Başbakan Angela Merkel önceki gün, başkent Berlin'de düzenlenen törende
başını eğerek, yeni Nazilerin cinayetlerini engelleyemedikleri ve
cinayetten sonra kurbanların yakınlarından şüphelendikleri için, "bizi
affedin" diyerek özür diliyor, ülkede yas ilan edilip bayraklar yarıya
iniyordu.
Sembolik bir tören ama, hukuka oturmuş devlet olma ve insan hayatının güvence altında olduğunun, bir kere daha ilanıydı, bu. Yıllar önce, Başbakan Willy Brandt Yahudilerin anısı önünde eğilip özür dileyerek, insanın ruhunda yücelere çıkmıştı.
Bütün bunlara tanıklık ederken, ister istemez, TC’nin "ben yer yüzünün bir yabanıyım, ne yapsam yeridir" diyen halleri geliyordu, insanın aklına. İnsanlığın yakasına yapışmış bela gibi, evrenin dönüşümüne aykırı gidiyordu, bir türlü çetecilikten kurtulamadı.
Yer yüzü, devlet dışı çetelerin işlediği cinayeterden ötürü insanlıktan özür dilerken, onlar devlet eliyle çeteler kurup, insanlık suçları işlemeye, sonra öldürülmüşlerin yakınlarını cezalandırmaya kalkışarak, akıttığı kanı yalanla örtmeye çalışıyorlardı.
Kürdistan’daki çetecilikle, elleri kan içindeydi. Yürüdükçe, ter yerine insan kanı damlıyordu, üstlerinden. Devlet eliyle kiralanmış, giydirilip, silahlandırılmış çeteleri geçelim.
Kendine
yakışanıyla çok dindar numarası yapan, dindarlıktan kızları eve kapatma
yasaları çıkarma, kendisi gibi dindar ve kindar bir gençlik yetiştirme
meydan savaşları veren AKP iktidarında, devlet eliyle işlenen bir kaç
cinayete bakalım:
Federal Alman Başbakanı Nazi cinayetlerinden sonra öldürülmüşlerin yakınlarından şüphelendikleri için özür dilerken, Türk askerinin fırlattığı füzeyle paramparça edilen 14 yaşındaki Ceylan'ın kanı ağaç dallarından akmaya devam ediyordu. AKP devleti, katillerin üstünü örtmüş, onu suçlamıştı. 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ı evinin önünde yere yatırıp, sırtına 13 kurşun yağdıran devletin polisi, AKP iktidarı tarafından terfi ettirilerek ödüllendiriliyordu. Katiller sürüsü, iyi halinden ötürü, aralarına salınanlarla çoğalıyordu. Türk adaleti, kameralar karşısında, dipçik darbeleriyle çocuğun kolunu kıran, başını parçalayan polis iyi haliyle beraat ettiriyordu. Bulanık'ta, yolda yürüyenleri yaylım ateşine tutup iki kişinin canını alan katil savcının evrağına müdafaa halinde diye geçiyordu.
Uludere’de, devletin
emriyle havalanmış uçakların tike tike parçaladığı, çoğu çocuk 34
kişinin kanı kayalıklarda, toprak evrensel utançtı!
O çocukların katilleri devletin en saygınlarıydı. Başbakan, asıl katilin kim olduğunu adı gibi biliyor, ama bizleri kandırmak ve katili unutturmak için aramakla meşgul görünüyordu. Parayla susturamadığı acılı ailelerine, niçin ve hangi yüzle bilmiyorum, ama eşini gönderiyormuş!..
Dalkavukluğu, elimin tersiyle itip, doğrudan söyleyeceğim: Kürt katillerinden kimse, "ben emir kuluydum, vur dediler vurdum" ya da "malı, mülkü verdiler aldım" diyerek kendini masum, suçsuz göstermeye, temize çıkarmaya kalkışmasın. Pek çoğunun çiğnediği ekmek, Kürdün talan edilmiş, çalınmış emek birikimidir.
Son otuz yılda, Kürdistan'a gönderilmişlerin toplamı milyonları buluyor. Bu insanlardan kimsenin eli temiz değildir. Kürdün kanı bulaşmıştır, tümünün eline. Kürt çocuklarının son çığlıkları, bedenleri talana uğramış genç kadınlar, kızların feryatları çınlıyor, göğün derinliklerinde. Irkçı vandalizme sessiz kalıp, seyre duranlar suç ortaklarıdır.
Bunca insan, bu kadar utançla nasıl yaşayabiliyor? Hangi yüzle Filistin’in kurtuluşu, Suriye’nin demokratikleşmesinden söz edebiliyorlar, anlamıyorum. Ne biçim insanlar ki, Kürdün neden isyan ettğine kör, sağır ve aptal rolünde!..
İsyancı çocuklardan 1200 tanesi, zindanda 10 yaşlarını geçip, delikanlılıklarını geride bıraktılar. Bir kaç parlamenter ve dağdakilerden başka "benim" diyen Kürt kalmadı dışarıda. Ama onlar, "ben insanım" deme rolünü de kimseye bırakmadan, bize Filistin davasını, Suriye’nin demokrasi derdini anlatıyor, kimileri yalancılığı, iftirayı din diye satıyor. Hayır, yalancılık diye bir din yok. Fakat, TC Başbakanı, İstanbul’da otobüsüne atılan Molotof kokteyli yangınında, hayatını kaybeden Serap’ın yüzünü günler boyu televizyon kanallarında dolaştırarak, "işte Kürtler yaptı" diye göstermişti, "dindar" ağzıyla kin yayarak. Katilin, Kürtler arasına sızdırılmış MİT ajanı olduğu, sonra emrindeki savcının fezlekesine geçecekti. Başbakan, emrindeki MİT’in entrikalarını bilmiyor muydu?..
Kim bilmiyor ki, yalanlarına şal geçirdiklerini!..
Türk ordusu, 20 Haziran 1987 günü Mardin’in Pınarcık köyünü bombalayıp, makinalı tüfeklerle tarayarak kadın, çocuk, yeni doğmuş bebeğiyle 30 kişiyi katlediyor, devlet o bebeklerin fotoğraflarını 'PKK yaptı' diye dünyaya servis ediyordu. Katliamda görevli Ayhan Çarkın, 23 yıl sonra "biz yaptık" diyor, ama Türk medyasında fail, hala PKK’dir.
Batman merkeze bağlı köyde yapılan katliamı yine PKK’ye mal etmişlerdi. Dönemin valisi Şarman, geçenlerde Fethullah’ın medyasında "MİT’in yaptığını tesbit ettik" diyordu.
24 Mart 1994 günü Şırnak’ın Kuşkonar ve Koçağalı köyleri uçaklarla bombalanıp, bebeği, ihtiyarıyla 38 kişi parçalanarak katledililiyor, onlarca kişi yaralanıyor, devlet katliamın üstüne, ''bombaları tutan kayış gevşedi'' yalanını seriyordu.
16 Eylül 2010 günü Geçitli köyünden Hakkari’ye giden minibüs bombayla havaya uçuruluyor, köylüler, bombacı askerleri suç üstü yakalar cinsten, arta kalan silahlara el koyuyor, ama suçlu sayılıp tutuklanıyorlardı. 17 Ağustos 2011 tarihinde cinayetlerini Güney Kürdistan’ın Ranya bölgesine taşıyıp, aralarında Solin bebeğin de bulunduğu 7 kişilik aileyi yok ediyor, "biz yapmadık" yalanını da elde hazır tutuyorlardı.
Merkel’i, ırkçılığı mahkum ettiği için alkışlıyorum. Ancak ırkçılığı ulusal politika olarak yürütüp, Kürtleri kıran TC’ye sağladığı destek suç ortaklığı ve dolayısıyla jesti inandırıcılıktan uzaktır.
AHMET KAHRAMAN
akahraman61@hotmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder