5 Mart 2012 Pazartesi

Suriye Açmazı

 Immanuel Wallerstein

Etkili konuşmaların tonu yüksek, iç savaş çirkin olmasına karşın, hiç kimse gerçekten Esad’ın gitmesini istemiyor. Bu nedenle Esad ne olursa olsun kalacak.

Beşar Esad, dünyada en az sevilen insanlardan biri olmada zirveye doğru yükseliyor. Hemen hemen herkes tarafından zalim olmakla, gerçekten de çok kanlı bir zalim olmakla suçlanıyor. Onu kınamayı reddeden hükümetler bile ona baskıcı yöntemlerini dizginlemesi ve içerdeki muhaliflerine karşı çeşitli siyasi tavizler vermesi yönünde tavsiyelerde bulunuyor gibi görünüyorlar.


Peki, Esad’ın tüm bu tavsiyeleri görmezden gelmesi ve Suriye’nin siyasi kontrolünün devamı için yaptığı had safhadaki baskıyı sürdürmesi nasıl oluyor? Koltuğunu bırakması için neden hiçbir dış müdahale yok? Bu soruları yanıtlamak için ilkin onun gücünü değerlendirelim. Evvela, Esad’ın oldukça güçlü bir ordusu var ve şimdiye kadar, birkaç istisna dışında, ordu ile ülkedeki diğer şiddet aygıtları rejime sadık kaldı. İkincisi, bir iç savaş tanımının artarak yapıldığı bir durumda o hâlâ halkının en az yarısının desteğine hakim görünüyor.


Hükümetin kilit görevleri ve resmi kurumlar, Şiiliğin bir kolu olan Alevilerin elinde. Aleviler, nüfusun bir azınlığı ve kuşkusuz çoğunluğu Sünni olan muhalif güçlerin iktidara gelmesi halinde kendilerine ne olacağından korkuyorlar. Ayrıca kayda değer diğer azınlık güçler -Hıristiyanlar, Dürziler ve Kürtler- bir Sünni hükümete karşı aynı derecede ihtiyatlı görünüyorlar. Son olarak büyük ticaret burjuvazisi henüz Esad ve Baas rejiminin karşısına geçmiş değil.


Ama bu gerçekten yeterli mi? Eğer hepsi bu olsaydı, Esad’ın gerçekten uzun süre direnebileceğinden kuşku duyardım. Rejim, ekonomik bakımdan sıkıştırılıyor. Muhalif Özgür Suriye Ordusu, Irak Sünnilerinden ve muhtemelen Katar’dan silah desteği alıyor. Ve dünya basını ile her tür politikacıdan gelen kınama korosunun sesi günden güne daha güçlü çıkıyor.


Buna karşın bugünden bir ya da iki yıl sonra, Esad’ı gönderilmiş veya rejimi kökten değişmiş olarak bulacağımızı düşünmüyorum. Nedeni, onu en güçlü sesle suçlayanların, onun gitmesini gerçekten istememeleri. Bunları tek tek inceleyelim.


Suudi Arabistan: Dışişleri Bakanı New York Times’a “Şiddet durdurulmalı ve Suriye hükümetine daha fazla şans tanınmamalı” dedi. Bu sözler gerçekten sert, ancak arkasından gelen “Uluslararası müdahale reddedilmeli” kısmı işin rengini değiştiriyor. Gerçek şu ki, Suudi Arabistan, Esad karşıtlarına inanılmasını istiyor ama ardından gelecek hükümetten de çok korkuyor. Esad sonrası (muhtemelen oldukça anarşik/kargaşalı) bir Suriye’de El Kaide’nin bir dayanak bulacağını biliyor. Ve Suudiler, El Kaide’nin ilk hedefinin Suudi rejimini devirmek olduğunu da biliyor. Öyleyse “uluslararası müdahaleye hayır.”


İsrail: Evet, İsrailliler aklını İran ile bozmayı sürdürüyor. Ve evet, Baas Suriye’si, İran dostu bir güç olmaya devam ediyor. Fakat aslına bakılırsa Suriye, İsrailliler için nispeten sessiz bir komşu, bir istikrar adası olmuştur. Evet, Suriyeliler Hizbullah’a yardım ediyor ama Hizbullah da nispeten sessiz. İsrailliler, Baas sonrası Suriye’de çalkantı riskini almayı gerçekten neden istesin ki? Hem o zaman iktidarı kim alacak ve bunlar kendi meşruiyetlerini İsrail’e karşı cihat ilan ederek kurmak zorunda kalmayacak mı? Ve Esad’ın düşüşü, Lübnan’ın şu an keyfini çıkarıyor göründüğü nispi sakinliğinin ve istikrarının altüst olmasına, Hizbullah radikalizminin güçlenmesi ve yenilenmesi ile sonuçlanmasına neden olmaz mı? Esad’ın düşmesi durumunda İsrail’in kazanacağı pek bir şey yok, kaybedeceği ise çok şey var.


ABD: ABD hükümeti, kendinden emin konuşuyor. Ama pratikte ne kadar ihtiyatlı olduğunun farkında mısınız? Washington Post 11 Şubat’taki bir haberine şu başlığı attı: “Katliam yapılırken ABD Suriye’de ‘iyi bir seçenek’ görmüyor.” Makale ABD hükümetinin “askeri müdahale heveslisi olmadığına” işaret ediyor. “Bu sadece özgürlük meselesi değildir” sözleriyle durumu itiraf edecek kadar dürüst olan Charles Krauthammer gibi neo-con entelektüellerin baskısına karşı heves yok. Onun da dediği gibi, bu gerçekten İran’daki rejimi yıkmak ile ilgili.


Ama Obama ve danışmanlarının iyi bir seçenek görememesinin nedeni tamamen bu mu? Libya’ya operasyon için sıkıştırdılar. ABD’nin pek can kaybı olmadı ama sonuçta gerçekten jeopolitik fayda sağladılar mı? Yeni Libya rejimi, şayet yeni bir Libya rejiminden söz edebilirsek, daha mı iyi? Ya da bu, Irak’tan çıkışına neden olan uzun süreli bir iç istikrarsızlık sürecinin başlangıcı mı?


Bu nedenle Rusya, Suriye üzerindeki Birleşmiş Milletler önergesini veto ettiğinde, ABD’nin derin bir oh çektiğini anlayabildim. Çatışmanın hedefini büyütmeye ve Libya tarzı bir müdahale başlatmaya yönelik baskı kaldırıldı. Obama, Rus vetosu ile cumhuriyetçilerin Suriye tacizine karşı korunmuştu. ABD’nin Birleşmiş Milletler’deki elçisi Susan Rice, suçu Rusların üzerine atabilir. “İğrençlerdi” dedi o; oh ne diplomatça.


Fransa: Suriye’de bir zamanların egemen rolüne her zaman hasret duyan Dışişleri Bakanı Alain Juppé, bağırıyor ve suçluyor. Ya askeri birlikler? Şaka yapıyor olmalısın. Yaklaşan bir seçim var ve askeri birlikleri göndermek asla destek görmez, özellikle Libya’da olduğu gibi pastadan dilim alamadığından beri.


Türkiye: Türkiye, Arap dünyasıyla ilişkilerini son on yılda inanılmaz derecede geliştirdi. Sınırlarındaki iç savaş nedeniyle kuşkusuz mutsuz. Bir tür siyasi uzlaşma görmekten mutlu olur. Ama Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, garanti vererek şunları söyledi: “Türkiye taraf değiştirmiş ordu mensuplarına silah ya da destek sağlamıyor.” Türkiye aslında tüm taraflarla dost kalmayı istiyor. Ve ayrıca Türkiye’nin kendi Kürt sorunu var ve Suriye, şimdiye dek yapmaktan çekindiği şeyi yapıp Kürtlere aktif destek verebilir.


Bu şartlar altında kim Suriye’ye müdahale etmeyi ister? Belki Katar. Ama Katar, zengin olsa bile hemen hemen hiç büyük bir askeri gücü yok. Sözün özü, etkili konuşmaların tonu yüksek, iç savaş çirkin olmasına karşın, hiç kimse gerçekten Esad’ın gitmesini istemiyor. Bu nedenle Esad ne olursa olsun kalacak.


15 Şubat 2012


[Immanuel Wallerstein’ın kişisel sitesindeki İngilizce orijinalinden Sendika.Org tarafından çevrilmiştir]

Hiç yorum yok: