6 Ocak 2013 Pazar

Adım adım Roboski'den Keşan'a Kaçakçılık Çilesi…










































Nudem ATEŞ-ANF

Roboski'de Türk F-16'larının bombardımanı sonucu 34 Kürt köylüsünün yaşamını yitirdiği katliamın yaşandığı yerleri adım adım gezdik. Ortasu, Gülyazı ve Ortaköy'den, ölümü göze alarak Güney Kürdistan topraklarına giderek oradaki kaçakçılardan çay, şeker, un, mazot ve sigara getirip bunları satarak yaşam mücadelesini veren köylülerle görüştük.

Bölgenin tek geçim kaynağı olan kaçakçılığı askerler de biliyor. Geçiş güzergahımızdaki tepelerde bulunan askerler değil dürbün ile çıplak gözle bile giden kaçakçı gruplarını görüyordu. Ve ölümü göze alarak yapılan kaçakçılık, sınır kesimlerinde devletin bilgisinde yapılıyor.

Sınırda kaçakçılık güzergahında 34 kişinin bombalanarak katledildiği yolu takip ediyoruz. Geçen yıl yapılan bombardımanda telef olan katırların kemikleri, semerler, mazot bidonları halen yerinde duruyor. O katliamda kardeşini, abisini, babasını yitirenlere, henüz 13 yaşındaki çocuklara, yaşlı köylülere rastlıyoruz.

Hepsinin tek amacı var. Karşıdan getirecekleri mazot, şeker ve sigara gibi maddeleri satarak 70-100 TL kazanmak. Bazen haftada bir, bazen ayda iki üç kez aynı işi yapıyorlar.

Sınırı geçerken ve Güney Kürdistan'dan aldıkları 'kaçak' mallarla dönerken onlarla birlikteyiz. Ve soruyorlar, "Geldiniz gördünüz. Ne taşıyoruz görüyorsunuz. Eroin mi, esrar mı, silah mı taşıyoruz. Tek derdimiz çocuklarımızın, ailemizin geçimini sağlamak. Ekmek parası kazanmak. Korkuyoruz. Ama mecburuz."

Kendileri dışında çizilen sınırların ardında kalan ve doğa şartları nedeniyle tek geçim kaynağı olarak sınırları aşıp oradan getirdikleri çay, şeker, un, mazot ve sigara gibi eşyaları satarak yaşamak zorunda kalan kaçakçılarla birlikte, 34 kişinin katledildiği güzergahı takip ederek yola çıkıyoruz kaçakçı gruplarıyla. Roboski'den, Ortaköy'den, Gülyazı'dan katırlarıyla gelen köylüler hepsi. Aralarında 13 yaşında çocuklar var. Katliamda kardeşini, babasını, abisini kaybedenler var.

Yol güzergahının bir bölümü rahat. Katırlarla yola çıkıyoruz. İlerleyen saatlerde dağlık alana geldiğimizde her taraf karla kaplı. Katırlar bile zorla yol alabiliyor. Karşı tepelerde askeri üs bölgeleri görünüyor. Çıplak gözle askerleri görebiliyoruz, onlar da bizi...

Kaçakçılar gruplar halinde yolculuk yapıyor. Her grubun arasındaki mesafe 200-300 metre kadar. Yolculuk yaptığımız kaçakçılara, 'askerler bizi görüyor, nasıl geçebiliyorsunuz' dediğimizde, onlar çok rahat. "Asker görüyor bizi. Kaçakçı olduğumuzu, oradan mazot, çay, şeker getirdiğimizi biliyor. Bu kaçakçılık Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan beri sürüyor. Ağrı'dan Hatay'a kadar sınır hattında hep böyle. Çünkü insanların geçim kaynağı yok. İş yok. Yaşamak zorundayız. Yaşamak için de tek geçim kaynağımız bu kaçakçılık. Mecburuz" diyorlar.

Zor doğa koşulları altında yürüyoruz kaçakçı grupları ile birlikte. Türkiye ile Güney Kürdistan sınırını belirleyen 15 nolu sınır taşını geçiyoruz. Yaklaşık 20 metre mesafede semerler ve ölen katırlara ait kemikler halen duruyor. 28 Aralık 2011 tarihinde yapılan ikinci hava saldırısı tam burada olmuş. Yani tam sınırın sıfır noktasında.

"İlk hava saldırısı ileride, ikincisi tam bu noktada yapıldı. 18 insanımız burada katledildi diyor" bir kaçakçı. Bu katliamda kardeşi Seyithan'ı kaybetmiş. "Yaşamımız, işimiz budur, bakın birlikte olduklarımıza, hepsi köylümüz akrabamız. Bu tek yapılan iş sadece budur. Ne fabrika var, ne hayvan yetiştirmek için uygun arazi var. İmkanımız yok, sadece elimizde mevcut olan budur, yaptığımız bu iş de devlet kontrolünde. Geldiğinizde tepelerde askerleri siz de gördünüz. 34 insanımızı uçaklarla katlettiler. Biz sağ oldukça hakkımızı arayacağız" diyor.

Başka bir kaçakçı ile konuşuyoruz. 60 yaşlarında. "İş vardı da biz mi çalışmadık. Arazi vardı da biz mi ekmedik. Hayvan vardı da biz mi beslemedik. Devlet ne yapmış bize cumhuriyetten bu yana. Babam da, dedem de kaçakçılık yapıyordu. Ben de yapıyorum. Mecburuz, çünkü başka geçimimiz yok. Ya açlıktan öleceğiz, ya göç edeceğiz ya da ölümü göze alarak bu işi yapacağız. Karşıdan mazot getireceğim. Kazandığım para 100 TL. On kişilik aileye bakıyorum. Öğrencilerimiz var, hastalarımız var. Ben size soruyorum ne yapalım. Haftada bir kez ya da on günde bir kez gider geliriz ölümü göze alarak. Biz de normal bir yaşam sürmek, çalışmak isteriz. Ama gelin görün ki yok. İşte 34 kişi öldü. Aynı yolu takip ediyoruz. Aklımızı ekmek peynirle mi yemişiz bizler. Bunca riski, ölümü göze alarak bu işi yapıyoruz.

Siz de burada yaşasaydınız sizde aynı işi yapardınız" diyerek tepkisini dile getiriyor.

Zaman zaman kaçağa gittiklerinde tepedeki askerlerin uyarı ateşi açtığını kaydeden kaçakçılar, ancak askerlerin de buna engel olamadığını anlatıyorlar.

Roboski katliamında sağ kurtulan 3 kişiden biriyle görüşüyoruz. İlk saldırının yapıldığı Güney Kürdistan topraklarındaki grubun içindeymiş. "Önce uçak sesi geldi, ardından büyük bir patlama. Bulunduğumuz yer etrafı dağlarla çevrili çanak şeklinde bir yerdi. Füzelerin vurmasıyla ben kendimi görmedim. Basınç nedeniyle fırladım karın içine. 20 dakika kadar kendime gelemedim. Katırlar, insanlar hepsi parçalanmıştı. İnsanlar ile katırların organları birbirine karışmıştı. Basınçtan dolayı etkilenmiştim, yaralı değildim. Bir yandan ağlıyor bir yandan ne yapacağımı düşünüyordum. Yürüyerek tepeye kadar çıktım. Oradan telefon çekiyordu. Köyü aradım. Askerler bizi bombaladı, herkes öldü dedim. Bana inanmadılar, 'asker uyarı ateşi açmıştır, abartma' dediler. Yardım istedim ama köylüler inanmadı. 20 dakika sonra önümüzdeki grup tam sıfır noktasında onlar da vuruldu. Katliamda 3 kişi tek sağ kurtulduk. Önce sıfır noktasına asker indirmişler, ilk giden grubun önünü kesmişler. Öndeki gruptaki arkadaşlar da, 'asker uyarı amacıyla önümüzü kesmiş, az sonra çekilirler' diyerek beklemişler bir süre. Ardından asker çekildikten sonra önce arkadaki bizim grup ilk bombalandı. Sonra da ilerideki grubu bombalıyor uçaklar" şeklinde konuşuyor.

"Aynı yoldan bazen ayda bir iki kez kaçağa gidiyorum. Ölen arkadaşlara ait ayakkabılar, ölen katırların kalıntıları, semerler, mazot bidonları halen duruyor. Bunları görüyorum gidip gelirken. Ve her gidişimde o anları yaşıyorum. Bunu bana nasıl izah edersiniz. Akıl karı mı bunlar. Katliamı yaşadım, yine ölüm gidiyorum. 100 TL için. Siz söyleyin nedir bunun çözümü. Gidersem ölüm var önümde, gitmezsem açlıktan öleceğim. Elimden başka iş gelmiyor. Ne fabrika var, ne iş. Biz ne yapalım şimdi siz söyleyin" diyerek yaşadığı hayatı anlatıyor.

Kaçağa gelen 15 yaşındaki Murat ile konuşuyoruz. Bir yıldır bu işi yapıyor. Yani Roboski katliamından sonra başlamış bu işe. "9 kişilik aileme bakıyorum. Babam iş yapmıyor, aileyi ben geçindiriyorum. Bizim aileden ölen yok, ancak akrabalardan çok var. Bu işi yapmak çok zor ama seçeneğimiz yok. Öğrenciyim, 6. sınıfta okuyorum. Biz keyif için buraya gelmiyoruz. Çok soğuk oluyor, donma tehlikesi atlatıyoruz bazen. Hazırlık yapıp geliyoruz. Evimizde içecek ve içeceğimiz olsaydı biz niçin buraya gelecektik. Bu da devletin ayıbıdır. Tüm milleti buraya muhtaç hale getirmişler" diyor.

Yolda Serkan ile konuşuyoruz. 3 yıldır kaçakçılık yapıyor. Henüz 16 yaşında. Katliamda 3 dayısının oğlu, iki kuzenini ve 6 arkadaşını kaybetmiş. "Sınırın sıfır noktasına geldiğimizde yaşanan olay gözlerimizde canlanıyor, hergün aynı şeyi görüyoruz. Hem korkuyoruz, hem üzülüyoruz. Aynı akıbete uğrarım diye korkmuyorum, çünkü mecburum bu işe yapmaya, başka iş yok çünkü.

15 yıldan bu yana kaçakçılık yapan biri ile konuşuyoruz. 14 yaşından beri başlamış kaçakçılığa. Amcasını sınırda mayın patlaması sonucu kaybetmiş. Katliamda 13 yaşındaki Orhan ve 16 yaşındaki Zeydan adlı iki kardeşini kaybetmiş. Kaçağa gidenlerin hepsinin korucu yakını olduğunu, yaşamak için bu işi yaptıklarını anlatıyor. Ayda 3-4 kez gidiyor kaçağa. Aylık geliri 400-500 TL.

Devletten iş alanı yaratmasını beklediklerini anlatarak şunları söylüyor: "İşimiz olsa biz kendi canımızı riske atamayız. Mayına basacağız, asker bizi vuracak, havan, uçak bizi vuracak diye korkuyoruz. Keyfimizden gelmiyoruz, çok zor durumdayız. 100-200 lira için canımızı tehlikeye atıyoruz. Çocuklarımız için. Burada hayvancılık yok, fabrika yok. Siz burada yaşasanız ne yaparsınız" diyor.

1999 yılında hava saldırısından zor kurtulduklarını anlatan kaçakçı o tarihte yaşananları ise şöyle anlatıyor:

"1999 yılında da aynı şey oldu. Yine bir grup kaçakçı ilerliyordu sınırın öte tarafından. Bombalamak için Kobra helikopterleri kalkmış. Gülyazı Alayını bilgilendirmişler, Gülyazı komutanlığından da muhtar aranmış. Muhtar’da ‘onlar bizim çocuklarımız’ dedikten sonra bombalamadan vaz geçildi ama bu sefer farklı oldu. Türkiye Cumhuriyeti'nden böyle bir şeyi düşünemiyorduk. 13 yaşındaki çocuğun ne günahı vardı. O okul harçlığı için gitmişti, başka amacı yoktu."

Yaklaşık 5 saat süren zorlu bir yolculuktan sonra aynı kaçakçılarla birlikte tekrar yola koyuluyoruz. Sınırın öte tarafından aldıkları eşyaları katırlara yüklüyorlar. Geri dönüş yolunda katliamın yaşandığı yerden geçiyoruz. Ölenlere ait ayakkabılar, battaniye parçaları, ölen katırların kemikleri, nallar, semerler halen duruyor.

Hava kararmadan 3 ayrı köyden gelen kaçakçılarla birlikte Türkiye sınırlarının içine giriyoruz. Gidişimiz gibi, dönüşümüzü de yine askerler tepeden izliyorlar.


ANF

Hiç yorum yok: