14 Ağustos 2010 Cumartesi

Ortadoğu ve Endüstriyalizm Sorunu-2

En uzun dönem olarak yaşanan, insanlığın %98’lik gibi önemli bir bölümü doğal toplum olarak yaşanmış
En uzun dönem olarak yaşanan, insanlığın %98’lik gibi önemli bir bölümü doğal toplum olarak yaşanmış ve bu dönemde endüstriyalizm adına bir ihtiyaca gerek görülmemiştir. Ama günümüzde bu en kutsal, bu en özlem duyulan, en çok insanlığın ve doğanın varlığına gereksinim duyduğu yaşam kültürü, endüstriyalizm, dikkat edilirse endüstri demiyor “izim” ekini kullanıyorum, silahıyla vurulmak isteniyor. Özellikle kar ve sermaye hırsıyla gözü dönmüş endüstriyalizmin tarıma soyunması yansıtıldığı gibi sağlıklı ve kolay üretim olarak yorumlanması bu büyük bir gaflet olur. Ortadoğu adına bu biçimde değerlendirmek hakaret olur. Genetik yapılarıyla oynanmış, suni ve hormonsal üretim bunun küçücük bir örneğidir. Endüstri tekeli,  tarıma ve köy kültürüne karşı bu cinayeti işlemektedir. Toprak ve tarım sadece üretim araçları olarak görülüp, toplumun ayrılmaz bir parçası, varlık nedeni olduğu unutulmaktadır. Neden? Çünkü toplum kendisini bu olgular üzerinden inşa etmiş ve var kılmıştır. Ama günümüz sermayeci sistemi, ilk toplumsallaşma sürecinde olduğu gibi endüstriyle toprağı ve tarımı bütünleştirmiyor, aralarında yoğun çelişkiler geliştirip, çatıştırıyor, düşmanlaştırıyor. Bu çatışma sınıfsal, ulusal, etnik, ideolojik çatışmalara kadar varabilir. Robotlaştıran, kopyaları oluşan bir doğa veya toplum gerçeği neyi ifade edebilir? Bu durum toplumu işsizleştirmenin, aç bırakmanın, toplumu yoksulluğa sürüklemenin dışında ne işlevi veya yararlılığı olabilir? Toplum doğası kendisini çevreyle uyum ve denge içerisinde var kılabilir. Hangi endüstriyel oluşum doğa ve insan birlikteliğini, denge içinde uyumunu bir ahenk içinde yaşamı sürdürmenin yerini alabilir ki? İşte bu neden başta Ortadoğu dedik. 
İnsanlığın doğuş beşiği, toplumsal yaşamın başlangıç yeri, altın hilali olan Ortadoğu ve özelde Kürdistan…  Emperyalist, faşist sistem Ortadoğu merkezli yaşam geleneğini kendisi için büyük bir tehlike olarak görmektedir. Binyıllardır sürdürülen ve dayatılmak istenen sömürü ve talan politikaları Ortadoğu’ya çok köklü işlemedi. Yabancısı olmadığı, her ne kadar bastırılmak, talana uğratılmak, yok edilmek istendiyse de bir şeyler hep göz ardı edildi. O da Ortadoğu bu sisteme analık, ebelik etti. Yaşam Ortadoğu bağrında başladı anlam buldu.
Ortadoğu şimdi bu yabancı elbiseyi giymek istemiyor. Zorla giydirildiğinde kabul etmesi imkânsız bir şey. Bir yerde giydi diyelim bu elbisenin ona ait olmadığı hemen anlaşılır, yakışmaz.  Ya büyük olur ya dar gelir ya da kıska olur. Yabancı bir şey olduğu, onun özü olmadığı anlaşılırdır. Bunun için Ortadoğu insanlığın kurtuluşu için, özüne kavuşma, yaşam anlamına ulaşmanın ve tekrardan bu umudu yeşertmenin adı olabilir.   
Ortadoğu’da da aşınmayla karşı karşıya gelinen noktalar var tabi. Her ne kadar köklü bir gelenek, kültürel birikim var olsa da bazı tehlikeler görülmektedir. En başta ekonomik olarak çıkmaza sürüklenen sanki bir sektörün özel işçisi olmasa yaşayamayacakmış psikolojisi geliştirilen bir gerçek görülüyor. Kendi toprağını, doğasını ve onun zenginlik kaynaklarını işletemeyen, ona yetmez, geçimini sağlayamaz korkusuyla yönelir aslında tanımadığı, adını bile koyamadığı bu ucube modernite yaratımlarına! Sadece çok süslü, alacalı olması onu çekici kılıyordur. Yine kent yaşamına özenti yaşanıyor. Köyden kaçan, köy toplumunu yadırgayan, küçümseyen, büyük kent ve şehirlere göç eden ne pahasına olursa olsun, sanki şehirli olmak bir farklılıkmış, ayrıcalıkmış, üstünlükmüş gibi algılayan bir yaklaşım sergilenmektedir. Ve bu durum beraberinde işsizliği, açlığı, emekten kopuşu getiriyor. 
Doğadan kopan insanın duygusal zekâsı da diyebileceğimiz ekolojik bilinci köreliyor, iç güdüyü öldürüyor. Tarım köy toplumunu tüketiyor, yok ediyor özünde. Kültürel soykırım da diyebileceğimiz bu yaşananlar esasta çok yoğun ve çetin verilen şiddetli bir savaştır. Sanayi toplumu olarak da adlandırabileceğimiz şehir toplumu yutulmuş bir toplumdur.  Toplumsal doğanın kendine özgü, ahlaki ve politik işleyen kurallarını tasfiye etme amacı güden, varlığını bu kutsalları yok etme dolayısı ile toplumsallığı yok etme işsizliğe yol açma, insan emeğini değersizleştirme karakteri üzerinden sürdüren, ayakta tutan sistem iki yüz yılıdır insan kanını emmekte, toplumsallığı tüketmekte, tarım köy toplumunu tavsiye etmek istemektedir. Bazen bu bilinçli de olmayabiliyor tabi… Sistemin dayattığı köksüzlüğü göremeyip oyuna gelen yanlar yer yer açığa çıkıyor. 
Genelde dünyada, özelliklede Kürdistan’da var olan ve her biri cenneti aratmayan tarihsel, kültürel özellikleri taşıyan coğrafyamızı yok olmayla karşı karşıya bırakmaktadır, doğayı insana karsı başkaldırıya zorlamaktadır. Küresel ısınmadan tutalım tsunami felaketlerine kadar, doğada birçok canlının neslinin tükenmesinden tutalım da yaşanan kuraklıklara kadar, yaşanan doğa felaketleri de diyebileceğimiz bu olaylar doğanın isyanı, “Edî bese!” deme biçimidir. Yine cenneti aratmayan, yeryüzü harikası olan Heskîf (Hasankeyf), Munzur, Van gibi tarihi, kültürel yerlerin yok edilmesi bu kapitalist sistemin icadıyla gelişmektedir. Bu anlamda ‘’Ekolojik yaşama başkaldıran çağ olarak da endüstriciliği değerlendirmek mümkündür. Ekolojiye başkaldırmak ise kıyamete gidiştir.’’ belirlemeleri yerinde olduğu kadar büyük bir gerçeği de gözler önüne sermektedir. Bu anlamda kapitalizmin yaşamla hiçbir biçimde bağını kuramayacağımız gibi bir sistemi, çevreyi, yani yaşamın vazgeçilmez ortamını sürdürülebilir olmaktan çıkarmasına karşı mücadele etmemiz gereklidir. 
Daha çok, devlet oluşumlarına rağmen devletin denetimine girmeyen, ahlaki ve politik toplumun, toplumsal yaşamın ve üretimin gelişmesinde rol oynadığı tarihe bakıldığında görülüyor. Toplumsal denetimden çıkmamış, esasta da temel ihtiyaçlara hizmet eden bir yapı içeriyordu.  Dolayısıyla döneminde toplumsal işlevini koruduğundan sorun kaynağından ziyade çözüm rolü oynadığını gönül rahatlığı ile belirtebiliriz. Ama günümüz biçimiyle endüstriyalizm yaşamdan ziyade kırımı, bitişi, tükenişi ifadelendirmektedir. Yaşamın her alanında bu ucube yapıyla mücadele yürütecek, onu alt edecek bir tarihsel, kültürel, ideolojik donanıma sahip Ortadoğu geleneği bu rolü oynayacaktır.
Ortadoğu, Kürt özgürlük hareketi ve mücadelesi şahsında tarihsel rolüne tekrardan kavuşacaktır. Sanatıyla anlayışıyla iyiyi, güzeli, doğruyu, spor’la ve zihniyeti ile huzuru, barışı, refahı ve sağlıklı yaşamı, ekonomik inşası ile demokrasiyi, adaleti, ekolojik dengeyi ve ahlaki politik toplumunu yeniden canlandıracaktır. Kürtler şahsında Ortadoğu kendi özüyle, gerçek kimliği ile tekrardan buluşma, yaşam olanağı yaratma şansına sahip olacaktır.
Ferze Zîlan

Hiç yorum yok: