17 Mart 2012 Cumartesi

TeCavüz Devleti ve Pensilvanya – Pozantı Hattı

Bir zamanlar “büyük” olduğunu düşünenler, küçüldükçe megalomaniye (büyüklük hastalığı ya da aşağılık kompleksi) yakalanırlar. Etrafa kof bir büyüklük taslarlar. Etraf onlarla dalga geçer. Fakat bu hastalık duyularını o kadar felç etmiş ki olup biteni görüp duyumsamazlar. 

TC devleti şimdi tam da böyle bir durumu yaşıyor. Bu hastalığın diğer adı Faşizmdir. Bu hastalık, devlet kurulurken mayasına işledi. Çünkü öncülü Osmanlı devleti, kılıç ve işgal üzerinden geniş bir coğrafyaya yayılmıştı. Ömrünün son demlerinde ise Batılıların deyimiyle “hasta adam” durumuna düşmüştü. Bu hastalık, ateşli bir faşizme dönüştü ve İttihat-Terakki olarak yüzeye vurdu. Osmanlı yıkılıp da onun genetik devamı olarak kurulan Türk devletinde ise bu hastalık karşımıza Kemalizm olarak çıktı. Fakat paralelinde yürüyen, onun tarafından bastırılan ve gölgede kalan Osmanlı “saltanat-hilafet” artığı bir yapı da kendisini hep his ettirdi.  Osmanlının son dönem iktidar yapısındaki bu çatallanma kendisini revize ederek TC’de sürdü.

Kendilerini ideolojik olarak “farklı” gerekçelere dayandırsalar da bu kliklerin genetik yapıları aynıydı. Bir madalyonun iki yüzüydüler. İkisi de megalomani müptelasıydı. Bu “büyük”lük kompleksini tatmin etmek için ise yeterli büyüklüğe sahip değildiler. Bu yüzden hep dış büyüklere dayandılar. Örneğin Mustafa Kemal ilkin Sovyetlerin gölgesine sığınmayı denedi. Fakat burada yeterlice tatmin olmamış olacak ki Anglo Sakson çizgisine yanaştı. Ardılları da önce İngilizler, sonra da ABD’ye dayandılar. O gün bugündür de ABD ile güya “müttefik”ler. Fakat ABD gibi bir ızbandut ile yaşamanın da bedeli olacaktı. Bu da bulunulan alanda onun jandarmalığını yapmaktı. TC devletinin ömrünün büyük kısmı bu jandarmalıkla geçti. Hatta bunun için eğitimden de geçti. İlk eğitim merkezi ABD’nin Florida eyaleti oldu. Öncü kişi Alparslan Türkeş idi. Gizli ders kitabının adı da “Sahra Talimnamesi” idi. 

Gün oldu devran döndü ve bu sefer kendilerine “muhafazakar” adını, yanına süs olarak da “demokrat” etiketini koyan Osmanlı hilafet artığı iktidar kliği başa geçti. Oyun değişmedi. Sadece aktörler ve replikler değişti. Bir de eğitim merkezi değişti. Merkez derken ülke olarak değil eyalet olarak! Yani Florida oldu Pensilvanya. Türkeş’in görevini Fetullah Gülen devraldı. Gizli kitabın adı da “BOP ve Ilımlı İslam” oldu. Madalyonun iki yüzü demiştik ya Türkeş ile Gülen’i iyi tanıyanlar, ikisinin de ruh ikizi olduğunu iyi bilir. 

Türk devleti böylesi “değişim”ler geçirirken Kürt halkına yaklaşım açısından herhangi bir değişim olmadı. Sadece nicel açıdan bir değişim söz konusu oldu. Söz konusu megaloman-faşist yapıdan kaynaklanan asimilasyon, soykırım, katliam ve tecavüzün dozajı arttı yani. Kısacası TC ilk günden beri hep TeCavüz devletiydi. 

Pensilvanya’da oturan “ABD-CIA Şeyhülislamı” Fetullah Gülen, ABD ve ordusu “düzenli bir biçimde” İslam dinine hakaret edip Kur’an-ı Kerim’i yaktığında tek laf etmezken, onur savaşı veren Kürt halkına “lanetler” yağdırmakla meşgul…

Bu “lanetli vaazlar”ı huşu içinde dinleyen CIA Şeyhülislamının asker-polisleri de ilk iş olarak Kürde saldırıyorlar. Önce Roboski köyünde 34 gencecik Kürdü katlettiler. Bu öncenin de sayılamayacak kadar çok öncesi var elbette. Son olarak da Pozantı’da Kürt çocuklarını, kendi ürünleri olan “muhafazakar sapıklar”ın içine attılar. Hatırlanırsa AKP’nin lağım “gazete”lerinden “Akit”in yöneticilerinden biri de böyle bir “tür” idi.

Pensilvanya’dan dalga dalga gelen “lanetli vaaz”lar peş peşe Kürt çocuklarını ve gençlerini vuruyor. Şeyhülislamın askerleri kendilerine örnek olarak ABD askerlerini alıyorlar. Örnek aldıkları eğitmenleri bu konuda son derece tecrübeliler. Yıllardır Guantanamo, Irak, Afganistan ve daha pek çok yeri bu konuda laboratuar olarak kullandılar. Şimdi o laboratuardan çıkan dersleri, Fetullah ile Tayyip’in askeri ve polisi Kürdistan’da uyguluyor.

Ve “Müslüman”lar, “solcu”lar, “devrimci”ler ve diğerleri sus pus… 

TeCavüz iğrenç yapılardan kaynaklanır. Bu yapı, Pozantı deşifre olduğundan bu yana ortaya koyduğu pratiklerle de TeCavüzü sahiplendiğini ortaya koydu. Dolayısıyla onlardan “vicdan”, “utanma”, “ar” ya da “haya” gibi tutumlar beklemek beyhudedir. Onuru olanlar utanır. Bu anlamda Pozantı’daki çocukların kamera ve fotoğraf makinelerinden yüzlerini gizlemeleri anlamlıdır. Ama kelimenin gerçek anlamında Kürt çocukları ve gençleri utanılacak hiçbir şey yapmadı. Güzel yürekleri ve yüce onurlarıyla halkının özgürlük mücadelesinde ön saflarda yer aldılar. Bu onur ve güzellik onlara da Kürt halkına da yeter. Lağıma dönüşmüş TeCavüz devletinin medya organlarından yüzünü eksik etmeyen yaratıklardan onur ve utanma beklemek ise gerçekçi değildir. 

Gerçekçi olan onur savaşçılarının tüm pislik, lağım ve onur yoksunu yapıları layık oldukları yere süpürecekleridir…

Akif Roj

Hiç yorum yok: