5 Mart 2012 Pazartesi

Karayılan: Açlık Grevlerinde İnisiyatif Eylemcilerde

Behdinan - KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, açlık grevlerine ilişkin İmralı’dan gelen mesajı değerlendirerek, açlık grevindeki eylemcilerin inisiyatifli olduğunu söyledi: "Kendi iradeleriyle kendileri karar vermişler. Önderliğimizin yansıyan görüşleri de var ama sürecin bize dayattığı gerçeklikler de söz konusu. Ben eylemcilerin bütün bu gerçekliklere dayanarak kararlarını vereceklerini ve inisiyatifli olmaları gerektiğini düşünüyorum."

ANF’nin sorularını yanıtlayan KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, cezaevlerinden başlayarak yayılan açlık grevleri, Pozantı cezaevinde Kürt çocuklarına yapılan insanlık dışı muameleler, Adıyaman’da işaretlenen evler, Kürt dil konferansı ve Mart ayı eylemlerine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

* Tutuklu BDP milletvekilleri ile PKK ve PAJK’lı tutsakların 15 Şubat’tan bu yana başlattıkları süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemleri, yine Avrupa’da ve birçok yerde başlatılan açlık grevi eylemleri sürüyor. BDP’li Belediye Başkanları da destek amacıyla iki günlük açlık grevi eylemi gerçekleştirdi. Başlatılan bu eylemliliklere yönelik İmralı’da tutsak olan Cumali Karsu’nun avukatlarına göndermiş olduğu bir faks da var. Siz Hareket olarak bu gidişatı, eylemlilikleri ve Karsu’nun mesajını nasıl değerlendiriyorsunuz?

İmralı’da Önder Apo’ya karşı geliştirilen sistem, bir işkence sistemidir. Bu sistem, aslında Önder Apo şahsında tüm Kürt halkına karşı geliştirilen bir sistemdir. Türk sömürgeciliğinin başta İmralı’da olmak üzere, Kürdistan çapında geliştirdiği, bastırma, ezme, geri adım attırma ve teslim almaya dönük bir sistemdir. Buna karşı Önder Apo ve yanındaki yoldaşlar, dik durarak, anlamlı, sabırlı, metanetli bir duruşu sergileyerek, direnmektedirler. Bu sisteme karşı mücadele vermek ve onunla mücadele halinde olmak tüm Kürdistanlıların, tüm yurtseverlerin ve siyasetçilerin bir görevi durumundadır. Çünkü “İmralı İşkence Sistemi” var olduğu müddetçe Kürt sorununun çözülmesi, barışın gelişmesi ve Kürt halkının özgürleşmesi mümkün değildir. Kürdistan'da barış, Kürt halkının özgürlüğü ve halklar arası kardeşliğin yolu bu sistemin ortadan kalkmasından geçmektedir. İmralı’da geliştirilen sistem kesinlikle bir sömürgeci soykırım siyasetinin uygulama biçimi olup, tüm Kürt halkına yönelik bir uygulamadır.

AÇLIK GREVLERİNİ SELAMLIYORUM

Bu açıdan başta zindanlarda bulunan 4 BDP’li milletvekili ile birlikte değerli Kürt siyasetçilerinin ve 400’ü aşkın devrimcinin sürdürmekte olduğu açlık grevi çok önemli ve anlamlı bir eylemdir. Aynı biçimde bir Avrupa merkezi konumunda bulunan Strasbourg’da gerçekleştirilen eylem de aynı amacı taşıyan değerli bir çıkıştır. Yine bu eylemcileri destekleyen, başta BDP’li parlamenterlerin ve Belediye Başkanlarının 2 günlük destek eylemleriyle halkımızın Kürdistan’da, Türkiye’de ve Avrupa’da gerçekleştirdikleri açlık grevlerinin tümü güçlü bir sahiplenmeyi ifade etmektedir. Ben gerek zindan ve Avrupa’daki eylemcilerini, yine tüm destekleme eylemcilerini en içten devrimci duygularla selamlıyorum. Onların başlattıkları açlık grevi eylemini anlamlı buluyor ve destekliyoruz.

KENDİNİ YAKMA ASLA KABUL EDİLECEK BİR EYLEM DEĞİL


Cumali Karsu arkadaşın avukatlarına göndermiş olduğu mesaj elbette ki önemli ve anlamlı bir mesajdır. Hiç kuşku yok ki bu mesaj aynı zamanda Önder Apo’nun görüşünü de yansıtmaktadır. Anlaşılıyor ki Önderliğimiz, kendisinin özgürlüğü için geliştirilen bu eylemlere hem değer biçmekte hem de ahlaki olarak yaklaşmakta ve kimsenin fiziki zarar görmesini istememektedir. Aynı biçimde kendini yakma eylemlerini de kesinlikle istememekte ve şiddetle karşı çıkmaktadır. Gerçekten de kendini yakma eylemleri, bu dönemin eylemi olmayıp, asla kabul edilemeyecek bir eylem biçimidir. Bütün bu konularda biz Önderliğimizin tutumunu anlıyor ve çok anlamlı görüyoruz. Bu mesaj yüksek bir duyarlılığı ifade etmektedir. Ancak aynı mesajın içeriğinde sürecin nasıl bir tıkanmayı yaşadığı ve ne kadar ağır-ciddi bir süreç olduğu da yansıtılmaktadır.

BU SÜREÇTE YAŞANACAK GELİŞMELER HALKIMIZIN GELECEĞİNİ BELİRLEYECEK

Açık ki Kürdistan halkı soykırım kıskacına alınmış bir halktır ve bu soykırım politikasının en etkili bir biçimde yansıdığı yer de İmralı’da uygulanan sistemdir. Bununla birlikte, başta Önderlik avukatları olmak üzere tüm topluma dönük hiçbir dönemde görülmedik bir tutuklama ve zulüm siyaseti yürürlüktedir. Zindanlarda ve sokaklarda halkımıza karşı uygulanan zulüm ve faşist baskı politikası her gün hükmünü icra etmektedir. Kürdistan boydan boya bir savaş ve işkence ortamına dönüştürülmüş durumdadır. Bu açıdan bu yok edici-sömürgeci zihniyete karşı ister zindanlarda olsun, ister dışarıda olsun her zeminde mücadelenin yükseltilmesi meşru ve temel bir görev durumundadır. Böylesi önemli bir dönemde, mücadelenin bedelleri göze alınmadan, mücadelenin başarıya gitmesi de mümkün değildir. Biz hareket olarak hem AKP devletinin Kürdistan'da uygulamakta olduğu politikaları ve İmralı’da geliştirdiği uygulamaları, hem de bölgesel düzeyde yaşanan gelişmeleri göz önüne alarak, önümüzdeki süreci Kürt halkının özgürlük mücadelesi açısından stratejik bir süreç olarak görüyoruz. Bu süreçte yaşanacak gelişmelerin halkımızın geleceğini belirleyeceği açıktır.

AÇLIK GREVLERİ KONUSUNDA İNİSİYATİF EYLEMCİLERDEDİR


Bunlardan hareketle şunu belirtmek mümkündür: Bütün alanlarda, bütün kurum ve kişiler bu süreçte Önderliğimize ve halkımıza dayatılan işkence ve imhaya karşı mücadele yürütme inisiyatifine sahiptir. Bu açıdan açlık grevindeki eylemcilerin de inisiyatifli olduğunu düşünmekteyiz. Kendi iradeleriyle kendileri karar vermişler. Önderliğimizin yansıyan görüşleri de var ama sürecin bize dayattığı gerçeklikler de söz konusu. Ben eylemcilerin bütün bu gerçekliklere dayanarak kararlarını vereceklerini ve inisiyatifli olmaları gerektiğini düşünüyorum. Fakat destekleme eylemlerinin sadece açlık grevi biçiminde değil, daha aktif-değişik eylemler biçiminde olması daha gerçekçidir. Çünkü dışarıdaki insanların sadece açlık grevi değil, zengin eylem biçimlerini geliştirme imkanı vardır. Bu nedenle dönemin ruhuna uygun aktif eylemselliklerle eylemcilere ve onların amaçladığı Önder Apo’nun özgürlüğüne bağlılığı ifade etmek, bunu toplumsal düzeyde yaygınlaştırmak önem taşımaktadır.

15 Şubat 2012 ile birlikte başlayan bu süreç, devrimci militanların tüm gücüyle yeterli öncülük görevlerini yapması ve Kürt siyaseti ile yurtsever halkımızın da yüksek bir fedakarlıkla dönem görevleri karşısındaki sorumluluklarını yerine getirmesi gereken bir süreçtir. Topyekun saldırı savaşına karşı kapsamlı bir direnişin her alanda ve her zeminde geliştirilerek mutlaka başarı sağlamamız gereken bir dönemdeyiz. Bu açıdan halkımızın ve tüm yurtsever-demokrat çevrelerin en fazla bu dönemde Önderliğimize sahip çıkmaları, Önderliğimizin özgürlüğü için mücadeleyi yükseltmeleri gerekmektedir. Çünkü Önder Apo’nun özgürlüğü, aynı zamanda Kürt sorununun çözümü, tüm halkımızın özgürlüğü ve barışın bu topraklarda geliştirilmesi anlamına gelmektedir.

ULUSAL KÜRT DİLİ KONFERANSI ÖNEMLİ
* 2 Mart günü Amed’de başlayan ve 3 gün süren “Ulusal Kürt Dili Konferansı”na ortak dil tartışmaları damgasını vurdu. Kürdistan’ın her parçasından ve yurtdışından da birçok dil bilimcinin katıldığı bu konferansa ilişkin siz neler söyleyeceksiniz?

Amed’de geliştirilen Ulusal Kürt Dili Konferansı önemli bir çalışmadır. Bu çalışmaya katkısı olan, katılmış bulunan herkesi selamlamak istiyorum. Kürt dilinin, asimile edilmek, yok sayılmak ve ortadan kaldırılmak istenen bir dil olduğu gerçeği dikkate alındığında bu tür çalışmaların anlamı ve önemi kendiliğinden anlaşılır. Kürt dili, Kürdistan üzerindeki sömürgeci devletlerin bütün asimilasyoncu politikalarına karşı direnerek, bugüne kadar varlığını sürdürebilmiştir. Eğer Kürt dili ve edebiyatındaki tarihin derinliklerine dayanan zenginlikleri olmasaydı, Kürdistan'da - özellikle de Kuzey Kürdistan’da- Kürtçenin ayakta kalması çok zor olurdu. Ama Kürt dilinin zenginliği ve sağlam zeminlere dayanma gerçekliği onu yaşatabilen temel olgu olmuştur.

HİÇBİR LEHÇE ÖNE ÇIKARILMADAN TÜM LEHÇELER YAŞATILMALI

Gelinen aşamada Kürt dilinin sorunlarını tartışmak, özellikle Kürdistan'da tüm parçalar arasında ortak bir konsensüse ulaşmak gerçekten gerekliydi. Basından edindiğimiz bilgilere göre ulusal bir Dil Hareketi öngörülüyor. Bunun için bir yönetimin oluşturulması kararı alınmıştır. Yine ortak alfabenin belirlenmesi hedefleniyor. Ayrıca tüm lehçeler arasında bir ortaklaşmanın geliştirilmesi tartışılıyor. Bütün bu konuların önemli olduğunu, gerekli olduğunu belirtmek gerekiyor. Fakat kapitalist modernitenin geliştirdiği ulus-devlet anlayışının özellikle dayattığı tek dil, tek devlet, tek vatan, vb. tekçi yaklaşımın burada esas alınmaması önemlidir. Kürt dilinin var olan lehçeleri, Kürt dil zenginliğini yansıtan gerçekliklerdir. Kürt dilinin tüm lehçelerini korumak da Kürt dil kurumlarının ana görevi olmalıdır, diye düşünüyoruz. Hiçbir lehçe öne çıkarılmadan, tüm lehçelerin yaşatılması temelinde ortak bir dile ulaşma belki düşünülebilir. Yoksa lehçelerin asimile edilmesi temelinde tek bir ortak dile gitmek doğru olmayacaktır. Eminim ki bu durum göz önünde bulundurularak, kararlar geliştirilmiştir.

KÜRT HALKI KENDİ ANADİLİYLE KONUŞMAK VE YAŞAMAK İSTİYOR

Bugün Kürt halkı her yerde kendi anadiliyle okumak, konuşmak ve yaşamak istiyor. Kürtler başka dillere düşman değildir. Bulunduğu ülkedeki egemen devletin dilini de kullanır ama öncelikle kendi anadilini kullanmak durumundadır. Kendi anadiliyle eğitim hakkı, insan hakları kapsamında kullanması gereken doğal bir haktır. Çağımızda dünyanın hiçbir yerinde toplumların anadiline yasak getirilmemektedir. Ancak bugün Türkiye’de bu hak, kamusal alan başta olmak üzere hayatın tüm alanlarında ve tabii ki eğitim alanında yasaklanmıştır. Bu insan doğasına ve toplumlar gerçeğine aykırı bir durumu ifade etmektedir. Bir dili zorla başka bir topluma dayatmak kadar daha geri, daha ilkel ve insanlık dışı bir uygulama olamaz. Bu açıdan Kürtler çok meşru bir biçimde bulundukları bütün ülkelerde artık dil hakkını kullanmak istemektedir. Buna karşın, AKP iktidarının şu veya bu biçimde yaptığı yakıştırmaları, “Kürtçe medeni bir dil değildir” türünden geri yaklaşımları veya “evde, çarşıda konuşabilirsiniz ama eğitim dili olamaz” türünden sömürgeci zihniyeti yansıtan politikaları sonuç alamaz. Bu politikaları geçerli değildir. Kürt halkının doğal, meşru ve çağdaş istemi kendi anadiliyle okumak ve yaşamaktır. Hiç kimse bunun önüne geçemez; bu doğal hakkı tartışmak bile ancak ve ancak sömürgeci zihniyetin bir yansıması olabilir.

POZANTI’DA ÇOCUKLAR İNSANLIK DIŞI UYGULAMALARA MARUZ KALDI
*Adana Pozantı M Tipi Cezaevi’nde Kürt çocuklarına yönelik işkence, tecavüz, gibi uygulamalar, çocukların yazdığı dilekçelerle ortaya çıktı. Ayrıca cezaevi yöneticilerinin terfi edildiği de öne sürülüyor. Siz bu durumu Kürt çocukları ve Kürt halkı açısından nasıl yorumluyorsunuz?

Aslında bu durum çocukların şimdi dilekçe yazmasıyla ortaya çıkmadı. Bu uygulamalara maruz kalan çocuklar, iki yıl önce dilekçe yazmışlardır fakat o dilekçelerin hasıraltı edildiği, görmezden gelindiği ve olayın üzerine gidilmediği anlaşılmaktadır. Ancak geçen yıl dışarıya çıkmış bulunan çocukların İHD Mersin Şubesi’ne dilekçe yazmalarıyla ve yine şimdi bütün yönetimi ve birçok çalışanı tutuklu bulunan Dicle Haber Ajansı’nın bunu haberleştirmesi sonucu gündeme girmiş bir durumdur. Devlet hep bunun üstünü örtmek istemiştir. Hatta basından izlediğimiz kadarıyla İHD’ye yazılan dilekçelerin geri alınması için polis devreye girmiştir. Yine belirttiğiniz gibi başlangıçta o cezaevinin yöneticilerinin terfi edildiğini öğrenmiş bulunuyoruz. Fakat olay bütün boyutlarıyla açığa çıkıp, artık üstü örtülemeyecek düzeye gelince, AKP hükümeti konuya ancak eğilmiştir. Şimdi Adalet Bakanı, “dört görevli memuru görevden alarak, başka yerde görevlendirdik” diyor. Topluma ve kamuoyuna dönük yapılan konuşmalar yüzünden binlerce insanı içeri atmışsınız da; yüz kızartıcı olan ve insanlığa sığmayan derecede suç işleyen bu cezaevi yetkililerinin cezası sadece görevden alınma mıdır? Açık ki değildir ama bu uygulamalar devletin Kürtlere yönelik icraatının bir sonucu olarak ortaya çıktığı için sadece o memurlar değil, sistem de bundan sorumlu ve suçludur. Bu gerçeği bildikleri için bu uygulamaları yapan memurlara şöyle hafiften yaklaşmaktadırlar. Bu memurlar “iyi çocuklar” olmaktadırlar.

Şimdi şurası bir gerçek; Türk devlet sisteminin birçok bozukluğu vardır. Yani çocuk cezaevinde genel anlamda da yaşanan birçok sorun olabilir. Ama burada bu çocuklar Kürt oldukları için ve taş attıkları için özel olarak işkenceye, tacize ve çeşitli insanlık dışı uygulamalara maruz kalmışlardır. Hatta tecavüz olayları bile yaşanmıştır ve bunlar bizzat en tepedeki müdür denilen kişilerin yönlendirilmesiyle yapılmaktadır. İşte Türk sömürgecilik gerçeğinin Kürt çocuklarına yaklaşımı budur; iki yıl boyunca hep üstü örtülmek istenmektedir.

POZANTI’DAKİ VAHŞETİ GÖRÜNCE YÜKÜMÜZÜN NE KADAR AĞIR OLDUĞUNU HİSSEDİYORUZ
* Peki, neden üstü örtülmek isteniyor?

Çünkü bu, bir devlet politikasıdır. Kürtlerin çocuklarına her türlü hakareti yap, yaşamını boz, onuruyla oyna, psikolojisi yerinde bir kişi olmaktan çıksın; hedefledikleri budur. Aynı şeyi biz Siirt ve Mardin’deki kız çocuklarına karşı geliştirilen tecavüz davalarında da görmedik mi? Açık ki Türk devletinin Kürt halkına düşmanca yaklaşımı değişik zeminlerde, değişik vahşi saldırılar biçiminde çocuklarımıza, kadınlarımıza, gençlerimize yansımaktadır. En tepedeki Başbakan kalkar, Kürt siyasetine küfreder ve onu hedef gösterirse, alttaki memur da bu biçimde işkence, taciz ve tecavüz yapar. Bundan AKP hükümetinin zihniyeti sorumludur. Dikkat edelim bu tür uygulamalar en çok AKP hükümetinin döneminde artmıştır. Tecavüz olayları ve insanlık dışı uygulamalar hep bu hükümet döneminde artmış bulunmaktadır. Bu bir zihniyettir ve Kürt halkını rencide etme, onursuzlaştırma, böylece de teslim alma politikalarının birer uygulamaları olarak yaşam bulmaktadır. Biz bunu iyi biliyoruz. Ama onurlu Kürt gençleri, tüm değerli Kürt kızları ve erkekleri, Türk sömürgeciliğinin-AKP faşizminin dayattığı bu onursuzluğa karşı onur mücadelesini ve savaşını yükselterek buna cevap vereceklerdir.

Nihayetinde bu Pozantı’daki insanlık rezaleti, vahşeti ve çocuklarımıza yapılanları gördükçe yükümüzün ne kadar ağır olduğunu hissediyoruz. Mutlaka bu yükün altından çıkmalıyız. Mutlaka buna cevap olmalıyız.

BİZ ARTIK BU TÜR İĞRENÇ UYGULAMALARDAN BIKTIK

Buna “artık yeter” demeliyiz. Sömürgeciliğin bu insanlık dışı uygulamalarına artık biz Kürt halkı olarak yeter demek zorundayız. Bir şeref varsa, bir haysiyet varsa ve bir değer varsa yapacağımız tek şey, bu tür vahşi sömürgeci uygulamalara karşı sessiz kalmamak, artık yeter diyerek gereken cevabı vermek ve çocuklarımıza sahip çıkmaktır. Başka yolu yoktur. Biz artık bu tür iğrenç, faşist uygulamaları duymaktan bıktık. Kürt gençliğini düşürme, yozlaştırma, alçakça uygulamalarla teslim alma uygulamaları karşısında tüm Kürt halkı isyan halinde olmak zorundadır. Biz buna karşı sessiz kalamayız. Buna cevap vermek boynumuzun borcudur. Bu, Türk sömürgeciliğinin Kürt halkına, Kürt çocuklarına karşı nasıl yaklaştığının aynasıdır, başka bir şey değildir.

ADIYAMAN’DA ÖZEL SAVAŞ UYGULAMALARI
* Adıyaman’da Alevi Kürtlerin evlerinin işaretlendiği basına yansıdı. Alevi Kürtlere yönelik bu durum geçmiş dönemlerde Kürtlere yönelik bazı uygulamaları hatırlatıyor. Sizce bu neye işarettir?

Adıyaman’da Alevi Kürt insanların evlerinin işaretlenmesi de az önce belirttiğim sömürgeci yaklaşımın bir başka versiyonudur. ‘78’de Maraş’ta bunu yaptılar ve Alevi Kürtlerin hepsini Maraş’tan sürdüler. Bugün o Kürtlerin hepsi mülteci durumunda, yurtdışında yaşamaktadır. Böylece Maraş’ı ele geçirdiler. Belli ki şimdi de Adıyaman’ı ele geçirmek istiyorlar. Zaten gericilik bir biçimde Adıyaman’a hakim olarak Kürdistan’a dönük politikalarını etkili kılmak istemektedir.

Bunu ne amaçla yapmış olabilirler? En azından korkutup, kaçırtmak ve belki de katletmek planları vardır ama böyle bir plan hayata geçmese bile Kürtlerin sineceği, korkacağı, ya kaçacağı ya da teslim olacağı varsayılmaktadır. Yani bunlar Kürtleri bastırmaya dönük planlı uygulamalardır. Birer özel savaş uygulamaları olarak adım adım hayata geçirilmektedir. Pozantı’daki uygulamaların amacı ne ise Adıyaman’da evlere yapılan işaretlerin amacı da odur. Kürt çocuklarını, Kürt insanlarını, Kürt Alevilerini teslim alma ve amaçları Kürdistan'da sömürgeciliği her boyutta egemen kıldırmaktır.

*İçişleri Bakanı da “iki-üç çocuğun işidir” diyerek yönelimi gerçekleştirenleri korumaya çalıştı…

Evet. Bu konuyu çözmekle görevli olması gereken zatın daha bir hafta önce, Taksim’deki mitingde nasıl şovenist salyalar akıttığını herkes gördü. Sömürgeci-faşist kimliğini çok iyi bildiğimiz bu kişinin kalkıp da burada kendi kimliğinde direnen Kürtlere karşı insani bir yaklaşımı geliştirmesi ve doğru söylemesi mümkün mü? Elbette değil. Belli ki işin başındaki adam zaten odur. Onun için hemen peşinen “iki-üç çocuğun işidir” diyor. Buna gerekçe olarak da yazıların yaşça olgun bir insanın boyu düzeyinde yüksek değil de biraz daha alçak yazılmış olmasını göstermektedir. Belki de bu planlı bir biçimde yapılmış bir şeydir. Yani bu zatın vermiş olduğu cevap da sömürgeciliğin neyi, nasıl ele aldığı ve aslında bu tür tehlikeli durumları nasıl hafife alarak meşrulaştırmak istediklerini göstermektedir. Bu açıdan sömürgeciliğin Kürt halkını teslim alma mücadelesinde bir yaygınlığın olduğunu söylemek gerekiyor. Hayatın bütün alanlarına yedirilmiş bir özel savaş uygulaması söz konusudur. Kürtlere ve Alevilere dönük bir sindirme ve teslim alma politikası vardır. Bu çerçevede bütün bunlar geliştirilmektedir.

8 MART MESAJI
* 8 Mart vesilesiyle Kürt kadınları ve dünya emekçi kadınlarına yönelik bir mesajınız var mı?

Kapitalist modernite zihniyetinin bütün eşitlikçi-özgürlükçü söylemlerine rağmen bugün dünyanın her tarafında kadın cinsi erkek egemenlikli zihniyet tarafından ezilmekte, angaryaya tabi tutulmakta, hor görülmekte, küçük düşürülmekte ve değişik biçimlerde sömürüye tabi tutularak, sömürülen bir cins konumunda tutulmaktadır. Çağımızın en çok ezilen ve sömürülen kesimi kadın cinsidir. Kadın cinsinin kurtuluş sorunu, eşitlik ve özgürlüğü kazanma sorunu, tüm insanlığın bir sorunudur. Egemenlikçi zihniyetten sıyrılmış, gerçek anlamda demokratik bir zihniyete sahip eşitlikçi her kişinin mutlak surette kadın özgürlüğünü olmazsa olmaz bir biçimde savunması ve bunun için mücadele etmesi gerekmektedir. Çağımızda devrimciliğin yegane temel ölçütü budur. Kadın özgürlüğü için mücadele etmeyen, kadın özgürlüğünü savunmayan, erkek egemenlikçi yaklaşımı normal gören ya da görmezden gelen veyahut bir biçimde süzgeçten geçirerek erkeğin dayattığı ölçüleri eşitlik sayan yaklaşımlar aşılmadan devrimci olunamaz.

Bu açıdan Önder Apo, dünya çapında solun yaşadığı temel birçok sorunda yeni açılımlar yaptığı gibi en çok da kadın konusunda, kadın özgürlüğüne bakış konusunda çok anlamlı bir çıkış ve açılım yapmıştır. Özellikle Kadın Kurtuluş Çizgisi’ni ve İdeolojisi’ni geliştirerek, kadın cinsinin özgürlük mücadelesini insanlığın bir sorunu olarak ortaya koyması ve temel bir devrim sorunu olarak görmesi çok önemli bir devrimsel çıkış olmuştur.

Bu çıkış temelinde Kürdistan'da geliştirilen mücadele ve tartışma, kadının köleliği sorgulaması, erkeğin egemenliği sorgulaması Kürdistan'da sosyal bir devrime yol açacak düzeyde önemli gelişmeler yaratmıştır. Kürt kadınının bugün ulaşmış olduğu özgürlükçü duruş ve performans tamamen buna dayanmaktadır. Önder Apo’nun geliştirdiği Kadın Kurtuluş Çizgisi temelinde büyük kadın devrimci militanların ortaya çıkması, daha başlangıçta Saadetlerin, Rukenlerin, Diclelerin, yine Bêrîvanların, Azîmelerin, Zelallerin, Bêrîtan ve Zîlanların, Şîlan ve Nûdaların ve de Çîçeklerin militanlaşarak, büyük bir iradeyi ortaya koymaları Kürt kadınının tarihin derinliklerinden gelen büyük birikiminin, gücünün ve özgürlükçü sesinin yansıması ve çağrısı olmuştur. Kürt kadını bugün Kürt halkının özgürlük mücadelesinin en önemli bir gücü ve öncüsü durumundadır. Önder Apo’nun gerçekleştirdiği teorik perspektif ve Kürt kadınının da büyük bir direniş sergileyerek-yüksek bir irade ortaya koyarak sağladığı bu büyük gelişme aslında tüm dünya kadınları açısından önemli bir güç kaynağı ve önemli bir mesaj olmuştur.

Belki biz bugün bütün dünyaya bunu taşıramıyoruz ancak Kürdistan gibi feodalitenin oldukça etkin olduğu bir zeminde bu denli özgürlükçü bir kadın hareketinin ortaya çıkmasının tesadüfi olmaması gerekir; normal ve sıradan bir durum da değildir. Çok önemli bir toplumsal gelişme durumudur. Bunun hem Dünya Emekçi Kadınlarına güç katacağı ve hem de Kürt sorununun çözümünde önemli bir rol oynayacağı açık ortadadır. Bu önemli devrimsel kadın gerçeğine dayanarak ve kadının dünya çapında özgürlük arayışçısı olma düzeyi dikkate alınarak, önemle ele alınması gereken bir sorun olduğu açıkça görülecektir. Ben bu temelde 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü tüm Dünya Emekçi Kadınlarına ve Kürdistan emekçi, özgürlükçü yurtsever kadınlarına ve değerli şehit analarımıza kutluyor, onların özgürlük mücadelesinde üstün başarılar diliyorum.

Kürt kadınının, bu yıl 8 Mart etkinliklerini Hakkari ve Nusaybin’den başlayarak Amed’e kadar uzanan ve Kürdistan'da boydan boya bir direniş içerisinde Önder Apo’nun özgürlüğü ve Kürt sorununu çözme temelinde kadın özgürlüğünü savunuyor olması önemli ve büyük bir özgürlükçü duruştur. Tüm Kürdistan kadınının bu özgürlükçü duruşunu bütün hareketimiz adına selamlıyor, her zaman onların özgürlükçü duruşunun arkasında olduğumuzu, bu duruşun insanlığın kurtuluşunu sağlayacak bir duruş olacağı inancıyla, tekrardan üstün başarı dileklerimi ifade etmek istiyorum.

* 5 ve 8 Mart’la birlikte başlayarak, Mart ayının Newroz etkinlikleri ve sonrasında da yoğun bir ay olacağı anlaşılıyor. Bu yönlü genel olarak Mart ayının önemine ilişkin neler söyleyebilirsiniz?

Evet, Mart ayı Kürdistan halkı ve Özgürlük Mücadelesi açısından önemli bir aydır. Bu, tarih boyunca şekillenen ve olagelen bir durumdur. Kürdistan'da kış mevsimi genellikle çok ağır geçer. Kıştan bahara giriş ayı olan Mart ayı birçok hareketlenmenin, kışta yaşanan yoğunlaşmanın dışa vurduğu bir ay olarak hep pratikleşmiştir. Newroz ayı olmasının da bundan ileri geldiği anlaşılmaktadır. Kürt halkının dağlarda sağladığı kış yoğunlaşmasını baharla birlikte bir hamle geliştirmesi, direnişi yükseltmesi biçiminde Newroz Bayramı tarihteki yerini bulmuştur.

Newroz geleneksel olarak bir direniş sürecidir. Direniş, birlik ve özgürlük bayramı olarak kutlanmasının nedeni de budur. Öte yandan daha birçok anlamlı direnişin ve çıkışın bu ayda gerçekleşmiş olduğunu biliyoruz. Özellikle 5 Mart 1991’de Güney Kürdistan halkımızın Ranya’da gerçekleştirdiği çıkışın ve peşi sıra Süleymaniye ve diğer alanlara yayılarak, 5 Mart ayaklanmasının oluştuğu bilinmektedir. Güney Kürdistan halkımızın 5 Mart’ta Ranya’da başlayan bu çıkışının Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nde önemli bir yeri vardır. Biz 5 Mart ayaklanmasının 21. yıldönümünü kutluyor ve bu mücadelede yaşamını yitiren tüm şehitlerimizi anıyoruz. Bugün Güney Kürdistan'daki kazanımların geliştirilmesi, giderek ulusal bir kazanıma dönüştürülmesi tutumuyla 5 Martların karşılanması gerektiğini belirtmek istiyorum. Ayrıca 5 Mart ayaklanmasını Kürdistan genel direnişinden soyut ele almak yanlıştır. Kürdistan parçalarının birbirini yakından etkilediği bilinen bir durumdur.

İşte Saddam rejiminin 16 Mart 1988’de Halepçe Katliamı’nı gerçekleştirmesiyle birlikte Güney Kürdistan'daki peşmerge güçlerinin Güney Kürdistan sınırlarının dışına çıkma durumu gelişmiştir. ‘88 Martı’ndan ‘91 Martı’na kadarki zaman süreci içerisinde sömürgeciliğe karşı silahlı direnişi geliştiren tek hareket PKK Hareketiydi. PKK Hareketinin Güney’deki duruma karşı Kuzey’de direnişi yükseltmesi ve özellikle ‘90 süreci itibarıyla Cizre, Nusaybin, Lice, Amed ve Kuzey’in birçok alanında kitlesel hareketi yükseltmesiyle birlikte Güney’in de birbirini etkilemesi durumu süreci daha da ileriye taşımanın zemini olmuştur. Yani bir parçadaki ayaklanmanın diğer parçalardan soyutlanamayacağı bu biçimde açıkça görülmektedir. Bu açıdan 5 Mart ayaklanmasıyla birlikte Güney’de elde edilen kazanımların tüm Kürdistan halkının kazanımları gibi ele alınması ve algılanması daha doğru olacaktır.

8 Mart gününe zaten az önce değindik. Bugün de eşitlik ve özgürlük mücadelesinin yükseltildiği bir gün olarak tarihe geçmiş bulunmaktadır.

Ayrıca 12 Mart Qamişlo Katliamı vardır ve bu katliama karşı halkımızın tüm Batı Kürdistan'da gelişen direnişi söz konusudur. Burada onlarca şehit verildi ama halkımız Qamişlo’daki katliama karşı Dêrik’ten, Kobanî’ye, Efrîn’e kadar bütün Batı Kürdistan'da tepki göstermiş, ulusal duruşunu ve direnişini ortaya koymuştur. Bugün Batı Kürdistan'da gelinen devrimsel düzeyin temelinde bu direnişin rolü de vardır.

MART AYI ANLAMLI, MANEVİ DEĞERİ YÜKSEK BİR AY

Kısaca 5 Mart, 8 Mart, 12 Mart, 16 Mart ve 21 Mart Newroz, Newroz sonrası 21-28 Mart Kahramanlık Haftası bir bütünen Mart ayını bizler için anlamlı, manevi değeri yüksek bir ay haline getirmiş bulunuyor. Bu açıdan Mart ayının yeni dönemde de halkımızın demokratik toplumsal hareketinin, özgürlük mücadelesinin yükseliş ayı olacağı açık ortadadır. Özellikle Kürdistan’ın genel durumu ve bölgede yaşanan gelişmeler itibarıyla süreç ele alındığında 2012 Mart ayının daha güçlü karşılanması gerekliliği ortaya çıkacaktır. Bu nedenle Mart ayı bizim için genel anlamda önemli bir ay olmakla birlikte özellikle bu yıl Mart ayında halkımızın göstereceği toplumsal etkinlikler çok önemlidir. AKP hükümeti şimdiden halkımızın Newroz görkemliliğini zayıflatmak için suni gerekçelerle tutuklamalar yapmaktadır. Şimdiden belirteyim ki, bunlar tamamen AKP hükümetinin yakıştırmalarıdır; halkımızın toplumsal düzeyde Newroz’u karşılamasını önlemeye dönük girişimlerdir.

KAPSAMLI ETKİNLİKLER YAPILMALI

Hiçbir Kürdistanlı bu tür şeylere kulak asmamalı, hem 5 Mart gününü hem 8 Mart’ı, 12 Mart’ı, 16 Mart’ı ve 21 Mart Newroz Bayramı’nı eski yıllara göre daha kapsamlı toplumsal etkinliklerle karşılayarak, ulusal tutumunu özgürlükçü duruşunu ortaya koymalıdır. Bu açıdan Mart ayı, kapsamlı toplumsal bir katılımla Kürt halkının herkese gücünü göstereceği bir ay olmak durumundadır. Tüm yurtsever, demokratik kurum ve kuruluşların Mart ayına bu biçimde yaklaşması, toplumsal etkinlik ve katılımların ulusal ve uluslararası düzeyde Kürt halkının birer mesajı olarak yansıyacağını dikkate alarak, en yüksek düzeyde katılımı göstermesi gerekmektedir. Ve ben tüm halkımızın bütün parçalarda ve yurtdışında güçlü bir katılımla Mart ayını dolgun karşılayacağını, Mart ayını özgürlük mücadelesinde önemli bir çıkışla karşılayarak, özgürlükçü, demokratik tutumunu ortaya koyacağını düşünüyor; bu temelde tüm halkımızı en etkili bir biçimde Mart ayını ve Mart ayı içerisindeki başta 8 Mart ve Newroz olmak üzere tüm etkinliklere katılmaya çağırıyorum.

ANF NEWS AGENCY

Hiç yorum yok: