti-Siyonist olup, daha çok Hitlercilik paralelinde faaliyet yürüten ırkçı Türk faşistleridir. Bu kesimler, Anadolu’da Proto İsrail varlıklarını tasfiye ederek, saf Türklükten ibaret bir Anadolu Türk hegemonik sistemi inşa etmek isterler. Bu kesimler Birinci Dünya Savaşında kazandıkları ve ilk defa Ermenilere karşı uyguladıkları sistemi bir daha tam olarak ele geçiremediler. Kısmen, o da Beyaz Türk faşizmi ihtiyaç duyduğunda, mevcut yapılanmaya eklendiler. Özellikle Türkiye demokratik ve sosyalist hareketlerine karşı çok acımasızca, hukuk dışı ve komplocu tarzda kullanıldılar. İşin tuhaf yanı, Kürt kimliğinin tasfiyesi söz konusu olduğunda, ulus-devletçi sol ve demokratik yapılanmaların da istisnalar dışında Beyaz Türk faşizminin çekirdek yapılanmasına dahil olmaktan geri durmamalarıdır. Hem de sözde karşı çıktıkları emperyalistler tarafından nasıl kullanıldıklarını fark etmeden!”
ÜÇÜNCÜ KUŞAK FAŞİST HAREKET
12 Eylül darbesinin Türk-İslam sentezinin benimsenmesiyle üçüncü kuşak faşist hareketinin gündeme geldiğini belirten Öcalan, “Yeşil Türk faşizmi diyebileceğimiz bu akım, 1970’lerden itibaren Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’da yayılmasını önlemek, Sovyet Rusya’yı Afganistan’dan atmak, Orta Asya’da sorunlarla uğraştırmak ve İslam ülkelerinin demokrasiye ve sosyalizme kayışını önlemek isteyen ABD’nin ırkçı milliyetçiliğe göre daha kullanılır görmesi ve desteklemesi sonucunda gelişim sağlamıştır” diyor.
İslamcı hareketin, ağırlıklı olarak İngiliz hegemonyacılığına hizmet temelinde ortaya çıktığını vurgulayan Öcalan, “İslamcı Hareket, sanıldığı kadar millici ve özgürlükçü de değildir. Kapitalist milliyetçiliğin bir versiyonu olarak geliştirilmiştir. Temel hedefi, İslamî kültürün yaygın yaşandığı toplumların demokratikleştirilmesini ve sosyalistleştirilmesini barajlamak, İslam kültürünü kapitalizme entegre etmektir” ifadelerini kullanıyor.
AKP MODELİ NASIL OLUŞTURULDU?
Türkiye’nin hem Sovyetler Birliği etkisinin kırılmasında hem de İran devriminin önüne set çekilmesinde yeniden inşa edilecek bir İslami harekete şiddetle ihtiyaç duyduğunu dile getiren Öcalan, şu değerlendirmelerde bulunuyor:
“Türkiye’de bu model için radikal sayılan Necmettin Erbakan hareketinden daha ılımlı sayılan unsurlar ayıklanarak ve farklı cemaatlerden kadro derlenerek, bir iktidarcı elit grubun devşirildiği anlaşılmaktadır. Turgut Özal’la yapılmaya çalışılan buydu. Fakat hala nasıl ve niçin tasfiye edildiği bir sır olarak duran Turgut Özal’ın fiziksel ve siyasal olarak tasfiye edilmesi ve Necmettin Erbakan’ın 28 Şubat 1997’de Başbakanlıktan düşürülmesinin ardından, daha sonra kendini AKP olarak şekillendirecek model üzerinde çalışıldığı anlaşılmaktadır.”
AKP’nin çıkışının öyle sanıldığı gibi 2001’de olmadığını, en azından 12 Eylül darbesine kadar giden bir kökeni olduğunun altını çizen Öcalan, şu gelişmelere işaret ediyor:
“ABD Başkanı G. W. Bush döneminde BOP’un gündeme girmesi, Afganistan ve Irak işgalleri Türkiye’deki ılımlı İslam projesini yeni bir alternatif haline getirdi. Beyaz Türk faşizmi laikçi ve eskimiş yapısı nedeniyle kitlelerden tecrit olmuştu. Ayrıca içe kapanmacıydı. Küresel kapitalizme pek açık değildi. Karşısında ciddi bir sosyalist ve demokratik hareket olmadığı için, ABD ırkçı faşizme pek ihtiyaç duymuyordu. Daha da önemlisi, Kürdistan genelinde olduğu gibi Türk egemenliğindeki Kürdistan’da da büyük gelişme sağlamış olan Kürt Demokratik Özgürlük Hareketi gelişimini sürdürüyordu. Dolayısıyla beyaz ve ırkçı tonlardaki faşist ideolojilerin tecrit olmuş durumu göz önüne getirildiğinde, bir yeşil faşist Türk elitine ihtiyaç duyulduğu kendiliğinden anlaşılır.”
KONYA-KAYSERİ MERKEZLİ FAŞİZM DÖNEMİ
Öcalan, İslami kültürün Kürt kültürel kimliğinde önemli rol oynaması dolayısıyla Kürt toplumunda tarikatçı eğilimlerin etkili olması, Yeşil Türk faşist seçeneğini daha kullanılabilir bir argüman haline getirdiği yönünde bir tespitte bulunarak, yapılan planı şu şekilde değerlendiriyor:
“Diğer iki kanat faşizminin ordu içinde ve CHP ile MHP başta olmak üzere siyasi partilerdeki temsilcileri içteki bu iktidar kaymasına şiddetle karşı çıktılar. 2001’den 2007’ye kadar dört darbe denemesine giriştiler. Fakat ABD ve AB desteğinden yoksun olmaları başarılı olmalarına imkân tanımadı. Ayrıca AKP’nin aşırı küresel finans sermaye yandaşlığı tek seçenek olmasını, hatta tek partili iktidar olarak kalmasını pekiştirdi. AKP’nin iktidara gelmesi, devlette yeni hegemonik dönemi ifade eder. Cumhuriyet’in seksen yıllık Beyaz Türk hegemonyası, yerini yavaş yavaş ve sancılı şekilde Cumhuriyet’in Ilımlı İslamcı geçinen Yeşil Türk faşizmine bıraktı. Şüphesiz bu durum devletin tümüyle fethedildiği anlamına gelmez, fakat o yola girilmiştir. Ankara merkezli Beyaz Türk faşizmi yerine, Konya-Kayseri merkezli Yeşil Türk faşizmi yavaş yavaş fakat emin adımlarla Cumhuriyet’in yeni hegemonik gücü olma yolundadır. Cumhuriyet’in 100. yılı olacak 2023 yılının bu hegemonya altında karşılanması daha şimdiden açıkça planlanmaktadır.”
Yeni hegemonik gücün Yahudi sermayesi ve ideolojik versiyonlarıyla olan ilişkisine değinen Öcalan, şunları belirtiyor:
“Yeni hegemonik gücün ılımlı İslamî yapısı ve benzer İslami güçler ve iktidarlarla ilişkisinin İsrail Siyonizm’iyle çelişkiye yol açması kaçınılmazdı. Fakat bu durum AKP’nin Yahudi sermayesi ve diğer ideolojik aygıtlarıyla bağının olmadığını göstermez. Tersine AKP, Yahudi sermayesinin Siyonist olmayan evrenselci-küreselci finans kanadıyla ve evrenselci Karaim Yahudi ideolojisiyle en sıkı bağlara sahiptir; daha doğrusu, Siyonist kanat yerine bu kanadın daha güçlü biçimde ikame edilmesidir. AKP herhangi bir beyaz ve ırkçı Türk partisinden çok daha fazla evrenselci Yahudi sermayesi ve ideolojik aygıtının Anadolu’daki, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki temsilcisi, acentesi konumundadır.”
ASIL KİMLİK PROBLEMİNİ KÜRTLER YAŞAYACAK
Bu yeni hegemonik dönemde Türk kimliğinin ulus-devletçi niteliğini olduğu gibi korumakla birlikte, Sünni İslamcı ideolojik aygıtlarla daha da pekişeceğini kaydeden Öcalan, söz konusu bu yeni dönemde asıl kimlik problemini Kürtlerin yaşayacağını ifade ediyor.
Kürt kimliğinin bu yeni hegemonik güç döneminde tasfiyesi için yeni komplo yöntemlerinin devrede olduğunu belirten Öcalan, bunun provalarının ilk defa açıkça Türkiye Hizbullah’ı adıyla 1990’larda başladığını anımsatıyor. JİTEM’in kurucusu Albay Arif Doğan’ın ‘Hizbul-Kontra’yı biz oluşturduk’ sözünü hatırlatan Öcalan, şöyle devam ediyor:
“Bu oluşumun 10 bini aşkın insanın faili meçhul bir biçimde katledilmesinde önemli rol oynadığı herkesçe bilinmektedir. Bu deneyimden sonra AKP ile ikinci aşamaya geçildi. AKP’nin müttefikleri ile birlikte Kürdistan için öngördüğü temel tasfiyeci model ve bu modelin temel uygulama aracı ılımlı Sünni İslamcılık iken, Hizbul-Kontra yerine yeni tetikçi güç olarak öngördüğü yapılanma ise bir nevi Kürt Hamas’ı dediğimiz oluşumdur. Yeni tasfiye planı eski Beyaz ve Siyah Türk faşist yöntemlerini tümüyle devre dışı bırakmıyor, daha çok tamamlayıcı nitelikte olup onların etkisiz kaldıkları alanları yeni baştan düzenliyor.”
YENİ DÜZENLEME
AKP’nin özellikle ABD ve ordunun resmi komuta grubuyla 5 Kasım 2007 tarihli Washington ve 4 Mayıs 2007 tarihli Dolmabahçe Protokolleriyle ekonomik, sosyal, kültürel-psikolojik, askeri, siyasi ve diplomatik alanı hızla düzenlemeye çalıştığını belirten Abdullah Öcalan, bu partinin icraatlarını şöyle sıralıyor:
“Daha önce eşi görülmeyen hava saldırıları, ABD ile anında istihbarat paylaşımı, KCK operasyonları, DTP’nin kapatılması, sahte Kürt burjuva sivil toplum inisiyatifleri, Roj TV’ye yönelik saldırılar, AB ülkelerinde geliştirilen yaygın operasyonlar ve tutuklamalar, Kürdistan’ın her ilindeki holdingleşme, çocukların yatılı il bölge okullarına (YİBO) kapatılmaları gibi en önemli uygulama örnekleri bu yeni düzenlemenin önemli ipuçlarını sunmaktadır. Kürt gerçekliği, Kürt kimliği özünde tarihinin en kapsamlı ve her alanda planlanmış bir özel savaş kuşatmasıyla karşı karşıya getirilmiştir. Bazı sözde demokratik açılım örnekleri bu soykırımı gizleyip örtülemek amacıyla geniş propagandalarla sunulmaya çalışılmıştır. Buna Güney Kürdistan’daki sermaye yatırımlarını, diplomatik ilişkileri ve üçlü ittifakları da eklemek gerekir. Böylelikle tarihin en kapsamlı ve tüm toplumsal alanları kapsayan soykırımcı, özel, örtülü, gizli ve açık savaşı hayata geçirilmiştir.”
24 OCAK KARARLARI İLE BAŞLAYAN SÜREÇ
Türk-İslam sentezinin benimsenmesi, 24 Ocak 1980 Ekonomik Kararları, 12 Eylül darbesi, Beyaz Türk ulus-devletçi partilerin kapatılması, Genelkurmay’da kural dışı atamalar, DYP’de Tansu Çiller operasyonu ve hükümeti, 28 Şubat süreci, Erbakan Hükümeti’nin düşürülüşü ve en son Bülent Ecevit’in hem kişisel hem de hükümet olarak tasfiyesini bu sürecin belirgin aşamaları olarak değerlendiren Öcalan, ılımlı siyasal İslam’a giden yolu şöyle değerlendiriyor:
“AKP’yi böylesi aşamaların tüm iç ve dış unsurlarının bir düzenlemesi olarak değerlendirmek büyük önem taşır. Bu, Türkiye çağdaş tarihinin Cumhuriyet hamlesi kadar önemli bir hamledir; o ayarda bir dönüşümün adıdır. Nasıl ki CHP Tanzimat, Birinci ve İkinci Meşrutiyet ve Ulusal Kurtuluş sürecinin merkezî devlet partisiyse, AKP de aynı süreçlerde çoğunlukla muhalif kalmış, Abdülhamit rejimiyle uzlaşmış, Alman hegemonyasına karşı İngiltere hegemonyasını esas almış, laik ulusçuluğa karşı İslami milliyetçiliği geliştirmiş, Siyonist milliyetçiliğe karşı Karaim Yahudi evrenselciliğiyle ittifak kurmuş, ordunun 12 Eylül darbesinde desteklediği Türk-İslam ideolojisini kendine destek yapmış, bizzat ordunun 28 Şubat süreciyle radikal millici Necmettin Erbakan’ın partisini parçalaması sonucu hayat bulmuş uzun bir sürecin merkezî ulus-devlet partisidir. Deniz Baykal önderliğindeki CHP’nin ana muhalefet partisi olması karşılığında, Tayyip Erdoğan’ın önderliğinde kurulmuş stratejik hegemonik bir parti kimliğiyle, yeni dönem Yeşil Türk faşizminin inşa edici ve yürütücü gücü olarak, uzun bir tarihi geçmişe dayanan, hegemonik iç ve dış güçlerin desteğini arkasına alarak iktidara oturmuş bir partidir.”
ILIMLI İSLAM CUMHURİYETİ DEMEK HENÜZ ERKEN
AKP önderliğinde somutlaştırılmaya çalışılan rejime İkinci Cumhuriyet veya Ilımlı İslam Cumhuriyeti demenin henüz erken bir yorum olacağını kaleme alan Öcalan, bu süreci şu şekilde değerlendiriyor:
“Esas karakteri idea edilmesine ve anayasada ifadesini bulmasına rağmen, rejim hiçbir zaman demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti haline gelememiş, kuruluşundan beri oligarşik faşist karakterini hep korumuştur. Cumhuriyet rejimi klasik anlamda hep bir ad olarak kalmıştır. Özellikle demokratik cumhuriyet haline gelememiştir. Tıpkı CHP hegemonyasına karşı olduğu gibi, AKP hegemonyasına karşı da demokratik cumhuriyet ve anayasası mücadelesi gündemde olacaktır. Dolayısıyla yaşanan sürece oligarşik dikta ile ona karşı verilen demokratik cumhuriyet mücadelesi dönemi demek daha doğru olacaktır. Her ne kadar ısrarla ve çok bilinçli medyatik çarpıtmalarla seksen yıllık beyaz Türk faşizminin alternatifi olarak sunulsa da, bu rejimi özünde uyuştuğu renk farkıyla sürdürme kararındadır. Yıpranan, içte ve dışta desteklerinin önemli bir kısmını yitiren Beyaz faşist rejimin hem gizli desteği hem de yıpranmasının doğal sonucu olarak, AKP’nin Yeşil faşist rejiminin önü, yolu açılmıştır.”
AKP’NİN İLK 8 YILI CHP’NİN İLK SEKİZ YILINA BENZİYOR
AKP iktidarının ilk sekiz yılının CHP’nin ilk sekiz yılına (1923-1931) çok benzediğini, ikisinde de tek partili rejimin egemen olduğunu ifade eden PKK Lideri, şöyle devam ediyor:
“Tıpkı 1931’den itibaren ağırlaşan İsmet İnönü ve Recep Peker faşizmi gibi, AKP’nin de 2011 seçimlerinden itibaren diktatoryasını yoğunlaştırma ve kendi anayasasıyla pekiştirme olasılığı yüksektir. Yine tıpkı dönemin CHP’sinde olduğu gibi, sürecin sancılı geçmesi ve iç çelişkilerin artması Mustafa Kemal ile İsmet İnönü arasında olduğu gibi AKP’yi farklı rotalara saptırabilir. Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül çekişmesi gelişebilir. AKP’nin hegemonik iktidarı henüz kesinleşmediği gibi, demokratik anayasal bir rejimin kaderi de kesinleşmiş değildir. Her iki olasılıktan hangisinin kesinlik kazanabileceğini hegemonik güçlerle Türkiye’nin demokratik, sosyalist ve Kürdistan’ın demokratik özerklik mücadelesinin durumu belirleyecektir.”
İKTİDAR BAŞKA TÜRLÜ AKP’YE TESLİM EDİLEMEZDİ
Yeni hegemonik iktidar döneminde Kürt varlığı ve özgürlüğünü tasfiye amaçlı özel savaş rejiminin daha da güçlendirilerek yürütüleceğini belirten Öcalan, “AKP’nin ordu şahsında rejimin eski iktidar sahipleriyle yaptığı uzlaşmanın temelinde Kürt varlığının ve özgürlüğünün tasfiyesi ve kültürel soykırımın sürdürülmesi yatmaktadır” diyor. “İktidar başka türlü AKP’ye teslim edilemezdi” diyen Öcalan devamla şunları söylüyor:
“1925’teki Siyonist milliyetçilik ve Türk ulusçuluğu arasındaki uzlaşmanın temelinde de Kürt varlığının inkârı ve isyancı güçlerin şiddetle tasfiye edilmesi yatmaktaydı. Bu uzlaşma AKP döneminde sadece olduğu gibi kabullenilmekle kalmamış, İslami argümanlarla daha da güçlendirilerek devam ettirilmiştir. Özcesi, her üç ana akım milliyetçiliklerin ortak paydası Kürtlerin kültürel soykırımıdır. Her üç milliyetçilik diğer tüm konularda birbirlerine karşı darbe yapıp kanlı mücadelelere girseler de, Kürt gerçekliği karşısında hep ortak tavır alırlar. Faşist rejimin ‘tunç yasası’ denen olgu budur. Bu yasayı tanımayan hiçbir güce sistem içinde yaşama ve siyaset yapma hakkı tanınmaz.”
Erdoğan’ın, 2005’te Diyarbakır’da önce “Kürt sorunu bizim de sorunumuzdur” diyerek, Kürt halkının önemli desteğini arkasına aldıktan sonra, 2006’da çocuklar ve kadınları kapsamına alıp daha da geliştirilen TMK’yı sinsice çıkarmaktan çekinmediğini hatırlatan Öcalan, bu süreçte yaşananlara şöyle dikkat çekiyor:
“Çocukların ilk defa yaygın olarak tutuklanmaları, KCK operasyonları, hava saldırıları bu stratejinin gereğidir. Psikolojik savaşın her türlüsü, işbirlikçi bir Kürt sermayenin hem Güney hem de Kuzey Kürdistan’ın önemli kentlerinde çekim merkezi olarak oluşturulmaya çalışılması ve sahte Kürtçü sivil toplum örgütlerinin kuruluşu da bu yeni stratejiyle yakından ilgilidir. Buna işbirlikçi Kürt medyasını da eklemek gerekir. Spor ve sanatın birçok dalı da benzer stratejik amaçlarla kullanıma açılmıştır. Belki de en vahim uygulama, Hizbul-kontra yerine Kürt Haması’nın oluşturulması deneyimleridir. Dinci yayın ve örgütlenmelerin temel hedefi, son aşamada KCK’ye karşı kendi Kürtçü Hamas’ını kurup harekete geçirme ve başat kılmadır. Yeni dinci liseler ve Kuran kursları da bizzat açıklandığı gibi bu amaçla aceleyle tesis edilmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı tüm camileri kültürel tasfiyeciliğin hizmetine sokmuştur. Din tamamen politize edilip Kürt varlığının inkârında ve özgürlük mücadelesinin karalanmasında kullanılan bir araç durumuna indirgenmiştir.”
Nasıl ki, CHP’nin 1925-1940 döneminde Kürt direnmesi ve varlığının kanlı tasfiyeci ulus-devlet partisi olduğu gibi, 2000’li yıllardan itibaren AKP’nin de aynen ve daha da ağırlaştırılmış koşullar temelinde Kürt gerçekliğini ve Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmeyi amaçladığını ifade eden Öcalan, şöyle devam ediyor:
“AKP’nin 2002 yılının sonundan itibaren PKK içinde yürüttüğü tasfiye hareketi (ABD, Güney Kürdistan otoritesi ve PKK’li işbirlikçi tasfiyeci unsurlarla yürütülen tasfiye girişimi), 2006’dan beri diyalog adı altında DTP ve KCK’nin Avrupa temsilcileriyle sürdürülen ve bana kadar yansıyan görüşmeler, bazı devlet yetkililerinin iyi niyetine rağmen, aynı stratejinin duvarlarına çarparak boşa çıkarılmıştır. Açık ki, bu barış düşmanı tasfiyeci strateji terk edilmedikçe, yeni AKP hegemonyası altında özel savaş yoğunlaşarak devam edecektir. AKP ve dayandığı iç ve dış güçler barış konusunda stratejik bir yaklaşımı kamuoyuna açıkça deklere etmedikçe ve demokratik bir anayasa için bağlayıcı kararlar almadıkça, Kürt gerçekliğine ve Özgürlük Hareketi’ne yönelik sergilenecek her tutum, eylem ve söylem tasfiyecilikten öteye bir anlam ifade etmeyecektir.”
SON SEÇENEK DEVRİMCİ HALK SAVAŞI
Öcalan, sonuç olarak yeni hegemonik güç olan Yeşil Türk faşizminin öncülüğüne soyunan AKP’ye ilişkin şu tespitte bulunuyor:
“Türk hegemonik güçlerinin KCK’ye karşı tasfiyeci özel savaşının önümüzdeki dönemde stratejik, politik ve toplumsal açıdan önemi büyük olan gelişmelere yol açacağı kesindir. Stratejik barış kararı verilmezse, Kürdistan somutunda ve giderek komşu coğrafyalarda gelişecek olan en önemli bir olasılık da demokratik modernite perspektifli devrimci halk savaşının üst boyutlarda gelişimidir; öz savunma savaşıyla iç içe demokratik özerk yönetimlerin ekonomik, sosyal, kültürel, hukuksal ve diplomatik boyutlarda geliştirilmesidir.”
ANF/ Elif Yıldız-Mustafa Delen
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder