Nasıl Türkiye’de Kürt sorunu çözülemedikçe, Türk sorunu büyüyorsa, bugünlerde göçmen yoğunluklu bir ülke olan Almanya’da da, bu gidişle adeta Alman sorunu ortaya çıkacağa benziyor. Almanya’da çoğu Türkiye kökenli olmak üzere yaklaşık 4 milyon Müslüman yaşıyor. Söz konusu, büyük nüfusun kendi anadilleri dışında ülkenin resmi dilini de öğrenme süreci normal (zaman zaman sorunlar çıksa da...) bir şekilde sürerken, din ile sorunlar, ülkenin gündeminden pek inmeyecek galiba.
Nitekim bugünlerde bir yandan ABD’yi hedef alan 11 Eylül saldırısının zanlılarının da buluştukları yer olarak bilinen Hamburg’daki Taibe Camii’nin kapatılması Almanya’da yeni bir tartışma başlatırken; Alman özel televizyon kanalı RTL II, bir ilke imza atarak, Ramazan boyunca her gün sahur ve iftar saatlerini verecek. Dahası son dönemde baş örtüsü ve okullarda İslam dersiyle ilgili tartışmaların alevlenmesiyle; kilisenin toplumsal hayattaki yeri, yeniden tartışılmaya başlandı.
Bundan 15 yıl önce Bavyeralı bir çift, eyaletteki her devlet okulunda çarmıha gerilmiş Hz. İsa sembolü bulunmasını öngören yönetmeliğe karşı dava açmış, Anayasa Mahkemesi devletin tarafsızlık niteliğine işaretle itirazı haklı bulmuştu. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin bu kararının ardından -başka eyaletlerde değil ama- Bavyera eyaletindeki devlet okullarında çarmıha gerilmiş Hz. İsa figürünün yerini haç aldı. Eyaletteki her sınıfta duvarda haçın asılı bulunması gerekiyor.
Almanya’da kilise ve devletin ilkesel ayrılığına rağmen kiliseye birtakım imtiyazlar sağlayan fazlasıyla girift bir yapı mevcut. Bu nedenle Almanya’daki laikler, I. Dünya Savaşı’ndan bu yana, Almanya’da da Fransa’daki katı laiklik anlayışının yerleşmesi için mücadele ediyor. Almanya’da 1918 Kasım devrimiyle monarşinin sona ermesinden bu yana devlet ve kilise arasında çok daha net bir ayrım oluşturulması için sürdürülen çabalar var. Ancak bunun önüne geçmek için Protestan ve Katolik Kiliseleri mensuplarını seferber ederek toplu protesto gösterileri yapıldı.
Okullarda din dersleri verilmesiyle ilgili bitmeyen tartışma da aynı dönemde filizlendi. Almanya’da devlet her ne kadar din derslerinin içeriğini tek başına belirleyemese de, müfredatta sağlam bir yeri olmasını sağlıyor. Benzer bir şekilde devlet üniversitelerindeki ilahiyat eğitiminde kilisenin yoğun etkisi göze çarpıyor. Ayrıca Almanya’da kilise vergisi adı altında dünyada eşi benzeri olmayan bir uygulama da söz konusu. Almanya’daki kiliseler Hristiyan çalışanların maaşlarından devletin Maliye Bakanlığı’nın doğrudan kestiği vergilerle finanse ediliyor.
Buna kaynaklık eden Weimar Anayasası’nda gerçi dini topluluklar ibaresi geçiyor; ancak gerçek hayatta bundan sadece Protestan ve Katolik Kilisesi anlaşılıyor. Çünkü bu kiliseler kamu hukukunun vazgeçilmez bir parçası haline getirilmiş durumda. Bu sayede örneğin vergi hukukundaki avantajlar gibi belirli imtiyazlara sahipler ve bu da onları diğer dini gruplardan ayırıyor. Alman devleti bunun dışında askerlik görevi sırasında sunulan dini danışmanlık çalışmalarında da kiliseyle sıkı bir bağ içerisinde bulunuyor.
Ayrıca ülkedeki birçok hastane, huzur evi, eğitim kurumu ve çocuk yuvası da kilise bünyesinde. Yani uygulamada kilise devletin sosyal görevlerinden bir bölümünü üstlenmiş oluyor. Almanya’da kilise ayinlerinin yapıldığı pazar günleri ve dini tatil günleri de bir anlamda devletin koruması altında. Kamu radyo ve televizyonlarında da kilise için ayrılmış özel yayın saatleri mevcut. Her ne kadar kilise vergisi sadece Hristiyanlardan kesilse de, Protestan ve Katolik Kilisesi’nin geliri aslında tüm vergi mükelleflerinden sağlanıyor.
Zira kiliseler, kilise vergisinin dışında kamu bütçesinden yılda 400 milyon euronun üzerinde mali destek de alıyor. Bu parayla örneğin piskoposların maaşları karşılanıyor. Diğer yandan Almanya’da devlet ve kilise arasındaki bu girift ilişkinin yeniden yapılandırılması hiç de kolay değil. Zira devlet ve kilise, dolayısıyla Vatikan ve Federal Almanya Cumhuriyeti devleti arasındaki anlaşmaların feshedilebilmesi, ancak her iki tarafın onayıyla mümkün olabiliyor. 11 Eylül’den sonra tırmandırılmak istenen İslam düşmanlığı, Hristiyanlığı da vuracak galiba...
aykol267@gmail.com
Nitekim bugünlerde bir yandan ABD’yi hedef alan 11 Eylül saldırısının zanlılarının da buluştukları yer olarak bilinen Hamburg’daki Taibe Camii’nin kapatılması Almanya’da yeni bir tartışma başlatırken; Alman özel televizyon kanalı RTL II, bir ilke imza atarak, Ramazan boyunca her gün sahur ve iftar saatlerini verecek. Dahası son dönemde baş örtüsü ve okullarda İslam dersiyle ilgili tartışmaların alevlenmesiyle; kilisenin toplumsal hayattaki yeri, yeniden tartışılmaya başlandı.
Bundan 15 yıl önce Bavyeralı bir çift, eyaletteki her devlet okulunda çarmıha gerilmiş Hz. İsa sembolü bulunmasını öngören yönetmeliğe karşı dava açmış, Anayasa Mahkemesi devletin tarafsızlık niteliğine işaretle itirazı haklı bulmuştu. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin bu kararının ardından -başka eyaletlerde değil ama- Bavyera eyaletindeki devlet okullarında çarmıha gerilmiş Hz. İsa figürünün yerini haç aldı. Eyaletteki her sınıfta duvarda haçın asılı bulunması gerekiyor.
Almanya’da kilise ve devletin ilkesel ayrılığına rağmen kiliseye birtakım imtiyazlar sağlayan fazlasıyla girift bir yapı mevcut. Bu nedenle Almanya’daki laikler, I. Dünya Savaşı’ndan bu yana, Almanya’da da Fransa’daki katı laiklik anlayışının yerleşmesi için mücadele ediyor. Almanya’da 1918 Kasım devrimiyle monarşinin sona ermesinden bu yana devlet ve kilise arasında çok daha net bir ayrım oluşturulması için sürdürülen çabalar var. Ancak bunun önüne geçmek için Protestan ve Katolik Kiliseleri mensuplarını seferber ederek toplu protesto gösterileri yapıldı.
Okullarda din dersleri verilmesiyle ilgili bitmeyen tartışma da aynı dönemde filizlendi. Almanya’da devlet her ne kadar din derslerinin içeriğini tek başına belirleyemese de, müfredatta sağlam bir yeri olmasını sağlıyor. Benzer bir şekilde devlet üniversitelerindeki ilahiyat eğitiminde kilisenin yoğun etkisi göze çarpıyor. Ayrıca Almanya’da kilise vergisi adı altında dünyada eşi benzeri olmayan bir uygulama da söz konusu. Almanya’daki kiliseler Hristiyan çalışanların maaşlarından devletin Maliye Bakanlığı’nın doğrudan kestiği vergilerle finanse ediliyor.
Buna kaynaklık eden Weimar Anayasası’nda gerçi dini topluluklar ibaresi geçiyor; ancak gerçek hayatta bundan sadece Protestan ve Katolik Kilisesi anlaşılıyor. Çünkü bu kiliseler kamu hukukunun vazgeçilmez bir parçası haline getirilmiş durumda. Bu sayede örneğin vergi hukukundaki avantajlar gibi belirli imtiyazlara sahipler ve bu da onları diğer dini gruplardan ayırıyor. Alman devleti bunun dışında askerlik görevi sırasında sunulan dini danışmanlık çalışmalarında da kiliseyle sıkı bir bağ içerisinde bulunuyor.
Ayrıca ülkedeki birçok hastane, huzur evi, eğitim kurumu ve çocuk yuvası da kilise bünyesinde. Yani uygulamada kilise devletin sosyal görevlerinden bir bölümünü üstlenmiş oluyor. Almanya’da kilise ayinlerinin yapıldığı pazar günleri ve dini tatil günleri de bir anlamda devletin koruması altında. Kamu radyo ve televizyonlarında da kilise için ayrılmış özel yayın saatleri mevcut. Her ne kadar kilise vergisi sadece Hristiyanlardan kesilse de, Protestan ve Katolik Kilisesi’nin geliri aslında tüm vergi mükelleflerinden sağlanıyor.
Zira kiliseler, kilise vergisinin dışında kamu bütçesinden yılda 400 milyon euronun üzerinde mali destek de alıyor. Bu parayla örneğin piskoposların maaşları karşılanıyor. Diğer yandan Almanya’da devlet ve kilise arasındaki bu girift ilişkinin yeniden yapılandırılması hiç de kolay değil. Zira devlet ve kilise, dolayısıyla Vatikan ve Federal Almanya Cumhuriyeti devleti arasındaki anlaşmaların feshedilebilmesi, ancak her iki tarafın onayıyla mümkün olabiliyor. 11 Eylül’den sonra tırmandırılmak istenen İslam düşmanlığı, Hristiyanlığı da vuracak galiba...
aykol267@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder