6 Şubat 2012 Pazartesi

Öcalan: İmralı Tam Bir Savaş Alanı

PKK Lideri Abdullah Öcalan, AİHM’e sunduğu son savunmasında, İmralı Adası’nda geçirdiği 12 yılda üzerinde yoğunlaştığı konulara değinirken, başka Kürt halkı olmak üzere birçok kesim tarafından merak edilen dışarı çıkması durumunda nerede kalacağı ve ne yapacağı sorusuna açıklık getiriyor. Öcalan, “Kürtler için, onların çözüm ve kurtuluş yolu olan demokratik uluslaşmaları için, parçası oldukları komşu halklar başta olmak üzere, tüm Ortadoğu halklarının çözüm ve kurtuluş yolu olan Demokratik Uluslar Birliği için, onların da bir parçası oldukları dünya halklarının çözüm ve kurtuluş yolu olan Demokratik Uluslar Birliği için sonuna kadar gerekli olan her söylem ve eylem tarzıyla sürekli mücadele içinde olacağım doğaldır” diyor.

Uluslararası komplonun 14’üncü yılına girerken PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde yürütülen tecrit de aralıksız devam ediyor. “Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak” adlı son savunmasının 21 Aralık 2010 tarihli ek bölümünde Öcalan, “İmralı Adası’nda Cezaevi Yaşamıma Dair” başlığıyla yaşadığı son 12 yıla değiniyor. Öcalan bu süreci aktarırken; ağır tecrit koşullarına, İmralı adasıyla neyin amaçlandığına değiniyor.

İmralı cezaevinde kendisine yönelik tüm baskı politikalarını duruşuyla boşa çıkardığını ifade eden Öcalan, Kürt sorununda çözüm olanaklarını yaratmak için İmralı’yı hakikat savaşı alanına dönüştürdüğünü belirterek, “Benim için İmralı Cezaevi, Kürt olgusunu ve sorununu algılamak ve çözüm olanaklarını kurgulamak açısından tam bir hakikat savaşı alanına dönüştü” diyor.


ULUS DEVLETİ AŞMAK

Öcalan, İmralı’nın tecrit koşullarında Marks, Engels, Lenin, Stalin, Mao ve Castro gibi sosyalist liderlerin dogma niteliğindeki ulus devlet zihniyetini nasıl aştığını şöyle açıklıyor:

“Özellikle ulus-devletçiliği aşmak benim için çok önemliydi. Bu kavram benim için uzun süre Marksist-Leninist-Stalinist bir ilkeydi; asla değiştirilmemesi gereken bir dogma niteliğindeydi. Toplumsal doğa, uygarlık ve modernite üzerinde yoğunlaştığımda, bu ilkenin sosyalizmle ilgili olamayacağını, sınıflı uygarlığın bir tortusu ve kapitalizm eliyle meşrulaştırılmış azami toplumsal iktidarcılık olduğunu kavramam önemliydi. Dolayısıyla reddetmekte tereddüt etmedim. Eğer söylendiği gibi gerçekten bilimsel sosyalizm olacaksa, bu konuda değişmesi gerekenler reel sosyalizmin ustaları, yani Marks, Engels, Lenin, Stalin, Mao ve Castro gibi insanların kendileriydi. Bunların kapitalist bir kavramı sahiplenmeleri büyük bir hataydı ve sosyalizm davasına büyük zarar vermişti.”


Ulus devlet ve kapitalizm ilişkisini çözdükçe siyaset felsefesin değiştiğini belirten Öcalan, “Ulus-devletçilik uğruna savaşmanın kapitalizm için savaşmak olduğunu fark ettikçe, siyaset felsefemde büyük dönüşümler söz konusu oldu” diyor. Kapitalist dogmaları yıktıkça hakikat kavrayışında devrim yaşadığını ifade eden Öcalan, o dönemde kendisine Hakikat Avcısı ismini koyduğunu belirtiyor. Kapitalist modernitenin Kürtlere dayattığı, ‘tavşan kaç, tazı tut’ tekerlemesini, anlam itibariyle “Kapitalist moderniteyi avla” tekerlemesine dönüştürdüğünü ifade eden Öcalan, “Cezaevi koşullarında istediğim kadar günlük hakikat devrimlerini yapabilirdim. Bunun verdiği direnme gücünü başka hiçbir şeyin veremeyeceğini belirtmem gereksiz kalacaktır. Hakikat kavrayışının güçlenmesi, pratik çözümlerin geliştirilmesi üzerinde de etkisini gösterdi” ifadelerini kullanıyor.

TÜRK ULUS-DEVLETİ


Devlet ve iktidarın tarihsel kökenlerini irdeleyen Öcalan, Türk ulus-devlet anlayışının gelişimine şu şekilde işaret ediyor:

“Yönetim deyince hep devlet olmak akla gelir. Türklerde iktidar elitleri oluştukça, bu kavramın belki de dördüncü, beşinci versiyonlarını geliştirmişlerdi. Etimolojik anlamını bilmeden, hep sonuçlarından etkilenmişlerdi. Selçuklu ve Osmanlı uygulamalarında tam bir kara anlama, daha doğrusu anlamsızlığa bürünmüştü. İktidar için bazen bir çırpıda onlarca kardeş, akraba idam edilir olmuştu. Cumhuriyet’le bu anlayışa bir kılıf daha geçirildi; daha doğrusu, Avrupa’nın geliştirdiği ulusal egemenlik ve ulus-devlet anlayışları olduğu gibi iktidara monte edildi. Böylelikle Türk ulus-devleti daha da tehlikeli bir Leviathan haline getirilmişti. Ona dokunan idam ediliyordu. Ulus-devlet mutlak kutsalların başında geliyordu.”

TÜRK-KÜRT İLİŞKİLERİNDE DEVLET

Öcalan, İmralı’da iktidar ve devlet kavramları üzerinde yoğunlaştığını, bu kavramların Türk ve Kürt ilişkilerinde nasıl bir rol oynadığını kavradıkça, daha somut pratik çözümlere yönelme gereğini kuvvetle hissettiğini ifade ediyor. Genelde olduğu kadar, Türk-Kürt ilişkilerinde de iktidar ve devlet düzenlemelerinin yaklaşık bin yıllık gelişimini Hititlere kadar götürme gereğini duyduğunu belirten Öcalan, “ Mezopotamya ve Anadolu iktidar ve devlet kültürleri arasında sıkı bir jeopolitik ve jeostratejik ilişki olduğunu iyice kavradıkça, bunu Türk ve Kürt ilişkilerine uyarladığımda, iktidar ve devlet ayrıştırmalarının akıllı bir yöntem olmadığını rahatlıkla görebiliyordum. Demokrasi kavramının aleyhine gelişen kavramlar olduklarından, iktidar ve devlet kavramlarını benimsemiyordum” diyor.

“DEMOKRATİK YÖNETİM ESAS TERCİHİMİZ”

Demokrasinin önemine dikkat çeken Öcalan, demokratik yönetimin esas tercihleri olduğunu şu sözlerle vurguluyor:

“Tüm yönetimi iktidar ve devlet güçlerine terk etmenin toplum için büyük bir kayıp olduğunu gördükçe, demokrasinin önemi daha iyi anlaşılıyordu. Fakat iktidar ve devletin anarşistçe inkârının pratikte oldukça çözümsüzlüğe yol açtığını fark ettiğimden, tercih ettiğim bir çözüm yöntemi olmasa da, iktidar ve devlet paylaşımını inkâr etmenin tarihsel gerçeklere uygun olmadığını derinliğine fark ettim. Demokratik yönetim esas tercihimizdi. Ama tarih boyunca tekleşmiş iktidar ve devlet kültürlerini inkâr ettikçe, paylaşılması toplumsal açıdan hak olan yönlerini kavramadıkça, bunun sonucu olarak sağlıklı pratik çözümlere varamayacağımı gördükçe, ortak iktidar ve devlet kavramlarının önemini çok daha iyi kavradım.”


TÜRK-KÜRT İLİŞKİLERİNİN GÜNCELLENMESİ

Öcalan, Türk ve Kürt ilişkileri açısından demokratik yönetim modelinin temel çözüm olduğunu ve Ortadoğu’nun sorunları için de model teşkil ettiğini şu sözlerle ifade ediyor:

“Tarih boyunca Anadolu ve Mezopotamya’daki iktidar ve devlet politikaları ve stratejilerinde yoğunca ilişkiler yaşanmış, sıkça ortaklaşan modeller denenmişti. Türk-Kürt ilişkilerinde de tüm kritik dönemlerde benzer modeller tercih edilmişti. Bu model en son Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda denenmişti. Teorik bir model halinde sunmanın yanı sıra, pratik çözüm projesine dönüştürmenin sadece Türk-Kürt ilişkileri değil, Ortadoğu’nun büyük çıkmaz yaşayan benzer sorunlarının çözümü için de muazzam değeri vardı. Özellikle kapitalist modernitenin dayattığı pozitivist dogmatizme karşı hem tarihî gerçeklerle oldukça uyumlu, hem de pratik çözüm için herkesin ideallerine en yakın unsurları içeriyordu.”

DEMOKRATİK ULUS VE DEMOKRATİK ÖZERKLİK


Öcalan, sorun yumağı oluşturan devlet ve iktidara alternatif olan demokratik ulus ve demokratik özerklik modelinin vazgeçilmezliğini ortaya koyarak, şöyle devam ediyor:

“Tarihsel gelişmelerin ışığında iktidar ve devlete ilişkin olarak demokratik modernite, demokratik ulus ve demokratik özerklik kavramları üzerinde yoğunlaşmamın önemli etkisi vardı. Diğer bir tarihsel gerçeklik, merkezî iktidar kavramının istisnai, yerel iktidar kavramlarının ise kural olduğuna ilişkin tespitti. Günümüzde merkezî ulus-devlet kavramının bu bağlamda tek ve mutlak model olarak sunulmasının kapitalizmle bağını doğru kavradıkça ve içyüzünü daha anlaşılır kıldıkça, yerel çözümlerin demokrasi için taşıdığı önem daha iyi kavranıyordu.”

Öz savunma dışında tüm şiddet biçimlerinin iktidar ve sömürüye hizmet ettiğine dikkat çeken Öcalan, öz savunmaya ilişkin kavramsal gelişiminin sonuçlarını şöyle kaleme alıyor:

“Şiddetle iktidar ve ulus olmanın tercihimiz olamayacağı açıktı. Zorunlu öz savunma gerekleri olmadıkça, şiddetle toplumsal avantajlar elde etmenin sosyalizmle de alakası yoktu. Öz savunma dışında tüm şiddet biçimleri ancak iktidar ve sömürü tekelleri için geçerli olabilirdi. Bu yöndeki kavramsal gelişim, barış sorununa daha ilkeli ve anlam yüklü olarak yaklaşmaya büyük önem atfediyordu. Dolayısıyla Kürtlere, hatta baskı ve sömürü altındaki tüm kesimlere baskı uygulayan iktidar ve devlet elitlerinin ‘ayrılıkçı’ ve ‘terörist’ yaftalamalarını boşa çıkaracak epey kavramsal ve kuramsal birikime ulaşmıştım. Bu kavramsal ve kuramsal birikim temelinde devlet yetkilileriyle geliştirdiğimiz diyaloglar daha verimli oluyor ve pratik çözüm yolları için yaratıcılık sağlıyordu. Benzer birçok alanda toplumsal özgürlük ve hakikat algısındaki gelişmelerin katkısıyla teorik ve pratik çözümleri geliştirmek mümkün oluyordu.”

HAKİKAT TERCİHİ

Sağlık sorunlarına yol açan fiziki nedenler dışında, İmralı’daki yaşamın katlanamayacağı bir yönünün olmadığını vurgulayan Öcalan, İmralı sistemini boşa çıkaran direnişini şöyle anlatıyor:

“Moral, bilinç ve irade gücü eskiye nazaran asla gerilememiş; tersine daha rafine hale gelmiş, estetikle beslenmiş ve güzel gelişme yönüyle zenginleşmiştir. Toplumsal hakikatlerin bilim, felsefe ve estetikle açıklanmasını geliştirdikçe, daha doğru, iyi ve güzel yaşamanın olanakları da artıyor. Kapitalist modernitenin yoldan, hakikat yolundan çıkardığı insanlarla yaşamaktansa, hücremde tek başıma son nefesime kadar yaşamayı tercih ederim.”

YALNIZ BİR İSYANCIYIM

Öcalan’ın İmralı’daki yaşamıyla bağlantılı olarak halkın da en çok merak ettiği bir soru ise olası bir çıkış halinde nerede ve nasıl yaşayacağı ile ilgili. Öcalan, bu konuya savunmasında şöyle yer veriyor:

“Pek hayalcilik yapacak bir kişilik değilim. Devrimci gerçekçilik denilen bir yaşam tarzının sahibi olduğum çok iyi bilinmelidir. Olası bir çıkıştan sonraki yaşamıma değil, daha çocukluktan itibaren geçen yaşam çizgime bakılırsa, bu tür soruların cevabı daha iyi verilebilir. Benim daha on yaş altı sınırlarda aile otoritesine karşı yürüttüğüm ‘ilk isyanlar’ bu konuda önemli ipuçları taşır. Daha o zamandan beri yalnız bir isyancıydım. Köy ve şehir toplumuna yönelik itirazlarımı savunmada yer yer ortaya koymaya çalıştım. İlgilenenler gereken sorular ve cevaplarını birlikte bulabilirler.”

YAŞAMI HERKESLE PAYLAŞACAĞIM

Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu’nun beşinci cildinde 21 Aralık 2010 tarihli ek bölümünü şu sözlerle noktalıyor:

“O halde olası bir çıkışta her nerede olursam olayım, hangi anda yaşarsam yaşayayım, mensubu olmaya çalıştığım toplumsallık için, bunun en trajik bir gerçeğini yaşayan Kürtler için, onların çözüm ve kurtuluş yolu olan demokratik uluslaşmaları için, parçası oldukları komşu halklar başta olmak üzere, tüm Ortadoğu halklarının çözüm ve kurtuluş yolu olan Demokratik Uluslar Birliği için, onların da bir parçası oldukları dünya halklarının çözüm ve kurtuluş yolu olan Demokratik Uluslar Birliği için sonuna kadar gerekli olan her söylem ve eylem tarzıyla sürekli mücadele içinde olacağım doğaldır. Bunun gerekli kıldığı etik, estetik, felsefi ve bilimsel güçle büyük pay kazanan hakikat kişiliğimle yürüyeceğim, yaşamı kazanacağım ve herkesle paylaşacağım.”

ANF NEWS AGENCY

Hiç yorum yok: