16 Temmuz 2012 Pazartesi

Zübük ya da Horozun İbiği



Necmettin Erbakan’ın bir ayağı MHP ırkçılığında, öteki Suudi Arabistan’da olan arazisini (parti) altından çekip almış, tepesine AKP tabelasını asmış, üstünü çarşaflayıp, “ileri demokrasi” sloganını iliştirmiş, “biz değiştik” demişlerdi.

Oysa değişen bir şey yoktu. Cilanın altındaki kafa yerli yerindeydi. O kafadan kimileri, dün Türkeş‘in ülkücüleri, kimileri Erbakan’ın “mücahitleri” ama, hepsi bir arada kurtlar gibi uluyarak, özgürleşmenin yolunu arayan Kürtler, Alevi ve solculara karşı Kemalist rejim bekçiliği yapıyordu.


Gelgelelim, bayat simidi ısıtıp, taze niyetine satan işportacı kurnazlığından geliyorlardı. Nabza göre şerbet vermeyi bilen, rehberleri de kurnazlıkta birinciydi.


Rehber Necip Fazıl da bir değil, bin yüzlüydü. İçkisini içiyor, kumarını oynuyor, sonra yalpalayarak camiye gidiyor, orada kumarı, içkiyi yasakalayan Müslümanlık adına namaz ritüeline duruyor, ardından güce hizmet yolunda, Başbakanlık örtülü ödeneğinden para alıyor, gazetesinde din ile Türk milliyetçiliğini bir arada satıyordu.


Bunlar, dudaklarında Necip Fazıl’ın mısraları, “ileri demokrasi” naralarıyla, dün sövdükleri Avrupa Birliği’ni erişim hedefi yaparak, Kürtlere, Alevilere selam çakıyor, Kemalizmden çektikleri acı burunlarından fışkırmış Türk aydınlarına şirinlik dağıtıp desteklerini yedekliyorlardı.


Bu arada erişilmesi imkansız bir hızla demokrasi köşelerini dönüyor gibi yaparak, Kürtlere açılım sunuyor, ikinci taklada Alevi açılımı diyor, şarkıcıları da toplayıp onlara “açılımın derin felsefesini” anlatıyor, gören “ne kadar bir fazla demokratlaştık” diye şaşa duruyordu.


Yalnız o mu? Necip Fazıl kurnazlığıyla poşetlenmiş işportacıların torbasında yok, asla yok, ülkelerle sıfır problem bile vardı. Kemalist rejimin değişmezi “bütün dünya bize düşmen, dört yanımız zaten düşmanla çevrili” ezberini bile bozmuştu.


Kürtler, “kanmayın, kırk yıllık hani, olmaz kani” deyince, “demokrasimizin başı arşa, ezmana değiyor” sarhoşu Türk aydınları, ağız birliğiyle “siz barış istemiyorsunuz” top atışlarına başlamışlardı.


Ama zaman her şeyin ilacıydı. Hiç kimse, ömür boyu yalanını sürdürecek kadar zeki, dolandırıcı da asla yakayı ele vermeyen değildi.


Önce, içinde ne olduğu kimsenin bilmediği Kürt açılımın torbası, toplu tutuklamalarla etrafa saçıldı. “Çözüm açılımı”nın, seçilmişlerle birlikte, seçenleri de tutuklamaydı. Alevi açılmı parantezi, “Alevilik din değil, herkes Hanefi mezhebinden Müslümandır” hükmüyle kapatıldı.


Avrupa Birliği hedefi bir daha ağza alınmadı. Komşu ülkelerle sıfır problem, Suriye ile ortak Bakanlar kurulu aşamasına gelmişken, Amerika’nın da destek verdiği Suudi cilalı rejim ihracıyla savaş tamtamlarına dönüştü. Amerika’nın füze üssü yüzünden İran’la kapıştı. Her deliğe burnunu sokan olarak Rusya ve Irak’la bozuştu, Ermenistan’la savaş hali…


Bütün bu malamatlıklar olurken, bir hayal taciri olan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Osmanlı’nın yayılmacı ruhunun doğmakta olduğunu müjdeliyor, Başbakan Recep Tayyip, “dünyanın gidişatını kurgulayan süper güç olduk” naralarıyla horozlanıyordu.


Oysa, “el yordamıyla gerdeğe girme” durumuydu, bu. Batı’nın çıkarlarına bekçilik, Libya ve Suriye’ye terör ihracı karşılığında, gölgelerine sığınmacıydılar. Aziz Nesin’in deyimiyle, kağnının gölgesini kuyruğunun gölgesi sanan Zübük...


Gölge aralanınca Zübük, zübüklüğüyle kaldı. Horozun ibiği kırıldı. Rezil malamat oldu…


Beni tarafgir görenlere, horozon hazin sonunu, yakın tarihe kadar Recep Tayyip rejimine destek veren Ahmet Altan özetliyordu, dünkü yazısında.


Ahmet Altan, AKP iktidarının yalan, dolan, oyalamaca yollarında “kendisini destekleyenlere televizyonlarda program, gazetelerde köşe, Meclis’te sandalye ikram edip para yağdırdığını” yazdıktan sonra şöyle devam ediyor:


“(...) Referandumda yüzde elli sekiz, geçen seçimde de yüzde elli oy aldıktan, bu oylara “başkanlık ve Osmanlı İmparatorluğu” hayallerini ekledikten ve askerî vesayeti halkın desteğiyle gerilettikten sonra AKP fazla derine dalmış bir dalgıç gibi “vurgun” yedi. Ani bir direksiyon kırışıyla “Türk, Sünni, erkek” modeline geçti. Cumhuriyet’in “daraltma” anlayışını kendine örnek aldı ve “açılımları“ bitirerek Kemalist bir ceberutlukla “benim söylediğim modele benzeyeceksiniz” demeye başladı. (...) MHP’yle anlaşıp katilleri özel yasalarla serbest bırakırken, Kürt politikacıları zindanlara kapattı. Pankart açan çocukları hapislere attı. Dış politikasını da “Sünni Osmanlı İmparatorluğu” hayalleriyle “daralttı” ve neredeyse bütün dünyayı karşısına aldı. Ardı ardına tokatlar yemeye, aşağılanmaya başlandı. “Çamlıca’ya cami” gibi sembollerle Sünni kitleleri kandırmayı, onların vicdanlarını bu cafcaflı projelerle uyuşturmayı amaçladı.”


Recep Tayyip rejimi, Roboskî’de Kürt çocuklarını katletmeyi,  bölgenin jandarması, süper güç olmanın kanıtı olarak gösteriyor, utanç ama kendisi, “gücümüzle milli operasyon yaptık” diye övünüyordu.


 Kürtleri toplama kamplarına dolduruyor, sokağa çıkmalarını yasaklıyor, polis ve askeri güç emre itaat etmeyenlere zehirli gazlarla saldırıyor, utanmayı bilmeyen yüz, Suriye’ye demokrasi dersi veriyor, “orada katliam yapılıyor, insanların kendini ifade etme özgürlüğü olan gösteri yapma hakkı da yok” diyebiliyordu.


Kürtler direnişleriyle, yalanlarını ters yüz ederek süper horozun ibiğini kırdılar. Suriye ise sularına gömülen casus uçağının enkazıyla Türk ordusunun tüy ve teleklerini yolup, çıplak bıraktılar...


Horozun, Amerikan sırtından bölge liderliği şimdilik bu hallerde...


Ahmet Kahraman

Hiç yorum yok: