6 Ocak 2013 Pazar

Muhatapları Öcalan Kadar Samimi mi?

Erdem Can
 
 
MGK'nın AKP Hükümeti eli ile Kürt sorununun çözümünde nihai yöntemin müzakere olduğunu yeniden ikrar etmesi olumlu bir gelişme. Bu müzakerelerin temel muhatabının PKK Lideri Abdullah Öcalan olduğunun kabulü ise Ankara egemenliğinin sorunu kavramasında yeni bir aşamayı işaret ediyor.

Yine de Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in, Öcalan ile görüşmek üzere İmralı Adası'na giden DTK Eşbaşkanı ve Diyarbakır Milletvekili Ahmet Türk ve BDP milletvekili Ayla Akat'ın Öcalan ile görüşmesini değerlendirirken kullandığı, ”Ziyarete biz izin verdik ama istismar edilirse devamı gelmez” üslubu kendi içinde bir istismarı barındırıyor. Görüşmelerin bir tarafını temsi eden AKP hükümeti üyelerinin sürecin sağlıklı yürütülebilmesi için daha dikkatli bir dil kullanmaları, bu yersiz kibir dilinden kurtulmaları gerekiyor. Sürmekte olan savaşın sonlandırılması gibi hayati bir konuda hala son derece subjektif yargılarla elindeki yetki ile tehdit etme dili barışa giden yolu başından güvensiz bir hale getiriyor.

Bu güvensiz dile bir de, hem yer yer AKP kanadından hem de Türk basınında bilinçli bir biçimde pompalanan, ”Kandil Öcalan'ı dinler mi, Avrupa örgütü ne der” gibi son derece provokatif soruları eklemek süreci zora sokmaktan başka bir fayda getirmez.

Cezaevlerinde sürmekte olan açlık grevlerinin 67. gün gibi kritik bir evresinde devreye girerek bu eylemi sonlandıran Öcalan, hem kendisi hem de KCK adına bir kez daha rollerini barıştan yana oynama kararlılığında olduklarını gösterdi. Aynı biçimde Öcalan'ın açlık grevlerinin sonlandırılması çağrısı ardından KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı imzası ile yapılan açıklamada, ”Nerede olursa olsun Hareketimizin, Kürt Özgürlük Hareketinin militanlarının, Kürt halkının yine onun öncülerinin tüm bileşenleriyle Önder Apo’yla bir bütün olduğu, Apocu militanlığın, yurtseverliğin yenilmez olduğu hakikati kendisini en yalın bir biçimde göstermiştir” vurgusunun hatırlanması gerekir.

KCK ile Öcalan arasındaki ilişki bu denli açık bir biçimde ortadayken aksi yönde bir durum varmış gibi yaparak gündemi mesnetsiz bazı sorularla boğmak, aslında barış sürecini boğmaktır. Türk Hükümeti ve basını bu süreci sekteye, akamete uğratabilecek bazı girişimleri deşifre etme yoluna gitmelidir. Erdoğan'ın Öcalan'la görüşmelerin sürdüğü yönündeki açıklamalarının ardından gerçekleşen gözaltılar, açılan yeni davalar ve Öcalan'ın kitaplarına yönelik yasaklamanın zamanlaması izaha muhtaçtır. Bu durumu ”yargı bağımsızlığı” safsatası ile geçiştirmek gayri ciddiliktir. Eğer burada iktidarın iradesini aşan bir girişim söz konusu ise bu kamuoyuna anlatılmalı. Bu sabotaj kokan girişimler bertaraf ve deşifre edilmelidir.

Hiç vakit kaybetmeden AKP Hükümeti başta sağlık sorunları bulunan KCK tutsaklarının serbest bırakılması ile başlayarak iyi niyet göstergesi olarak ilk adımlarını atmalıdır. Bu arada Türk basını da bu suni gündemleri her gün yeniden üretmek yerine, bu adımların atılması için sorgulayıcı ve ön açıcı bir yol izlemelidir. Bu otuz yılı aşkın savaşta Türk basının işlediği insanlık suçlarının telafisi için bir başlangıç olabilir.

Geçmiş bir çok deneyimden de biliyoruz ki Öcalan ve KCK'nin sivil Kürt siyaseti ile bu süreci de bir bütün olarak yürüteceği açık. Buna karşın AKP ve basının yanı sıra anamuhalefet olarak CHP ve sivil faşist blok olarak MHP'nin de katkı sunmasalar da sabote etme yoluna da gitmemeleri gerekir. Hali hazırda Kürdistan'da hiç bir siyasal valığı olmayan bu iki partinin üzerine oynayacağı zemininin Batı illeri olduğu düşünüldüğünde ırkçı hezeyanların kabarmasında etkili olacakları da aşikar.

Burada MHP'nin her ne tavır takınacaksa genel merkezin belirleyiciliğinde bir ortak tavır ya da tavırsızlık içinde olacağı açık. Ancak ülkenin Kürt sorunu, inanç özgürlüğü gibi temel sorunlarında da kendi içinde hala ortak bir dil oluşturamayan CHP'yi ağır bir imtihan bekliyor. Ortaya çıkan iradenin doğru değerlendirilmesi durumunda barışın inşasının mümkün olduğu görülüyor. Bunu sabote etme çabasına girecek CHP'nin Batı illerinde de gerilemenin sınırlarına kadar ineceği açık.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, yeni döneme ilişkin olarak, “AKP'ye yeni kredi açıyoruz, sorunu çözün” açıklaması ilk bakışta olumlu gibi görünse de kendi içinde problemler barındırıyor. Kılıçdaroğlu, çözümün bir parçası olma sorumluluğu yerine salt ”anamuhalefet” partisi olma sıfatıyla ”kredi” açan bir konumda olmayı tercih ediyor. CHP bu tavrıyla çözümün bir aktörü olmak yerine pusuda bekleyen karakter oyuncusu olmayı tercih ediyor. Kılıçdaroğlu'nun bu pasif tavrı CHP içerisindeki ırkçı bağnazlığı cesaretlendiriyor.

erdemcan@riseup.net

Hiç yorum yok: