16 Şubat 2012 Perşembe

Fethullahçıların Kürt Düşmanlığı Yarışı

Mustafa Karasu
Kürt Özgürlük Hareketi devlet politikalarına karşı direndiği müddetçe devlet içinde çatışmalar da ortaya çıkmaktadır. En son Fethullahçıların MİT’i ele geçirecek bir hamle yapmaları da Kürt Özgürlük Hareketi’nin direnişi sonucudur. Eğer Kürt Özgürlük Hareketi’nin direnişi olmasaydı. Fethullahçıların böyle bir hamlesi gerçekleşmezdi. Bir yönüyle bu hamle Fethullah Gülen’in ‘Kürt Özgürlük Hareketi’nin kökünü neden kurutmuyorsunuz’ düşüncesinin dışavurumu gibidir.

Savcıların MİT sorumlularını ifadeye çağırmasını müzakere isteyenler ile istemeyenler arasındaki mücadele olarak yansıtanlar oldu. Kuşkusuz Fethullahçılar daha sert bir mücadele yürütülmesini istiyorlar. Kürt sorununda PKK’nin hiç dikkate alınmaması, tamamen tasfiye edilmesine odaklanılmasını istiyorlar. PKK’ye karşı özel bir düşmanlık besliyorlar. Fethullah Gülen’in ‘Kök kazıyın’ demesi de bunun somut ifadesidir.  Ancak bu durum AKP’nin Fethullahçılardan çok farklı politikası olduğunu göstermez. AKP de Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek istiyor. Yine Kürtlerin talepleri karşısındaki tutumu farklı değildir. Her ikisi de Kürtleri bir toplum olarak tanımadığı gibi kendi kendini yönetmesini de kabul etmiyor. Demokratik Özerklik’in şiddetle reddedilmesi bunun açık kanıtıdır.

AKP Hükümetinin politikaları açıktır. Kürt sorununda bir çözüm politikası olmadığı için tasfiye politikası izliyor. Bundan başka bir seçeneği de yoktur. Siyasi yöntem mi, güvenlikçi yöntem mi seçenekleri öyle kendi başına ele alınamaz. Kürt sorununda çözüm politikası olmayanlar, siyasi yöntemler izleyemezler. AKP Hükümetinin bir çözüm politikası olmadığı dikkate alındığında ortaya çıkan son krizi müzakere isteyenlerle istemeyenler arasındaki bir çatışma olarak görmek doğru değildir.

Fethullahçılar, Oslo görüşmelerini ve bu süreci kendi hedefleri konusunda bir araç olarak kullanmak istemektedir. MİT’i ele geçirme sürecinde Oslo görüşmeleri ve bu süreçteki hükümetin taktik yumuşamalarını bu mücadelede sonuç alacakları psikolojik ortamı yaratmak için kullanmak istiyorlar.

Fethullahçılar uzun süreden beri devletin hassas noktalarına sızmaya çalışıyorlar. Hükümet olmasalar da devletin önemli kurumlarını ele geçirmek istiyorlar. Bu konuda önemli başarılar da elde etmişlerdir. Yargıda önemli köşe başlarını tutmuşlardır. Polis içinde önemli oranda hâkimiyet kurmuşlardır. Valiler ve kaymakamlar başta olmak üzere idarede etkili olmuşlardır. Basında önemli imkânlara kavuşmuşlardır. Öyle ki TRT’nin önemli noktalarına yerleşmişlerdir. AKP içinde birçok milletvekilleri bulunmaktadır. Devletin önemli noktalarında etkili olmuşlardır. Anlaşılıyor ki, MİT içine istedikleri gibi sızamamışlardır. Erdoğan Fethullahçıların kendisini tümden kuşatmaması için buna izin vermemiştir. Fethullahçılar da MİT’i ele geçirmeden ellerindeki imkânları güvencede görmedikleri için böyle bir hamle yapmışlardır.

Fethullahçılar ayrı bir istihbarat örgütü kurmuşlardır. Polis istihbaratını da ele geçirmişlerdir. Bu nedenle kendilerini MİT’i de ele geçirip yönetecek güçte görmektedirler. Bu nedenle bu hamleyi AKP ile Fethullahçılar arasındaki mücadelenin bir aşaması olarak görmek gerekir. Bu çekişmeye siyasal İslamcı Yeşil Türkçü faşist blok içinde kim devletin derinliklerine sahip olacak mücadelesi olarak bakmak doğrudur. Fethullahçılar derin devleti kontrol etme hakkını kendilerinde görüyorlar.

AKP iktidarı bir İslamcı bloktur. Türk-İslam sentezini esas alan bir bloka dayanmaktadır. Bu blok içinde Fethullahçılar en örgütlü ve en etkin gruptur. Belki toplumsal tabanları AKP’nin toplumsal tabanının beşte biri bile değildir. Ancak örgütlü oldukları için etkinlikleri fazladır. Hatta hükümetin iç ve dış politikalarını yönlendirmek istiyorlar.

Bu siyasal blok on yıl içinde devletleştikçe beyaz Türkçü faşizmin yerini aldılar. Şimdi bu iktidar bloğu yeşil Türkçü faşizmi temsil ediyor. Türkiye’nin tüm kurumlarını önceleri beyaz Türkçü faşizm şekillendirmişti, şimdi ise Yeşil Türkçü faşizm şekillendirmek istiyor. Devletin bu şekillenişinde yeni bir derin devlet oluşuyor. Şu andaki çekişme ‘Bu derin devleti kim kontrol edecek’ çekişmesidir. Son kriz ortaya koydu ki, Fethullahçıların bu derin devleti kontrol etmesine AKP içinden itirazlar yapılmaktadır. Bu itiraz, AKP yandaşı basın ile Fethullahçıların hâkim olduğu basının olayı değerlendirmedeki farkında çok net görülmektedir.

Her eski devlet düzeninin yıkıldığı ve yerine yenisinin şekillendirildiği süreçte, iktidar mücadelesinin şiddetlendiği bilinir. Kuşkusuz eski devletin hâkimleri bir blok tarafından aşılır. Bu da evrensel bir doğrudur. Eski devleti aşanlar sonradan kendi aralarında iktidar mücadelesi verirler. Şimdi bu durum yaşanmaktadır. Eğer bu çatışma çok şiddetli bir hale gelmemişse, bunun nedeni yeni iktidar bloklarının halen devleti tam kendi istedikleri doğrultuda şekillendiremedikleri içindir. Eğer yeni devletin artık tümüyle kendi kontrollerinde şekillendirildiğine inanırlarsa, bu çatışmanın daha da şiddetlenmesi beklenir. Mevcut durumda bu çatışmanın bir uzlaşma ile sonuçlandırılıp gündemden düşürülmesini beklemek gerekir. Ancak alttan alta bu mücadele sürecektir. Özellikle Fethullahçılar bu konuda ısrarcı olacaklardır. Çünkü daha ideolojik ve daha gözü kara bir tarza sahiptirler.

Bu blok halen devlete tümden hâkim olmadığını düşünüyorsa, bunun nedeni Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiye edilememesidir. Onlar beyaz Türkçü faşizm yerine, yeşil Türkçü faşist otoriter bir devlet şekillendirmek istemektedir. Kürt sorununda çözüm politikası olmayanlar, devleti kuramsal faşist biçimde şekillendirmek zorundadırlar. Kürt Özgürlük Hareketi ise devletin Kürt sorununa bir çözüm bulmasını ve demokrasiye duyarlı olmasını dayatıyor. Kürt sorunu çözüldüğünde Türkiye herhangi bir ideolojik ve siyasi gücün hâkimiyetinde bir ülke olmaktan çıkacaktır. Her siyasi güç, sistem içinde halktan aldığı destek düzeyinde bir güç olacaktır. Ama sistem tümüyle benim istediğim gibi olsun diyemeyecektir. Nispi demokratik bir ortam olacaktır. AKP ve Fethullahçılar ise herhangi bir siyasi güç olmak istediklerinden Kürt Özgürlük Hareketi’nin Türkiye’yi demokratikleştirme mücadelesini bastırmak istiyorlar. 1930’ların CHP’si gibi sistemin kendi ideolojik ve siyasi çizgilerinde olmasını dayatıyorlar.

Demokratik bir ülkede böyle bir iddiada bulunmaları mümkün olmayacağından, Kürt Özgürlük Hareketi’ni bu hedeflerine ulaşmada engel görüyorlar. Bu nedenle PKK’yi tasfiye etme konusunda AKP ve Fethullahçılar arasında bir fark yoktur. Bu konuda ortak davranmaktadırlar. Belki Fethullahçılar daha ideolojik, daha dogmatik olduğundan ve her alanda tam hâkimiyet kurmak istediklerinden PKK’ye düşmanlıkları daha fazladır. PKK’yi sadece Türkiye’de değil, her alanda kendi gelişmesi önünde engel görmektedirler.

Fethullahçılar Kürdistan’da her alanda örgütlenmektedir. ‘Kürdistan’da devleti en iyi ben temsil eder, devletin toplum üzerinde etkisini en iyi ben sağlarım’ diyor. Bu konuda AKP Hükümeti ve devlet kurumları da Fethullahçılara bu imkânları tanımaktadır. Bu yönlü Kürdistan’da ideolojik mücadele ve toplumu etkileme esas olarak Fethullahçılara bırakılmıştır. Fethullahçıların AKP Hükümeti tarafından destek ve himaye görmesinin esas nedeni de budur.

AKP devlete ve topluma ‘Kürt Özgürlük Hareketi’ni en iyi ben tasfiye ederim’ diyerek iktidar olurken, Fethullahçılar da ‘Devlet ve AKP etkinliğini Kürdistan’da en iyi ben sağlarım’ diyerek kendisini her alanda güç yapmaya yönelmiştir. AKP Kürt karşıtlığı üzerinden iktidarını sürdürürken, Fethullahçılar da iktidar bloğu içinde ‘PKK’ye karşı en iyi ben mücadele ederim’ diyerek kendini güç yapmaktadır.  Kuşkusuz politika daha pragmatiktir. Politika amacına ulaşmak için birçok yol ve yöntemi dener. Bu açıdan AKP’nin farklı yol ve yöntemler denemesi onun anlayış konusunda çok farklı olduğunu göstermez. Kürt sorununun çözümü konusunda bir politikası ve projesi olmayanların zaman zaman yumuşak bir politik dil kullanması kimseyi aldatmamalıdır. AKP’de bir gün Bülent Arınç bir şey söylüyor, Atalay farklı söylüyor, Başbakan farklı söylüyor. Ama iş somuta ve pratiğe gelince hiçbir şey değişmiyor. Bu nedenle söylemler değil, pratiğe ve yapılanlara bakarak bir yargıya varmak en doğrusudur.

Mustafa Karasu

Hiç yorum yok: