25 Şubat 2012 Cumartesi

MİT Krizi mi Kürt Krizi mi?

Medyada MİT krizi denilen skandallar dizisi durulmuş gibi görünse de alttan alta sürüyor. Böyle giderse kısa sürede durulması da olanaksız. Bu konuda söylenenleri-söylenmeyenleri, yazılanları-yazılmayanları irdelersek sağlıklı sonuçlara ulaşılabiliriz. Konuyu AKP ile cemaat arasındaki basit bir rekabet ya da egemenlik kavgası olarak görmek çok sığ kalır. Eğer böyle olsa bilse kavganın nedenini merak etmek ve sormak gerekmez mi? Kavganın nedenlerine bakarsak ana neden Kürt sorununun çözümünde odaklanmaktadır. Kürt sorunu üzerinden TC devletinin yeniden şekillenmesi ve Ortadoğu’da - bölgede oynayacağı rol tartışılmaktadır. Ama bu tartışma ve karar süreci halkın bilgisi dışında, halk tartışma dışı tutularak gizli komplolarla, oldu bittilerle kotarılmaya çalışılmaktadır.

MİT krizi basit bir krizi değildir. MİT ile polis-yargı arasında rezalete dönüşen bir çekişme de değildir, tekçi TC devlet sisteminin iflası demektir. Kurulduğundan beri “Tek devlet, tek millet, tek dil, tek din, tek mezhep, tek..tek..” ilkesine dayalı olan devlet yapısı 1960’lardan sonraki ülke ve bölge şartlarında ezilenlerin mücadelesiyle biraz gevşetilmişti. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesiyle sol, Kürtler ve her türlü demokrat muhalefet ezilerek, dinci cemaat örgütlenmelerine alan açılarak, devlet yeniden düzenlendi. Ancak 1984 sonrası yükselen Kürt silahlı direnişi ve emekçilerin yükselen eylemleri 12 Eylül sistemini sarsmaya başladı. Bunu ilk gören de dönemin siyasi liderlerinden Özal oldu. Özal’ın 12 Eylül sistemini dönüştürme ve farklılıkları bir arada tutabilecek bir çözüm arayışı da Kürt sorununda somutlandı. Ama korkuya kapılan statükocular bu süreci kanla bastırdı. Ardından gelen benzeri eğilimlere de hayat hakkı tanınmadı. Ne var ki hiç bir sorun da çözülmedi, sorunlar kartopu gibi büyüyerek bugüne gelindi. Yaralar kanaya kanaya kangrene dönüşme noktasına geldi. Bu durumda bir yirmi sene daha gidilemez. Sorunların kökten çözümü için demokratikleşme, demokratik cumhuriyete- demokratik özerk Kürdistan’a dayalı yeni bir anayasa ve tüm farklılıkların kendisini özgürce ifade edebileceği bir demokrasi ilk şarttır.

Ne var ki içte ve dışta demokratikleşme sözü veren AKP iktidarı 10 senedir bu konuda ciddi ve kalıcı bir adım atmamıştır. Atmaya niyetli de görünmüyor. AKP sözcüleri kendilerinin çok büyük adımlar attıklarını iddia ediyorlar ama gerçekler öyle mi? Bir kaç örnek:

- 12 Eylül anayasası ve yasaları öz olarak yürürlüktedir. Hala tek tek diye bağırılmakta ve anadilde eğitim hakkı bile reddedilmektedir.

- Tek din ve tek mezhep devlet eliyle okullarda ve hayatın her alanında dayatılmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı hala güçlendirilirken okullardaki zorunlu din dersi eğitimi sürmektedir. Gündemde olan 4+4+4 sistemi de dinci yaklaşımın devamıdır.

- Yüzde 10 barajı denen ucubeyle daha doğrusu faşist yasa ile halkın iradesi yok sayılmaktadır.

- Çalışanların sendika-toplu sözleşme hakkı bile fiilen kaldırılmıştır.

- Özel yetkili mahkemeler-savcılar marifetiyle hukuk ayaklar altına alınmıştır. KCK operasyonlarıyla halkın seçtiği milletvekilleri, belediye başkanları başta olmak üzere binlerce siyasetçi ve yazar keyfi olarak zindanlara atılmıştır. Milletvekilleri bile sesini duyurabilmek için açlık grevi yapmak zorunda kalıyor.

- Binlerce çocuk TMK adlı faşist yasa ile zindanlara atılmıştır, orada büyümektedirler.

- Dağlardan gelen çatışma ve ölüm haberleri artmaktadır.

Bu gidişatın sonu büyük bir felakettir. Bunu durdurmak ve  Erdoğan’ın son seçimlerden sonra vaat ettiği “herkesin benim anayasam” diyebileceği bir anayasa ve bu anayasaya dayalı demokrasiyi kurmak acil görevdir. Burada herkes ve her toplum kendisini bulabilmeli, özgürce ifade edebilmelidir.

Bugün cemaat-camia denilen topluluklar tamamen yasadışı-gizli ve şaibeli konumdadır. Sadece Gülen cemaati değil birçok cemaat-tarikat olduğu biliniyor. Bu cemaatler pratikte görüldüğü gibi her işe karışmakta ama işler ters gidince “O bizi bağlamaz, bu bizi bağlamaz” vb. mazeretler arkasına sığınmaktadır. Yani cemaatler sadece kara ortaktırlar. Sorumluları-yöneticileri-üyeleri belirsizdir. Vatandaş bir partiyi oylarıyla destekleyebilir ya da cezalandırabilir. Suç teşkil eden davranışları için yargıya baş vurabilir. Ama cemaatlere bir şey yapamaz. Çünkü bu gizli örgütler “var desen var değil, yok desen yok değil” cinsinden bir muammadır. Öyleyse yeni anayasa bu cemaatlere de yasallık sağlamalı, cemaatler üyeleriyle, yöneticileriyle, program-tüzük-gelir giderleriyle açık olmalıdırlar. Bunları yerine getirmiyorlarsa varlıklarına son vermelidirler.

Eski sistem aslında çoktan bitmişti ama yokuş aşağı boşta giden bir kamyon gibi gidiyordu. Durumdan memnun olan küçük bir azınlık da şoföre alkış tutuyordu. Ama artık kamyon düze indi, duvara tosladı ve durdu.

Ne kadar zor olursa olsun yeni sistem kurulacaktır. Bu süreci kısaltmak için demokratik çözümlere yönelmek herkesin çıkarına olacaktır.

SUAT BOZKUŞ
suatbozkus@hotmail.com

Hiç yorum yok: